- Çeşitli Konulara Dâir

Adsense kodları


Çeşitli Konulara Dâir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Tue 16 August 2011, 09:08 am GMT +0200
Çeşitli Konulara Dâir


Bir kimsenin düşmanı haksız yere öldürülse, o da düşmanının öldürül­mesine sevinse bu sevinme günah mıdır, değil midir?

Deriz ki: Eğer kişi, öldürme günahı ile Allah'a isyan edilmesinden dolayı sevinirse bu sevinme ne kötü bir sevinmedir! Düşmanının şerrinden kurtul­duğuna, insanların da onun haksızlık ve zulmünden kurtulmasına sevinip, onu öldürmekle Allah'a isyan edilmesine sevinmezse iki sevincin sebebi ara­sında fark bulunması sebebiyle bunda bir sakınca yoktur.

Kişi "sevincimin hangi sebeple olduğunu bilmiyorum" derse yine günah söz konusu değildir. Çünkü zahire göre bir insan düşmanının başına gelen musibet onu rahatlattığı ve düşmanı ile alay etme fırsatı bulduğu için sevinir. Yoksa onun başına gelen şeyin bir günah olmasına sevinmez. Bu yüzden düş­manının başına gelen musibet Allah'ın takdir ettiği bir musibet de olsa sevinir.

Şu sorulabilir: îsyankâr kişi günah işleme anında sevinirse bu sevinmesi sebebiyle günaha girer mi?

Deriz ki: Bunun bir günah olması yönünden sevinirse günaha girer. Bu­nun günah olmasına bakmaksızın lezzeti sebebiyle sevinirse sevinmesi sebe­biyle günah söz konusu olmaz. Günah yalnızca işlenen şeyin günah olması ile alakalıdır. Yüce Allah en doğrusunu bilir.

[Mushaf'lara saygı göstermek]

Mushaflara gösterilen saygının türleri şunlardır:

1- Bunun en üstünü içindeki ile amel etmektir.

2- Mushafları necis şeylerden uzaklaştırmak.

3- Sümük ve balgam gibi pis şeylerden uzaklaştırmak.

4- Abdestsizlerin, cünüplerin ve hayızhlarm taşımamaları. Tek başına ve-

ya eşyalarla birlikte taşımamak.

Mushaflar için ayağa kalkmak ise ilk dönemde bilinmeyen bir bidattir.

Yukarıda belirttiğimiz saygı fiilleri Alemlerin Rabbi olan Allah'ı yücelt­mek, O'nun kitabını başkalarının kitapları ile eşit tutmamak ve O'nun kita­bını yüceltmek için yapılır.

[Mescidlere saygı göstermek]

Mescitlere saygı göstermek buraları; necasetlerden, sümük ve balgam gi­bi pisliklerden, hayızlı, cünüp kişilerin bulunmasından, alım-satım gibi muamelelerden, ses yükseltmekten, kaybolan şeyleri ilan ederek aramaktan, çocukların ve delilerin girmesinden, vali ve hakimlerin sürekli bir şekilde ora­ları meclis edinmesinden korumakla olur. Çünkü buralar mahkeme gibi kul­lanılırsa yaygın duruma göre burada mahkeme olunan iki hasımdan biri ya­lan söylemekte olup haksızdır. Mescitlerin batıl şeylerin yapılmasından ko­runması ve ancak yapılış amacına uygun kullanılması gerekir.

Eski olması, ziyaret amacıyla oraya yolculuk yapılmasının teşvik edil­mesi, oraya uğrayan peygamberler, veliler ve salihlerin çokluğu sebebiyle Mescid-i Aksa'nın hürmeti diğer mescitlerden daha üstündür. Mescid-i Nebevi Mescid-i Aksa'dan daha üstündür, Mescid-i Haram da Mescid-i Nebevi'den daha üstündür, çünkü faziletler ve hükümler yalnızca Mescid-i Harama aittir.

