saniyenur
Sat 4 August 2012, 09:21 am GMT +0200
Çağdaş Ceza Hukuku Ve Kur'ân'ın Ceza Anlayışı
Büyük sanayi devrimi, insanlık için daha iyi bir gelecek vaadiyle geldi. Hayatın her sahasında yeniden düşünmeyi aşıladı. Yeni düşünceler yeni hayallerle eşleşti. Hukuk alanında en önemli konu ceza kanunları ve ceza felsefesi idi. McNaughtan tezi dönüm noktası haline geldi. (W. Friedman, Law in ChanZu-ging Sociery, 1970, sh. 151-152). Ceza anlayışı ve uygulamaları düzeltildi. Gayri insanî cezalar öngören kanunlar çağdaş ihtiyaçlara ve medenî anlayışa uygun formüllerle değiştirildi. Ceza kanunlarında ilk cezaların tedbir mahiyetinde olması sağlandı ve yapıcı, iyileştirici cezalar getirildi. Psikiyatrik gelişmeler klasik ceza anlayışını değiştirdi. Son zamanlarda ceza anlayışındaki değişmelere rağmen, halkı müslüman ülkelerin çoğu İtalyan Ceza Hukuku'na dayanan ceza sistemini ısrarla desteklemektedirler. Bu hususta, dünyaca uygulanan "Günümüz ceza anlayışının standartlarını ve ölçüsünü İslâm Hukuku nasıl karşılayabilir?" sorusu ortaya çıkıyor. Bu soruya cevap verebilmek için Kur'ân'ın ceza felsefesi ile diğer ceza sistemleri karşılaştırılmalıdır.
1- İslâm Öncesi Ceza Kanunlarına Bakış: Sosyal mukavelenin aktinden bu yana, suçu sabit olan kişinin cezalandırılması fikri kabul görmüştür. Cezalandırma, toplumun menfaatini, huzur ve nizamını muhafaza için gerekliydi (H. Change, /. Criminology: A Cross-Cultural Perspective, sh. 552-562). Fakat ceza hiçbir zaman şekil ve muhtevasıyla aynı olmadı. Çağdan çağa, ülkeden ülkeye değişti (Sutherland Edwin. Principles of Criminology. 1947. sh. 333-343). Cezaların içeriği dört başlıkta toplanabilir. Tedip, fizikî eziyet. kişiyi alçaltına ve toplum grubundan uzaklaştırma. Kadîm hukuk sistemleri suçludan çok suça Önem vermiştir.
Yukarıda bahsedilen eski sistemler, yöneticilerin suçludan çok suç üzerine eğildiklerini ve insan tabiatıyla ilgilenmediklerini ortaya koymuştur. Onlara göre katil doğuştan katil, hırsız doğuştan hırsızdır. Muhakeme süreci ve uygulama usûlleri belli bir suç kavramı ve etimolojisi olmadığı için pek sağlıklı yürümüyordu.
2- Kur'ân'da Ceza Anlayışı: Kuran bir ceza sistemi değil, tâlim ve tebligat kitabıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu suçlarla pek az ilgilenilir. Kur'an'ın tam ve dengeli bir suç muhtevası sunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Suç telakkisinin en belirgin özelliği, suça kasıt, sorumluluk, kanun ve kanun gücü, önleyici mekanizma, ceza ve cezanın uygulanmasını derinlemesine incelemektir. Bu, modern olduğunu savunan ve günümüzde kullanabilecek herhangi bir hukuk sisteminin suç ve suçluya bakış siyaseti olmalıdır.
Niyet ve Suç: Kur'an, birşeyi yapıp yapmama konusunda insanı zorlamaz. İnsanoğlunun hayatındaki iyi veya kötü olaylar, bazı görünmez güçler tarafından önceden belirlenmiş değildir. İnsan ne yaparsa ona göre değerlendirilecektir. Kur'ân-ı Kerîm şöyle buyurur: "İnsan yalnızca yaptığının karşılığını alacaktır." (53: 39) ve "Biz insanı en güzel biçimde yarattık." (95: 4).
