seymanur K
Fri 22 July 2011, 01:20 pm GMT +0200
Çatışma Günleri
Şirk ordusu Medine'ye yaklaşıp, o zamana kadar Araplar arasında hiç bilinmeyen bir savunma yöntemiyle karşılaştıkları zaman şaşkına dönmüşlerdi. Ne yapacaklarım bilememişlerdi. Ordugâhlarını kurup, küçük birlikler halinde hendeğin bir tarafında sürekli gezinerek, Müslümanların bir açığınryakalamaya çalışmanın çabasını yürütmeye başlamışlardı. Müşrikler hendeğe yaklaştıkça Müslümanlar önceden hazırladıkları taşlarlar ve oklarla onları hendekten uzaklaştırıyorlardı. Müşrikler, kısa süre sonra, hendeği geçemeyeceklerini anladılar. Önlerindeki hendek çok geniş ve derindi. Sadece bir noktada damlıyordu. Orası vakit yetmediği İçin Müslümanların yarım bırakmak zorunda kaldıkları yerdi. Müşrik komutanlar ilgilerini o bölgeye yönelttiler. Kuşatma süresince de hep o bölgeyi gözleyip, Müslümanların uzaklaştıkları, dalgınlıklarına gelip kendilerini fark edemeyecekleri bir anı yakalamaya çalıştılar. Buna karşılık, Resulüllah hendeğin bu dar kısmı için özel nöbetçiler tayin edip günün her saatinde orasını göz önünde tutuyordu. Bizzat kendisi de, çoğu zaman, gece veya gündüz, soğuk veya sıcak demeden nöbet tutanların yanında yer alıyordu.
Geceleri çok soğuk geçiyordu. Bazı Müslümanlar evlerinden getirdikleri yorganlara sarınıp nöbet tutuyor veya nöbeti biten kendisini yorganın altına atarak ısınmaya çalışıyordu. Çoğu zaman hendek boyunda devriye gezen veya nöbet tutan Resulüllah da geceleri çok üşüyor, arada bir çadırına girerek ısınmaya çalışıyordu. Resulüllah'ın o gecelerden birisinde ne kadar üşüdüğüyle ilgili olmak üzere Hz. Aişe'nin tanıklığı şöyledir: 'O kadar üşümüştü ki titriyordu, bana sokulup ısınmaya çalıştı.[221]
Hizmetlerini görmek için Aişe, Ûmm-ü Seleme ve Zeyneb sırasıyla Resulül-lah'ın yanında kalıyorlardı. Bu nedenle Resulüllah'ın savaş sırasındaki durumuyla ilgili haberlerin bir çoğu bu eşlerinden nakledilmiştir. Ümm-ü Seleme o korku ye soğuk dolu gecelerden birisiyle ilgili olarak şunları anlatmıştır: 'Resulüllah bizzat hendeği bekliyor, Müslümanlarla birlikte, nöbet tutuyordu. Havalar çok soğuk ge-Çiyordu. Bu nedenle özellikle geceleri çok üşümüş hâlde çadıra gelip biraz ısınmaya Çalışıyordu. Bir defasında nöbetten gelip yattı. Uyumaya haşladı. O uyurken dışan-an Ey Allah'ın süvarileri. diye bir ses geldi. Bu muhacirlerin kendi aralarındaki parotalarıydı. Resulüllah uyandı ve hemen kalkıp çadırın önünde nöbet tutan Abbad b. Bişr'e bağırtının sebebini öğrenmesini istedi. Abbad bir sûre sonra gelerek; 'Ömer bağırmış. Gatafanâan bir grup düşman süvarisi hendeği geçmeye kalkışmış. Müslümanlar onları defetmeye çalışıyorlar' dedi. Resulüllah hemen zırhım giyindi. Miğferini taktı. Atına binip seslerin geldiği tarafa doğru gitti. Bir süre sonra yüzü güler hâlde geldi. 