hafiza aise
Thu 5 May 2011, 10:41 am GMT +0200
Çevredeki KabileIere Yöneliş
Belli ki Mekke, artık kapılarını kapatıyordu. Taif'ten de beklediği cevabı bulamamıştı. Ancak, can bedende bulunduğu sürece tebliğ, vazgeçilmez bir vazifeydi; Rabbin nzası burada yatıyordu zira. Onun için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), yaklaşan hac mevsimini de iyi değerlendirip daha geniş kitlelere ulaşmak istiyordu. Bu sebeple de kabile kabile dolaşmaya
426 Taberi, Tarih, 1/555; Mübarekfüri, er-Rahiku'l-Mahtüm, s. 127, 128
başladı. Her gittiği kabileye kendini arz ediyor, Allah'ın emirlerini onlara ulaştınyor ve imana davet ediyordu. Ne garip ki, sanki bu kabileler de Mekke halkıyla anlaşmış gibiydi ve Allah Resülü, bunlardan da beklediği cevabı alamıyordu. Her birinin başka bir talebiyle karşılaşıyor veya bir başka beklenti içinde olduklannı görüyordu. Orilardan birisi:
- ValIahi bu genci biz, Kureyş'ten alıp himaye etsek, Araplar bizi yiyip bitirir, diyor, diğeri de Efendimiz'e hitaben:
- Biz şimdi Sana söz verip anlaşsak ve Seni korusak, yann Allah Seni, muhaliflerine karşı üstün kıldığında sonrasında meseleye biz vaziyet edebilir miyiz, deyip bunu, bir nevi pazarlık meselesi haline getiriyordu. Tabii olarak Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), bu ve benzeri düşüncelere prim vermeyecekve:
- İşin neticesi Allah'a aittir; O, bu işi, kimi dilerse ona verir, buyuracaktı. Bu sefer de adam:
- Biz, Seni korumak için Arapların önüne başımızı uzataeağız ve sonunda Allah Seni muzaffer kıldığında da iş gidip başkasına verilecek! Bizim böyle bir işe girmemizin imkanı yok, diye cevap verecekti.
Bir de o gün, gönlü Kabe' de olmakla birlikte yaşlılığı sebebiyle Mekke'ye gelemeyen kabile mensuplan vardı. Hac mevsimi bitip kabilesinden Mekke'ye gelenler geri döndüklerinde onlan dinleyecek ve neler yaşadıklannı soracaktı. Onlar da, karşılaştıklan ilginç hadiseleri aktanrken bir de, Muhammed isminde birisinin, kendilerini Allah'a imana davet ettiğine; ahir zamanda gönderilen son peygamber olduğuna, mesajlanna kulak vererek kendisine sahip çıkmalan gerektiğine dair sözlerini naklettiler. Bunun üzerine.yaşlı adam, ellerini başına koymuş ve büyük bir fırsatı kaçırmış olmanın heyecanıyla şunlan söylemeye başlamıştı:
- Ey .Amiroğullan! Siz, nasıl bir fırsatı kaçırdığınızı fark ediyor, elimizden nasıl bir kuşun kaçtığını anlıyor musunuz?
Nefsim yed-i kudretinde olana yemin olsun ki bu, İsınaili'nin bize anlattığı haberdir ve o, gerçektir. Nasıloldu da sizler bunu akıl edemediniz?427
Sonuç ne olursa olsun, Allah Resnlü (sallallahu aleyhi ve sellern), durdurak bilmeden tebliğ vazifesine devam ediyordu. Bu süre içinde az dahi olsa, bazı insanlar gelip Müslüman olacaklardı. Süveyd İbn Sarnit de onlardan birisiydi. Şairdi ve kendisine kavmi, şiirdeki mahareti sebebiyle kamil diye hitap ediyordu. Efendimiz'le konuşunca O'na:
- Herhalde Senin dediklerin de benimkiler gibi olmalı,
demişti. Allah Resnlü (sallallahu aleyhi ve sellem): - Senin bildiklerin ne, diye sordu.