Mescitlere saygı gösterilmesi Allah'ın evi olan yapıların insanların evle­rinden ayırdedilerek Allah'a saygı gösterilip yüceltilmesidir.

[Namaz Vakitlerinin Hikmetleri]

Namaz vakitleri güneşin belli mekanlardaki hareketlerine ve varış yerle­rine bağlı olarak tertip edilmiştir. Güneşin bu noktalara hareket ettiği bunu gösteren emarelerle bilinir.

Güneşin tam tepe noktasında olması nafile namazların mekruh olmasının sebebidir, güneşin batıya meyletmesi öğle namazının vacip olmasının sebe­bidir. Her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olması ikindi namazı ve ona bağlı diğer hususların sebebidir. Güneşin sararması namazın mekruh olma­sının sebebidir. Güneşin batması akşam namazının sebebidir. Şafağın kay­bolması yatsı namazının sebebidir. Gecenin son üçte biri isteyenlere Allah ta­rafından dileklerinin verilmesinin, dua edenlerin dualarının kabul edilmesi­nin, tevbe edenlerin bağışlanmasının sebebidir. Fecrin görülmesi sabah na­mazının sebebidir. Güneşin doğması nafile namaz kılmanın mekruh olması­nın sebebidir. Güneşin bir mızrak boyu yükselmesi kuşluk namazı ve diğer nafile namazların kılınmasının caiz olmasının sebebidir. İbadetler meşakkat sebebiyle gece ortasında farz kılınmamıştır. Geceleri nafile ibadet yapmanın meşru kılınması isteyenlerin ibadet yapma imkanlarının ortadan kaldırılma­ması içindir.

En uzun vakit yatsı vakti, en kısa vakit akşam namazı vaktidir. En doğ­ru görüşe göre akşam namazı vakti şafağın kaybolmasına kadar sürer. Va­kitlerin kısalık ve uzunluğunun hikmetine dair itimat edilecek bir şeye rastlamadım.

Namazlar bir vakitte toplanmamış, farklı vakitlere dağıtılmıştır, çünkü namazların tek vakte toplanması hem zor hem de usandırıcıdır. Ayrıca ço­ğunlukla kişi uzun süre huzur ve huşu durumunu koruyamaz. Huzur ve hu-şuyu kaybeder, tekrar kazanması ancak zor bir çaba ile olur. Bu sebeplerle namazlar bu vakitlere dağıtılmıştır. Namazlar birbirine yakın tutulmuştur, çünkü bunların arası uzun olsa kişi Rabbini unutur. Bu yüzden Allah şöyle buyurmuştur: "Benim zikrim için namaz kıl",[94] yani beni hatırlamak için na­maz kıl.

Yüce Allah kendisini zikredeni zikreder, şükredenin şüKrüriü kabul eder. Namaz hem Allah'ı zikretmeyi hem de ona en faziletli şekilde şükretmeyi içerir. O'na şükretmek O'na itaat etme ve isyandan kaçınmakla olur. O'nun bizim şükrümüzü kabul etmesi ise sevap vermesi ve ikram etmesi İle olur. O şöyle buyurmuştur: "Kim fazladan iyilik yaparsa şüphesiz Allah şükrü ka­bul eden, bilendir."[95] Yani Allah fazladan iyilik yapana sevap vererek şükrü kabul eder, onun yaptığı iyilik az olsun çok olsun bunu bilir. Ona fazladan yaptığı taatin azlık ve çokluğuna göre karşılık verir.

Namaz kılınması mekruh olan beş vakitte namazın mekruh olmasının ve gerekçe olarak; güneşin şeytanın iki boynuzu arasından doğması olarak gös­terilmesinin, güneş tam tepede iken ve batarken şeytanın güneşe yakın olma­sının anlamını kavrayamadım.

