- Cinayet Katliam İstatistik

Adsense kodları


Cinayet Katliam İstatistik

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 5 June 2012, 10:43 am GMT +0200
Cinayet, Katliam, İstatistik
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 56. Sayı / KÖŞETAŞI


Bayramda yaşanan trafik kazalarında resmî rakamlara göre, 100’den fazla insan öldü, 500’e yakını da yaralandı. Yılda 30-40 kişinin öldüğü kene ısırma vakalarını şok, flaş, bomba anonsuyla veren medya, şuursuzca ölü sayıcılık yaptı.

Bu ülkenin mütedeyyin insanları, her yıl Ramazan ayının ekranlardan nasıl zehir edileceği korkusuyla Ramazan’ı karşılamaya alıştı. 28 Şubat’ın en civcivli günlerinde düğmeye Ramazan ayında basılmış, Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin birlikte basılmıştı. Normal zamanda gündem bile olamayacak “Okeyde taş çalmak caiz mi hocam?” düzeyindeki absürt tartışmalar, Ramazan gelince ekranlardan boca edilir. Yine normal zamanlarda yüzüne bakılmayacak din simsarları Ramazan’ı fırsat bilip program başına çift haneli milyar liralardan başlayan ücretlerle gösteriye katılır. Tuhaftır ki, ekranda arz-ı endam etmelerinin meşruiyet gerekçesi Ramazan ayının gelmiş olmasıdır. Yani şeytanların bağlandığını bildiğimiz 11 ayın sultanı…

Osmanlı döneminde direkler arası olurmuş ya da Hacivat ile Karagöz ve diğer tuluat gösterileri… Bunların, en azından çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere, toplumun geniş bir kesimi için eğlence anlamı taşıdığına kuşku yok. Ama itikadın ekrana taşınmasının olsa olsa trajikomik bir tarafı olmalı.

Bunca rant ve şöhret ortada dururken, herhalde Ramazan’ın gidişine en çok “dinime dahleden bari müselman olsa” deyişini akla getiren ekran allameleri üzülse gerek.
Peki, biz bayramın gelişine sevinebiliyor muyuz?

Durduk yerde o bıktırıcı “Nerede o eski bayramlar?” muhabbetine girecek değilim. Zaten denesem de yaşım yetmez. Ancak bir sosyal tablo var ki, insanı gerçekten bayramın anlam ve niteliği hakkında düşüncelere daldırıyor. Ufaktan başlayalım.

Bayram namazı sırasında yine bazı Hacı Amcalar 5–6 yaşlarındaki çocukları azarladı ve saftan itekledi. Siyasiler bayram ziyareti sırasında bile, birbirlerini tebrik ederken arada laf sokuşturmayı ihmal etmediler. “Bayramlar kucaklaşma vaktidir” gibi beylik mesajların ardından “Hiç kimse bize bölücü diyemez” dayılanmaları unutulmadı. Serde erkeklik var ya, bayramda bile ona leke sürdürmemek lazım tabii.

Tatili fırsat bilip başta İstanbul olmak üzere, memleketimin büyük şehirlerinde peş peşe cinayetler işlendi. Üçüncü sayfalar, iç kısımlara sığmadı, manşetlere taştı. Ve bayramda yaşanan trafik kazalarında resmî rakamlara göre, 100’den fazla insan öldü, 500’e yakını da yaralandı. Yılda 30-40 kişinin öldüğü kene ısırma vakalarını şok, flaş, bomba anonsuyla veren medya, şuursuzca ölü sayıcılık yaptı.

İşleniş biçiminin imajinatif bir dehşet içermesi nedeniyle Münevver Karabulut cinayetini 200 günden fazla ballandıra ballandıra tasvir eden medya, trafik kazalarında sadece bilanço çıkardı. Trafik konulu sosyal sorumluluk kampanyalarına ne denli ayak sürüdüklerini yakinen biliyorum.

Aynı medya, bir ara maktulün babası Süreyya Karabulut’u da kullanıp atmak üzereydi ve adamcağızı neredeyse tımarhanelik ilan etmişti. Sonrasında Cem Garipoğlu’nun yakalanmasıyla ganimetten pay kapmak için ivedilikle safını değiştirdi. Her zaman kazanan takımda bulunmak böyle bir şey işte. Ya da şimdilerde gözden düşmüş, helikopterle baklava taşıyan bir medya patronunun deyişiyle, “Durakta beklememek, her zaman ilk gelen trene binmek.”

“Başkalarının Acısına Bakmak”

Mardin’in Bilge köyünde tuhaf bir katliam oldu; 44 kişi hâlâ nedeni tam anlaşılamayan bir saldırıya kurban gitti. Ama Mardin, o kadar uzak ki İstanbul’a ve uzaktakinin acısı o denli yabancı ki; “oralarda olur böyle cinayetler” tavrında geçip gidiyor. Susan Sontag’ın Başkalarının Acısına Bakmak kitabını saygıyla selamlıyorum burada.

Hem eline kalaşnikofu alıp 44 kişiyi kurşuna dizmenin ilkelliği nerede, villada testereyle kadın başı kesmenin modern görselliği nerede! Zaten alabildiğine “çarpıcı” bir isim de taktılar olaya: Kesikbaş cinayeti. Tam medyatik bir modern zaman cinayeti öyküsü var ortada. Şu temalara bakar mısınız: Saray, entrika, saygın suç ortakları (burada da saygın kişiler çıktı!), bir tarafta azınlık mensubu, diğer tarafta Bolulu muhafazakâr bir aile, vali, emniyet müdürü, Apo’yu Kenya’dan getiren bordo bereli, Üç Ahmetler, tek gözlü simsar, Ermenistan vurgusu, Trakya’daki bağ evi, aşçı, şoför, Etiler semti, testereli katil, gizemli teğmen, kıskançlık, aşk… Liste uzayıp gidiyor; az daha zorlasak Ergenekon ile bağlantı kurmak işten bile değil.

Neresinden yaklaşsanız, dramatik yapının kurulabileceği, mutlaka müşterisi bol olacak bir medya öyküsü haline geldi Münevver cinayeti. Maktule Allah’tan rahmet diliyor ve adaletin tesis edilip kamu vicdanının rahatlamasını bekliyorum.

Fakat aklıma bir bayram günü yola düşüp orada kalan 100’den fazla insana karşı sergilenen sükût geliyor. Bir de Stalin’in meşhur sözü: “Bir kişinin ölümü cinayet, on kişinin ölümü katliam, yüz kişinin ölümü istatistiktir.”

Ne demişti Müslüm Baba: “Kavga ederim, adam öldürürüm; ama cinayet asla!”