- Lokman'ın hikmetleri, diyordu. Bunun üzerine:
- Onlardan bana söyler misin, dedi. Bildiklerini sıralama-
ya başladı Süveyd. Bunun üzerine Habib-i Zlşan Hazretleri:
- Bu sözler çok güzel! Ancak, benim yanımdakiler bunlardan daha faziletli; çünkü o, Allah'ın Bana indirdiği Kur'an'dır. hidayet ve nur kaynağıdır, buyurdular. Ardından da, Kur'an ayetlerinden okumaya başladı ve bitirince de Süveyd'i İslam'a davet ettiler. Çok makül bir insandı ve:
- Gerçekten de bunlar çok güzel ifadeler, diyerek oracıkta Müslüman oluverdi.v"
Başka bir gün, Medine'den Evs kabilesine mensup bazı insanlar gelmiş, başlamak üzere olan savaş öncesinde Hazreçlilere karşılojistik destek arıyorlardı.P? Bunu duyan Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), bu hey'etin de yanına gelecek ve:
427 Taberi, Tarih, 1/556; Mübarekfüri, er-Rahiku'l-Mahtüm, s. 129, 130 428 Taberi, Tarih, 1/557; Miibarekfüri, er-Rahiku'l-Mahtüm, s. 130
429 Bi'setin 11. yılıydı ve Medine'de Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki anlaşmazlık doruk noktaya çıkmış, savaş patlak vermek üzereydi. Sayı itibariyle Hazreçlilerden az olan Evs kabilesi, dışandan destek alma yolunu tercih etmiş ve böylelikle güç dengesini kendi lehine çevirmeyi hedeflemişti.
- Geldiğiniz niyetten daha hayırlı bir yol size göstereyim mi, diye soracaktı.
- Peki, nedir o, diye sordular. Efendiler Efendisi:
- Ben, Allah'ın Resülü'yüm: Beni O, bütün kullanna pey-
gamber olarak gönderdi. Ben de sizi, sadece O'na ibadet etmeye ve O'ndan başkasını O'na şerik koşmamaya davet ediyorum. O, Bana Kitap da indirdi, buyurdu ve arkasından da, İslam'la ilgili temel meseleleri anlatıp Kur'an okudu ve onlardan da, bütün bunlara iman etmelerini talep etti.
Hey'et arasında İyas İbn Muaz isminde birisi vardı ve öne çıkarak:
- Ey cemaat! Bu, gerçekten de bizim peşinde olduğumuz şeyden daha hayırlıdır, diye seslendi.
Cemaat içinden hemen itiraz sesleri yükselmiş, hatta aralanndan birisi öne atılarak avuçladığı toprağı İyas'ın üzerine atarak açıkça tepkisini dile getirmişti. Şöyle diyordu:
- Bırak şimdi onu! Biz buraya bunun için mi geldik? Kendi kabile mensuplan arasında büyük bir tepkiyle karşılaşan İyas'a susmak düşmüştü. Medine'ye geri dönerken ne bir destek bulabilmiş ne de ayaklanna kadar gelen hakikatten bir mesaj alabilmişlerdi! Ancak İyas, çok geçmeden hastalanacak ve bu süre içinde, Müslüman olduğunu ifade sadedinde sürekli tekbir getirip dilinden hamd ve tesbihi hiç düşürmeyecekti. 430
Tufeyl İbn Amr, Evs kabilesi arasında hatın sayılır ve güvenilen bir şairdi. Hatta, Yemen taraflarında, kabilesi adına belli başlı faaliyetleri o yürütüyordu. Günün birinde onun da yolu Mekke'ye düşmüştü. O günün Mekke'sinde Allah Resülü'ne karşı öylesine organize bir karşı duruş var idi ki daha o, Mekke'ye yaklaşmadan Mekkeliler yolunu kesmişlerdi ve Efendimiz'le görüşüp konuşmaması konusunda olabildiğince
43° Bkz. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5/427 (23668); İbn Sa'd, Tabakat, 3/438
tahşidat yapıyorlardı. İzzet ü ikramda da kusur etmeyen bu insanlar, Tufeyl'i karşılanna almış şöyle diyorlardı:
- Ey Tufeyl! İşte sen, bizim memleketimize geldin, hoş geldin! Şu bizim aramızdan çıkan adam varya, işte O, bizi çok zor durumda bıraktı; aramızdaki yapıyı parçalayıp ahengimizi darmadağın etti. Sözünde sanki bir sihir var; insanı peşine takıp götürüyor! Baba ile oğlun, kan ile kocanın ve kardeşle kardeşin arasını ayınyor! İşin doğrusu biz, senin ve kavminin de bize musallat olan bu adamdan etkilenmenizden korkuyoruz. Sakın ola ki, o adama kulak verme ve gidip de O'nunla konuşayım deme!
