meryem
Tue 26 October 2010, 12:12 am GMT +0200
B) Cebriyye nin Meşhurlarından Birkaçı
I-En-Nazzâm
Kelâmcılara geldiğimizde baktık ki onlar, kıyas hakkında bilgileri olduğunu, hüsnü nazar (sağlam düşünce) ve kemal-i irade sahibi oldukların: iddia etmekteler. İstedik ki onların mezheplerinden birşeyler öğrenelim ve inançlarından bazı şeyleri kabul edelim. Fakat en-Nazzâmm ahlaksızlardan bir ahlaksız olduğunu gördük. Yine onun gece gündüz içki içer, sonra da günahlanyla geceler, pisliklere girer, fuhuş ve haysiyetsizlikleri işler olduğunu gördük. Nitekim:
Tulumun ruhunu zerafetle almaktayım [169]Yaradan akmayan kanı mubah kılıyorum [170]İki büklüm oldum, tulum ruhsuz atıldı. [171]
Tulum ruhsuz bir cesed olduğu halde, benim cesedimde iki ruh var [172]diyen O 'dur.
Sonra taraftarlan,en-Nazzâm'ın :"Allah dünyayı ve içindekileri,her an.yoketmeksizin (yeniden) yaratır [173]sözünü.onun hatalarından biri olarak saydıklarını gördük.
(en-Nazzam'm taraftarları) dediler ki:"Ona göre Allah Kur'an'da var olanı yarattığını söylemiştir. O halde var olanı yaratma caiz olursa, yok olanı yok etme de caiz olur."Bu zayıf görüşlülüğün ve kötü seçimin daniskasıdır.
Yine ondan.müslümanlarm hata üzerine icma etmelerinin caiz olduğunu naklettiler.Güya.müslümanların Peygamberimizin-diğer peygamberlerden farklı olarak-bütün insanlığa gönderilmiş olduğuna dair icmaı bu neviden bir icma imiş. Çünkü ona göre mesele böyle olmayıp,Allah kimi peygamber gönder-mişse,bütün insanlığa göndermiştir.Peygamberlerin mucizeleri-iştiharı (herkes tarafından duyulması) sebebiyle-yüryüzünün her tarafına ulaşmış ve kendisine bu ayetlerin (mucizeler) ulaştığı herkesin de onu tasdik etmesi ve ona tabi olması gerekmiştir.
en-Nazzam,Peygamberimizm:"Bütün insanlı-ğa,kırmızıya ve siyaha [174]gönderildim[175]hadisine muhalefet etmiş ; "Peygamber (S.A.V) sadece kendi kavmine gönderilmişti" diyerek hadisi te'vil etmiştif.Hadislere muhalefet etmenin sonu kötü olursa, sadece kendi istihsanı (şahsi görüşü ve düşüncesi) sebebiyle hem hadislere hem de icmaa muhalefet etmenin sonu nasıl olur...
Yine, "sen haliye'sin, beriesin, ipin boynunda-dır, mutlaka'sm[176] ve buna benzer lafızlarla vukua gelen kinaye talak'ın [177]bu kelimelerle talaka (boşamaya) niyet etsin, etmesin vuku bulmuş olmayacağını söylemiş ve böylece, müslümanların icmaına ve hadislere, kendi görüşüne dayanarak muhalefet etmiştir.
Keza "Fere (tenasül uzvu) veya karın ile zıhar[178] yapanın, zıhar yapmış olmayacağını, Allanın gayrı ile İlâ [179]yapanın da ilâ yapmış olmayacağını, çün kü îlâ'nın, Allanın İsminden müştakk (türemiş) oldu-. ğunu, söylemiştir.
Yine: "Bir adam gecenin başlangıcında taharet (abdest) üzre, yan yatarak, oturarak veya bağdaş kurarak veya herhangi bir şekilde sabaha kadar uyuşa, abdesti bozulmuş olmaz. Çünkü uyku abdesti bozmaz" demiştir. (en-Nazzam şöyle) demektedir: "İnsanların, yatarak uyuyunca abdestin bozulacağı üzerinde İcma etmelerinin sebebi, kendilerinden evvelkilerin, gece uyuyup, sabah kalkınca temizlendiklerini görmeleridir. Zira sabahleyin büyük ve küçük hacetini gidermek insanların adetidir. Ayrıca bir kimse uyanınca gözünde çapak, ağzında koku, yüzünde mahmurluk olur. İnsan, abdesti bozan birşeyden, gözdeki çapaktan veya ağızdaki kokudan dolayı abdest alır, yoksa uykudan dolayı değil... İnsanların "Cuma günü gusletmek vaciptir" demelerinin sebebi de, sabahtan bağ ve bahçelerde çalışmaları ve dinlenmek istedikleri zaman gusletmeleridir."
(EBÛ MUHAMMED): Hz. Peygamber (S.A.V.), "Ümmetim hata üzerinde birleşmez.[180]buyurmuş iken bu sözleri ile en-Nazzam, icmaa ve hadislere muhalefet etmiştir.
(en-Nazzam), Hz. Ömer'in (RA.): "Eğer bu din kıyas ile olsaydı, mestin üstüne değil alüna meshedü-mesi daha uygun olurdu. [181] sözünü zikretmiş ve şöyle demiştir: "Ömer'e gereken, bütün hükümlerinde bu dediğine uygun şekilde amel etmesi idi. (Hz. Ömer'in) : "Dede'nin mirası hakkında[182] (fetva vermeye) en cür'etli olanınız, ateşe atılmaya da en cür'etü olanınızdır" deyip de sonra bizzat kendisinin bu meselede yüz değişik hüküm vermesi onun yukardaki sözünden daha çok şaşılacak birşey değildir.
Yine Hz. Ebubekr'in (R.A.), kendisine Kur'an 'dan bir ayet hakkında sorulunca: "Ben Allahın kitabındaki bir ayet hakkında Allahın kasdettiği manadan başka bir şey söylersem, beni hangi gökyüzü gölgelendirir, hangi arz beni taşır.ben nereye giderim ve ya ne yaparım...?" dediğini [183]fakat "kelale"den sorulunca da: "Kendi görüşümü söylüyorum. Eğer isabet edersem Allahtan, hata edersem bendendir: Kela-le, (mirasçı olarak) babası ve çocuğu olmayan kimsedir" dediğini zikretmiş ve (en-Nazzam) şöyle demiştir: "Ebubekr'in bu sözü, birinci sözüne aykırıdır. Bir kimse re'yi ile söz söylemeyi bu kadar büyük bir mesuliyet olarak görürse, o kimse hükümlerin ona göre verileceği bir görüşü, bu kadar cür'etle ileri sürmez".
O, Hz. Ali'nin (R.A.) de, bir eşeği öldüren öküz hakkında sorulunca: "Ben kendi görüşümü söylüyorum. Eğer Rasulullahın hükmüne muvafık olursa ne âlâ, aksi takdirde benim görüşüm- değersiz ve adi bir-şeydir" dediğini ve "Kim cehenneme atılmaktan hoşlanırsa dede'nin miras durumu hakkında (re'yi ile) fetva versin!" dediğini, fakat kendisinin bu hususta değişik hükümler verdiğini de zikretmiştir.
Yine (en-Nazzam) İbnu Mes'ud'un, Birva' binti Vaşık[184] in hadisi hakkında: "Bu hususta ben kendi görüşümü söylüyorum. Eğer hata ise benden, doğru ise Allahtandır" dediğini zikretmiş ve: "İşte bu zann ve şüphe ile hüküm vermenin ta kendisidir. Zann ile şahadet (şahidlik) haram olursa, zann ile hüküm vermek daha büyük (bir haramidir. Eğer İbnu Mes'ûd, aklını fetva ile meşgul edeceğine, $aki( dalâlette olan) niçin şaki oluyor, said (hidâyette olan) da niçin said oluyor? bunun üzerinde düşünseydi, Allaha karşı bu kadar çirkin birşey söylemez, hatası da büyümezdi ve bu da onun için daha iyi olurdu" demiştir.
(en-Nazzam, devamla): "İbnu Mes'ud, Ay'ın ya-nldığmı ve kendisinin de bunu gördüğünü iddia etmiştir. Bu apaçık bir yalandır. Çünkü Allah, ne sadece onun için, ne de onunla beraber olanlardan bir başkası için Ay'ı yarmaz. Ancak âlemlere hüccet, peygamberler için bir delil, kullar için bir teşvik ve bütün beldeler için bir burhan olması için Ay'ı böler.Nasıl oluyor da Ay'ın bölündüğünü bütün insanlar bilmiyor, niçin insanlar, bu hadisenin vuku bulduğu seneyi tarih olarak kaydetmediler, niçin bir şair bunu terennüm etmedi, niçin bunu gören bir kafir, müslü-man olmadı, niye bir müslüman, bir zındığa karşı bunu delil getirmedi..? „
Sonra İbnu Mes'ud, Allanın kitabından iki sureyi de inkar etmiştir. Farzet ki o, Rasulullahın bu iki sureyi okuduğu sırada hazır değildi, lakin o, bu iki surenin te'lifinin hoşluğu, Kur'an'm diğer kısımlarının nazmı gibi oluşu ve belagat sahiplerini, benzerini meydana getirmekten ve onun gibi güzel bir sure te'li-finden aciz bırakışı ile istidlal etmeli değil mi idi?
Sanki hiç peygamberimizle birlikte namaz kılmamış veya onunla bulunmamış gibi ölünceye kadar, rükuda ellerini dizlerinin arasına koymağa (tatbik'e) devam etmiştir.
Müslümanlar, Zeyd b. Sabitin kıraatim -(Kur'an'm) en son arz edilen şekli olması sebebiyle-kabul edince onun hakkında kötü sözler sarfetmiştir [185]
Hz. Osman'ın Mina'da (iki rekat olarak kılması gereken seferi) namazı dört rekat kılıp sonra yoluna devam ettiği haberi kendisine ulaşınca onu ayıplamıştır. [186] Hz. Osman bu namazı dört rekat olarak kılan ilk kimse idi. Bu husus kendisine söylenildiğinde: "İhtilaf bir şer, tefrikacılık da serdir" demiş olduğu halde Hz. Osman pekçok hususta tefrika meydana getirecek şekilde hareket etmiştir." demiştir. Zeyd'in kıraatim seçtiğinden beri, (İbnu Mes'ud) Hz.Osman'a kötü sözler söylemeye devam etmiştir.
Hindlilerden[187] bazı insanları görünce İbnu Mes'ud: "Bunlar cin gecesi gördüğüm cinlere çok benziyor" demiştir. Bunu Süleyman et-Teymî (46-143), [188] Ebû Osman en-Nehdî ( -100) [189]den nakletmiş tir.
Dâvud, ( -140) [190] eş-Şatn (17-104) [191]den, o da Alkame ( -62) [192] den: Alkame şöyle demiştir:
İbnu Mes'uda, "Sen cin gecesi Rasulullah ile beraber miydin? dedim, cevaben: O gece Hz. Peygamberin yanında bizden hiç kimse yoktu." dedi [193]
(en-Nazzam) Huzeyfetu'bnu'l- Yemân hakkında ise şunları söylemiştir:"Bir çok şey hakkında Osman'a Allah'a yemin ederek öyle birşey söylemediğini ifade etmiştir.Fakat onun bunları söylediğini duyanlar vardı.Ona niçin böyle söylediği sorulunca:"Dini-min tamamının gitmesinden korkarak, bir kısmını diğer kısmı ile satın alı(p kurtarıyorum." demiştir.Bu-nu Mis'ar b.Kidam ( -155), [194] Abdulmelik b. Meyse-ra'den ( -120), [195] o da en-Nezzâl b.Sebre (?-?)[196] den rivayet etmiştir.
Ebû Hurayra hakkında da: "Ömer,Osman,Ali ve Âişe (R.A) onu yalanlamıştır." demiştir.
Ebû Hurayra,bir tek mest ile yürümenin aleyhinde bir hadis rivayet etmiş, Hz. Âişe bunu duyunca bir tek mestle yürümüş ve "Vallahi Ebû Hurayra'ya muhalefet edeceğim. [197] [198] demiştir.
Yine Ebû Hurayra, "köpek, kadın ve eşek (namaz kılanın önünden geçince) namazı bozar [199]diye rivayet edince, Hz. Âişe: "Çoğu zaman olurdu ki, ben sedir üstünde, enine ve kıble ile onun arasında yattığım halde, Rasulullah sedirin ortasına doğru namaz kılardı." demiştir.
Hazreti Ali, Ebû Hurayra'nın, abdestte, elbise giyerken, sağdan başladığını duyunca su istemiş,sol dan başlayarak abdest almış ve:"Vallahi Ebû Huray-ra'ya muhalefet edeceğim" demiştir.[200]
Ebû Hureyra:"Bana Halilim(dostum) söyle-di,Halîlim dedi,Halîlimi gördüm.."derdi.Bunun üzerine Hz.Ali ona:"Ey EbûHurayra.Rasulullah ne zaman senin halilin oldu?"demiştir.
(en-Nazzam devamla) Ebû Hurayra:"Kim cünüb olarak sabahlarsa onun orucu yoktur, "hadisini rivayet edince bunu duyan (Halife) Mervan[201]bu hususu-sormak için Hz.Âişe ve Hafsa'ya adam göndermiş-tir.Her ikisi de:"Rasûlullah ihtilamsız(yani cinsi münasebet neticesi)cünüb olarak sabahlardı,sonra da o gün oruç tutardı".[202]deyince gelen adama:Ebû Hu-rayra'ya git ve bunu ona öğret "demiştir. Ebû Hureyre de bunun üzerine:"Bana bunu el-Fadl b.Abbas[203]rivayet etti. "demiştir. Bu suretle Ebû Hureyre bir ölüyü şahid kılmış ve böylece işitmediği halde kendisinin Rasûlullahtan bu hadisi işittiği zannını uyandırmıştır. [204]
İbnu Kuteybe En-Nazzam'a Cevap Vermeğe Başlıyor
EBÛ MUHAMMED:Ashabın ileri gelenleri hakkında bu sözleri söyleyen en-Nazzâm,Allah azze ve celle'nin Kitab-ı Kerimindeki:"Muhammed Allahin Peygamberidir.Onun beraberinde bulunanlar, .ilâh" (48 el-Feth,29) ve"Hakikaten Allah,(Hu-deybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit.o mü'minlerden razı olduBöylece kalplerinde olan sadâkati bildi de,üzerlerine manevi huzuru indirdi."(48 el-Feth, 18) ayetlerini sanki hiç duymamış gibidir.
Eğer (en-Nazzâm'm)Ashab hakkında anlattığı şeyler,özür,tevil ve açıklama kabul etmeyecek ve ancak onun dediğinin doğru olmasını gerektirecek derecede hakikat olsaydı büe,bunları anmamak bunlardan yüzçevirmek daha doğru olurdu.Çünkü bu gibi şeyler .Ashabın güzel davranışları, pekçok menkıbeleri ve Rasûlullahla olan sohbetleri ile Allah yolunda mallarını ve canlarını feda etmeleri yanında pek ehemmiyetsiz kalırdı.
EBÛ MUHAMMED:Benim nazarımda en acaib şey.en-Nazzam'm kendisi nazar (düşünce ve istidlal) ve kıyas ehli olduğu halde,Hz.Ömer'in,dede'nin mirastaki hukukî durumu hakkında,yüz değişik hüküm verdiğini iddia etmesidir.
Hz.Ömer'in.bir meselede yüz farklı hüküm vermesinin imkansız olduğunu hiç düşünmedi mi? O halde bu hükümler nerededir?Nerede bu hükümlerin on tanesi.hatta beş tanesi..?Hadis ravilerinden olup
da bu hükümlerden beş veya alfasını hiç mi ezberleyen olmadı...?Bir müçtehid,[205]dedenin mirastaki hukuki durumu hakkında,mümkün olan bütün ihtimalleri toplamaya çalışsa.yine de bu hususta yirmi hüküm bile getiremez.
Nasıl olur da bu hadisi-muhal olması sebebiyle-red ve inkar olunan hadislerden addetmez ve sika(gü-venilir) ravüer tarafından rivayet edilmeyen bu hadi-si(rivayeti)reddetmez? [206]Bu iddia.Hz Ömer'e beslenilen kin ve düşmanlıktan başka birşey değildir
EBÛ MUHAMMED:Hz.Ebûbekr,kendisine bir ayetin manası sorulunca.bu ayetin manası hakkında söz söylemeyi büyük bir mesuliyet görüp kaçındı.fa-kat sonra da"Kelâle(mirasçı olarak babası ve çocuğu olmayan kimse)"hakkında kendi re'yi İle söz söyledi, "diye Hz.Ebûbekir'i ayıplamasına gelince:
Ebûbekr'e (r.a) birtakım müteşâbih âyetler hakkında sual sorulmuştu.Bu âyetlerin teVilinifaçıkla-masmı)ise ancak Allah(c.c)ve ilimde rusûh sahibi olanlar bilebüir. [207]Bundan dolayı Ebûbekr.Allahm muradından başka bir mana ile bu ayetleri tefsir etmekten korkarak.müteşâbih âyetler hakkında söz söylemeyi menetmiştir.
"Kelâle"hakkında re'yi ile fetva vermesine gelince;zira bu.müslümanlann halletmek zorunda oldukları ve miraslarında bu meselenin halline ihtiyaç duydukları bir husustur.Bu sebeple Kur'an ve Hadiste açıklık bulunmayan bir hususta İçtihad etmesi mubah olmuştur.Üstelik,Hz.Ebûbekr,müslümanlann imamı, başlarına gelen zor durumlarda (mühim me-selelerde)onlann sığınağı idi ve bu yüzden görüşünü ortaya koymağa mecbur idi.
Hz.Ömer,Osman,AH,İbnu Mes'ud ve Zeyd b.Sâbit(r.a)de,kendilerine bir mesele sorulunca aynı şekilde,cevab vermişlerdir.Çünkü onlar.yeni ortaya çıkan meseleler karşısında.müslümanlann sığındığı önderler idiler.
O halde onlann ne yapmaları gerekirdi?Yeni çıkan meseleler karşısında, o (en-Nazzam) [208]ve benzerleri gelip bu meseleleri halledinceye kadar, "kelâ-le"hakkında görüşlerini ortaya koymayı terk mi etselerdi?!!
Sonra,Ay'ın varıldığını ve kendisinin bunu gördüğünü söylemesinden dolayı İbnu Mes'ud'u ayıplamasına ve ona yalan isnad etmesine gelince:Bu,İbnu Mes'ud'u yalancı saymak değil,aslında Peygamberlik alametlerinden birinin değerini düşürmek ve Kur'an.ı inkar etmek demektir. Çünkü Allah"Kıyamet yaklaş-tı.Ay bölündü."(54 el-Kamer, l)buyurmaktadır.Ger-çekten Ay o zaman yarılmamış ve Cenâb-ı Hakkın kasdı"ileride Ay varılacaktır, "demek olsaydı bu ayetin arkasından:"Eğer bir mucize görseler.yüz çevirip şöyle derler:Bu devam edegelen kuvvetli bir sihirdir." el-Kamer,buyurmasının ne gibi bir manası olabilirdi?Bu ayet birkısım insanllann Ay'ı yarılmış olarak gördüklerine delâlet etmez mi?Onlar Ay'ı bu halde görünce:"Bu,onun (Muhammed'in)sihirlerin-den devamlı bir sihirdir,bir hayaldir, "demişlerdir. Nitekim Peygamberimizin diğer mucizeleri hakkında da böyle şeyler söylüyorlardı.
Nasıl olur da Rasûlullahın mucizelerinden bir mucizeyi peygamberlik alametlerinden bir alameti-büyük bir topluluğun haricinde-bir veya iki kişinin veya az sayıda insanın görmesi mümkün olmaz?As habtan biri.kurdun onunla konuştuğunu [209]bir diğeri devenin (sahibini)Rasûlullaha şikayet ettiğini, [210]bir başkası da.kabrin ölüyü dışarı fırlattığını[211]haber vermiştir.Bunun gibi.bu meseleyi de bir,M veya daha çok sayıdaki kimselerin haber vermesi mümkün olamaz mı?