Bu iki âyet gözönüne alınınca, insanın doğuştan iyi ya da kötü olarak değerlendirilmediği, daha sonra yaptığı İşlere göre mükâfat yahut ceza olarak karşılığını bulacağı hatırlatılır. İnsana bir işi yapip-yapmama iradesi verilmiştir. (İnsanın yaptığı işler farz, müstehap, caiz, mubah, mekruh ve haram olmak üzere muhtelif sınıflara ayrılır). Zorunluluk tartışmasını Kur'ân-ı Kerîm böylece halletmiştir. Buna uygun olarak Rasûlullah bir işin mahiyetinin, o işin yapıcısı tarafından niyet edildikten sonra belirleneceğini vurgulamıştır. Ömer b. Haîtab'ın rivayetine göre, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Ameller(in kıymeti) ancak niyetlere göredir. Herkese yalnız niyet ettiğinin karşılığı vardır. Her kimin hicreti Allah'a ve Rasûlüne (yönelik) ise, onun hicreti de Allah ve*Rasûlüne varır. Her kimin hicreti de, kavuşacağı bir dünyalık veya nikahlayacağı bir kadın için ise, onun hicreti de hicret ettiği şeye varır." {Buharı ve Müslim).
İnsanlar, düşünceleri sebebiyle cezalandırılamazlar. İslâm'a göre hayırlı bir düşünce hayırlı bir amel gibi kaydedilir, fakat kötü bir niyet ise hiç yazılmaz. Bundan çıkan sonuç şudur: Zanlj,, fiilini kasten ve açıkça ifa etmişse suçlanır.
3- Mutlak Mesuliyet ve Suç: Kur'ân-ı Kerim, suç işlemede suçlunun mutlak mesuliyetini ve hür iradesini şart koşar. Bu yüzden "...Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah/suç) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah/suç) yükünü taşımaz..." (6: 164) buyurulur.
Dolayısıyla bir kimse kendi davranışlarını görünmez güçlere atfedemeyeceği gibi, niyet ettikten sonra sorumluluğunu da inkâr edemez. Bu teme] prensipler, ilk ceza sistemlerinde ya yoktu ya da sadece îma ile hailolu-yordu (Pallock & Maitland, The History of EnglishLaw, 1968, sh. 24).
Kanunun Yürütme Üstünlüğü ve Suç: Justini-an'ın, Manu Smriti ve Genel Hukuk'un aksine Kur'ân-ı Kerîm, Ceza Kanunlarının uygulanması ve cezanın miktarı hususunda yönetici kadro ile sıradan insanlar arasında bir ayırım yapmaz. Kölelere karşı bazı durumlarda hassas davranması dışında, hiçbir sınıf farkı da gözetmez (4: 25). Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey İman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı (Dolayısıyla, katilin de öldürülmesi gerekir). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. .."(2: 178).
Genel Hukuk ve Roma Hukuku'nda olduğu gibi, bir "sığınma hakkı" ve imtiyazına müsamaha göstermemiştir. Hz. Muhammed 'in katilin cinsiyetine ve mevkiine bakılmaksızın kıyas uygulanmasını emretmesi de Kur'ân1 daki hükmün doğrultusundadır. Yukarıdaki uyarı, kişinin suçunun sorumluluğunu daha da genişletir.
4- Kur'ân-ı Kerim Ve Suçu Önleme Mekanizması: Devletin Rolü ve Suç: İlk kanunların amacı suçluyu yakalayıp ortadan kaldırmaktı. Böylelikle, intikam şekline dönüşen kan davalarının önleneceği düşünülüyordu. Bu durum, ölenin ailesine bazı intikam hakları verilerek kısmen bastırılmıştır (Carter, A. T., A His-tory of English Courts, 7. baskı, sh. 4-5). Bunun aksine Kur'ân-ı Kerim'in amacı, toplumun suçluya zarar vermesini önlerken, suçlunun zararından da toplumu korumaktır. Bu iki amaç, devletin çeşitli kurumlan tarafından başarıya ulaştırılabilir. Toplumu suç ve suçlulardan koruyabilmek için devletin öncelikli görevi Kur'ân'ın hükümlerini yaymasıdır; böylece herkes neyin yasak olduğunu bilecektir. Bunun için Kur'ân-ı Kerim'de: "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun..." (3: 104) buyurulmaktadir.