Durup dururken, bu kadar konuşma lüzumu hissettiklerine göre gerçekten bu adam, çok etkiliydi ve onun için Tufeyl, tedbirini alacak ve bir tek kelimesini bile duyup sözünün tesirinde kalmamak için kulaklannı tıkayarak Kabe'ye gelecekti. Olacak ya, onun geldiği saatte Efendiler Efendisi de, Kabe'de durmuş namaz kılıyordu. Uzun uzun seyre daldı Tufeyl., Öyle derinden Kur'an okuyordu ki! İster istemez bazı ifadeler kulağına gelmiş ve hem gözüne ilişenlerden hem de kulağına gelip çarpanlardan oldukça etkilenmişti. Kendi kendine düşünmeye başladı:
- Hay kahrolası! Niye ben kulağımı kapatıyorum ki? Halbuki ben, şiirin inceliklerini bilen, sözün güzelini çirkininden ayırabilen irade sahibi bir adamım; öyleyse, niçin bu adamın dediklerini dinlemeyeyim ki! Şayet söyledikleri güzel ise kabul eder alınm; yok, kötü şeyler söylüyorsa o zaman da ondan uzak durur kendi işime bakanm, diyordu kendi kendine.
Kulağındaki tıkanıklığı açmasıyla birlikte gönlüne giden yollar da hareketlenmiş, dinledikleri karşısında kalbindeki buzlar erimeye başlamıştı. O kadar ki, namazını bitirip Kur'an'ına hatime çektiğinde kendini, O'nun peşinden gidiyor bulacaktı. Evine kadar Resülullah'ı takip etti ve arkasından o . da içeri girdi. Bütün kapılar aralanmış, sımsıcak bir dünya-
ya doğmuştu Tufeyl, Bu sıcak atmosferi bulunca dilinin bağı çözülecek ve başından geçenleri anlatacaktı bir bir; buraya kadar gelişindeki hedefi, Mekkelilerin onu dışanda karşılayıp da kendisine söylediklerini, kelamını işitmernek için kulağını nasıl tıkadığını ve Kabe'de gördüğü zaman yaşadığı değişimi anlattL .. Arkasından da:
- Bana, meselenin gerçek yönünü anlat, dedi. Bir yıldız daha doğuyordu. Onun için Efendiler Efendisi'nin sürüruna diyecek yoktu. Hemen anlatmaya başladı; İslam'la gelen güzelliklerden bahsetti ve ardından da Kur'an okudu. Tufeyl'in, hayatında duyduğu en güzel ifadelerdi bunlar ... Bugüne kadar, bunlardan daha latif ve daha oturaklısına hiç şahit olmamıştı, .. Ve, hemen oracıkta kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oluverdi.