"Muawizeteyn(el-Felâk ve en-Nâs)"surelerini inkar etti diye İbnu Mes'uda hakaret etmesine gele-lim:İbnu Mes'udun böyle söylemesinin bir sebebi var-dı.İnsanlar bazan zanlannda hataya düşebilir, ayakları sürçebilir.Bu ayak sürçmesi(zelle)Peygamberler hakkında caiz olursa,onların dışındakiler için evlevi-yetle caiz olur.
İbnu Mes'udun bu iki sureyi mushafına dahil etmeyişinin sebebi, Rasuiullahın (torunları) Hasan ve Huseyn'in kötülüklerden korunması için "Eûzu bi ke-limâü'llâhi'tâmmeti" duasını okuduğu gibi, "muavvi-zeteyn"i de Hz. Hasan, Huseyn ve başkalarının, kötülüklerden korunması için okuduğunu görmüş olması ve bu iki surenin Kur'an'dan olmadığını zannetmesi-dir. Bu sebeple de bu iki sureyi mushafına dahil etmemiştir.
Buna benzer bir sebeple Ubeyy.b. Ka'b da Kunut duasının baş tarafinı Kur'an'a dahil etmiş ve bunu iki ayn sure kabul etmiştir. Çünkü o, Rasuiullahın bu iki dua ile namazlarda daima dua ettiğini görünce, Ku-nut'un da Kur'an'dan olduğunu zannetmiştir. [212]
(İbnu Mes'ûd'un namazda) tatbîk[213] yapma sına gelince: Bu namazın farzlarından değildir. Farz olan "rükû' ve secde ediniz" (22 el-Hacc, 77) ayeti gereğince sadece rükû ve secde etmektir. Kim tatbîk yaparsa rükû etmiş olur, kim ellerini dizleri üzerine koyarsa o da rükû etmiş olur. Elleri dizler üzerine koymak veya tatbik yapmak ise rükunun sadece ada-bındandır. Bu durumda ihtilaf da namazın adabında olmuş olur. Ashabın kimisi (namazda, tahiyyat esnasında) kaba yeri üzerine, kimisi yayılarak kimisi de bağdaş kurarak otururdu. Bunların hiçbirisi de, birbirinden ayrı olmasına rağmen, namazı bozmaz.
(en-Nazzamm); Şaki (dalâlette olan) anasının karnında iken şaki, said de anasının karnında iken said (hidayette) olandır"[214]hadisi dolayısıyla İbnu Mes'ud'u yalancılıkla itham etmesine gelince; İbnu Mes'ûd'un, böyle meşhur ve yüce bir hadis ile Rasu-lullah'a yalan isnad etmesi nasıl caiz olabilir? O: Bana sadık ve masduk olan (Rasulullah) haber verdi" diyor da, pekçok sayıda Ashab mevcud olduğu halde niçin hiçbiri onun bu sözünü inkar etmiyor? [215]
Hem ne için ve ne gaye ile Rasulullaha yalan isnad etsin ki? Bu ona ne bir fayda getirir, ne onu bir zarardan korur, ne sultan ve idarecilere yaklaşmasına vesile olur, ne de bununla malı artar... Onun bu riva yetini destekleyen pekçok kimsenin rivayeti varken nasıl olur da yalan söylemiş olur? Bu rivayet sahiple-' rinden birisi de Ebu Umame'dir ki, Rasulullahtan şu hadisi rivayet etmiştir: "Saadetin (hidâyetin) iman eden ve takva sahibi olanlara, şekavetin (dalaletin) de, (dini) yalanlayan ve (dine) küfredenlere takdir olunduğuna dair. Allah'ın ilmi sebkat etmiş (ezeli ilimde takdir edilmiş), (kaderi yazan) kalemin mürekkebi kurumuş ve kader tamamlanmıştır. (Artık hiçbir şey kaderi değiştiremez.) Bu Kur'an'ın ve peygamberlerin şehadetiyle sabittir.[216]
Allahu Taala da şöyle buyurmuştur: "Ey Âdem oğlu, sen, benim dilememle var oldun. Nefsin için dilediğini dileyen sensin. Benim irademle var oldun. Nefsin için istediğini isteyen sensin. Benim lütuf ve rahmetim ile farzlarımı yerine getirdin ve benim nimetim ile bana karşı günah işledin."
İşte el-Fadl b. el-Abbas b. Abdulmuttalib, o da Rasulullahın kendisine: "Ey çocuğum, Allahı(n hakkını) gözet ki Allah da seni korusun. O'na tevekkül et ki O'nu önünde (heryerde kendine yardımcı) bulasın. Rahat anlarında kendini O'na tanıt ki, O da sana darlık ve sıkıntı anlarında yardım etsin. Şunu bilesin ki, sana isabet edecek olan şaşacak (ve başkasına isabet edecek) değildir. Sana gelmeyecek olan da asla sana dokunmaz. Çünkü kalem, kıyamete kadar olacak şeyleri yazmıştır"[217] dediğini rivayet etmiştir.
O halde İbnu Mes'ud, Kur'an'm kendisini desteklediği bir hususta nasıl yalancılıkla itham olunabilir? Allahu Taala: "İşte Allah, böyle (zalim) kimseleri sevmeyen bir kavmin kalplerine imanı yazmış ve kendilerini yüce katından bir rahmet ile kuv vetlendirmiştir." (58, el-Mucalede, 22) buyurmuştur. "... kalplerine imanı yazmış" yani onların kalpleri ne imanı yerleştirmiştir. Rahmeti hakkında da Ce-nab-ı Hakk: "Onu (rahmetimi) küfürden sakınanlara ve zekatı verenlere yazacağım" (7 el-A'raf, 156) buyurmuştur, "...yazacağım" yani, onlara has kılacağım, demektir. Allah kimin kalbine imanı yerleştir-mişse, muhakkak ki onun saadetine hükmetmiş demektir.
Yine Allah azze ve celle Rasulüne şöyle buyurmuştur: "Doğrusu sen istediğini hidayete eriştire-mezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir." (28 el-Kasas, 56) . Bu ayetin manasının: "Sen istediğine "hâdî=hidayette olan" ismini veremezsin, fakat Allah dilediğine "hâdî" ismini verir." şeklinde olması caiz değildir. Yine: "Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de hidayet verir." (16 en-Nahl, 93) buyurduğu gibi: "Böylece Fir'avn, kavmini sapıkhğ a sürükledi, hidayete götürmedi" (20 Ta-ha, 79) buyurmuştur. Burada Fir'av'nm kavmine ne "sapıtan-lar" ismini vermesi, ne de "hidayete erenler" ismini vermesi düşünülemez. Keza "Allah kime hidayet etmeyi dilerse* İslama onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıkhkta bırakmak isterse, onun kalbini göğe çıkıyormuşcasma daraltır, sıkıştırır." (6 el-En'am, 125) ve "Eğer dilesey-dik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benden şu söz gerçekleşti: "Muhakkak ki Cehennemi, bütün (kafir olan) cinlerle insanlardan dolduracağım" (32 es-Secde, 13) buyurmuştur. Bunların benzeri, Kur'an ve Hadls'te pek çoktur.
Bizim burada maksadımız Kaderiyye aleyhine delil getirmek olmadığı için onları reddeden şeyleri, onların tevillerinin fasid (bozuk) ve muhal olduğunu zikretmeyeceğiz. Zira ben bunları başka bir yerde, Kur*an ile ilgili olarak yazdığım eserlerimde anlattım.
Gerek Cahiliyye'de, gerekse İslam'da Arapların kendisini desteklediği bir hususta İbnu Mes'ud nasıl
yalanlanabilir..? Nitekim bazı recez şairleri şöyle demişlerdir:
"Ey içinde endişe gizleyen kimse, endişelenme...
Eğer sana sıtma takdir olunmuşsa muhakkak yakalanırsın.
Dağın zirvesine yükselsen bile. ..
Kalem bunu yazdıysa, bundan nasıl kaçabilirsin?
Bir diğer şair şöyle der:
Kader bu... Beni ister ayıpla, ister ayıplama...
Ben hata etmiş olsam bile, kader hata etmez.
Leb id de şöyle demiştir:
Şüphesiz Rabbimizden ittika etmek en hayırlı ganimetttir.
Acelem de gecikmem de, Allanın emriyledir.
Kimi doğru yola iletirse o, huzur içersinde hidayete erer ve kimi dilerse saptırır.
el-Farazdak şöyle demektedir:
Kusa'i nedametiyle nadim oldum.
"Navar" benden boşanarak gittiğinde..
O bir cennet idi, çıktım oradan,
Âdem gibi ki, o zaman onu, şeytan çıkarmıştı oradan.
Eğer onu ellerimle tutsaydım ve nefsim onu sevşeydi,
O takdirde kader karşısında ihtiyarım olurdu. [218]
en-Nabiğa ise şöyle diyor:
Bir kişi istediğine ermiş değildir. Eğer o (kaderde) yazılmamışsa...
Artık, Allah'ın kitabları kendisini destekleyen İbnu Mes'ud, nasıl yalancılıkla suçlanabilir?
İşte Vehb b. Munebbih (34-114, 6) [219]diyor kt: "Allanın (mukaddes) kitaplarından yetmişiki kitap okudum. Yirmi ikisi batın, ellisi zahir ile ilgili idi. Bütün bu kitaplarda gördüm ki, kim bir şeyi kendi gücüyle yaptığını iddia ederse, küfre girmiş olur."
İşte Tevrat da şöyle demektedir: "Allah Musa'ya; "Fir'avn'a git ve.ona, benim Bekr'im (ilk seçtiklerim) olan Beni Israili -bana hamd etmeleri, beni temcid ve takdis etmeleri için- Kenan'dan Arz-ı mukaddese bana göndermesini söyle. Git ve ona bildir M, (eğer dediğimi yapmazsa) Ben onun kalbini taş gibi yaparım da, hiçbir şey yapamaz (veya bir rivayette, hiçbir şey anlayamaz). [220]
EBÛ MUHAMMED: Benim "Bekr'im" demek yani, onlar (Beni İsrail) benim için, bir adamın ilk evladı menzilesindedir demektir. "O bekrimdir" yani, ilk seçtiklerim, demektir.
Hammad (er-Raviye) [221]MukatiTden ( -150) [222] şöyle rivayet etmiştir: (Mukatil) dedi ki: "Amr b. Faid bana: Allah, birşeyi istemediği halde onu emreder mi?" dedi.
Ben: Evet emreder. Çünkü İbrahim'e (A.S.) oğlunu kurban etmesini emretti. Fakat bunu yapmasına istemiyordu" dedim. O, sadece bir rüya idî." dedi.
Ben: "Sen (İsmail'in), "Ey babacığım, emrolun-duğun şeyi yerine getir." dediğini duymadın mı? dedim,"
Ve işte, Arapların dışındaki bütün milletler. Onlar da Kaderin varlığını kabul ediyorlar. (Bu milletlerden) Hindliler "Kelile ve Dimne" de -ki onların kadim kitaplarının en esaslılanndandır- diyorlar ki:" Kadere yakin (en inanmak), işinde kararlı ve azimli olan bir , kimsenin, tehlikelerden korunmasına mani değildir. Hiç kimse, kendisi için gayb olan kaderini bilmekle mükellef değildir. Ona gereken temkin ve azimle çalışmaktır. [223]
EBÛ MUHAMMED: Biz de kaderi tasdik etmekle beraber, azmedip çalışılması (gerektiği)ni kabul ederiz.
EBÛ MUHAMMED; Yine, Acemlerin kitaplarında okuduğuma göre Hürmüz'e "Firuz'u el-Heyatıle [224]kavmi üzerine göndermesinin, sonra da (Firu-zun) onlara karşı sözünde durmamasının sebebi nedir?" diye sorulunca (Hürmüz) şöyle demiştir: "Kullar, kendilerinin dahli olmayan, ne Üeri ne de geri kaçamı-yacaklan bir hususta, Rabbimizin kaderinden ve me-şietinden (dilemesinden) kaçıyorlar. Bizim bu hususta anlattıklarımızı bilmek isteyen bir kimse, bu sorusu ile sadece, bu iş (savaş ve gadre uğrama) kendisinin başına gelen kimsenin üzerinde cereyan eden kaderin, kendisiyle cari olduğu illeti (sebebi) sormakta dır.Zahiri sebep insanların dillerinde dolaşan "fulan ne yapü?" sözünden kasdedilen gözle görülen (zahiri) sebeptir. Aslında insanlar bu sözleriyle, "Ona ne yapıldı?" veya "Onun ellerinde ne cereyan etti?" demeyi
kasdederler.
Fulan öldü, fulan yaşadı sözleri de böyledir. İnsanlar bu sözleriyle ancak, o kimseye, o işin (Allah tarafından) yapıldığını kasdetmektedirler. Onun (bana sormuş olduğu) sorusundan kasdettiği de budur. Ar tık kim bu noktadan (kader noktasından) öteye geçmek isterse bu hususta ona cahillik (bilgisizlik) yakı-şır.Bu vak'ada vuku bulan şeyleri, kadere yüklememiz, onu (Firuzu) ma'zur göstermek, onun yaptıklarını tasvib etmek veya mahlukat üzerine takdir edilen şeylerin onun tesiriyle olduğunu inkar etmek için değildir. Eğer sıkıntıları defetmeye, iyi şeyleri celbetme-ye (kulun) gücü yetmiyorsa, bu Allahm adaletinin mahlukatı-için kesinlikle takdir ettiği ve bizim meçhulümüz olan, azab ve sevab verilmesini gerektiren sebeptir."
İbnu Mes'ud'un yalancılıkla itham olunduğu son hadisine gelince: İbnu Mes'ud Hindliler (=ez-Zutt) dan birtakım kimseler gördüğünü, onların Cin gecesi gördüğü cinlere çok benzediğini söyleyince, kendisine: "Sen Cin gecesi Rasulullah ile beraber mi. idin?" denildiğinde, o: "O gece Hz. Peygamberin yanında biz-
den hiç kimse yoktu." demiştir. Halbuki ilk^hadiste, kendisinin o gece orada bulunduğunu söylemiş, diğerinde de bunu inkar etmiştir. Bu iki, haberin İbnu Mes'ud'dan rivayet edilmesi nasıl doğru olabilir? Halbuki o, parlak bir anlayışa, emsallerini geçen bir ilme sahip olmuş, sünnette de, ilmin kendilerinde son bulduğu ve ümmetin onlara uyduğu Ashab'ın önde gelenlerini geçmiş, Rasulullah ile hususi münasebet peyda etmiş ve onun yanında iyi bir mevki kazanmıştır.
Onun yalan söylemesi nasıl mümkün olur ki, bugün bulundum desin, ertesi gün bulunmadım desin... Eğer düşmanı ona bir kötülük yapmaya gayret sarfetse, onun kendi kendine ettiği bu kötülükten daha fazlasını yapamaz. Veya onda delilik, bunaklık veya akli bir dengesizlik olsaydı, yine de kendini bundan fazlası ile kötüleyemezdi.
Hadisçiler bu ez-Zutt (=Hlnd liler) hadisini ve cin gecesi İbnu Mes'ûdun Rasulullahla beraber olduğunu kabul etmemektedirler. Hadislerin sağlamını, çürüğünü ayırmada bizim önderlerimiz onlardır. Çünkü onlar bu ilmin ehli ve bu işe itina gösteren kimselerdir. Her mesleği ve sanatı da en iyi şekilde, o mesleğin erbabı bilir.
Şu kadar ki biz, bu iki haberden birisinin batıl olduğundan şüphe etmiyoruz. Çünkü Abdullah b. Mes'ûdun (R.A.) kendisinin yalan söylediğini insanlara haber vermesi ve onların nazanndaki itibarını düşürmesi düşünülemez. Eğer böyle olsaydı o zaman ona: "Niçin dün, orada bulunduğunu söyledin?" denilirdi. Eğer mesele Hadisçilerin (Ashabu'l-Hadis) dediği gibi ise birinci haberin sakıt [225]olması gerekir. Fakat her iki hadis de sahih ise, o zaman bana kalırsa, ikinci haberi nakleden, bu haberden bir kelime düşürmüştür. Bu kelime de "benden başkası" kelimesidir. Ona "Sen Peygamber (S.A.V.) ile Cin gecesi beraber mi idin?" denilince, "O gece benden başka, bizden hiç kimse bulunmadı?" demiş olması (ihtimali) dediğimizin doğruluğunu gösterir. Ravi, "Benden başka" kelimesinden, ya işitmediği için ya da işitip de unuttuğu veya ondan nakleden ravi iskat ettiği için gafil olmuş olabilir. Bu ve buna benzer şeyler bazen vuku bulabilir, pek güvenilmez...
Bizim sözümüz {ün doğruluğunla delalet eden husulardan birisi de, ona: "Sen cin gecesi Rasulullah ile beraber mi idin?" denilince: "Bizden hiç kimse yoktu" demesidir. Bu ise "Sen orada mı idin?" sualinin cevabı olamaz. Bu ancak "Siz Cin gecesi Rasulullah ile beraber mi idiniz?" sualini sorana bir cevab teşkil edebilir. Binaenaleyh, sual soranın suali: "Sen Cin gecesi Rasulullah ile beraber mi idin?" şeklinde olursa, cevabın: "O gece benden başka bizden hiç kimse yoktu" şeklinde olması uygun olur ve İbnu Mes'ud'un evvelki *sÖzü de bizim bu dediğimizi te'yid etmektedir.
(en-Nazzam'm) Huzeyfe'den (RA.) naklettiği şeye gelince: Güya Huzeyfe (RA.) Osman (RA.) aleyhinde söylediği pekçok şey hakkında, onlan söylemediği-. ne dair ona yemin etmiş. Halbuki onun bunları söylediğini işiten varmış ve bu durum kendisine söylenince: "Ben -dinimin tamamının gitmesinden korkarak-bir kısmını, diğer bir kısmı karşılığında satın alı(p kurtarıyorum." demiştir.
Huzeyfe'nin mazereti veya haklı olduğu bir nokta olup olmadığı araştırılmadan, bir hadis nasıl bu kadar çirkin bir şekilde yorumlanabilir...? Evet Huzeyfe (RA) mazeretini açıklamıştır ve buda onun : "Dinimin bir kısmını diğer bir kısmı karşılığında satın alı(p kurtarıyorum." sözünden anlaşılmaktadır. .
(en-Nazzam) Huzeyfe'nin sözünü iyice anlamadı mı? Hiç düşünmedi mi, onun ne söylediğini? Bilakis (anlamasına anladı. Fakat) Rasulullahın Ashabına olan düşmanlığı ve onlara olan amansız kini, onu düşünmekten alıkoymuştur.
İnsanın heva(y-ı nef)si, nasıl insanı kör ve sağır ederse, buğz (nefret) ve düşmanlık da öylece insanı kör ve sağır eder.Bil ki -Allah sana rahmet etsin- yalan söylemek ve yeminini bozmak, bazı hallerde kişi için en uygun iş olur. Doğru sözlülük ve yeminine sada-kattan daha çok Allah (m nzasın)a yakın olur.
Düşün bir kere, bir adam zalim bir sultan görse, kudretli ve kahredici bir sultani Bir müslümanın veya zımminin kanını haksız yere dökmek istiyor veya onun ailesinin ırzına göz dikmiş. Veya onun evini yakacak. Eğer o kimse kendini kurtaracak bir yalan söylerse, veya yalan yere yemin ederse, Allah katında se-vab kazanır, kullar tarafından da kendisine teşekkür edilir.