'Allah'ın İzniyle defedildiler. Bir kısmı öldü, bir kısmı da yaralandı' dedi. Sonra tekrar yattı. Çok yorgundu. Hemen uyumaya başladı. Tam uyumuştu ki korku verici bir bağırtı duyuldu. Resulüllah hemen fırlayıp kalktı. Abbad b. Bişr'i bağırtının sebebini öğrenmesi için gönderdi. Abbad 'Müşriklerden bir grup hendeği geçmeye çalışıyorlarmış' diyerek geldi. Resulüllah tekrar zırhını giyindi. Miğferini taktı. Atına binip seslerin geldiği tarafa doğru gitti. Sabaha kadar da gelmedi. Seher vakti geldiği zaman 'Düşman geri püskürtüldü. İçlerinden birçoğu öldürüldü, bir çoğu da yaralı' dedi. Sonra sabah namazını kıldı ve bir daha yatmadı.[222]
Müşrikler hendek boyu gezinip, Müslümanların dalgın bir anını yakalamaya çalışıyorlar, bazen de fırsatını bulunca Müslümanlara taş veya ok atıyorlardı. Sıklıkla hendek boyunda devriye gezen Resulüllah'ın ok menziline girdiğini görünce, hep birden O'nun bulunduğu yere hücum edip, ok atıyorlardı. Yapabildikleri başka bir şey yoktu. Günler bu şekilde geçerken, adamların gittikçe sabırsızlanması nedeniyle komutanlar bir araya gelip ne yapacaklarını görüştüler. Hendeği dar bölgeden geçmekten başka çare olmadığını, bunun ise ancak süvarilerle başarılabileceğini biliyorlardı. Ordunun en atik ve güçlü savaşçılarının ani bir hücumla hendeğe yönelip, dar bölgeden geçmeyi denemelerine karar verdiler. Eğer karşıya birkaç kişi geçebilirse, Müslümanların o noktaya gelmesini bir süre engelleyerek diğer birçok adamın da hendekten geçmesini sağlayabileceklerini düşündüler. Karar gereği sabah olunca bizzat komutanların kendileri hendeğin dar kısmına yakın yerde toplanıp ani bir hücumla atlarını hendeğe doğru sürdüler. Bindikleri atlar ordunun en iyi atları olduğu için birkaç tanesi hendeği geçmeyi başardı. Plan düşündükleri gibi işliyordu. Fakat Müslümanların geri çekilmek niyetleri yoktu. Hendeği geçen müşrik savaşçılar Müslümanlarla hendek arasında sıkışıp kaldılar. Diğer müşrikler ise bütün denemelerine rağmen hendeği geçemediler. Bu durumda hendeği geçenler için ölüm kaçınılmaz görünüyordu. Korkmadıklarını göstermek ve bir savaşçı gibi ölmek için Müslümanlardan kendilerine rakip istediler. Savaşçılığı ve gücü ile ünlü Amr b. Abd kendisiyle çarpışacak birisini isteyenlerdendi. Müslümanlar çekindiler. Çünkü hepsi de açlık, yorgunluk ve uykusuzluktan bitkin haldeydi. Üstelik karşılarındaki herhangi birisi değil Amr b. Abd idi. O gücüyle, savaşçılığıyla nam salmış bir adamdı. Bu nedenle kimseden ses çıkmadı, ilk anda hiç kimse Amr'ın karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Bunun üzerine Amr şımardı. Şımarıkça sözler söylemeye, davranışlar sergilemeye başladı. Amr'ın şımarıkça bağırtıları karşısında Ali ileri atıldı. Ancak Resulüllah onu geri çekti. Kendisine rakip çıkmadığını gören Amr'ın şımarıklığı daha da arttı; rakip isteğini ağır sözler, alay ve hakaretler eşliğinde sürdürmeye başladı. Ali yine çıkmaya niyetlendi, ancak Resulüllah yine engelledi; 'O Amr'dır ya Ali!' dedi. Amr'ın üçüncü davetinde de kimse çıkmayınca Resulüllah Ali'yi kendi elleriyle çatışmaya hazırladı; bizzat kendi zırhını giydirdi, sarığını sardı ve kılıcını verdi.