Huzura gelip de O'ndan ışık alan her bir sahabede görülen değişim, onda da kendini gösteriyordu; daha adımını attığı yerde, inandığı değerlere başka adımların da gelmesi gerektiğini düşünüyor ve bunun için Efendimiz' e şunu söylüyordu:
- Kavmimin arasında benim konumum gayet iyidir ve ben ne dersem insanlar kırmaz, dinlerler; şimdi ben onlara gider gitmez, İslam'ı anlatacak ve İslam'a davet edeceğim. Bana, gördükleri zaman kavmimin etkileneceği bir alarnet bahşedip ifadelerime kuvvet vermesi için Allah'a dua eder misiniz?
Bu samirniyete müspet cevap vermemek olmazdı ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hemen oracıkta dua etmeye başlamıştı bile ... Derken Tufeyl, huzurdan aynlmış ve kavmini hidayete davet etmek üzere memleketine dönüyordu. Yolu, köyüne yaklaştığında birden yüzünde, sabahın aydın1ığı gibi bir nur beliriverdi. Endişelenmiş ve kendi kendine:
- Allah'ım! Yüzümde bir gariplik oldu; şimdi bana, "Bu müsledir, diyecekler." demiş ve daha işin başında bir olumsuzlukla karşılaşmaktan çekindiğini ifade etmişti. Bir anda bu nur, elindeki bastonunun ucuna kayıverdi. Artık o, kavmine
karşı elini güçlendirecek ve onlann imana gelişlerini kolaylaştıracak bir mucizeydi. Artık o, önünü aydınlatan bir gece lambası gibiydi.
Eve gelir gelmez, önce anne ve babasına anlattı yaşadıklarını ve onlan da İslam'a davet etti; oğullanna itirnatlan vardı ve oracıkta Müslüman oldular. Ancak kavmi, aynı duyarlılıkta değildi; olanca gayretlerine rağmen kapılannı kapatmışlardı ve asla yumuşama emaresi göstermiyorlardı.s"
Müşriklerin propagandalanna muhatap olanlardan birisi de, Dımôd el-Ezdi idi. O da, Yemen'den çıkmış bir işi için Mekke'ye gelmişti. Rukye tabir edilen bir yöntemle bazı cisimlerin üzerine okuyarak insanlara faydalı olmaya çalışıyordu. Daha Mekke'ye adımını atar atmaz, sefahete kurban gidenlerden bazılan yolunu kesmişti ve ona Allah Resülü'nün yanına yaklaşmaması gerektiğini anlattıktan sonra şunlan söylüyorlardı:
- Şüphesiz ki Muhammed, mecnündur, Bunu duyunca Dımad, kendi kendine:
- Bu adamın yanına gideyim; belki de Allah, O'na benim elimle şifa verir, diye düşünmeye başladı. Ve, bir gün yolu, Allah Resülü ile aynı noktada birleşivermişti.
- Ya Muhammed! Ben, okuyarak insanlan tedavi ediyorum; Senin de buna ihtiyacın var mı, diye sordu:
Garip bir karşılaşma ve garip bir teklifti. Okunarak tedavi olmaya esas kendisinin ihtiyacı vardı ve Restıl-ii Kibriya Hazretleri:
- Şüphe yok ki hamd, Allah'a mahsustur, diye başladı sözlerine. Biz de yardımı, sadece O'ndan dileniriz. O, kime hidayet murad etmişse artık kimse ona bir zarar veremez ve kim de dalalet yolunu seçip O'ndan uzaklaşmışsa onu da hidayete
431 Bkz. İsbahani, Delailu'n-Nübiivve, 1/213-214; İbn Kesir, el-Bidaye ve'nNih3.ye,3/99
kimse muktedir olamaz! Ben şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoldur ve yine ben şehadet ederim ki Muhammed de O'nun kulu ve Resülü'dür. Sözün özüne gelince ...