Yine bir adam sıla-i rahim yapmamaya, zekat vermemeye yemin etse, sonra da fakihlerden fetva istese, onların hepsi de onun yeminine uymamasına fetva verirler. Allahu Teala da: "Allah'a yaptığınız yeminleri; iyilik yapmanıza, günahtan sakınmanıza ve İnsanların arasını düzeltmenize engel yapmayın." (2 el-Bakara, 224) buyurmaktadır. Yani Allaha yemin etmiş olmayı, sizi hayır işlemekten meneden bir engel haline koymayın. Böyle yemin edince onu yerine getirmeyin, fakat kefaret verip hayırlı olan şeyi \ yapın .demektir.
Keza Rasulullah da şöyle buyurmuştur: "Kim bir şeye yemin eder de, yeminini bozmanın hayırlı J olduğunu görürse, kefaret versin ve hayırlı olanı yapsın.[226]
Harpte -çünkü harb bir hiledir- , insanların arsını düzeltmekte ve bir kimsenin karısını razı etmeye çalışmasında da yalan söylemek caizdir.
Yine, eğer zulme uğrayacaksa veya nefsinin zarar görmesinden korkarsa, o kimseye tevriye için de ruhsat tanınmıştır. Tevriye ise, kendisinden yemin etmesini isteyen kimsenin düşündüğünden, başka bir şeye niyet etmektir.Mesela, birisi eli darda olan bir kimseden -Allah borcun ertelenmesini alacaklıya emrettiği halde- hakim huzurunda, ondan alacağı olduğuna yemin etmesini ister. Mali sıkıntıda olan bu kimse de, hapse düşmekten korkarak şöyle der: "Vallahi bunun bende hiçbir alacağı yoktur." içinden de ilave eder: "bugün" .Yahud "Vallahi" der, kasdettiği ise lehv (oyun, eğlence) fiilinin ismi faili olan el-Lahî (oyna-yan)dır. Yalnız "vallahi"nm sonundaki (y harfini söylemez ve hazfettiği (y) harfine delalet etmesi için kesreyi olduğu gibi bırakır. Nitekim Kur'an'da da (hazfe misal olarak) Allahu Taala: 'Ya ibadi'llezine âmenû" "yevme yed'u'ddâi" ve "yunâdi'l-munâdi" buyurmaktadır.[227]
Yahut "malik olduğum herşey sadakadır." der, bununla "asla malik olamayacağı şeyleri" kasdeder[228]
Yine bir adam, bir kimseye "şu evin kapısından
çıkmayacağım11 diye yemin ettirir. Bu ise ona zulümdür. O da kapıdan çıkmış olmamak için duvara tırmanır ve çıkar. Aslında yemin ettiren, ne şekilde olursa olsun, onun evden çıkmamasını kasdetmiştir. İşte bunlar ve benzerleri hep tevriyeye birer misaldir.
Maarid'e (üstü kapalı söz söylemeğe) de ruhsat verilmiştir. Bunda yalandan kurtuluş vardır [229]denilmiştir. tbrahimu'l-Halil (A.S.)in, karısı hakkında: "O, kardeşimdir" sözü de üstü kapalı sözlerdendir. Halbuki İbrahim (A.S.) bu sözü söylerken mü'minle-rin kardeş olduğunu kasdederek söylemiştir. [230]Yine İbrahim (A.S.): "Belki onların şu büyüğü bunu yapmıştır. Sorun bakalım onlara, eğer söylerlerse." (21 el-Enbiya, 63) sözünden de "Eğer konuşursa şu büyükleri yaptı" manasını kasdetmiştir. Yani konuşmayı, o işin yapılması için şart kılmıştır. O da konuşmadığına göre, o (put) yapmadı demektir.
Keza (İbrahim'in): "Ben hastayım" (37 es-Saf-fat, 89} sözünden kasdı, ileride hasta olacağım de- . mektir. Çünkü ölüm ve yok olmak kime yazıldıysa, o kimse mutlaka, hasta olacaktır demektir. [231]
Keza Allah Peygamberine: "(Ey Rasûlüm) elbette sen ölüsün ve elbette o kâfirler de ölüdürler." (39 ez-Zumer, 30) buyurmuşun Halbuki o vakitte Ra-sulullah ölü değildi. Allah bu ayette: "Muhakkak ki sen öleceksin, onlar da ölecekler", demek istemiştir.
(en-Nazzam) yukarıda zikredilen hususlardan hangisini, Huzeyfe için bir mazeret olarak aramaya çalışmıştır... Huzeyfe: "Ben dinimin bir kısmını, diğer bir kısmı ile sahn alı(p kurtarıyorum." sözü ile , ken dişinin kurtuluş noktasına işaret etmiştir. Eğer onun mazeretinin nerede olduğunu bilmek istersen, sana bazı misaller vereyim.
Mesela: Haricilerden bir adam Rafızilerden birine rastlar ve ona, rYa Osman ve Ali'den teberri edersin yoksa seni -Allaha andolsun- öldürmeden bırakmam" der. Rafızi de: "Vallahi ben Aliden ve Osmandan beriyim. (Ene vallahi min 'Aliyyin ve.min Usmâne ber-îun)" der ve kurtulur. Burada "Ben Aliden(im) " (ene vallahi min Ali) sözü ile kendisinin Ali taraftarlarından olduğunu, "ve Osmandan beriyim(ve min Usmâne berîun)" sözü ile de sadece Osmandan beri olduğunu söylemiş olmaktadır.
Yine sultanın adamlarından biri, sultana buğ-zetmek ve sövmekle itham ettiği birine, sultanın adamlarının giydiği siyah elbiseden sormuş, adam da: "Vallahi nur siyahtadır" demiş ve sultanın adamından kurtulmuştur. Halbuki, o, bu sözü ile "Gözlerin nuru (görme kuvveti) gözbebeklerinin siyah kıs-mındadır" demek istemiş ve böylece yemini ile ne günahkar olmuş, ne de yeminini bozmuştur.
Hz. Ali (R.A.) bir hutbesinde: "Cennete ancak Osmanın katili girecek olsa, ben Cennete girmem. Cehenneme de, ancak Osmanın katili girecek olsa, ben Cehenneme de girmem" deyince, kendisine: "Ey mü'minlerin emiri, ne yaptınız? İnsanları bölük pörçük ettiniz" denildi. Bunun üzerine tekrar onlara hi-tab ederek şöyle dedi: "Siz Osmanın öldürülmesi hususunda aleyhimde pekçok laf ettiniz. İyi biliniz ki, onu Allah öldürdü ve ben de onunla beraberim". İnsanlarda sandılar ki Ali, Allahın Osmanı öldürmesi ile beraber Osmanı öldürmüştür. Halbuki Ali (R.A.) Osmanı Allahın öldürdüğünü ve kendisini de birgün onun gibi öldüreceğini kasdediyordu.
Yine bir başka misal: Kadı Şurayh ( -80) [232]
Ziyad (b.Ebih)[233]in vefatı ile neticelenen, hastalığı esnasında huzuruna girdi. Oradan çıkınca Mesruk [234] adam gönderip, ona emiri ne vaziyette bıraktın, diye sordu. Kadı Şurayh da: "Emreder ve nehyeder bir halde bıraktım" dedi. Mesruk: "Şurayh, sözü zor anlaşılır bir adamdır, ona tekrar sorun" dedi. (Tekrar Şurayh'a sorulduğunda): "Onu, vasıyyetini emreder ve kendisine ağlanılmasmı nehyeder (meneder) bir halde bıraktım" dedi.
Şurayh'a oğlunu sormuşlardı. Oğlu ise (henüz) vefat etmişti. Dediler ki: "Ey Eba Umeyye... hastamız nasıl sabahladı?" O da: "Şimdi ağnsı dindi, ailesinin beklediği de buydu" dedi. Yani, ailesi onun Allah katındaki sevabını bekler, umar demek istemiştir( ve bununla oğlunun öldüğünü ifade etmiş) tir.
Misaller bizim bitiremiyeceğimiz kadar çoktur.
Huzeyfenin (R.A.) Osmana söylemiş olduğu sözü ve ettiği yemini de tevriyeden hali değildir. Onun-sözü(nün tamamı) nakledilmedi ki[235] tevil edelim; çünkü onun nakledilen sözü mücmel (kapalı) dir.
Huzeyfe için sana bir misal verelim: Huzeyfe sanki şöyle söylemiş gibidir: "İnsanlar öfke anında bildikleri en kötü şeyleri, hoşnutluk anında da bildikleri en güzel şeyleri söylerler."
"Osman (R.A.) iki dostuna (Ebubekr ve Ömer) muhalefet ederek, işleri yerli yerinde yapmadı. Asha-bıyla müşavere etmedi ve mallan hakkı olmayanlara dağıttı" bu ve benzeri şeyler söylemiş, bir jurnalci de bunları, Hz. Osmana haber vermiştir. O da çok kötü sözler söylemiş ve ona: "Benim zalim, hain vb. olduğumu söylediğin kulağıma geldi" demiştir. Bunun üzerine Huzeyfe, böyle birşey söylemediğine dair yemin et miş, Osman da onun bu sözleri söylemediğini'tasdik etmiştir. Huzeyfe yemini ile onun öfkesini yumuşatmak, kabarmış öfkesini yatıştırmak ve onun öfkesini kendi üzerine çekmemek istemiştir.
İmamın (devlet reisinin) teb'asma olan öfkesi, babanın evladına, efendinin kölesine, kocanın karısına olan öfkesi gibidir. Hatta İmamı öfkelendirmek daha büyük bir günahtır. Huzeyfe de küçük bir günah karşılığında, ondan daha büyük bir günahtan kurtulmuş ve: Dinimin bir kısmını diğer bir kısmı ile satın alı(p kurtan) yorum" demiştir.
Hz. Ömer, Osman, Ali ve Aişe'nin (R.A.) Hz. Ebu Hurayra'yı yalanlamalarından dolayı ona ta'n etmesine gelince: Ebu Hurayra, üç sene kadar Rasulullah ile beraber bulunmuş ondan pekçok hadis rivayet etmiştir. Rasulullahtan sonra daha elli sene yaşamış ve H. 59 senesinde vefat etmiştir. Aynı sene Rasululla-hın hanımı Ummu Seleme (R.A.) ve bu ikisinden bir sene önce de Hz. Aişe (R.A.) vefat etmiştir..
Ebu Hurayra (R.A.) ashabın ileri gelenlerinin ve ilk müslüman olanların pekçoğunun dahi rivayet etmediği kadar çok sayıda hadis rivayet edince, ona karşı çıkmışlar ve: "Sen bu kadar hadisi tek başına nasıl işittin? Bunları seninle birlikte işiten başka kimse var mı?" diye çakışmışlardır. Hz. Aişe, ona karşı çıkanların en serti idi. Çünkü o, Ebu Hurayra ile uzun müddet beraber bulunmuş idi.
Ömer de aynı şekilde, çok rivayet eden veya hüküm bildiren bir hadis nakledip de bunu Rasulullah'tan işittiğine dair bir şahid getirefniyenlere serdavranırdı. Hz. Ömer, Ashaba, az rivayette bulunmalarım emrederdi. Bunu insanların rivayeti çoğaltmaması münafıkların, facirlerin ve (cahil) bedevilerin hadislere yabancı şeyler karıştırmaması, tedlis'in (=kanşıkhk) ve uydurma rivayetlerin ortaya çıkmaması için yapıyordu.
Ebubekr, Zubeyr, Ebu Ubeyde, Abbas b. Abdil-muttalib gibi Ashabın ululan, Rasullah ile olan yakınlıklarına ve onunla uzun müddet beraber bulunmalarına rağmen az hadis rivayet ediyorlardı. Hatta Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl ki Cennetlik olduğuna şehadet edilen on kişiden biridir.-gibileri hemen hemen hiç-birşey rivayet etmemişlerdir.
Hz. Ali de: "Ben Rasulullahtan bir hadis işitiğim zaman, Allah beni onunla dilediği kadar faydalandırır. Birisi bana bir hadis rivayet ettiği zaman ondan (bunu Rasulullahtan işittiğine dair) yemin etmesini isterim. Eğer yemin ederse onu tasdik ederim. Ebubekr de bana rivayet etti (fakat) Ebubekr doğru söyler", demiş, sonra hadisi zikretmiştir.
Ashabın hadis rivayeti konusundaki titizlik ve sıkılığına, ve hadislerde tahrif, fazlalık veya noksanlık vuku'a gelmesinden korkarak rivayetten çekinmelerine bir baksana. Çünkü onlar Peygamber'i (S.A.V.) şöyle derken işitmişlerdi: "Kim benim ağzımdan yalan söylerse, cehennemde oturacağı yeri hazırlasın.[236]
ez-Zubeyr'den (R.A) de aynı hadis rivayet olunmuştur. Ve o: "insanların bu hadise "kasden" kelimesini eklediklerini görüyorum. Allaha yemin ederim ki ben, Rasulullahın "kasden" lafzını söylediğini işitmedim" demiştir.
Mutarrifb.Abdiilah'ın( -95) [237] rivayetine göre İmran b. Husayn şöyle demiştir: 'Vallahi eğer istesem, iki gün arka arkaya hiç durmadan hadis rivayet edebilirim. Lakin beni bundan alıkoyan şudur ki, As-habtan bazıları benim gibi hadisleri işittiler, benim gibi hadiselere şahid oldular. Birçok hadis rivayet ediyorlar, fakat hadisler onların dedikleri gibi değildir. Ben de onların karıştırdıkları gibi karıştırmaktan korkuyorum. Sana şunu söyleyeyim ki, onlar hataya düşüyorlardı, fakat bunu kasden yapmıyorlardı."
Ebu Hurayra Ashaba: Kendisinin -Rasulullaha hizmet etmek ve (aynı zamanda) karnını doyurmak için -Ashabın en çok Rasulullahla beraber bulunanı olduğunu, fakir olduğu ve hiçbir şeyi olmadığını dolayısıyla kendisini Rasulullahtan alıkoyacak, çift sürmek veya çarşıda alışveriş etmek gibi bir meşgalesi bulunmadığtm,diğer ashabın ise, vakitlerinin çoğunu < ticaret ve mal peşinde koşmakla geçirdiklerini .kendisinin ise Rasulullahtan hiç ayrılmadığını, bu sebeple onların bilemediklerini öğrendiğini, onların ezberle-yemediklerini ezberlediğini söyleyince Ashab ona tarizde bulunmayı bıraktılar.Bununla beraber o, kendisinin işitmediği, fakat kendisi nezdinde güvenilir birinden duyduğu bir hadisi rivayet ederek (Rasulullahtan işitmediği halde) "Rasûlullah şöyle dedi..." der ve hadisi naklederdi. Bunu İbnu Abbas ve diğer ashab da yapardı. Böyle yapmakta -elhamdülillah- yalancılık mevzuubahs değildir. Bu sözü söyleyene de, bunu dinleyen, onun bu hadisi Rasulullahtan işitmediğini bilmese bile -inşaallah- günah yoktur.
Ebu Hurayranın "Halilim (yani Peygamber 'S.A.V.) şöyle dedi, Halilimi işittim.." gibi sözlerine, Hz. Ali'nin "Rasûlullah ne zaman senin Halilin oldu?" demesine gelince:
Halillik, dostluk ve samimiyet manasına gelir ki, biri diğerinden daha değerli olmak üzere iki derecedir. Arkadaşlık (suhba) da böyle biri diğerinden daha kıymetli olan iki dereceye ayrılır.
Nitekim birisi "Ebûbekr Rasulullahın sahibi fya-reni)dir." dediği zaman Rasulullahın Ashabı ile olan sohbetini kasdetmez. Çünkü onların hepsi de sahabedir. Bu sözde Ebubekr için ne gibi bir üstünlük olabilir? Burada kasdedilen, Ebubekr'in, Rasulullahın en yakını olmasından başka birşey değildir.
Rasulullahın ashabı arasında tesis ettiğ kardeşlik (muâhât) de, Allanın "Mü'minler ancak kardeştirler" ( 49 el-Hucurat, 10) ayetiyle, mü'minler arasında vücud bulan kardeşlikten daha değerli ve güzeldir. İşte halillik de böyledir. Cenab-ı Hakk'ın: "Allah İbra-îıimi dost edinmiştir." (4 en-Nisa, 125) ayetinde ve Rasûlullahın: "Eğer bu ümmetten bir haîil edinsey-dim. Ebubekri edinirdim.[238] hadisinde -ki burada, onu, Allah'ın Hz. İbrahim'i dost edindiği gibi dost edinirdim demek istemiştir- kasdedilen halillik (dostluk) hususi olan dostluktur.
Ama umumi olan halilliğe gelince: O, Allanın mü'minler arasında tesis ettiği hainliktir ki, "Dostlar o gün birbirlerine düşmandırlar, ancak takva sahipleri bundan müstesnadır." (43 ez-Zuhruf, 67) ayeti bu halilliğe işaret etmektedir.
Hz. Ali, Ebu Hurayra'nm "Halilim.. ve Halilimi şöyle derken işittim.." sözlerini duydu. Ebu Hurayra hakkındaki düşüncesi iyi olmadığı içindir ki ona: "Rasûlullah ne zaman senin Halilin oldu? demiştir.
Hz. Ali Rasulullahın (yukarıdaki hadiste ifade edilen) ittihaz etmediği halilliği anlamıştı. Çünkü Rasûlullah, halil edinseydi, bu kişi Hz. Ebubekr olacaktı. Ebu Hurayra ise, Allanın bütün mü'minler arasında tesis ettiği halilliği (dostluğu) ve yakınlığı kasdediyordu. Çünkü Rasûlullah bu cihetten, bütün mü'minlerin halili ve bütün müslümanlann velisidir.
Rasulullahın: "Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. [239] hadisi de yukarıdakiler gibi anlaşılmalıdır. Rasûlullah ile mü'minler arasındaki velayet (dostluk), mü'minlerin kendi aralarındaki dostluktan daha üstündür. İşte Rasûlullah da bu dostluğu Ali'ye (RA.) tahsis etmiştir. Eğer Rasûlullah bunu kasdetmemiş olsaydı, Ali (R.A.) için, bu söz dolayısıyla bir fazilet veya bu sözün herhangi bir şeye delalet etmesi mevzubahs olmazdi. Çünkü zaten mü'minler birbirlerinin velileridirler. Rasûlullah da her müslümanın velisidir. Veli ile mevlâ arasında fark yoktur (manaları aynıdır.) [240]
Cenabı Hakkın: : Çünkü Allah İman edenlerin mevlâsı (yardımcısı) dır.." (47 Muhammed, 11) aye-tindeki ve Rasulullahın: "Hangi kadın, mevlâsmm (velisinin) emri olmaksızın nikah edilirse, onun nikahı batıldır, batıldır[241]hadisindeki mevlâ kelimeleri, velî manasmdadır.
İşte bunlar, en-Nazzamm iddialarıdır. Onları açıklayıp, cevaplandırdık.
Bir de onun, Kur'an ile tenakuz hâlinde olan hadisler bulunduğuna, yine akli delillere dayanarak çirkin olup kabul etmediği hadisler bulunduğuna, akli delillerin bazan hadisleri neshedebileceğine, birbirini nakzeden hadislerin bulunduğuna dair iddiaları var dır ki bunları inşaallah ileride ele alacağız. [242]
II-Ebu'l-Huzeyl El-Allâf
EBÛ MÜHAMMED: Gelelim Ebu'l-Huzeyl el-Al-lafın (135-235) [243]sözlerine... Görüyoruz ki, o da yalancının ve iftiracının biridir. Onun görüşlerinin taraftarlarından birisi anlattı ki o, Muhammed b. Cehm'in (?-?)[244]yanında iken şöyle demiştir: "Ey Ebu Cafer... Benim ellerim kazanç hususunda mahirdir. Fakat sadaka vermekte beceriksizdir. Yüzbin-lerce dirhemi ihvana dağıttım. Fulan bunu bilir. Allah hakkı için ey fulan sana soruyorum, sen bunu biliyor-musun?" Ben de: 'Ta Eba'l-Huzeyl, söylediklerinin doğruluğunda hiç şüphe yok." dedim. (Bu sözü söyleyen devam ederek:) el-Huzeyl benim orada bulunmamla yetinmedi, benim şehadette bulunmamı istedi. Onunla da yetinmedi, benden yemin etmemi talep etti, demiştir.