Güneşe tapanların bu vakitlerde ona dönerek tapındıkları gerekçe olarak gösterilmişse de bu doğru değildir. Allah'tan başkasına tapılan vakitlerde Allah'ı yüceltmek daha iyidir, çünkü bu düşmanları öfkelendirir. Bilmedi­ğim konuda zorlama yorumlar yapmak, anlamadığım şeye cevap vermek is­temem. Yüce Allah'ın, peygamberimizin kastettiği şeyi bana bildirmesini umarım.

Sonra yukarıda belirtilen gerekçe doğru olsa bile sebebi olan bir namazla olmayan bir namaz arasındaki fark nedir?

Uygun olan şey müşkİl durumu müşkil, açık durumu da açık olarak ka­bul etmektir. Bunun dışında zorlamalara girenler cehalet ve yalandan uzak kalamaz. Eğer güneş, bazılarının zannettiği gibi Rabbine itaat eden bir canlı ise bu hareketlerinde onun itaatine uymamız emredilmiştir. Hayırlarda baş­kasına uymak meşrudur.

 [Harp Ehlinin Malları]

Harp ehlinin mallan dört kısımdır:

1- Hırsızlık ile alınanlar. Bu, yalnızca alana ait olur. Nitekim mubah mallar da onu alana ait olur. Bunun beşte biri devlete verilmez.

2- Muameleler ile alınanlar. Bu durumda bedellerin onlara verilmesi gerekir. Çünkü vedia, emanetler ve muameleler konusunda onlara hiyanet etmek caiz değildir. Zira Yüce Allah hainleri sevmez.

3- Savaşta harp ehlinden birini öldüren kişinin onun üzerinden çıkanları alması. Bunun beşte biri devlete verilmez, bu tümüyle öldürenlere ait olur. Çünkü Öldüren, Öldürdüğü kişinin müslümanlara verebileceği zararı önlemiştir. Aym şekilde bir müslüman bir kâfirin elini veya aya­ğını keserse üzerinden çıkan mallarda hak sahibi olur. Çünkü organla­rını keserek onun müslümanlara verebileceği zararı önlemiş, bir an­lamda onu öldürmüştür.

4- Herhangi bir savaş söz konusu olmaksızın onlardan alman fey. Hz. Peygamber (s.a.v:) hayatta iken bu onun payı idi. Zira müşrikleri kor­kutma gücüne sahipti. Bir aylık mesafeden onların kalbine korku sa­lardı. Onun ölümünden sonra ise en doğru görüşe göre bu fey beşe ay­rılır. Beşte dördünün ne yapılacağı konusunda iki görüş vardır:

Birincisi; bunlar müslüman ordulara aittir, çünkü kafirleri korkutma ko­nusunda onlar Hz. Peygamber'in yerini almıştır.

ikincisi; bunlar müslümanlarm maslahatları için harcanır. Çünkü bu da­ha genel ve yararlıdır. Orduların düşmanı korkutması Hz. Peygamber'in korkutmasının, bir aylık mesafeden korku salmasının yerini almaz.

Diğer bir görüşe göre ise feyin tümü ganimetin beşte birinin harcama yer­lerine harcanır. Kur'an'ın zahirine uygun olan da budur.

Ganimetin beş paya ayrılıp birinin ayette belirtilen yerlere harcanmasın­da maslahatların bulunduğu açıktır. Beşte dördü ise ganimeti alanlara aittir. Çünkü at sürüp savaşmak, ordunun sayısını çoğaltmak suretiyle bu ganime­tin kazanılmasına onlar sebep olmuştur. Hz. Peygamber'in beşte dört içinde­ki payı bir süvari payı kadardı. Bu da beşte birin içindeki beşte bire ek ola­rak üç paydır.

Şu sorulabilir: Düşmana karşı koyma konusunda süvariler birbirinden farklı oldukları halde niçin ganimetten eşit pay alırlar?

Deriz ki: Her birinin savaşta ne ölçüde yararlı olduğunu tespit etmek im­kansız olduğundan düşraana karşı daha şiddetli savunma yapan ile daha hafif savunma yapanı eşit kabul ettik. Nitekim orduya sonradan katılan ile biz­zat savaşanları da eşit kıldık. Savaşma ve düşmana karşı koyma konusunda yayalar arasında da fark olduğu halde onlar da eşit pay alırlar.