Ebu Bekir (r.a.)'ın hilafeti döneminde, Hz. Ömer'in Kur'ân hükümlerini çoğalttırıp muhtelif valiliklere göndermesi bu yüzdendir.
Devlet herkese karşı güvenilir olmalıdır. Özel şahısların misillemesine karşı suçlunun haklarını teminat altına alacak tedbirlere sahip olmalıdır. Bu hususta Kur'ân'da şöyle buyru-lur: "...Kim haksız yere öldürülürse, biz onun vârisine kıyas için bir hak vermişizdir. (Ancak o da) can almada aşırı gitmesin (katil yerine, katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiş(yetki verilmiştir." (17: 33).
Bu konuda devletin ihmali, İlahî Kudret'in öfkesini üzerine çeker. Vâris, kendisine verilen bu yetkiyi kötüye kullanmamalıdır. Öldürülenin velisi, katilden kısas telep eder. Ona kısas hakkını, ancak mahkeme kararıyla devlet verir. Yoksa kendisi, matıkemesiz kimseyi öldüremez. O takdirde nizam sarsılır. Kur'ân'da belirtildiği gibi suçlu da, devletin güvencesinde olmalıdır. Adalet kişiden kişiye değişen veya Özel bir kavram değildir. Toplum ve ferdin hakları içice olduğu için adalet, devlet tarafından kontrol edilir. ('Abd al-Rahim, Muhammadan Jurisprudence, 1911, sh. 358).
Zabıta Teşkilâtı. Suçu ortaya çıkarma ve cezaî hükümlerin uygulanmasını denetleme görevi, modern kriminoloji dilinde "polis" denilen bir grup zabıta görevlisi tarafından yürütülür. Bu grup, suçu önlemek, kanun ve düzeni sürdürmekten sorumludur. Yukarıda geçen âyet-i kerime (3: 104) polisin görevinden de bir manâda bahsetmektedir. Bu âyetten şu sonuç da çıkarılabilir. Kanunsuz veya umuma zararlı hareketlere karşı tetikte olan kimselerin çok iyi eğitilmeleri gerekir. Bunların sağlam kişilikli, ceza hukukunu çok iyi bilen, halkı yanlışlıklardan ve yasaklardan alıkoyabİlen ve suçluları doğruluğa ve adalete sevkedebilen, seçilmiş kimseler olması zaruridir.
Suç ve Mahkemeler. Adalete dayalı bir toplumda, halkın veya suçlunun haklarını çiğnememek için ceza mahkemelerinin varlığı kaçınılmazdır. İslâm, cezalandırmadaki adaleti mahkemelere emanet etmiştir. Adaletin özel şahıslara veya meşru hiçbir dayanağı bulunmayan (ehil olmayan) kişilere bırakıldığı toplumlarla karşılaştırıldığında, İslâm'ın getirdikleri, ceza tarihindeki gelişmeye işarettir. Kur'ân adaleti, kanunlara itaati önemle vurgular. Kur'ân-ı Kerim'de: "Yarattıklarımızdan (öyle) bir ümmet var ki Hakk'a iletirler ve hak ile adalet yaparlar." (7: 181) ifadesi kullanılmıştır.
Dahası, Kur'ân-ı Kerîm, adaletin tevzii hususunda ceza ve toplum güvenliğini amaçlar. Adaleti, insanoğlunun hırs derecesinin üstünde tutmak ister. Hatta bu durum, adliye teşkilâtının bizzat menfaatleri lehine bile olsa. Kur'ân'da şöyle buyrulur: "...akrabanız da olsa adaletle hükmedin..." (6: 152),
"...Bİr topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın..." (5: 9).
Bunun için, akrabalık durumunda, hüküm veren kimsenin, adaletin gerçekleştiğini göstermek boynunun borcudur. Bu ceza hukuku ile ilgili görüşler, Hz. Muhammed'in vurguladığı ayrıntılarla uyum içindedir: "Şüpheli olan durumlarda hadleri tatbikten çekininiz." (S. Mahmasani, Philosophy of Jurisprudence in islam). Şüphe sebebiyle şer'î hadlerin uygulanmayacağına dair Hz. Aişe'nin Rasûlullah'dan naklettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: "Eğer onun için çıkar bir yol varsa hemen kendisine yol verin; çünkü hükümdarın afv babında hata etmesi, ceza babında hata etmesinden daha hayırlıdır." (Buharı, Neseî, Tirmizî). Bu yüzden, şüphe varsa kanun, zanlının yanında yeralır.