Yine Ebu'l-Huzeyl, Muveys b. İmran'a [245]bir tavuk hediye etmiş ve tavuğu herşeye mesel yapmaya, onu tarih olarak kabul etmeye başlamıştır. Artık, "şu işi, sana o tavuğu hediye etmeden önce yapmıştım, şu işi de, o tavuğu verdikten sonra yaptım..." diyordu.Besili bir deve görse, "Hayır vallahi, bu sana hediye ettiğim tavuk değildir" derdi.
İşte bu, ikiyüz bin dirhem şöyle dursun, on kuruşu bile arkadaşlarına dağıtmayan bir adamın görüş kapasitesidir.
Onun ıstıtaa[246]hususundaki hataları da nak ledilir. O, "bir işi yapan, o işi yaptığı anda başka bir fiili işlemeye kadir değildir" demiştir. Çünkü onlar failin ıstıtaa'sının fiil ile birlikte.bulunmasını ittifakla (icma ile) şart kıldılar ve dediler ki: "İnsanların birleştikleri (icma ettikleri) husus şudur ki, her fail bir fiili işlerken, o fiili işleme gücüne sahiptir. Isütaat fiil ile beraberdir."
Istıtaatm fiilden önce olduğunda ise ihtilafa düşmüşlerdir.
Biz, onların icma ettikleri hususta müttefikiz. Istıtaatın fiilden önce mevcud olduğunu iddia edenin ise delilini getirmesi gerekir. Bu yüzden o da bu görüşe sığınmıştır.
İdrak mevcud olduğu halde doğru görmenin yokluğundan ve ilim mevcud olduğu halde hayatın yokluğundan soruldu. Ne aradaki farkı açıkladı, ne de görüşünden döndü.
Yine onun iddiasına göre bulûğa eren bir kimsenin, bulûğ anındaki ısütaası ile bir işi yapması imkansızdır. Bu ıstıtaa ile ancak, ikinci bir halde iş yapar.
Ona: "Peki o halde bu ıstıtaa ile ne zaman iş yapar? ıstıtaanın selbedildiği (yok olduğu) an mı, yoksa bulûğ halinde mi? denilecek olursa, ıstıtaa selbedildiği an da yapması sana göre muhaldir. O halde bu ısü-taa ile sadece ve sadece bulûğ anında yapmıştır.
(Biraz önce geçen) "ikinci hal" hakkında hoş olmayan sözler söylemiştir. Buna ilaveten, Cehennemliklerin azabının, Cennetliklerinin de nimetlerinin ebedi olmayıp sona ereceğini söylemiştir[247]
III-Ubeydüllah B. El-Hasen
Sonra Ubeydullah b. el-Hasen'e ( -168) geliyo-ruz. Kendisi Basra kadısı idi. İnsanların inkar etmiş olduğu görüşlerinin çirkinliğinden ve sözlerinin son derece çelişkili oluşundan dolayı -ki bu sözler hakikaten çelişki denmeğe layık sözlerdir-hücuma uğramıştır.
Onun {hücuma uğramasının) sebebi şudur. O şöyle diyordu: "Kur'an'da İhtilafa delalet vardır. Kaderi reddedenler doğru söylemişlerdir. Bu görüş için Kur'anda bir asıl (mesned) vardır. Cebriyyenin de dedikleri doğrudur, onların görüşleri için de, Kur'anda bir asıl vardır. Kim kaderi reddederse, doğrudur, kira Cebr görüşünü kabul ederse o da doğrudur. Çünkü bazan bir tek ayet, iki muhtelif manaya[248] delalet eder ve birbirine zıd iki manaya çekilebilir."
Birgün kendisine Mu'tezile ve Cebriyeyye'den sorulmuş: "Hepsi de isabet etmiştir. Bunlar (Mu'tezile) Allahı tazim edenlerdir, diğerleri (Cebriyye) ise tenzih edenler..." demiştir. Ona göre isimler hakkında söylenilenler de böyledir. Binaenaleyh, her kim "zina eden mü'mindir" derse isabet etmiştir, her kim kafirdir, derse o da isabet etmiştir. Bir başkası "O (zina eden) ne mü'mindir ne de kafirdir, fakat fasıktır." derse, o da isabet etmiştir. "O ne mü'nıindir, ne fasık, o . münafiktir." diyen de doğrudur. Bir başkası: " O kafirdir, müşrik değildir" derse o da isabet etmiştir. "Kafir ve müşriktir" diyen de isabet etmiştir. Çünkü Kur'an, bütün bu manalara delalet etmektedir.
(Ubeydullah şöyle) demiştir: Birbirinden farklı olan sünnetler de böyledir. Kur'a çekmek de caizdir, aksi de [249]Siâye[250] de caizdir, aksi de [251]Mü'minin kafire karşılık öldürülmesi de doğrudur, öldürülmemesi de [252]Fakih bu farklı görüşlerden hangisini alırsa alsın isabet etmiştir.
Birisi "Katil şüphesiz Cehennemdedir" dese isabet etmiş olur. Eğer "Katil Çenettedir" dese yine isabet etmiş olur. Eğer bu hususta birşey söylemeyip, neticeyi Allaha havale etse yine isabet etmiş olur. Çünkü o, bu sözüyle, Allanın onu bu işte (katilin akıbeti hakkında) gaybı bilmek mecburiyyetinde olmadığını kasdetmektedir.
(Ubeydullah), Ali'nin (4R.A), Talha ve ez-Zubeyr (R.A.) ile, bu ikisinin de Ali ile savaşması hususunda; "Bunlar, hepsi de Allaha itaat etmektedirler." derdi.
Kendisi Kelam ehlinden, kıyas ve nazar ehli birisi olduğu halde, onun bu söz(ler)inde, gördüğün gibi (ne kadar da) tenakuz ve tutarsızlık vardır!.. [253]
IV-Bekril-Ammî
EBÛ MUHAMMED: Gelelim Bekriyye fırkasının kurucusu "Bekr"e. O, kelamcılann takva hususunda hali en güzel olanıdır. Biz onun: "Birisi bir hardal tohumu çalsa, sonra da bundan tevbe etmeksizin ölse, o kimse Cehennemde Yahudi ve Hristiyanlarla beraberdir" dediğini görüyoruz. Halbuki Allah, dostunun haberi yok iken, onun malından yemesi için müslümana genişlik tanımıştır. Yine bahçeye giren birisinin -alıp götürmemek şartıyla- o bahçenin mey-vasından yemesine de müsaade etmiştir. Bir yolcu, karnı aç iken bir koyuna rastlasa, onun sütünden istifade etmesini de Allah mubah kılmıştır.
O halde nasıl olur da, hiçbir kıymeti olmayan bir hardal tohumunu alan bir adama azab olunur ve nasıl olur da o tohum adamın cehennemde ebediyyen kalmasına sebep olur?
Bir hardal tohumunu almanın günahı ne ki, ondan tevbe etmek icab etsin? Veya bu taneyi aldığından dolayı ne gibi bir zarar[254] mevzuubahs olabilir?
Bazan bir adam, müslüman bir kardeşinin odunlarından, dişlerini karıştıracak kadar küçük bir parça, veyahut çamurundan biraz çamur alabilir. Onun havuzundan su içebilir. Halbuki bunlar bir hardal tohumundan daha büyüktür.
Keza Bekr, "Çocuklar acı hissetmez" derdi. Kendisine: "Peki çocuk çimdiklenince veya kendisine acı verecek birşey olunca niçin ağlar." diye sorulduğunda, "Bu, ancak onun ebeveynine eziyettir. Çünkü Allah, günahsız bir çocuğa elem ve acı vermeyecek kadar adaletlidir" derdi. "Günahı olmadığı halde hayvanların acı çekmesine ne dersin?" denildiğinde, "Allah onu ancak Adem oğlunun faydası için demlendirir. Hayvanın acı çekmesi, Adem oğlunun ihtiyaç anında onları gütmesine, durdurup koşturmasına yarar" derdi.
Bir başkasının menfaati için Allah'ın hayvana acı çektirmesi, ona göre adalet idi. Belki bu dediğinin aksini söylemiştir de, ondan rivayette bulunanlar karıştırmışlardır.
(Bekr) "tulumdaki sert nebiz (üzüm ve hurma suyundan yapılan bir nevi içkijden içmek sünetten-dir, keza oğlak yemek, mestlere meshetmek de sünnettendir" derdi.
Halbuki sünnet yiyecek ve içecek şeylerde değil, ancak dini hususlarda mevzuubahs olur. Eğer bir adam ömrü boyunca, Rasulullah yediği halde, karpuzu hurma ile yemese, veya Rasulullah kabak sevdiği halde kabak yemese, bu adam için "sünneti terketti" denemez. [255]
V-Hişam B. El-Hakem
EBÛ MUHAMMED: Sonra Hişam b. el-Hakem'e (Ö. 148/765) geliyoruz. Onun da aşın bir râfızî olduğunu görüyoruz.
Hişam, Allah'ın kenarı ve hududu (sınırı) olduğunu (boyunun) şu kadar karış olduğunu ve buna benzer, Kelamcılara aşikar olan anlatılması güç [256] pekçok şeyler söylemiştir.
Sünnet mezhebi mensublanndan (seleften) daha şiddetli bir cebr anlayışına sahib idi.
Birisi ona: "Zannediyor musun ki Allah, re'feti, rahmeti, hikmeti ve adaletiyle beraber, bizi emirleriyle mükellef kılsın da sonra bizim onu yapmamıza mani olsun ve sonra da bunu yapmadığımızdan dolayı bize azab etsin?" demiş, o da cevaben: "-Vallahi- şüphesiz Allah böyle yaptı. Lakin biz bunu söyleyemiyo-ruz," demiştir.
Bir adam ona: "Ey Eba Muhammed, Ali'nin Fe-dek [257]arazisi hakkında Ebubekre gidip Abbas'ı (R.A.) dava ettiğini biliyor musun? [258]dedi. O da, evet dedi. Adam tekrar: "Hangisi zalim idi?" deyince, İkisi de zalim değildi." dedi. Bunun üzerine adam: "Subhanallah... Bu nasıl olur?" dedi.'O da: "Bu ikisi (Ali ve Abbas), Davud' a (A.S.) .gidip davacı olan iki hasım melek gibidir. Bu meleklerinin ikisi de zalim değil idi. Bunlar ancak, Davud'a (A.S.) hatasını ve zulmünü haber vermek istediler,[259] Ali ile Abbas da Ebu-bekr'e hatasını bildirmek istediler" dedi.
Kelamcılann onun hatası olarak kabul ettikleri sözlerinden biri de: "Allah çakıl taşını -ağırlığı, genişli ği, uzunluğu ve derinliği ile- bir dağ haline çevirebilir. Yerde bir parmak yer kaplarken, onu yerde bir fersah yer kaplar hale getirebilir. Bunu da (dağın) cisim ve arazlarından (sıfatlarından) eksiltip arttırmaksızın, yapabilir." sözüdür. [260]
VI- Sumame
EBÛ MUHAMMED: Sonra Sumame'ye ( -213/828) geliyoruz. Onun da dininin zayıf olduğunu, İslama noksanlık isnad edip İslam ile alay ettiğini, Al-lahı tanıyıp ona iman eden hiçbir kimsenin söyleye-miyeceği şekilde İslam'a dil uzattığını görüyoruz.
Yine onun herkesçe malum meşhur bir sözü nakledilir: Bir gün Cuma namazını kaçırma korkusuyla mescide doğru koşuşan bir grubu görür ve: "Şu öküzlere, şu eşeklere bakınız" der. Sonra adamlarından birine: "Şu arab [261]Hz. Muhammed'i (S.A.V.) kasdediyor- insanlara neler yaptı.." der. [262]
VII- Muhammed B. El-Cehm El-Bermekı
EBÛ MUHAMMED: Sonra da Muhammed b. el-Cehm el-Bermeki'ye geliyoruz. Onun mushafı (Kur'anı), Aristo'nun, kevn ve fesad, ve mantığın tarifleri hakkındaki kitapları idi. Ömrünü bunlarla geçirir, fakat bir ay ramazan orucunu tutmazdı. Çünkü -denildiğine göre- oruç tutmaya gücü yokmuş..!
(el-Bermeki) şöyle derdi: "Hiçbir kimse, birisine yaptığı birşeyden veya bir iyilikten dolayı teşekküre müstehak değildir. Çünkü bu iyiliği yapan, Allahtan bir sevab ummaktan hâlî değildir. Bu takdirde ise, kendi nefsini düşünmüş olur. Yahud yaptığı işi karşılığını umarak yapar. Bu durumda ise o, kendi kazan cini gözetmiş olur. Yahud da, övgü ve kendi iyiliğinin anlatılması için yapar.Bu takdirde de kendi haz ve zevkine çalışmış ve kendisine yardım etmiş olur. Veya o kimseye merhameten veya kalbinin yufkalığından ötürü iyilik eder. Ama bu takdirde, bu iyiliği ile ancak kendi rahatsızlığını teskin etmiş ve bununla hastalığını tedavi etmiş olur."
Bu sözler, Rasulullahm: "İnsanlara şükür (teşekkür) etmeyen, Allaha da şükretmemiş olur.[263]hadisine aykırıdır.
Kelamcılardan biri, el-Bermeki'nin vefatı anında vasiyette bulunduğunu ve şöyle dediğini anlatır: Rasûlullah "Evet, üçtebir kafidir. Uçtebir de (madununa nisbetle) çoktur. [264] demiştir. Ben ise derim ki, "üçtebir'in üçtebiri de çoktur. Miskinlerin hakları beytü'l-mal'dedir. Eğer adam gibi (çalışarak) isterlerse alırlar. Fakat kadınlar gibi (çalışmayıp) otu-rurlarsa bundan mahrum kalırlar. Kim onlara mer hamet ederse, Allah o kimseye merhamet etmesin."
EBÛ MUHAMMED: Onunla beraber yolculuk eden bir adam bana rivayet etti ki; Birgün, el-Berme-kinin hayvanı ürküp kaçınca şöyle demiş: "Rasulul-lah, hayvana ayağı sürçünce vurunuz, kaçınca vurmayınız." [265]demiştir. Ben ise, ne tökezleyince ne de kaçınca vurun derim."
EBÛ MUHAMMED: Rasulullahın bu hadisi söylediği sahih midir, değil midir? bilmiyorum. Bu ancak el-Bermeki'den rivayet edilen birşeydir ki, o da bunda hata etmiştir.
Doğru olan birinci söylenen (tökezleyince vurul-masıjdır. Çünkü hayvan, bir kuyu (veya nehir)den veya binicisinin görmediği herhangi birşeyden korkar ve binicisini düşürür ki bunun sonucunda helak olmak vardır.
Rasulullahın, hayvanın kaçmasından dolayı dövülmesini yasaklamasının, tökezlenince vurulmasını emretmesinin sebebi, tökezlenince (vurulmak suretiyle) hayvanın gayret etmesi ve tökezlememesi içindir. Çünkü tökezleme çoğu zaman hayvanın gevşekliğinden meydana gelir. [266]
VIII-Ehli Rey Özellikle Ebû Hanîfe [267]
EBÛ MUHAMMED: Re'y ehline gelince, onlar da diğerleri gibi ihtilaf içersindedirler. Önce kıyas yaparlar, sonra kıyası bırakıp istihsana başvururlar. Bir meselede bir görüş ileri sürüp ona göre hüküm verirler, sonra da o hükümlerinden dönerler.
Bana Seni b. Muhammed tahdis etti ve dedi: Bize el-Asmaî, Hammad b. Zeyd'den tahdis etti, (Ham-mad) dedi: Yahya b. Mihnaf ı işittim şöyle diyordu: "Maşnk ehlinden (Doğudan) bir adam, bir sene evvel Mekke'de kendisine verdiği bir yazı ile Ebu Hanife'ye (80-150) geldi. Sormuş olduğu şeyi ona (tekrar) arzet-ti. Ebu Hanife de vermiş olduğu bu hükümden tamamen döndü. Bunun üzerine adam başına toprak saçarak şöyle dedi: "Ey insanlar geçen sene bu adama geldim, bana şu yazdığı şekilde fetva verdi.Ben de bu fetvaya dayanarak, pekçok kan akıttım, pekçok kimseyi (bu fetvaya dayanarak) evlendirdim. Bu sene de kalkmış dediğinden dönüyor...!"
Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti. Ona da el-Muhtar b. Amr haber vermiş ki, bir adam Ebu Hanife'ye (80-150) {yukarıdaki mesele için) bu nasıl olur?" demiş;
Ebu Hanife: O, geçen seneki görüşüm idi. Bu sene ise görüşüm geçen senekinden başkadır, demiştir. [268]
Adam: Bana, gelecek sene başka bir görüşte bulunmayacağını teminet (garanti ver) dermiş.
Ebu Hanife: Bu nasıl olur bilmem ? Cevabını vermiş.
Adam da: Lakin ben, Allanın lanetinin senin üzerine olduğunu biliyorum, demiştir .
el-Evzai (88-157)[269] şöyle derdi: "Biz, Ebu Ha-nife'yi re'y ile hüküm verdiğinden dolayı ayıplamıyoruz. Nitekim hepimiz re'y ile hüküm veriyoruz. Fakat biz onu, kendisine bir hadis ulaştığı halde (hadis- i bırakıp başka bir görüşle) hadise muhalefet ettiğinden dolayı kınıyoruz."
Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti. (Sehl) dedi: Bize el-Asmai, Hammad b. Zeyd'den haber verdi.
Haramad (98-179) [270] şöyle dedi: Ebu Hanifeye, İhrama giren ve İzar (ihramın alt kısmı) bulamayıp, don giymiş olan bir adamın durumundan sorulduğunda ben de orada idim. Ebu Hanife: "Fidye gerekir" dedi. Ben bunun üzerine: "Subhanallah.. Bize Amr b. Dinar, Cabir b. Zeyd'den o da İbnu Abbas'dan tahdis etti ki, (İbn Abbas) şöyle demiştir: "Rasulullahı ihrama girecek olan hakkında şöyle derken işittim: "İzar bulamazsa don giyer, na'leyn (ayakkabı, sandalet) bulamazsa mest giyer. [271] dedim.
Ebu Hanife: "Bırak onu.. Bize Hammad ( -120) [272] İbrahim'den ( -95) [273] tahdis etti ki, İbrahim: "O kimseye kefaret gerekir." demiştir." dedi.
Ebu Asım, Ebu Avane ( -179) [274]den rivayet etti ki (Ebu Avane) şöyle demiştir: "Ben Ebu Hanife'nin yanında idim. Kendisine hurma fidesi çalan bir adam(ın cezası) soruldu. Elinin kesilmesi gerekir, dedi. Ben ona: Bize Yahya b. Said, ona Muhammed b. Yahya b. Hıbban, ona da Rafı b. Hudeyc rivayet etü ve dedi ki: Rasulullah (S.A.V.): "Meyvede ve hurma özünde [275]el kesme yoktur. [276] buyurdu, dedim. Ebu Hanife: Benim bu hadisten haberim yok, dedi.
Ben: Fetva verdiğin adamı geri çevir, dedim.
Ebû Hanife:Bırak gitsin..Zaten boz katırlar onu alıp götürdü,dedi."
Ebû Âsım(121-212) [277] Boz katırların adamın kanını ve etini götürmüş olmasından [278]korkarım.demiştir.