Belli ki Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellern), devam edecekti; . ancak Dımad araya girdi ve:
- Şu söylediklerini bir kez daha tekrar edebilir misin, dedi. Bir değil, üç kez tekrarladı Allah Resülü (sallallalıu aleyhi ve sellern). Bu kadan bile yetmişti Dımad için ve:
- Şimdiye kadar ben, ne kahinler gördüm ne sihirbazlara şahit oldum ve nice şairlere kulak verdim; ancak, şu Senin söylediğin kelimeler kadar güzeline hiç rastlamadım! Bunlar, bahr-ı hipayan ifadeler! Uzat elini, ben Sana beyat edeceğim, diyerek, kendisine uzanan bu mübarek eli tutarak kelime-i şehadeti söyledi ve oracıkta Müslüman oldu.432
Bu arada, Medine'den gelen altı kişilik bir grup vardı; Efendiler Efendisi son bir ümit deyip bunlann da yanına uğradı ve önce selam verdikten sonra:
- Sizler kimlersiniz, diye sordu.
- Hazreç'ten bir grubuz, diyorlardı. Bildik bir isimdi O'-
nun için Hazreç. Bu yüzden:
- Züfer'in dost ve müttefiki olan Hazreç mi, diye yeni bir soru sordu. Hazreç'in müttefiki Züfer Medine'de, Allah Resülü'nün geleceğini zaman zaman anlatan önemli bir adamdı.
- Evet, diye tasdik ettiler. İçten davranıyorlardı. Ardından:
- Biraz oturup konuşmaya ne dersiniz, dedi Habib-i Zişan Hazretleri.
- Peki, diyorlardı.
Bunun üzerine Allah Resülii (sallallalıu aleyhi ve sellem), uzun
432 Bkz. İsbahanl, Delailu'n-Nübiivve, 1/193-194; İbn Sa'd, Tabakat, 4/241
uzadıya oturup bunlarla da konuştu. Kur'an'dan bazı ayetleri paylaştı onlarla. Es'ad İbn Zürare, Av! İbn Hôris, Ukbe İbn Amir, Kutbe İbn Amir, Raft İbn Malik ve Côbir İbn Abdullah'tan oluşan bu genç Ensôr hey'eti, anlatılanlar karşısında etkilenmişti. Zaman zaman atalannın konuştuklannı hatırlıyorlardı. Atalan, Fôran dağlarınzn arasında İbrahim soyundan bir Nebi gelecek, diyorlardı. Aynı zamanda komşulan olan Yahudilerle savaşıp onlan yendiklerinde kendilerine, şimdi yenildik; ama çok geçmeden gelecek bir Nebi ile yeniden güç kazanacak ve işte o zaman sizin işinizi bitireceôiz manasında tehditler savuruyorlardı. Oysa bu Nebi'ye ilk inanan, kendileri olacak ve böylelikle, Arap yanmadasının en aziz insanlan olarak tarihe geçeceklerdi! Beklenen Nebi gelip zuhı1r ettiğine göre beklemenin bir anlamı olamazdı. Onun için Allah'a iman eden bu samimi ve gönülden uyancıya kulak veriyor ve içlerinden gele gele iman ediyorlardı.
Mekke'de adam kıtlığı yaşanırken aylarca süren uğraşlar sonunda, ancak bir veya iki insan iman safına geçerken, sadece birkaç saatlik konuşmanın neticesinde altı kişilik Medine cemaatinin İslam'ı seçmesi, Efendiler Efendisi'ni büyük bir sürüra gark etmişti. Acı olan tek şey, aynlık vaktinin gelmiş olmasıydı. Herkesin beklediği bu Zat ile oturup konuşmak güzeldi; ama artık Medine'ye gitme vakti gelmişti. Mekke'yi terk edecek ve yeniden kendi memleketlerine geri döneceklerdi. 433
Aynlmadan önce aralannda anlaştılar ve ertesi yıl yeniden gelip burada Allah Resı1lü ile buluşacak, bu arada Medine'de de yeni arkadaşlar bularak buraya onlan da getireceklerdi.
Artık Medine, medeniyete el sallıyordu.
Mekke'ye geri dönerken Allah Resı1lü, uzun zamandır ilk defa tebessüm ediyordu.
433 Bkz. İbn Hişam, Sire, 2/276 vd.