Ali ile Amr birbirlerine hücum ettiler. Uzun bir süre ikisi de birbirini yenemedi. Bir ara ortalığı tozduman kapladı. Herkes, ne olduğunu anlamak, kimin galip geldiğini bilmek istiyordu. Ancak tozdan ne olduğunu anlamak mümkün değildi. O sırada Ali'nin 'Allahu Ekber' diye bağırdığı duyuldu. Toz dağıldı, Amr yerde yatıyordu. Müslümanlar hep bir ağızdan tekbir getirmeye; 'Allahu ekber, Allahu ekber...' diye bağırmaya başladılar. Ali, hendeği geçmiş olan Dırar b. Hattab ile Hü-beyre b. Ebî Vehb'in üzerine yürüdü. Dırar, Amr'ı bile yenen yiğit Ali'den korkup kaçmaya başladı. Zorlukla hendeği geçip, arkadaşlarına kavuştu. Sonraları Müslüman olan Dırar'a o zaman niçin kaçtığı sorulduğunda; 'Ali'nin gözlerinde ölümü gördüm' demiştir. Hübeyre çarpışmaya niyetlendi. Bir iki darbe yaptıysa da işinin zor olduğunu anlayınca, o da kaçtı. Bu sırada bazı Müslümanlar da ileri çıkıp çatışmaya dahil oldular. Hz. Ömer, Dırar'a, Zübeyr ise Hübeyre'ye saldırdı. Ancak hem Dırar, hem de Hübeyre kaçmaya başladılar. Komik bir durumları vardı. Kavimlerinin en kahramanları küçük çocuklar gibi kaçıyor, bir yandan da arkadaşlarından yardım istiyorlardı. Halbuki peşlerinde olan bir ordu değil, sadece birer kişiydi. Bu arada hendeğe çok yakın bir noktada bulunan Nevfel b. Abdullah kendisini hendeğe attı. Ancak Ali de arkasından hendeğe atlayıp, Nevfel'in işini bitirdi. Hendeği aşarak Müslümanların tarafına geçmeyi başaranlardan birisi de Ikri-me b. Ebû Cehil'di. O da şimdi canının telaşına düşmüştü. Silahını atarak hendeği tekrar geçip, arkadaşlarının yanma gitmeye çalışıyordu. Zorlukla da olsa başardı ve canını kurtardı. Sonunda hendeği geçen beş müşrik komutandan ikisi ölmüş, diğer üçü ise rezil ve. perişan hâlde tekrar kendi ordularının tarafına geçmeyi başarmış oldu. Müslümanlar sevinç içerisinde, müşrikler ise mahcup ve perişan haldeydiler. Ali elinde kılıcıyla Resulüllah'ın yanına gelirken, 'O, akılsızlığı nedeniyle puta yardım ediyordu. Ben ise Muhammed'in Rabbı adına savaşıyordum. Ey insanlar Allah Resulünü çaresiz bırakır sanmayın.[223] diye başlayan ve aynı doğrultuda devam eden bir şiiri okuyordu.
Çatışma sonrası müşrikler iki komutanlarının cesetlerini alma girişiminde bulundular, ladesi durumunda on bin dirhem gibi büyük bir diyet teklif ettiler. Ancak Resulüllah teklifi kabul etmedi; 'Allah onların ölülerine de lanet etsin, diyetlerine de [224] diyerek cesetlerin verilmesini istedi, diyet olarak teklif edilen bedeli almadı.