Ali b.Âsım(l 05-20 l) [279]dedi ki:Ebû Hanife'ye Abdullah b.Mes'ud'un"Kim halkın yemesi için bir koyun keserse,ilk doğacak kızımı ona vereceğim&qu
I-En-Nazzâm
Kelâmcılara geldiğimizde baktık ki onlar, kıyas hakkında bilgileri olduğunu, hüsnü nazar (sağlam düşünce) ve kemal-i irade sahibi oldukların: iddia etmekteler. İstedik ki onların mezheplerinden birşeyler öğrenelim ve inançlarından bazı şeyleri kabul edelim. Fakat en-Nazzâmm ahlaksızlardan bir ahlaksız olduğunu gördük. Yine onun gece gündüz içki içer, sonra da günahlanyla geceler, pisliklere girer, fuhuş ve haysiyetsizlikleri işler olduğunu gördük. Nitekim:
Tulumun ruhunu zerafetle almaktayım [169]Yaradan akmayan kanı mubah kılıyorum [170]İki büklüm oldum, tulum ruhsuz atıldı. [171]
Tulum ruhsuz bir cesed olduğu halde, benim cesedimde iki ruh var [172]diyen O 'dur.
Sonra taraftarlan,en-Nazzâm'ın :"Allah dünyayı ve içindekileri,her an.yoketmeksizin (yeniden) yaratır [173]sözünü.onun hatalarından biri olarak saydıklarını gördük.
(en-Nazzam'm taraftarları) dediler ki:"Ona göre Allah Kur'an'da var olanı yarattığını söylemiştir. O halde var olanı yaratma caiz olursa, yok olanı yok etme de caiz olur."Bu zayıf görüşlülüğün ve kötü seçimin daniskasıdır.
Yine ondan.müslümanlarm hata üzerine icma etmelerinin caiz olduğunu naklettiler.Güya.müslümanların Peygamberimizin-diğer peygamberlerden farklı olarak-bütün insanlığa gönderilmiş olduğuna dair icmaı bu neviden bir icma imiş. Çünkü ona göre mesele böyle olmayıp,Allah kimi peygamber gönder-mişse,bütün insanlığa göndermiştir.Peygamberlerin mucizeleri-iştiharı (herkes tarafından duyulması) sebebiyle-yüryüzünün her tarafına ulaşmış ve kendisine bu ayetlerin (mucizeler) ulaştığı herkesin de onu tasdik etmesi ve ona tabi olması gerekmiştir.
en-Nazzam,Peygamberimizm:"Bütün insanlı-ğa,kırmızıya ve siyaha [174]gönderildim[175]hadisine muhalefet etmiş ; "Peygamber (S.A.V) sadece kendi kavmine gönderilmişti" diyerek hadisi te'vil etmiştif.Hadislere muhalefet etmenin sonu kötü olursa, sadece kendi istihsanı (şahsi görüşü ve düşüncesi) sebebiyle hem hadislere hem de icmaa muhalefet etmenin sonu nasıl olur...
Yine, "sen haliye'sin, beriesin, ipin boynunda-dır, mutlaka'sm[176] ve buna benzer lafızlarla vukua gelen kinaye talak'ın [177]bu kelimelerle talaka (boşamaya) niyet etsin, etmesin vuku bulmuş olmayacağını söylemiş ve böylece, müslümanların icmaına ve hadislere, kendi görüşüne dayanarak muhalefet etmiştir.
Keza "Fere (tenasül uzvu) veya karın ile zıhar[178] yapanın, zıhar yapmış olmayacağını, Allanın gayrı ile İlâ [179]yapanın da ilâ yapmış olmayacağını, çün kü îlâ'nın, Allanın İsminden müştakk (türemiş) oldu-. ğunu, söylemiştir.
Yine: "Bir adam gecenin başlangıcında taharet (abdest) üzre, yan yatarak, oturarak veya bağdaş kurarak veya herhangi bir şekilde sabaha kadar uyuşa, abdesti bozulmuş olmaz. Çünkü uyku abdesti bozmaz" demiştir. (en-Nazzam şöyle) demektedir: "İnsanların, yatarak uyuyunca abdestin bozulacağı üzerinde İcma etmelerinin sebebi, kendilerinden evvelkilerin, gece uyuyup, sabah kalkınca temizlendiklerini görmeleridir. Zira sabahleyin büyük ve küçük hacetini gidermek insanların adetidir. Ayrıca bir kimse uyanınca gözünde çapak, ağzında koku, yüzünde mahmurluk olur. İnsan, abdesti bozan birşeyden, gözdeki çapaktan veya ağızdaki kokudan dolayı abdest alır, yoksa uykudan dolayı değil... İnsanların "Cuma günü gusletmek vaciptir" demelerinin sebebi de, sabahtan bağ ve bahçelerde çalışmaları ve dinlenmek istedikleri zaman gusletmeleridir."
(EBÛ MUHAMMED): Hz. Peygamber (S.A.V.), "Ümmetim hata üzerinde birleşmez.[180]buyurmuş iken bu sözleri ile en-Nazzam, icmaa ve hadislere muhalefet etmiştir.
(en-Nazzam), Hz. Ömer'in (RA.): "Eğer bu din kıyas ile olsaydı, mestin üstüne değil alüna meshedü-mesi daha uygun olurdu. [181] sözünü zikretmiş ve şöyle demiştir: "Ömer'e gereken, bütün hükümlerinde bu dediğine uygun şekilde amel etmesi idi. (Hz. Ömer'in) : "Dede'nin mirası hakkında[182] (fetva vermeye) en cür'etli olanınız, ateşe atılmaya da en cür'etü olanınızdır" deyip de sonra bizzat kendisinin bu meselede yüz değişik hüküm vermesi onun yukardaki sözünden daha çok şaşılacak birşey değildir.
Yine Hz. Ebubekr'in (R.A.), kendisine Kur'an 'dan bir ayet hakkında sorulunca: "Ben Allahın kitabındaki bir ayet hakkında Allahın kasdettiği manadan başka bir şey söylersem, beni hangi gökyüzü gölgelendirir, hangi arz beni taşır.ben nereye giderim ve ya ne yaparım...?" dediğini [183]fakat "kelale"den sorulunca da: "Kendi görüşümü söylüyorum. Eğer isabet edersem Allahtan, hata edersem bendendir: Kela-le, (mirasçı olarak) babası ve çocuğu olmayan kimsedir" dediğini zikretmiş ve (en-Nazzam) şöyle demiştir: "Ebubekr'in bu sözü, birinci sözüne aykırıdır. Bir kimse re'yi ile söz söylemeyi bu kadar büyük bir mesuliyet olarak görürse, o kimse hükümlerin ona göre verileceği bir görüşü, bu kadar cür'etle ileri sürmez".
O, Hz. Ali'nin (R.A.) de, bir eşeği öldüren öküz hakkında sorulunca: "Ben kendi görüşümü söylüyorum. Eğer Rasulullahın hükmüne muvafık olursa ne âlâ, aksi takdirde benim görüşüm- değersiz ve adi bir-şeydir" dediğini ve "Kim cehenneme atılmaktan hoşlanırsa dede'nin miras durumu hakkında (re'yi ile) fetva versin!" dediğini, fakat kendisinin bu hususta değişik hükümler verdiğini de zikretmiştir.
Yine (en-Nazzam) İbnu Mes'ud'un, Birva' binti Vaşık[184] in hadisi hakkında: "Bu hususta ben kendi görüşümü söylüyorum. Eğer hata ise benden, doğru ise Allahtandır" dediğini zikretmiş ve: "İşte bu zann ve şüphe ile hüküm vermenin ta kendisidir. Zann ile şahadet (şahidlik) haram olursa, zann ile hüküm vermek daha büyük (bir haramidir. Eğer İbnu Mes'ûd, aklını fetva ile meşgul edeceğine, $aki( dalâlette olan) niçin şaki oluyor, said (hidâyette olan) da niçin said oluyor? bunun üzerinde düşünseydi, Allaha karşı bu kadar çirkin birşey söylemez, hatası da büyümezdi ve bu da onun için daha iyi olurdu" demiştir.
(en-Nazzam, devamla): "İbnu Mes'ud, Ay'ın ya-nldığmı ve kendisinin de bunu gördüğünü iddia etmiştir. Bu apaçık bir yalandır. Çünkü Allah, ne sadece onun için, ne de onunla beraber olanlardan bir başkası için Ay'ı yarmaz. Ancak âlemlere hüccet, peygamberler için bir delil, kullar için bir teşvik ve bütün beldeler için bir burhan olması için Ay'ı böler.Nasıl oluyor da Ay'ın bölündüğünü bütün insanlar bilmiyor, niçin insanlar, bu hadisenin vuku bulduğu seneyi tarih olarak kaydetmediler, niçin bir şair bunu terennüm etmedi, niçin bunu gören bir kafir, müslü-man olmadı, niye bir müslüman, bir zındığa karşı bunu delil getirmedi..? „
Sonra İbnu Mes'ud, Allanın kitabından iki sureyi de inkar etmiştir. Farzet ki o, Rasulullahın bu iki sureyi okuduğu sırada hazır değildi, lakin o, bu iki surenin te'lifinin hoşluğu, Kur'an'm diğer kısımlarının nazmı gibi oluşu ve belagat sahiplerini, benzerini meydana getirmekten ve onun gibi güzel bir sure te'li-finden aciz bırakışı ile istidlal etmeli değil mi idi?
Sanki hiç peygamberimizle birlikte namaz kılmamış veya onunla bulunmamış gibi ölünceye kadar, rükuda ellerini dizlerinin arasına koymağa (tatbik'e) devam etmiştir.
Müslümanlar, Zeyd b. Sabitin kıraatim -(Kur'an'm) en son arz edilen şekli olması sebebiyle-kabul edince onun hakkında kötü sözler sarfetmiştir [185]
Hz. Osman'ın Mina'da (iki rekat olarak kılması gereken seferi) namazı dört rekat kılıp sonra yoluna devam ettiği haberi kendisine ulaşınca onu ayıplamıştır. [186] Hz. Osman bu namazı dört rekat olarak kılan ilk kimse idi. Bu husus kendisine söylenildiğinde: "İhtilaf bir şer, tefrikacılık da serdir" demiş olduğu halde Hz. Osman pekçok hususta tefrika meydana getirecek şekilde hareket etmiştir." demiştir. Zeyd'in kıraatim seçtiğinden beri, (İbnu Mes'ud) Hz.Osman'a kötü sözler söylemeye devam etmiştir.
Hindlilerden[187] bazı insanları görünce İbnu Mes'ud: "Bunlar cin gecesi gördüğüm cinlere çok benziyor" demiştir. Bunu Süleyman et-Teymî (46-143), [188] Ebû Osman en-Nehdî ( -100) [189]den nakletmiş tir.
Dâvud, ( -140) [190] eş-Şatn (17-104) [191]den, o da Alkame ( -62) [192] den: Alkame şöyle demiştir:
İbnu Mes'uda, "Sen cin gecesi Rasulullah ile beraber miydin? dedim, cevaben: O gece Hz. Peygamberin yanında bizden hiç kimse yoktu." dedi [193]
(en-Nazzam) Huzeyfetu'bnu'l- Yemân hakkında ise şunları söylemiştir:"Bir çok şey hakkında Osman'a Allah'a yemin ederek öyle birşey söylemediğini ifade etmiştir.Fakat onun bunları söylediğini duyanlar vardı.Ona niçin böyle söylediği sorulunca:"Dini-min tamamının gitmesinden korkarak, bir kısmını diğer kısmı ile satın alı(p kurtarıyorum." demiştir.Bu-nu Mis'ar b.Kidam ( -155), [194] Abdulmelik b. Meyse-ra'den ( -120), [195] o da en-Nezzâl b.Sebre (?-?)[196] den rivayet etmiştir.
Ebû Hurayra hakkında da: "Ömer,Osman,Ali ve Âişe (R.A) onu yalanlamıştır." demiştir.
Ebû Hurayra,bir tek mest ile yürümenin aleyhinde bir hadis rivayet etmiş, Hz. Âişe bunu duyunca bir tek mestle yürümüş ve "Vallahi Ebû Hurayra'ya muhalefet edeceğim. [197] [198] demiştir.
Yine Ebû Hurayra, "köpek, kadın ve eşek (namaz kılanın önünden geçince) namazı bozar [199]diye rivayet edince, Hz. Âişe: "Çoğu zaman olurdu ki, ben sedir üstünde, enine ve kıble ile onun arasında yattığım halde, Rasulullah sedirin ortasına doğru namaz kılardı." demiştir.
Hazreti Ali, Ebû Hurayra'nın, abdestte, elbise giyerken, sağdan başladığını duyunca su istemiş,sol dan başlayarak abdest almış ve:"Vallahi Ebû Huray-ra'ya muhalefet edeceğim" demiştir.[200]
Ebû Hureyra:"Bana Halilim(dostum) söyle-di,Halîlim dedi,Halîlimi gördüm.."derdi.Bunun üzerine Hz.Ali ona:"Ey EbûHurayra.Rasulullah ne zaman senin halilin oldu?"demiştir.
(en-Nazzam devamla) Ebû Hurayra:"Kim cünüb olarak sabahlarsa onun orucu yoktur, "hadisini rivayet edince bunu duyan (Halife) Mervan[201]bu hususu-sormak için Hz.Âişe ve Hafsa'ya adam göndermiş-tir.Her ikisi de:"Rasûlullah ihtilamsız(yani cinsi münasebet neticesi)cünüb olarak sabahlardı,sonra da o gün oruç tutardı".[202]deyince gelen adama:Ebû Hu-rayra'ya git ve bunu ona öğret "demiştir. Ebû Hureyre de bunun üzerine:"Bana bunu el-Fadl b.Abbas[203]rivayet etti. "demiştir. Bu suretle Ebû Hureyre bir ölüyü şahid kılmış ve böylece işitmediği halde kendisinin Rasûlullahtan bu hadisi işittiği zannını uyandırmıştır. [204]
İbnu Kuteybe En-Nazzam'a Cevap Vermeğe Başlıyor
EBÛ MUHAMMED:Ashabın ileri gelenleri hakkında bu sözleri söyleyen en-Nazzâm,Allah azze ve celle'nin Kitab-ı Kerimindeki:"Muhammed Allahin Peygamberidir.Onun beraberinde bulunanlar, .ilâh" (48 el-Feth,29) ve"Hakikaten Allah,(Hu-deybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit.o mü'minlerden razı olduBöylece kalplerinde olan sadâkati bildi de,üzerlerine manevi huzuru indirdi."(48 el-Feth, 18) ayetlerini sanki hiç duymamış gibidir.
Eğer (en-Nazzâm'm)Ashab hakkında anlattığı şeyler,özür,tevil ve açıklama kabul etmeyecek ve ancak onun dediğinin doğru olmasını gerektirecek derecede hakikat olsaydı büe,bunları anmamak bunlardan yüzçevirmek daha doğru olurdu.Çünkü bu gibi şeyler .Ashabın güzel davranışları, pekçok menkıbeleri ve Rasûlullahla olan sohbetleri ile Allah yolunda mallarını ve canlarını feda etmeleri yanında pek ehemmiyetsiz kalırdı.
EBÛ MUHAMMED:Benim nazarımda en acaib şey.en-Nazzam'm kendisi nazar (düşünce ve istidlal) ve kıyas ehli olduğu halde,Hz.Ömer'in,dede'nin mirastaki hukukî durumu hakkında,yüz değişik hüküm verdiğini iddia etmesidir.
Hz.Ömer'in.bir meselede yüz farklı hüküm vermesinin imkansız olduğunu hiç düşünmedi mi? O halde bu hükümler nerededir?Nerede bu hükümlerin on tanesi.hatta beş tanesi..?Hadis ravilerinden olup
da bu hükümlerden beş veya alfasını hiç mi ezberleyen olmadı...?Bir müçtehid,[205]dedenin mirastaki hukuki durumu hakkında,mümkün olan bütün ihtimalleri toplamaya çalışsa.yine de bu hususta yirmi hüküm bile getiremez.
Nasıl olur da bu hadisi-muhal olması sebebiyle-red ve inkar olunan hadislerden addetmez ve sika(gü-venilir) ravüer tarafından rivayet edilmeyen bu hadi-si(rivayeti)reddetmez? [206]Bu iddia.Hz Ömer'e beslenilen kin ve düşmanlıktan başka birşey değildir
EBÛ MUHAMMED:Hz.Ebûbekr,kendisine bir ayetin manası sorulunca.bu ayetin manası hakkında söz söylemeyi büyük bir mesuliyet görüp kaçındı.fa-kat sonra da"Kelâle(mirasçı olarak babası ve çocuğu olmayan kimse)"hakkında kendi re'yi İle söz söyledi, "diye Hz.Ebûbekir'i ayıplamasına gelince:
Ebûbekr'e (r.a) birtakım müteşâbih âyetler hakkında sual sorulmuştu.Bu âyetlerin teVilinifaçıkla-masmı)ise ancak Allah(c.c)ve ilimde rusûh sahibi olanlar bilebüir. [207]Bundan dolayı Ebûbekr.Allahm muradından başka bir mana ile bu ayetleri tefsir etmekten korkarak.müteşâbih âyetler hakkında söz söylemeyi menetmiştir.
"Kelâle"hakkında re'yi ile fetva vermesine gelince;zira bu.müslümanlann halletmek zorunda oldukları ve miraslarında bu meselenin halline ihtiyaç duydukları bir husustur.Bu sebeple Kur'an ve Hadiste açıklık bulunmayan bir hususta İçtihad etmesi mubah olmuştur.Üstelik,Hz.Ebûbekr,müslümanlann imamı, başlarına gelen zor durumlarda (mühim me-selelerde)onlann sığınağı idi ve bu yüzden görüşünü ortaya koymağa mecbur idi.
Hz.Ömer,Osman,AH,İbnu Mes'ud ve Zeyd b.Sâbit(r.a)de,kendilerine bir mesele sorulunca aynı şekilde,cevab vermişlerdir.Çünkü onlar.yeni ortaya çıkan meseleler karşısında.müslümanlann sığındığı önderler idiler.
O halde onlann ne yapmaları gerekirdi?Yeni çıkan meseleler karşısında, o (en-Nazzam) [208]ve benzerleri gelip bu meseleleri halledinceye kadar, "kelâ-le"hakkında görüşlerini ortaya koymayı terk mi etselerdi?!!
Sonra,Ay'ın varıldığını ve kendisinin bunu gördüğünü söylemesinden dolayı İbnu Mes'ud'u ayıplamasına ve ona yalan isnad etmesine gelince:Bu,İbnu Mes'ud'u yalancı saymak değil,aslında Peygamberlik alametlerinden birinin değerini düşürmek ve Kur'an.ı inkar etmek demektir. Çünkü Allah"Kıyamet yaklaş-tı.Ay bölündü."(54 el-Kamer, l)buyurmaktadır.Ger-çekten Ay o zaman yarılmamış ve Cenâb-ı Hakkın kasdı"ileride Ay varılacaktır, "demek olsaydı bu ayetin arkasından:"Eğer bir mucize görseler.yüz çevirip şöyle derler:Bu devam edegelen kuvvetli bir sihirdir." el-Kamer,buyurmasının ne gibi bir manası olabilirdi?Bu ayet birkısım insanllann Ay'ı yarılmış olarak gördüklerine delâlet etmez mi?Onlar Ay'ı bu halde görünce:"Bu,onun (Muhammed'in)sihirlerin-den devamlı bir sihirdir,bir hayaldir, "demişlerdir. Nitekim Peygamberimizin diğer mucizeleri hakkında da böyle şeyler söylüyorlardı.
Nasıl olur da Rasûlullahın mucizelerinden bir mucizeyi peygamberlik alametlerinden bir alameti-büyük bir topluluğun haricinde-bir veya iki kişinin veya az sayıda insanın görmesi mümkün olmaz?As habtan biri.kurdun onunla konuştuğunu [209]bir diğeri devenin (sahibini)Rasûlullaha şikayet ettiğini, [210]bir başkası da.kabrin ölüyü dışarı fırlattığını[211]haber vermiştir.Bunun gibi.bu meseleyi de bir,M veya daha çok sayıdaki kimselerin haber vermesi mümkün olamaz mı?