Galip gelmek, mağlup için çok zor, gam ve acı verici, galip olan için se­vindirici, mağlup olan ile alay etmeyi onu utandırmayı sağlayan bir durum­dur. Bu caizdir. Hatta kafirlere ve öldürülmesi gerekenlere galip gelindiğin­de vacip olur. Öldürülmesi caiz olanlarda galip olma maslahatı baskın oldu­ğundan caizdir.

Kumarda galip gelmek ise haramdır. Kumar ile mal alındığında, kaybe­den kişinin düşmanlık ve öfkesi, kazananın ise alaya alması artar. Bu ise ha­ramdır. Kumarda kaybedilen mal kaybedenin zimmetinde kalır.

Yarış ve mücadelede galip gelmek ve bunun için konulan ödülü almak caizdir. Çünkü bu savaş hazırlığı sayılır. Savaşa hazırlanma maslahatları mefsedetlerine üstün geldiği için bunun zararına katlanılır. Üstelik bunda galip gelen galip gelme ve yarış için konan ödülü kazanmanın sevincini el­de eder. Mağlup olan ise yalnızca kaybetme ve ödülü kaçırma üzüntüsünü duyar.

Satranç galip gelenin mağlup olana zarar vermesini, onunla alay etmesi­ni gerektirir. Bununla birlikte bir de bir bedel alırsa mefsedetlerinin katlan­ması sebebiyle haram olur. Bir bedel alma söz konusu olmadığında oynama­nın hükmü hakkında alimler ihtilaf etmiştir.

Tavla bir bedel karşılığı olursa haram olur. En doğru görüşe göre bedel-siz olursa da haram olur. Tavlanın niteliğini tam olarak bilmediğim için bu hükmün gerekçesini bilemiyorum bu sebeple de tavla ile satrancın kötülük­lerini birbirinden ayıramıyorum.

Hakkı bildiği halde batıl bir sebeple cedelde galip gelen kimse, cedeli ve hasmını yenmesi sebebiyle günahkâr olur.

Toplumun önünde son derece müşkil olan soruların ortaya konması caiz değildir. Çünkü bu onların yoldan sapmasına ve şüpheye düşmesine sebep olur. Yine anlayışı kıt kişiler önünde, onların yoldan sapmaması için gizli ilimlerden bahsedilmez. Her sır yayılmaz, her haber duyurulmaz.

Şu sorulabilir: Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "iman yetmi: küsur şubedir. En üstünü lâ ilahe İllallah sözü en düşüğü de yoldan ezıye veren şeyi kaldırmaktır."[96] Ayette de "Zerre miktarı hayır yapan bunun kar­şılığını görür"[97] buyurulmuştur. Bu ayet ve hadisi bir arada nasıl değerlen­diriyorsunuz?

Cevap: Burada iki ihtimal söz konusudur:

1- Hadiste zikredilen şey mefsedetleri def etmek, ayette bahsedilen zerre miktarı ise maslahatların celbedilrnesidir.

2- (Bu görüş daha doğrudur) îmanın mecazi olarak şubeleri en son yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmaya kadar iner, burada son bulur. Çünkü imanın şubeleri diğer ihsan türlerinden daha üstündür. Bildiğimiz üzere yoldan ezi­yet veren şeyi gideren kişi yoldan geçenlerin tümüne iyilik yapmaktadır. Bu faydasının katlanmasına bağlı olarak sevabı da katlanan tek bir fiildir. Müez­zin ve hatibin sevabı da seslerini duyanlara bağlı olarak katlanır. Tek bir söz­le bir topluluğa iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak da böyledir. Müj­deleme ve uyarma da böyledir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.


[94] Tahâ,14

[95] Bakara, 158

[96] Buhari, îman, 1, 51; Müslim, İman, 1, 63

[97] Zelzele, 7