Kuşatma uzadıkça, Şirk ordusu zorlanmaya başladı. Yiyecekleri iyice azalmıştı. Bir ara Hayber Yahudilerinden yiyecek yardımı istediler. Huyey b. Ahtab arpa, hurma ve hurma kabuğu gibi hem savaşçılar ve hem de hayvanlar için 20 deve yükü yiyeceği hemen yola çıkardı. Ancak küçük bir kervanm şirk ordusuna doğru yaklaştığını fark eden Müslümanlardan bir grup, daha hızlı davranıp kervanı ele geçirdiler. Müşrikler acil ihtiyaçları olan yiyeceklerden mahrum kalırlarken, Müslümanlar açlıklarım bir süreliğine de olsa karşılayacak yiyecek elde etmiş oldular. Bir akşam toplanan müşrik komuta heyeti ertesi gün topyekün saldırı kararı aldılar. Sabah olunca, Müslümanların ok menzilinin dışında olmak üzere hendeğin yakınma dizildiler. Artık kimsede sabır kalmamıştı. Saldın emrini beklemeye başladılar. Müşriklerin saldırı için hendek boyunda sıraya geçtiğini gören Resulüllah da bütün Müslümanları müşriklerin karşısına, hendeğin kıyısına dizdi. Güvenlerini kaybetmemelerim, sabırlarını bozmamalarını istedi. Eğer sabrederlerse, Allah'a olan güven ve itimatlarını kaybetmezlerse savaşın muhakkak lehlerine sonuçlanacağını söyledi.
Nihayet savaşın beklenen anı gelmişti. Müşrikler topyekün saldırıya geçtiler. Müslümanlar ise önceden hazırladıkları siperlerinden müşriklere taş ve ok atıyorlardı. Müşrikler hücum üstüne hücum yaptılar. Ama bir türlü hendeği geçemediler. Müşriklerin hücumları ve Müslümanların bu hücumları durdurma çabaları o gün sabahın erken saatlerinden akşamın karanlığına kadar kesintisiz devam etti. O gün, her anı çatışmayla, koşuşturmayla geçen bir gün oldu. Öyle ki Resulüllah da dahil olmak üzere Müslümanların tamamı o gün öğle, ikindi, akşam namazlarım vaktinde kılamadılar. Sonradan hepsini birden kıldılar. Akşam olunca hendeği geçemeyeceklerini anlayan müşrikler tekrar ordugâhlarına döndüler. Umutlarını büyük oranda kaybetmişlerdi. Müslümanlara bir şey yapamayacaklarına daha da güçlü bir şekilde inanmaya başlamışlardı.
O günkü çatışmalar sırasında Sâ'd b. Muaz kolundan yaralandı.. Kolundaki atardamar tamamen kesilip, koptu. Kanı durdurmak mümkün olmadı. Resulüllah'a getirdiler. Bir görgü tanığının ifadesiyle koldan fışkıran kan Resulüllah'ın yüzünü ve sakalını kırmızıya boyadı. Resulüllah, kesiği ateşle dağladı. Ancak kan yine de durmadı. Dağlama işini üç defa tekrarladı, kan akışı biraz olsun yavaşladı. Bu sırada, orada bulunanlar, öleceğini anlayan Sâ'd'ın bir duasına tanık oldular. Sâ'd şöyle diyordu: 'Ya Rabb! Eğer bu müşriklerle yapılacak herhangi bir çarpışma daha varsa beni öldürme; bırak o çarpışmalara da yetişeyim. Müşriklerle çarpışmayı İstediğim kadar hiçbir şey istemiyorum. Yok eğer müşriklerle çarpışmalar bitmişse beni bırakma, canımı al da şehit olayım. Fakat Kurayza Yahudilerinin sonunu da bana göster. Onların sonlarını gösterinceye, cezalarını çektiklerini görünceye kadar ölümümü ertele. Onların cezalandırılmalarını ve Sana, Resulüne ve Müslümanlara ihanetlerinin karşılığını görmelerini istiyorum. Cezalarını çektiklerini görmem benim sevincim olacaktır. [225] Bu duayı takiben kan durdu ve bir daha akmadı.
[221] Vakıdî, MeğazU 11/465, 466.
[222] Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/236.
[223] Ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 111/205.
[224] Vakıdî, Meğazi, 11/525; Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/238; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, III/423; İbnü'l Esir, el-Kâmil fVt-Târih, 11/182.
[225] Vakıdî, Meğazi, 11/478; Koksal, islâm Tarihi-Medine Devri, V/268, 269.