"Muawizeteyn(el-Felâk ve en-Nâs)"surelerini inkar etti diye İbnu Mes'uda hakaret etmesine gele-lim:İbnu Mes'udun böyle söylemesinin bir sebebi var-dı.İnsanlar bazan zanlannda hataya düşebilir, ayakları sürçebilir.Bu ayak sürçmesi(zelle)Peygamberler hakkında caiz olursa,onların dışındakiler için evlevi-yetle caiz olur.
İbnu Mes'udun bu iki sureyi mushafına dahil etmeyişinin sebebi, Rasuiullahın (torunları) Hasan ve Huseyn'in kötülüklerden korunması için "Eûzu bi ke-limâü'llâhi'tâmmeti" duasını okuduğu gibi, "muavvi-zeteyn"i de Hz. Hasan, Huseyn ve başkalarının, kötülüklerden korunması için okuduğunu görmüş olması ve bu iki surenin Kur'an'dan olmadığını zannetmesi-dir. Bu sebeple de bu iki sureyi mushafına dahil etmemiştir.
Buna benzer bir sebeple Ubeyy.b. Ka'b da Kunut duasının baş tarafinı Kur'an'a dahil etmiş ve bunu iki ayn sure kabul etmiştir. Çünkü o, Rasuiullahın bu iki dua ile namazlarda daima dua ettiğini görünce, Ku-nut'un da Kur'an'dan olduğunu zannetmiştir. [212]
(İbnu Mes'ûd'un namazda) tatbîk[213] yapma sına gelince: Bu namazın farzlarından değildir. Farz olan "rükû' ve secde ediniz" (22 el-Hacc, 77) ayeti gereğince sadece rükû ve secde etmektir. Kim tatbîk yaparsa rükû etmiş olur, kim ellerini dizleri üzerine koyarsa o da rükû etmiş olur. Elleri dizler üzerine koymak veya tatbik yapmak ise rükunun sadece ada-bındandır. Bu durumda ihtilaf da namazın adabında olmuş olur. Ashabın kimisi (namazda, tahiyyat esnasında) kaba yeri üzerine, kimisi yayılarak kimisi de bağdaş kurarak otururdu. Bunların hiçbirisi de, birbirinden ayrı olmasına rağmen, namazı bozmaz.
(en-Nazzamm); Şaki (dalâlette olan) anasının karnında iken şaki, said de anasının karnında iken said (hidayette) olandır"[214]hadisi dolayısıyla İbnu Mes'ud'u yalancılıkla itham etmesine gelince; İbnu Mes'ûd'un, böyle meşhur ve yüce bir hadis ile Rasu-lullah'a yalan isnad etmesi nasıl caiz olabilir? O: Bana sadık ve masduk olan (Rasulullah) haber verdi" diyor da, pekçok sayıda Ashab mevcud olduğu halde niçin hiçbiri onun bu sözünü inkar etmiyor? [215]
Hem ne için ve ne gaye ile Rasulullaha yalan isnad etsin ki? Bu ona ne bir fayda getirir, ne onu bir zarardan korur, ne sultan ve idarecilere yaklaşmasına vesile olur, ne de bununla malı artar... Onun bu riva yetini destekleyen pekçok kimsenin rivayeti varken nasıl olur da yalan söylemiş olur? Bu rivayet sahiple-' rinden birisi de Ebu Umame'dir ki, Rasulullahtan şu hadisi rivayet etmiştir: "Saadetin (hidâyetin) iman eden ve takva sahibi olanlara, şekavetin (dalaletin) de, (dini) yalanlayan ve (dine) küfredenlere takdir olunduğuna dair. Allah'ın ilmi sebkat etmiş (ezeli ilimde takdir edilmiş), (kaderi yazan) kalemin mürekkebi kurumuş ve kader tamamlanmıştır. (Artık hiçbir şey kaderi değiştiremez.) Bu Kur'an'ın ve peygamberlerin şehadetiyle sabittir.[216]
Allahu Taala da şöyle buyurmuştur: "Ey Âdem oğlu, sen, benim dilememle var oldun. Nefsin için dilediğini dileyen sensin. Benim irademle var oldun. Nefsin için istediğini isteyen sensin. Benim lütuf ve rahmetim ile farzlarımı yerine getirdin ve benim nimetim ile bana karşı günah işledin."
İşte el-Fadl b. el-Abbas b. Abdulmuttalib, o da Rasulullahın kendisine: "Ey çocuğum, Allahı(n hakkını) gözet ki Allah da seni korusun. O'na tevekkül et ki O'nu önünde (heryerde kendine yardımcı) bulasın. Rahat anlarında kendini O'na tanıt ki, O da sana darlık ve sıkıntı anlarında yardım etsin. Şunu bilesin ki, sana isabet edecek olan şaşacak (ve başkasına isabet edecek) değildir. Sana gelmeyecek olan da asla sana dokunmaz. Çünkü kalem, kıyamete kadar olacak şeyleri yazmıştır"[217] dediğini rivayet etmiştir.
O halde İbnu Mes'ud, Kur'an'm kendisini desteklediği bir hususta nasıl yalancılıkla itham olunabilir? Allahu Taala: "İşte Allah, böyle (zalim) kimseleri sevmeyen bir kavmin kalplerine imanı yazmış ve kendilerini yüce katından bir rahmet ile kuv vetlendirmiştir." (58, el-Mucalede, 22) buyurmuştur. "... kalplerine imanı yazmış" yani onların kalpleri ne imanı yerleştirmiştir. Rahmeti hakkında da Ce-nab-ı Hakk: "Onu (rahmetimi) küfürden sakınanlara ve zekatı verenlere yazacağım" (7 el-A'raf, 156) buyurmuştur, "...yazacağım" yani, onlara has kılacağım, demektir. Allah kimin kalbine imanı yerleştir-mişse, muhakkak ki onun saadetine hükmetmiş demektir.
Yine Allah azze ve celle Rasulüne şöyle buyurmuştur: "Doğrusu sen istediğini hidayete eriştire-mezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir." (28 el-Kasas, 56) . Bu ayetin manasının: "Sen istediğine "hâdî=hidayette olan" ismini veremezsin, fakat Allah dilediğine "hâdî" ismini verir." şeklinde olması caiz değildir. Yine: "Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de hidayet verir." (16 en-Nahl, 93) buyurduğu gibi: "Böylece Fir'avn, kavmini sapıkhğ a sürükledi, hidayete götürmedi" (20 Ta-ha, 79) buyurmuştur. Burada Fir'av'nm kavmine ne "sapıtan-lar" ismini vermesi, ne de "hidayete erenler" ismini vermesi düşünülemez. Keza "Allah kime hidayet etmeyi dilerse* İslama onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıkhkta bırakmak isterse, onun kalbini göğe çıkıyormuşcasma daraltır, sıkıştırır." (6 el-En'am, 125) ve "Eğer dilesey-dik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benden şu söz gerçekleşti: "Muhakkak ki Cehennemi, bütün (kafir olan) cinlerle insanlardan dolduracağım" (32 es-Secde, 13) buyurmuştur. Bunların benzeri, Kur'an ve Hadls'te pek çoktur.
Bizim burada maksadımız Kaderiyye aleyhine delil getirmek olmadığı için onları reddeden şeyleri, onların tevillerinin fasid (bozuk) ve muhal olduğunu zikretmeyeceğiz. Zira ben bunları başka bir yerde, Kur*an ile ilgili olarak yazdığım eserlerimde anlattım.
Gerek Cahiliyye'de, gerekse İslam'da Arapların kendisini desteklediği bir hususta İbnu Mes'ud nasıl
yalanlanabilir..? Nitekim bazı recez şairleri şöyle demişlerdir:
"Ey içinde endişe gizleyen kimse, endişelenme...
Eğer sana sıtma takdir olunmuşsa muhakkak yakalanırsın.
Dağın zirvesine yükselsen bile. ..
Kalem bunu yazdıysa, bundan nasıl kaçabilirsin?
Bir diğer şair şöyle der:
Kader bu... Beni ister ayıpla, ister ayıplama...
Ben hata etmiş olsam bile, kader hata etmez.
Leb id de şöyle demiştir:
Şüphesiz Rabbimizden ittika etmek en hayırlı ganimetttir.
Acelem de gecikmem de, Allanın emriyledir.
Kimi doğru yola iletirse o, huzur içersinde hidayete erer ve kimi dilerse saptırır.
el-Farazdak şöyle demektedir:
Kusa'i nedametiyle nadim oldum.
"Navar" benden boşanarak gittiğinde..
O bir cennet idi, çıktım oradan,
Âdem gibi ki, o zaman onu, şeytan çıkarmıştı oradan.
Eğer onu ellerimle tutsaydım ve nefsim onu sevşeydi,
O takdirde kader karşısında ihtiyarım olurdu. [218]
en-Nabiğa ise şöyle diyor:
Bir kişi istediğine ermiş değildir. Eğer o (kaderde) yazılmamışsa...
Artık, Allah'ın kitabları kendisini destekleyen İbnu Mes'ud, nasıl yalancılıkla suçlanabilir?
İşte Vehb b. Munebbih (34-114, 6) [219]diyor kt: "Allanın (mukaddes) kitaplarından yetmişiki kitap okudum. Yirmi ikisi batın, ellisi zahir ile ilgili idi. Bütün bu kitaplarda gördüm ki, kim bir şeyi kendi gücüyle yaptığını iddia ederse, küfre girmiş olur."
İşte Tevrat da şöyle demektedir: "Allah Musa'ya; "Fir'avn'a git ve.ona, benim Bekr'im (ilk seçtiklerim) olan Beni Israili -bana hamd etmeleri, beni temcid ve takdis etmeleri için- Kenan'dan Arz-ı mukaddese bana göndermesini söyle. Git ve ona bildir M, (eğer dediğimi yapmazsa) Ben onun kalbini taş gibi yaparım da, hiçbir şey yapamaz (veya bir rivayette, hiçbir şey anlayamaz). [220]
EBÛ MUHAMMED: Benim "Bekr'im" demek yani, onlar (Beni İsrail) benim için, bir adamın ilk evladı menzilesindedir demektir. "O bekrimdir" yani, ilk seçtiklerim, demektir.
Hammad (er-Raviye) [221]MukatiTden ( -150) [222] şöyle rivayet etmiştir: (Mukatil) dedi ki: "Amr b. Faid bana: Allah, birşeyi istemediği halde onu emreder mi?" dedi.
Ben: Evet emreder. Çünkü İbrahim'e (A.S.) oğlunu kurban etmesini emretti. Fakat bunu yapmasına istemiyordu" dedim. O, sadece bir rüya idî." dedi.
Ben: "Sen (İsmail'in), "Ey babacığım, emrolun-duğun şeyi yerine getir." dediğini duymadın mı? dedim,"
Ve işte, Arapların dışındaki bütün milletler. Onlar da Kaderin varlığını kabul ediyorlar. (Bu milletlerden) Hindliler "Kelile ve Dimne" de -ki onların kadim kitaplarının en esaslılanndandır- diyorlar ki:" Kadere yakin (en inanmak), işinde kararlı ve azimli olan bir , kimsenin, tehlikelerden korunmasına mani değildir. Hiç kimse, kendisi için gayb olan kaderini bilmekle mükellef değildir. Ona gereken temkin ve azimle çalışmaktır. [223]
EBÛ MUHAMMED: Biz de kaderi tasdik etmekle beraber, azmedip çalışılması (gerektiği)ni kabul ederiz.
EBÛ MUHAMMED; Yine, Acemlerin kitaplarında okuduğuma göre Hürmüz'e "Firuz'u el-Heyatıle [224]kavmi üzerine göndermesinin, sonra da (Firu-zun) onlara karşı sözünde durmamasının sebebi nedir?" diye sorulunca (Hürmüz) şöyle demiştir: "Kullar, kendilerinin dahli olmayan, ne Üeri ne de geri kaçamı-yacaklan bir hususta, Rabbimizin kaderinden ve me-şietinden (dilemesinden) kaçıyorlar. Bizim bu hususta anlattıklarımızı bilmek isteyen bir kimse, bu sorusu ile sadece, bu iş (savaş ve gadre uğrama) kendisinin başına gelen kimsenin üzerinde cereyan eden kaderin, kendisiyle cari olduğu illeti (sebebi) sormakta dır.Zahiri sebep insanların dillerinde dolaşan "fulan ne yapü?" sözünden kasdedilen gözle görülen (zahiri) sebeptir. Aslında insanlar bu sözleriyle, "Ona ne yapıldı?" veya "Onun ellerinde ne cereyan etti?" demeyi
kasdederler.
Fulan öldü, fulan yaşadı sözleri de böyledir. İnsanlar bu sözleriyle ancak, o kimseye, o işin (Allah tarafından) yapıldığını kasdetmektedirler. Onun (bana sormuş olduğu) sorusundan kasdettiği de budur. Ar tık kim bu noktadan (kader noktasından) öteye geçmek isterse bu hususta ona cahillik (bilgisizlik) yakı-şır.Bu vak'ada vuku bulan şeyleri, kadere yüklememiz, onu (Firuzu) ma'zur göstermek, onun yaptıklarını tasvib etmek veya mahlukat üzerine takdir edilen şeylerin onun tesiriyle olduğunu inkar etmek için değildir. Eğer sıkıntıları defetmeye, iyi şeyleri celbetme-ye (kulun) gücü yetmiyorsa, bu Allahm adaletinin mahlukatı-için kesinlikle takdir ettiği ve bizim meçhulümüz olan, azab ve sevab verilmesini gerektiren sebeptir."
İbnu Mes'ud'un yalancılıkla itham olunduğu son hadisine gelince: İbnu Mes'ud Hindliler (=ez-Zutt) dan birtakım kimseler gördüğünü, onların Cin gecesi gördüğü cinlere çok benzediğini söyleyince, kendisine: "Sen Cin gecesi Rasulullah ile beraber mi. idin?" denildiğinde, o: "O gece Hz. Peygamberin yanında biz-
den hiç kimse yoktu." demiştir. Halbuki ilk^hadiste, kendisinin o gece orada bulunduğunu söylemiş, diğerinde de bunu inkar etmiştir. Bu iki, haberin İbnu Mes'ud'dan rivayet edilmesi nasıl doğru olabilir? Halbuki o, parlak bir anlayışa, emsallerini geçen bir ilme sahip olmuş, sünnette de, ilmin kendilerinde son bulduğu ve ümmetin onlara uyduğu Ashab'ın önde gelenlerini geçmiş, Rasulullah ile hususi münasebet peyda etmiş ve onun yanında iyi bir mevki kazanmıştır.
Onun yalan söylemesi nasıl mümkün olur ki, bugün bulundum desin, ertesi gün bulunmadım desin... Eğer düşmanı ona bir kötülük yapmaya gayret sarfetse, onun kendi kendine ettiği bu kötülükten daha fazlasını yapamaz. Veya onda delilik, bunaklık veya akli bir dengesizlik olsaydı, yine de kendini bundan fazlası ile kötüleyemezdi.
Hadisçiler bu ez-Zutt (=Hlnd liler) hadisini ve cin gecesi İbnu Mes'ûdun Rasulullahla beraber olduğunu kabul etmemektedirler. Hadislerin sağlamını, çürüğünü ayırmada bizim önderlerimiz onlardır. Çünkü onlar bu ilmin ehli ve bu işe itina gösteren kimselerdir. Her mesleği ve sanatı da en iyi şekilde, o mesleğin erbabı bilir.
Şu kadar ki biz, bu iki haberden birisinin batıl olduğundan şüphe etmiyoruz. Çünkü Abdullah b. Mes'ûdun (R.A.) kendisinin yalan söylediğini insanlara haber vermesi ve onların nazanndaki itibarını düşürmesi düşünülemez. Eğer böyle olsaydı o zaman ona: "Niçin dün, orada bulunduğunu söyledin?" denilirdi. Eğer mesele Hadisçilerin (Ashabu'l-Hadis) dediği gibi ise birinci haberin sakıt [225]olması gerekir. Fakat her iki hadis de sahih ise, o zaman bana kalırsa, ikinci haberi nakleden, bu haberden bir kelime düşürmüştür. Bu kelime de "benden başkası" kelimesidir. Ona "Sen Peygamber (S.A.V.) ile Cin gecesi beraber mi idin?" denilince, "O gece benden başka, bizden hiç kimse bulunmadı?" demiş olması (ihtimali) dediğimizin doğruluğunu gösterir. Ravi, "Benden başka" kelimesinden, ya işitmediği için ya da işitip de unuttuğu veya ondan nakleden ravi iskat ettiği için gafil olmuş olabilir. Bu ve buna benzer şeyler bazen vuku bulabilir, pek güvenilmez...
Bizim sözümüz {ün doğruluğunla delalet eden husulardan birisi de, ona: "Sen cin gecesi Rasulullah ile beraber mi idin?" denilince: "Bizden hiç kimse yoktu" demesidir. Bu ise "Sen orada mı idin?" sualinin cevabı olamaz. Bu ancak "Siz Cin gecesi Rasulullah ile beraber mi idiniz?" sualini sorana bir cevab teşkil edebilir. Binaenaleyh, sual soranın suali: "Sen Cin gecesi Rasulullah ile beraber mi idin?" şeklinde olursa, cevabın: "O gece benden başka bizden hiç kimse yoktu" şeklinde olması uygun olur ve İbnu Mes'ud'un evvelki *sÖzü de bizim bu dediğimizi te'yid etmektedir.
(en-Nazzam'm) Huzeyfe'den (RA.) naklettiği şeye gelince: Güya Huzeyfe (RA.) Osman (RA.) aleyhinde söylediği pekçok şey hakkında, onlan söylemediği-. ne dair ona yemin etmiş. Halbuki onun bunları söylediğini işiten varmış ve bu durum kendisine söylenince: "Ben -dinimin tamamının gitmesinden korkarak-bir kısmını, diğer bir kısmı karşılığında satın alı(p kurtarıyorum." demiştir.
Huzeyfe'nin mazereti veya haklı olduğu bir nokta olup olmadığı araştırılmadan, bir hadis nasıl bu kadar çirkin bir şekilde yorumlanabilir...? Evet Huzeyfe (RA) mazeretini açıklamıştır ve buda onun : "Dinimin bir kısmını diğer bir kısmı karşılığında satın alı(p kurtarıyorum." sözünden anlaşılmaktadır. .
(en-Nazzam) Huzeyfe'nin sözünü iyice anlamadı mı? Hiç düşünmedi mi, onun ne söylediğini? Bilakis (anlamasına anladı. Fakat) Rasulullahın Ashabına olan düşmanlığı ve onlara olan amansız kini, onu düşünmekten alıkoymuştur.
İnsanın heva(y-ı nef)si, nasıl insanı kör ve sağır ederse, buğz (nefret) ve düşmanlık da öylece insanı kör ve sağır eder.Bil ki -Allah sana rahmet etsin- yalan söylemek ve yeminini bozmak, bazı hallerde kişi için en uygun iş olur. Doğru sözlülük ve yeminine sada-kattan daha çok Allah (m nzasın)a yakın olur.
Düşün bir kere, bir adam zalim bir sultan görse, kudretli ve kahredici bir sultani Bir müslümanın veya zımminin kanını haksız yere dökmek istiyor veya onun ailesinin ırzına göz dikmiş. Veya onun evini yakacak. Eğer o kimse kendini kurtaracak bir yalan söylerse, veya yalan yere yemin ederse, Allah katında se-vab kazanır, kullar tarafından da kendisine teşekkür edilir.
Yine bir adam sıla-i rahim yapmamaya, zekat vermemeye yemin etse, sonra da fakihlerden fetva istese, onların hepsi de onun yeminine uymamasına fetva verirler. Allahu Teala da: "Allah'a yaptığınız yeminleri; iyilik yapmanıza, günahtan sakınmanıza ve İnsanların arasını düzeltmenize engel yapmayın." (2 el-Bakara, 224) buyurmaktadır. Yani Allaha yemin etmiş olmayı, sizi hayır işlemekten meneden bir engel haline koymayın. Böyle yemin edince onu yerine getirmeyin, fakat kefaret verip hayırlı olan şeyi \ yapın .demektir.
Keza Rasulullah da şöyle buyurmuştur: "Kim bir şeye yemin eder de, yeminini bozmanın hayırlı J olduğunu görürse, kefaret versin ve hayırlı olanı yapsın.[226]
Harpte -çünkü harb bir hiledir- , insanların arsını düzeltmekte ve bir kimsenin karısını razı etmeye çalışmasında da yalan söylemek caizdir.
Yine, eğer zulme uğrayacaksa veya nefsinin zarar görmesinden korkarsa, o kimseye tevriye için de ruhsat tanınmıştır. Tevriye ise, kendisinden yemin etmesini isteyen kimsenin düşündüğünden, başka bir şeye niyet etmektir.Mesela, birisi eli darda olan bir kimseden -Allah borcun ertelenmesini alacaklıya emrettiği halde- hakim huzurunda, ondan alacağı olduğuna yemin etmesini ister. Mali sıkıntıda olan bu kimse de, hapse düşmekten korkarak şöyle der: "Vallahi bunun bende hiçbir alacağı yoktur." içinden de ilave eder: "bugün" .Yahud "Vallahi" der, kasdettiği ise lehv (oyun, eğlence) fiilinin ismi faili olan el-Lahî (oyna-yan)dır. Yalnız "vallahi"nm sonundaki (y harfini söylemez ve hazfettiği (y) harfine delalet etmesi için kesreyi olduğu gibi bırakır. Nitekim Kur'an'da da (hazfe misal olarak) Allahu Taala: 'Ya ibadi'llezine âmenû" "yevme yed'u'ddâi" ve "yunâdi'l-munâdi" buyurmaktadır.[227]
Yahut "malik olduğum herşey sadakadır." der, bununla "asla malik olamayacağı şeyleri" kasdeder[228]
Yine bir adam, bir kimseye "şu evin kapısından
çıkmayacağım11 diye yemin ettirir. Bu ise ona zulümdür. O da kapıdan çıkmış olmamak için duvara tırmanır ve çıkar. Aslında yemin ettiren, ne şekilde olursa olsun, onun evden çıkmamasını kasdetmiştir. İşte bunlar ve benzerleri hep tevriyeye birer misaldir.
Maarid'e (üstü kapalı söz söylemeğe) de ruhsat verilmiştir. Bunda yalandan kurtuluş vardır [229]denilmiştir. tbrahimu'l-Halil (A.S.)in, karısı hakkında: "O, kardeşimdir" sözü de üstü kapalı sözlerdendir. Halbuki İbrahim (A.S.) bu sözü söylerken mü'minle-rin kardeş olduğunu kasdederek söylemiştir. [230]Yine İbrahim (A.S.): "Belki onların şu büyüğü bunu yapmıştır. Sorun bakalım onlara, eğer söylerlerse." (21 el-Enbiya, 63) sözünden de "Eğer konuşursa şu büyükleri yaptı" manasını kasdetmiştir. Yani konuşmayı, o işin yapılması için şart kılmıştır. O da konuşmadığına göre, o (put) yapmadı demektir.
Keza (İbrahim'in): "Ben hastayım" (37 es-Saf-fat, 89} sözünden kasdı, ileride hasta olacağım de- . mektir. Çünkü ölüm ve yok olmak kime yazıldıysa, o kimse mutlaka, hasta olacaktır demektir. [231]
Keza Allah Peygamberine: "(Ey Rasûlüm) elbette sen ölüsün ve elbette o kâfirler de ölüdürler." (39 ez-Zumer, 30) buyurmuşun Halbuki o vakitte Ra-sulullah ölü değildi. Allah bu ayette: "Muhakkak ki sen öleceksin, onlar da ölecekler", demek istemiştir.
(en-Nazzam) yukarıda zikredilen hususlardan hangisini, Huzeyfe için bir mazeret olarak aramaya çalışmıştır... Huzeyfe: "Ben dinimin bir kısmını, diğer bir kısmı ile sahn alı(p kurtarıyorum." sözü ile , ken dişinin kurtuluş noktasına işaret etmiştir. Eğer onun mazeretinin nerede olduğunu bilmek istersen, sana bazı misaller vereyim.
Mesela: Haricilerden bir adam Rafızilerden birine rastlar ve ona, rYa Osman ve Ali'den teberri edersin yoksa seni -Allaha andolsun- öldürmeden bırakmam" der. Rafızi de: "Vallahi ben Aliden ve Osmandan beriyim. (Ene vallahi min 'Aliyyin ve.min Usmâne ber-îun)" der ve kurtulur. Burada "Ben Aliden(im) " (ene vallahi min Ali) sözü ile kendisinin Ali taraftarlarından olduğunu, "ve Osmandan beriyim(ve min Usmâne berîun)" sözü ile de sadece Osmandan beri olduğunu söylemiş olmaktadır.
Yine sultanın adamlarından biri, sultana buğ-zetmek ve sövmekle itham ettiği birine, sultanın adamlarının giydiği siyah elbiseden sormuş, adam da: "Vallahi nur siyahtadır" demiş ve sultanın adamından kurtulmuştur. Halbuki, o, bu sözü ile "Gözlerin nuru (görme kuvveti) gözbebeklerinin siyah kıs-mındadır" demek istemiş ve böylece yemini ile ne günahkar olmuş, ne de yeminini bozmuştur.
Hz. Ali (R.A.) bir hutbesinde: "Cennete ancak Osmanın katili girecek olsa, ben Cennete girmem. Cehenneme de, ancak Osmanın katili girecek olsa, ben Cehenneme de girmem" deyince, kendisine: "Ey mü'minlerin emiri, ne yaptınız? İnsanları bölük pörçük ettiniz" denildi. Bunun üzerine tekrar onlara hi-tab ederek şöyle dedi: "Siz Osmanın öldürülmesi hususunda aleyhimde pekçok laf ettiniz. İyi biliniz ki, onu Allah öldürdü ve ben de onunla beraberim". İnsanlarda sandılar ki Ali, Allahın Osmanı öldürmesi ile beraber Osmanı öldürmüştür. Halbuki Ali (R.A.) Osmanı Allahın öldürdüğünü ve kendisini de birgün onun gibi öldüreceğini kasdediyordu.
Yine bir başka misal: Kadı Şurayh ( -80) [232]
Ziyad (b.Ebih)[233]in vefatı ile neticelenen, hastalığı esnasında huzuruna girdi. Oradan çıkınca Mesruk [234] adam gönderip, ona emiri ne vaziyette bıraktın, diye sordu. Kadı Şurayh da: "Emreder ve nehyeder bir halde bıraktım" dedi. Mesruk: "Şurayh, sözü zor anlaşılır bir adamdır, ona tekrar sorun" dedi. (Tekrar Şurayh'a sorulduğunda): "Onu, vasıyyetini emreder ve kendisine ağlanılmasmı nehyeder (meneder) bir halde bıraktım" dedi.
Şurayh'a oğlunu sormuşlardı. Oğlu ise (henüz) vefat etmişti. Dediler ki: "Ey Eba Umeyye... hastamız nasıl sabahladı?" O da: "Şimdi ağnsı dindi, ailesinin beklediği de buydu" dedi. Yani, ailesi onun Allah katındaki sevabını bekler, umar demek istemiştir( ve bununla oğlunun öldüğünü ifade etmiş) tir.
Misaller bizim bitiremiyeceğimiz kadar çoktur.
Huzeyfenin (R.A.) Osmana söylemiş olduğu sözü ve ettiği yemini de tevriyeden hali değildir. Onun-sözü(nün tamamı) nakledilmedi ki[235] tevil edelim; çünkü onun nakledilen sözü mücmel (kapalı) dir.
Huzeyfe için sana bir misal verelim: Huzeyfe sanki şöyle söylemiş gibidir: "İnsanlar öfke anında bildikleri en kötü şeyleri, hoşnutluk anında da bildikleri en güzel şeyleri söylerler."
"Osman (R.A.) iki dostuna (Ebubekr ve Ömer) muhalefet ederek, işleri yerli yerinde yapmadı. Asha-bıyla müşavere etmedi ve mallan hakkı olmayanlara dağıttı" bu ve benzeri şeyler söylemiş, bir jurnalci de bunları, Hz. Osmana haber vermiştir. O da çok kötü sözler söylemiş ve ona: "Benim zalim, hain vb. olduğumu söylediğin kulağıma geldi" demiştir. Bunun üzerine Huzeyfe, böyle birşey söylemediğine dair yemin et miş, Osman da onun bu sözleri söylemediğini'tasdik etmiştir. Huzeyfe yemini ile onun öfkesini yumuşatmak, kabarmış öfkesini yatıştırmak ve onun öfkesini kendi üzerine çekmemek istemiştir.
İmamın (devlet reisinin) teb'asma olan öfkesi, babanın evladına, efendinin kölesine, kocanın karısına olan öfkesi gibidir. Hatta İmamı öfkelendirmek daha büyük bir günahtır. Huzeyfe de küçük bir günah karşılığında, ondan daha büyük bir günahtan kurtulmuş ve: Dinimin bir kısmını diğer bir kısmı ile satın alı(p kurtan) yorum" demiştir.
Hz. Ömer, Osman, Ali ve Aişe'nin (R.A.) Hz. Ebu Hurayra'yı yalanlamalarından dolayı ona ta'n etmesine gelince: Ebu Hurayra, üç sene kadar Rasulullah ile beraber bulunmuş ondan pekçok hadis rivayet etmiştir. Rasulullahtan sonra daha elli sene yaşamış ve H. 59 senesinde vefat etmiştir. Aynı sene Rasululla-hın hanımı Ummu Seleme (R.A.) ve bu ikisinden bir sene önce de Hz. Aişe (R.A.) vefat etmiştir..
Ebu Hurayra (R.A.) ashabın ileri gelenlerinin ve ilk müslüman olanların pekçoğunun dahi rivayet etmediği kadar çok sayıda hadis rivayet edince, ona karşı çıkmışlar ve: "Sen bu kadar hadisi tek başına nasıl işittin? Bunları seninle birlikte işiten başka kimse var mı?" diye çakışmışlardır. Hz. Aişe, ona karşı çıkanların en serti idi. Çünkü o, Ebu Hurayra ile uzun müddet beraber bulunmuş idi.
Ömer de aynı şekilde, çok rivayet eden veya hüküm bildiren bir hadis nakledip de bunu Rasulullah'tan işittiğine dair bir şahid getirefniyenlere serdavranırdı. Hz. Ömer, Ashaba, az rivayette bulunmalarım emrederdi. Bunu insanların rivayeti çoğaltmaması münafıkların, facirlerin ve (cahil) bedevilerin hadislere yabancı şeyler karıştırmaması, tedlis'in (=kanşıkhk) ve uydurma rivayetlerin ortaya çıkmaması için yapıyordu.
Ebubekr, Zubeyr, Ebu Ubeyde, Abbas b. Abdil-muttalib gibi Ashabın ululan, Rasullah ile olan yakınlıklarına ve onunla uzun müddet beraber bulunmalarına rağmen az hadis rivayet ediyorlardı. Hatta Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl ki Cennetlik olduğuna şehadet edilen on kişiden biridir.-gibileri hemen hemen hiç-birşey rivayet etmemişlerdir.
Hz. Ali de: "Ben Rasulullahtan bir hadis işitiğim zaman, Allah beni onunla dilediği kadar faydalandırır. Birisi bana bir hadis rivayet ettiği zaman ondan (bunu Rasulullahtan işittiğine dair) yemin etmesini isterim. Eğer yemin ederse onu tasdik ederim. Ebubekr de bana rivayet etti (fakat) Ebubekr doğru söyler", demiş, sonra hadisi zikretmiştir.
Ashabın hadis rivayeti konusundaki titizlik ve sıkılığına, ve hadislerde tahrif, fazlalık veya noksanlık vuku'a gelmesinden korkarak rivayetten çekinmelerine bir baksana. Çünkü onlar Peygamber'i (S.A.V.) şöyle derken işitmişlerdi: "Kim benim ağzımdan yalan söylerse, cehennemde oturacağı yeri hazırlasın.[236]
ez-Zubeyr'den (R.A) de aynı hadis rivayet olunmuştur. Ve o: "insanların bu hadise "kasden" kelimesini eklediklerini görüyorum. Allaha yemin ederim ki ben, Rasulullahın "kasden" lafzını söylediğini işitmedim" demiştir.
Mutarrifb.Abdiilah'ın( -95) [237] rivayetine göre İmran b. Husayn şöyle demiştir: 'Vallahi eğer istesem, iki gün arka arkaya hiç durmadan hadis rivayet edebilirim. Lakin beni bundan alıkoyan şudur ki, As-habtan bazıları benim gibi hadisleri işittiler, benim gibi hadiselere şahid oldular. Birçok hadis rivayet ediyorlar, fakat hadisler onların dedikleri gibi değildir. Ben de onların karıştırdıkları gibi karıştırmaktan korkuyorum. Sana şunu söyleyeyim ki, onlar hataya düşüyorlardı, fakat bunu kasden yapmıyorlardı."
Ebu Hurayra Ashaba: Kendisinin -Rasulullaha hizmet etmek ve (aynı zamanda) karnını doyurmak için -Ashabın en çok Rasulullahla beraber bulunanı olduğunu, fakir olduğu ve hiçbir şeyi olmadığını dolayısıyla kendisini Rasulullahtan alıkoyacak, çift sürmek veya çarşıda alışveriş etmek gibi bir meşgalesi bulunmadığtm,diğer ashabın ise, vakitlerinin çoğunu < ticaret ve mal peşinde koşmakla geçirdiklerini .kendisinin ise Rasulullahtan hiç ayrılmadığını, bu sebeple onların bilemediklerini öğrendiğini, onların ezberle-yemediklerini ezberlediğini söyleyince Ashab ona tarizde bulunmayı bıraktılar.Bununla beraber o, kendisinin işitmediği, fakat kendisi nezdinde güvenilir birinden duyduğu bir hadisi rivayet ederek (Rasulullahtan işitmediği halde) "Rasûlullah şöyle dedi..." der ve hadisi naklederdi. Bunu İbnu Abbas ve diğer ashab da yapardı. Böyle yapmakta -elhamdülillah- yalancılık mevzuubahs değildir. Bu sözü söyleyene de, bunu dinleyen, onun bu hadisi Rasulullahtan işitmediğini bilmese bile -inşaallah- günah yoktur.
Ebu Hurayranın "Halilim (yani Peygamber 'S.A.V.) şöyle dedi, Halilimi işittim.." gibi sözlerine, Hz. Ali'nin "Rasûlullah ne zaman senin Halilin oldu?" demesine gelince:
Halillik, dostluk ve samimiyet manasına gelir ki, biri diğerinden daha değerli olmak üzere iki derecedir. Arkadaşlık (suhba) da böyle biri diğerinden daha kıymetli olan iki dereceye ayrılır.
Nitekim birisi "Ebûbekr Rasulullahın sahibi fya-reni)dir." dediği zaman Rasulullahın Ashabı ile olan sohbetini kasdetmez. Çünkü onların hepsi de sahabedir. Bu sözde Ebubekr için ne gibi bir üstünlük olabilir? Burada kasdedilen, Ebubekr'in, Rasulullahın en yakını olmasından başka birşey değildir.
Rasulullahın ashabı arasında tesis ettiğ kardeşlik (muâhât) de, Allanın "Mü'minler ancak kardeştirler" ( 49 el-Hucurat, 10) ayetiyle, mü'minler arasında vücud bulan kardeşlikten daha değerli ve güzeldir. İşte halillik de böyledir. Cenab-ı Hakk'ın: "Allah İbra-îıimi dost edinmiştir." (4 en-Nisa, 125) ayetinde ve Rasûlullahın: "Eğer bu ümmetten bir haîil edinsey-dim. Ebubekri edinirdim.[238] hadisinde -ki burada, onu, Allah'ın Hz. İbrahim'i dost edindiği gibi dost edinirdim demek istemiştir- kasdedilen halillik (dostluk) hususi olan dostluktur.
Ama umumi olan halilliğe gelince: O, Allanın mü'minler arasında tesis ettiği hainliktir ki, "Dostlar o gün birbirlerine düşmandırlar, ancak takva sahipleri bundan müstesnadır." (43 ez-Zuhruf, 67) ayeti bu halilliğe işaret etmektedir.
Hz. Ali, Ebu Hurayra'nm "Halilim.. ve Halilimi şöyle derken işittim.." sözlerini duydu. Ebu Hurayra hakkındaki düşüncesi iyi olmadığı içindir ki ona: "Rasûlullah ne zaman senin Halilin oldu? demiştir.
Hz. Ali Rasulullahın (yukarıdaki hadiste ifade edilen) ittihaz etmediği halilliği anlamıştı. Çünkü Rasûlullah, halil edinseydi, bu kişi Hz. Ebubekr olacaktı. Ebu Hurayra ise, Allanın bütün mü'minler arasında tesis ettiği halilliği (dostluğu) ve yakınlığı kasdediyordu. Çünkü Rasûlullah bu cihetten, bütün mü'minlerin halili ve bütün müslümanlann velisidir.
Rasulullahın: "Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. [239] hadisi de yukarıdakiler gibi anlaşılmalıdır. Rasûlullah ile mü'minler arasındaki velayet (dostluk), mü'minlerin kendi aralarındaki dostluktan daha üstündür. İşte Rasûlullah da bu dostluğu Ali'ye (RA.) tahsis etmiştir. Eğer Rasûlullah bunu kasdetmemiş olsaydı, Ali (R.A.) için, bu söz dolayısıyla bir fazilet veya bu sözün herhangi bir şeye delalet etmesi mevzubahs olmazdi. Çünkü zaten mü'minler birbirlerinin velileridirler. Rasûlullah da her müslümanın velisidir. Veli ile mevlâ arasında fark yoktur (manaları aynıdır.) [240]
Cenabı Hakkın: : Çünkü Allah İman edenlerin mevlâsı (yardımcısı) dır.." (47 Muhammed, 11) aye-tindeki ve Rasulullahın: "Hangi kadın, mevlâsmm (velisinin) emri olmaksızın nikah edilirse, onun nikahı batıldır, batıldır[241]hadisindeki mevlâ kelimeleri, velî manasmdadır.
İşte bunlar, en-Nazzamm iddialarıdır. Onları açıklayıp, cevaplandırdık.
Bir de onun, Kur'an ile tenakuz hâlinde olan hadisler bulunduğuna, yine akli delillere dayanarak çirkin olup kabul etmediği hadisler bulunduğuna, akli delillerin bazan hadisleri neshedebileceğine, birbirini nakzeden hadislerin bulunduğuna dair iddiaları var dır ki bunları inşaallah ileride ele alacağız. [242]
II-Ebu'l-Huzeyl El-Allâf
EBÛ MÜHAMMED: Gelelim Ebu'l-Huzeyl el-Al-lafın (135-235) [243]sözlerine... Görüyoruz ki, o da yalancının ve iftiracının biridir. Onun görüşlerinin taraftarlarından birisi anlattı ki o, Muhammed b. Cehm'in (?-?)[244]yanında iken şöyle demiştir: "Ey Ebu Cafer... Benim ellerim kazanç hususunda mahirdir. Fakat sadaka vermekte beceriksizdir. Yüzbin-lerce dirhemi ihvana dağıttım. Fulan bunu bilir. Allah hakkı için ey fulan sana soruyorum, sen bunu biliyor-musun?" Ben de: 'Ta Eba'l-Huzeyl, söylediklerinin doğruluğunda hiç şüphe yok." dedim. (Bu sözü söyleyen devam ederek:) el-Huzeyl benim orada bulunmamla yetinmedi, benim şehadette bulunmamı istedi. Onunla da yetinmedi, benden yemin etmemi talep etti, demiştir.
Yine Ebu'l-Huzeyl, Muveys b. İmran'a [245]bir tavuk hediye etmiş ve tavuğu herşeye mesel yapmaya, onu tarih olarak kabul etmeye başlamıştır. Artık, "şu işi, sana o tavuğu hediye etmeden önce yapmıştım, şu işi de, o tavuğu verdikten sonra yaptım..." diyordu.Besili bir deve görse, "Hayır vallahi, bu sana hediye ettiğim tavuk değildir" derdi.
İşte bu, ikiyüz bin dirhem şöyle dursun, on kuruşu bile arkadaşlarına dağıtmayan bir adamın görüş kapasitesidir.
Onun ıstıtaa[246]hususundaki hataları da nak ledilir. O, "bir işi yapan, o işi yaptığı anda başka bir fiili işlemeye kadir değildir" demiştir. Çünkü onlar failin ıstıtaa'sının fiil ile birlikte.bulunmasını ittifakla (icma ile) şart kıldılar ve dediler ki: "İnsanların birleştikleri (icma ettikleri) husus şudur ki, her fail bir fiili işlerken, o fiili işleme gücüne sahiptir. Isütaat fiil ile beraberdir."
Istıtaatm fiilden önce olduğunda ise ihtilafa düşmüşlerdir.
Biz, onların icma ettikleri hususta müttefikiz. Istıtaatın fiilden önce mevcud olduğunu iddia edenin ise delilini getirmesi gerekir. Bu yüzden o da bu görüşe sığınmıştır.
İdrak mevcud olduğu halde doğru görmenin yokluğundan ve ilim mevcud olduğu halde hayatın yokluğundan soruldu. Ne aradaki farkı açıkladı, ne de görüşünden döndü.
Yine onun iddiasına göre bulûğa eren bir kimsenin, bulûğ anındaki ısütaası ile bir işi yapması imkansızdır. Bu ıstıtaa ile ancak, ikinci bir halde iş yapar.
Ona: "Peki o halde bu ıstıtaa ile ne zaman iş yapar? ıstıtaanın selbedildiği (yok olduğu) an mı, yoksa bulûğ halinde mi? denilecek olursa, ıstıtaa selbedildiği an da yapması sana göre muhaldir. O halde bu ısü-taa ile sadece ve sadece bulûğ anında yapmıştır.
(Biraz önce geçen) "ikinci hal" hakkında hoş olmayan sözler söylemiştir. Buna ilaveten, Cehennemliklerin azabının, Cennetliklerinin de nimetlerinin ebedi olmayıp sona ereceğini söylemiştir[247]
III-Ubeydüllah B. El-Hasen
Sonra Ubeydullah b. el-Hasen'e ( -168) geliyo-ruz. Kendisi Basra kadısı idi. İnsanların inkar etmiş olduğu görüşlerinin çirkinliğinden ve sözlerinin son derece çelişkili oluşundan dolayı -ki bu sözler hakikaten çelişki denmeğe layık sözlerdir-hücuma uğramıştır.
Onun {hücuma uğramasının) sebebi şudur. O şöyle diyordu: "Kur'an'da İhtilafa delalet vardır. Kaderi reddedenler doğru söylemişlerdir. Bu görüş için Kur'anda bir asıl (mesned) vardır. Cebriyyenin de dedikleri doğrudur, onların görüşleri için de, Kur'anda bir asıl vardır. Kim kaderi reddederse, doğrudur, kira Cebr görüşünü kabul ederse o da doğrudur. Çünkü bazan bir tek ayet, iki muhtelif manaya[248] delalet eder ve birbirine zıd iki manaya çekilebilir."
Birgün kendisine Mu'tezile ve Cebriyeyye'den sorulmuş: "Hepsi de isabet etmiştir. Bunlar (Mu'tezile) Allahı tazim edenlerdir, diğerleri (Cebriyye) ise tenzih edenler..." demiştir. Ona göre isimler hakkında söylenilenler de böyledir. Binaenaleyh, her kim "zina eden mü'mindir" derse isabet etmiştir, her kim kafirdir, derse o da isabet etmiştir. Bir başkası "O (zina eden) ne mü'mindir ne de kafirdir, fakat fasıktır." derse, o da isabet etmiştir. "O ne mü'nıindir, ne fasık, o . münafiktir." diyen de doğrudur. Bir başkası: " O kafirdir, müşrik değildir" derse o da isabet etmiştir. "Kafir ve müşriktir" diyen de isabet etmiştir. Çünkü Kur'an, bütün bu manalara delalet etmektedir.
(Ubeydullah şöyle) demiştir: Birbirinden farklı olan sünnetler de böyledir. Kur'a çekmek de caizdir, aksi de [249]Siâye[250] de caizdir, aksi de [251]Mü'minin kafire karşılık öldürülmesi de doğrudur, öldürülmemesi de [252]Fakih bu farklı görüşlerden hangisini alırsa alsın isabet etmiştir.
Birisi "Katil şüphesiz Cehennemdedir" dese isabet etmiş olur. Eğer "Katil Çenettedir" dese yine isabet etmiş olur. Eğer bu hususta birşey söylemeyip, neticeyi Allaha havale etse yine isabet etmiş olur. Çünkü o, bu sözüyle, Allanın onu bu işte (katilin akıbeti hakkında) gaybı bilmek mecburiyyetinde olmadığını kasdetmektedir.
(Ubeydullah), Ali'nin (4R.A), Talha ve ez-Zubeyr (R.A.) ile, bu ikisinin de Ali ile savaşması hususunda; "Bunlar, hepsi de Allaha itaat etmektedirler." derdi.
Kendisi Kelam ehlinden, kıyas ve nazar ehli birisi olduğu halde, onun bu söz(ler)inde, gördüğün gibi (ne kadar da) tenakuz ve tutarsızlık vardır!.. [253]
IV-Bekril-Ammî
EBÛ MUHAMMED: Gelelim Bekriyye fırkasının kurucusu "Bekr"e. O, kelamcılann takva hususunda hali en güzel olanıdır. Biz onun: "Birisi bir hardal tohumu çalsa, sonra da bundan tevbe etmeksizin ölse, o kimse Cehennemde Yahudi ve Hristiyanlarla beraberdir" dediğini görüyoruz. Halbuki Allah, dostunun haberi yok iken, onun malından yemesi için müslümana genişlik tanımıştır. Yine bahçeye giren birisinin -alıp götürmemek şartıyla- o bahçenin mey-vasından yemesine de müsaade etmiştir. Bir yolcu, karnı aç iken bir koyuna rastlasa, onun sütünden istifade etmesini de Allah mubah kılmıştır.
O halde nasıl olur da, hiçbir kıymeti olmayan bir hardal tohumunu alan bir adama azab olunur ve nasıl olur da o tohum adamın cehennemde ebediyyen kalmasına sebep olur?
Bir hardal tohumunu almanın günahı ne ki, ondan tevbe etmek icab etsin? Veya bu taneyi aldığından dolayı ne gibi bir zarar[254] mevzuubahs olabilir?
Bazan bir adam, müslüman bir kardeşinin odunlarından, dişlerini karıştıracak kadar küçük bir parça, veyahut çamurundan biraz çamur alabilir. Onun havuzundan su içebilir. Halbuki bunlar bir hardal tohumundan daha büyüktür.
Keza Bekr, "Çocuklar acı hissetmez" derdi. Kendisine: "Peki çocuk çimdiklenince veya kendisine acı verecek birşey olunca niçin ağlar." diye sorulduğunda, "Bu, ancak onun ebeveynine eziyettir. Çünkü Allah, günahsız bir çocuğa elem ve acı vermeyecek kadar adaletlidir" derdi. "Günahı olmadığı halde hayvanların acı çekmesine ne dersin?" denildiğinde, "Allah onu ancak Adem oğlunun faydası için demlendirir. Hayvanın acı çekmesi, Adem oğlunun ihtiyaç anında onları gütmesine, durdurup koşturmasına yarar" derdi.
Bir başkasının menfaati için Allah'ın hayvana acı çektirmesi, ona göre adalet idi. Belki bu dediğinin aksini söylemiştir de, ondan rivayette bulunanlar karıştırmışlardır.
(Bekr) "tulumdaki sert nebiz (üzüm ve hurma suyundan yapılan bir nevi içkijden içmek sünetten-dir, keza oğlak yemek, mestlere meshetmek de sünnettendir" derdi.
Halbuki sünnet yiyecek ve içecek şeylerde değil, ancak dini hususlarda mevzuubahs olur. Eğer bir adam ömrü boyunca, Rasulullah yediği halde, karpuzu hurma ile yemese, veya Rasulullah kabak sevdiği halde kabak yemese, bu adam için "sünneti terketti" denemez. [255]
V-Hişam B. El-Hakem
EBÛ MUHAMMED: Sonra Hişam b. el-Hakem'e (Ö. 148/765) geliyoruz. Onun da aşın bir râfızî olduğunu görüyoruz.
Hişam, Allah'ın kenarı ve hududu (sınırı) olduğunu (boyunun) şu kadar karış olduğunu ve buna benzer, Kelamcılara aşikar olan anlatılması güç [256] pekçok şeyler söylemiştir.
Sünnet mezhebi mensublanndan (seleften) daha şiddetli bir cebr anlayışına sahib idi.
Birisi ona: "Zannediyor musun ki Allah, re'feti, rahmeti, hikmeti ve adaletiyle beraber, bizi emirleriyle mükellef kılsın da sonra bizim onu yapmamıza mani olsun ve sonra da bunu yapmadığımızdan dolayı bize azab etsin?" demiş, o da cevaben: "-Vallahi- şüphesiz Allah böyle yaptı. Lakin biz bunu söyleyemiyo-ruz," demiştir.
Bir adam ona: "Ey Eba Muhammed, Ali'nin Fe-dek [257]arazisi hakkında Ebubekre gidip Abbas'ı (R.A.) dava ettiğini biliyor musun? [258]dedi. O da, evet dedi. Adam tekrar: "Hangisi zalim idi?" deyince, İkisi de zalim değildi." dedi. Bunun üzerine adam: "Subhanallah... Bu nasıl olur?" dedi.'O da: "Bu ikisi (Ali ve Abbas), Davud' a (A.S.) .gidip davacı olan iki hasım melek gibidir. Bu meleklerinin ikisi de zalim değil idi. Bunlar ancak, Davud'a (A.S.) hatasını ve zulmünü haber vermek istediler,[259] Ali ile Abbas da Ebu-bekr'e hatasını bildirmek istediler" dedi.
Kelamcılann onun hatası olarak kabul ettikleri sözlerinden biri de: "Allah çakıl taşını -ağırlığı, genişli ği, uzunluğu ve derinliği ile- bir dağ haline çevirebilir. Yerde bir parmak yer kaplarken, onu yerde bir fersah yer kaplar hale getirebilir. Bunu da (dağın) cisim ve arazlarından (sıfatlarından) eksiltip arttırmaksızın, yapabilir." sözüdür. [260]
VI- Sumame
EBÛ MUHAMMED: Sonra Sumame'ye ( -213/828) geliyoruz. Onun da dininin zayıf olduğunu, İslama noksanlık isnad edip İslam ile alay ettiğini, Al-lahı tanıyıp ona iman eden hiçbir kimsenin söyleye-miyeceği şekilde İslam'a dil uzattığını görüyoruz.
Yine onun herkesçe malum meşhur bir sözü nakledilir: Bir gün Cuma namazını kaçırma korkusuyla mescide doğru koşuşan bir grubu görür ve: "Şu öküzlere, şu eşeklere bakınız" der. Sonra adamlarından birine: "Şu arab [261]Hz. Muhammed'i (S.A.V.) kasdediyor- insanlara neler yaptı.." der. [262]
VII- Muhammed B. El-Cehm El-Bermekı
EBÛ MUHAMMED: Sonra da Muhammed b. el-Cehm el-Bermeki'ye geliyoruz. Onun mushafı (Kur'anı), Aristo'nun, kevn ve fesad, ve mantığın tarifleri hakkındaki kitapları idi. Ömrünü bunlarla geçirir, fakat bir ay ramazan orucunu tutmazdı. Çünkü -denildiğine göre- oruç tutmaya gücü yokmuş..!
(el-Bermeki) şöyle derdi: "Hiçbir kimse, birisine yaptığı birşeyden veya bir iyilikten dolayı teşekküre müstehak değildir. Çünkü bu iyiliği yapan, Allahtan bir sevab ummaktan hâlî değildir. Bu takdirde ise, kendi nefsini düşünmüş olur. Yahud yaptığı işi karşılığını umarak yapar. Bu durumda ise o, kendi kazan cini gözetmiş olur. Yahud da, övgü ve kendi iyiliğinin anlatılması için yapar.Bu takdirde de kendi haz ve zevkine çalışmış ve kendisine yardım etmiş olur. Veya o kimseye merhameten veya kalbinin yufkalığından ötürü iyilik eder. Ama bu takdirde, bu iyiliği ile ancak kendi rahatsızlığını teskin etmiş ve bununla hastalığını tedavi etmiş olur."
Bu sözler, Rasulullahm: "İnsanlara şükür (teşekkür) etmeyen, Allaha da şükretmemiş olur.[263]hadisine aykırıdır.
Kelamcılardan biri, el-Bermeki'nin vefatı anında vasiyette bulunduğunu ve şöyle dediğini anlatır: Rasûlullah "Evet, üçtebir kafidir. Uçtebir de (madununa nisbetle) çoktur. [264] demiştir. Ben ise derim ki, "üçtebir'in üçtebiri de çoktur. Miskinlerin hakları beytü'l-mal'dedir. Eğer adam gibi (çalışarak) isterlerse alırlar. Fakat kadınlar gibi (çalışmayıp) otu-rurlarsa bundan mahrum kalırlar. Kim onlara mer hamet ederse, Allah o kimseye merhamet etmesin."
EBÛ MUHAMMED: Onunla beraber yolculuk eden bir adam bana rivayet etti ki; Birgün, el-Berme-kinin hayvanı ürküp kaçınca şöyle demiş: "Rasulul-lah, hayvana ayağı sürçünce vurunuz, kaçınca vurmayınız." [265]demiştir. Ben ise, ne tökezleyince ne de kaçınca vurun derim."
EBÛ MUHAMMED: Rasulullahın bu hadisi söylediği sahih midir, değil midir? bilmiyorum. Bu ancak el-Bermeki'den rivayet edilen birşeydir ki, o da bunda hata etmiştir.
Doğru olan birinci söylenen (tökezleyince vurul-masıjdır. Çünkü hayvan, bir kuyu (veya nehir)den veya binicisinin görmediği herhangi birşeyden korkar ve binicisini düşürür ki bunun sonucunda helak olmak vardır.
Rasulullahın, hayvanın kaçmasından dolayı dövülmesini yasaklamasının, tökezlenince vurulmasını emretmesinin sebebi, tökezlenince (vurulmak suretiyle) hayvanın gayret etmesi ve tökezlememesi içindir. Çünkü tökezleme çoğu zaman hayvanın gevşekliğinden meydana gelir. [266]
VIII-Ehli Rey Özellikle Ebû Hanîfe [267]
EBÛ MUHAMMED: Re'y ehline gelince, onlar da diğerleri gibi ihtilaf içersindedirler. Önce kıyas yaparlar, sonra kıyası bırakıp istihsana başvururlar. Bir meselede bir görüş ileri sürüp ona göre hüküm verirler, sonra da o hükümlerinden dönerler.
Bana Seni b. Muhammed tahdis etti ve dedi: Bize el-Asmaî, Hammad b. Zeyd'den tahdis etti, (Ham-mad) dedi: Yahya b. Mihnaf ı işittim şöyle diyordu: "Maşnk ehlinden (Doğudan) bir adam, bir sene evvel Mekke'de kendisine verdiği bir yazı ile Ebu Hanife'ye (80-150) geldi. Sormuş olduğu şeyi ona (tekrar) arzet-ti. Ebu Hanife de vermiş olduğu bu hükümden tamamen döndü. Bunun üzerine adam başına toprak saçarak şöyle dedi: "Ey insanlar geçen sene bu adama geldim, bana şu yazdığı şekilde fetva verdi.Ben de bu fetvaya dayanarak, pekçok kan akıttım, pekçok kimseyi (bu fetvaya dayanarak) evlendirdim. Bu sene de kalkmış dediğinden dönüyor...!"
Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti. Ona da el-Muhtar b. Amr haber vermiş ki, bir adam Ebu Hanife'ye (80-150) {yukarıdaki mesele için) bu nasıl olur?" demiş;
Ebu Hanife: O, geçen seneki görüşüm idi. Bu sene ise görüşüm geçen senekinden başkadır, demiştir. [268]
Adam: Bana, gelecek sene başka bir görüşte bulunmayacağını teminet (garanti ver) dermiş.
Ebu Hanife: Bu nasıl olur bilmem ? Cevabını vermiş.
Adam da: Lakin ben, Allanın lanetinin senin üzerine olduğunu biliyorum, demiştir .
el-Evzai (88-157)[269] şöyle derdi: "Biz, Ebu Ha-nife'yi re'y ile hüküm verdiğinden dolayı ayıplamıyoruz. Nitekim hepimiz re'y ile hüküm veriyoruz. Fakat biz onu, kendisine bir hadis ulaştığı halde (hadis- i bırakıp başka bir görüşle) hadise muhalefet ettiğinden dolayı kınıyoruz."
Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti. (Sehl) dedi: Bize el-Asmai, Hammad b. Zeyd'den haber verdi.
Haramad (98-179) [270] şöyle dedi: Ebu Hanifeye, İhrama giren ve İzar (ihramın alt kısmı) bulamayıp, don giymiş olan bir adamın durumundan sorulduğunda ben de orada idim. Ebu Hanife: "Fidye gerekir" dedi. Ben bunun üzerine: "Subhanallah.. Bize Amr b. Dinar, Cabir b. Zeyd'den o da İbnu Abbas'dan tahdis etti ki, (İbn Abbas) şöyle demiştir: "Rasulullahı ihrama girecek olan hakkında şöyle derken işittim: "İzar bulamazsa don giyer, na'leyn (ayakkabı, sandalet) bulamazsa mest giyer. [271] dedim.
Ebu Hanife: "Bırak onu.. Bize Hammad ( -120) [272] İbrahim'den ( -95) [273] tahdis etti ki, İbrahim: "O kimseye kefaret gerekir." demiştir." dedi.
Ebu Asım, Ebu Avane ( -179) [274]den rivayet etti ki (Ebu Avane) şöyle demiştir: "Ben Ebu Hanife'nin yanında idim. Kendisine hurma fidesi çalan bir adam(ın cezası) soruldu. Elinin kesilmesi gerekir, dedi. Ben ona: Bize Yahya b. Said, ona Muhammed b. Yahya b. Hıbban, ona da Rafı b. Hudeyc rivayet etü ve dedi ki: Rasulullah (S.A.V.): "Meyvede ve hurma özünde [275]el kesme yoktur. [276] buyurdu, dedim. Ebu Hanife: Benim bu hadisten haberim yok, dedi.
Ben: Fetva verdiğin adamı geri çevir, dedim.
Ebû Hanife:Bırak gitsin..Zaten boz katırlar onu alıp götürdü,dedi."
Ebû Âsım(121-212) [277] Boz katırların adamın kanını ve etini götürmüş olmasından [278]korkarım.demiştir.
Ali b.Âsım(l 05-20 l) [279]dedi ki:Ebû Hanife'ye Abdullah b.Mes'ud'un"Kim halkın yemesi için bir koyun keserse,ilk doğacak kızımı ona vereceğim&qu