Dinî Eğitim ve Suç. Kur'ân'da ceza telakkisinin en mühim özelliğinden biri, suça karşı toplumun eğitilmesine önem verilmesidir. İslâm, "beraat-i zimmet asıldır" kaidesiyle insanın aslında suçsuz olduğunu kabul etmiş, ancak onun büyük ölçüde sosyal çevrenin tesirinde kalabileceği İhtimaliyle, bütün toplumun eğitilmesini, ve suçun kontrol altına alınıp cezaî sistemin adaletle uygulanmasını ister. Kur'ân-ı Kerim insan hayatının kutsal ve dokunulmaz olduğunu belirtmiştir. Bunu değişik yerlerde defalarca vurgulamıştır: "...Haksız yere, Allah'ın yasakladığı cana kıymayın!.." (6: 151), "Allah1 ın*haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin..." (17: 33).
Bü görüş, bazı haklı sebepler taşıyan durumlar dışında, insan hayatının dokunulmaz olduğunun kabulü demektir. Kur'ân-ı Kerîm bu görüşü şöyle genişletir: "Her kim bir mü'min kasden öldürürse, onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere (gideceği) cehennemdir..." (4: 93).
Bütün bu tavsiye ve yasaklamalar, toplumda barışı sağlamayı ve toplumun kendini sakınmasını ona öğretmeyi amaçlar. Böylece suç daha fazla bannamayacak ve sosyal bağları artık koparamayacaktır.
5- Kur'ân'da Ceza Anlayışı: Kur'ân yalnızca birkaç suç ile ilgilenir: Cinayet (kıtal), isyan ve ihanet (fesat), dinden dönme (irtidat) zina, hırsızlık (sirkat), iftira (kazf). Kur'ân'da bu suçlara karşı öldürme, el-ayak kesme ve değnek cezaları tatbik edilir. Bu cezalara yöneltilen başlıca tenkitler; çok sert, kaba, insanlık dışı ve aşağılayıcı olduğu iddialarıdır. Fakat öncelikle cezanın arkasındaki prensibe bakılmalıdır. Herhangi bir cezanın altında yatan temel düşünce, cezanın işlenen suça göre âdil ve münasip olması, çok fazla sert ve vahşice uygulanmamasıdır. Bunun yanında ceza, hukuk ve nizam dairesinde olmalıdır. Hepsinden Önemlisi caydırıcı vasfıdır. Bütün bunlar gözönüne alındığında, Kur'ân'm öngördüğü cezaların sert ve mede-niyet-dışı veya uygulanışının zalimane olduğu şeklindeki Batı kaynaklı iddialar, ancak, İslâm'ın suç ve ceza görüşünü bilmeyen kimseler arasında ciddiye alınabilir.
Âdil Ceza İlkesi. Kur'ân-ı Kerim cezalarla ilgili âyetinde adil cezayı savunur ve şunu ekler: "...can almada aşırı gitmeyin. Çünkü o (suçlu) gerçekten yardım görmüştür..." (17: 33). "Aşırılık veya haddi aşmak" manalarındaki "adalet sının" sözüyle ne kastediliyor? Bu, hukukî bir tartışmayı başlatmaya yetecek bir sorudur. Kur'ân-ı Kerîm hem toplumun suçludan etkilenmesini Önlemeyi hem de suçlunun haklarını korumayı amaçladığından, kısas, devletin çizdiği sınırlar içinde ve âdil olmalıdır. George Sale'in savunduğu gibi "Kur'ân edebî bir dil kullanmıştır. Bu yüzden 'dişe-diş' kuralı fizikî anlamda alınmalıdır." fikri de bu husustaki İslâmî hükmü çürütmez. (Robert Roberts, The Social Laws of the Qur'an, 1978, sh. 87). Bu tartışma 'âdil ceza' teorisini kökünden etkileyecekti. Eğer Kanun Koyucu'nun (Şâri/Allah) niyeti edebî dil kullanmak olsaydı 'can almada adalet sınırını aşmayın' sözleri yer almazdı.
Tazminat İlkesi. Kısasa izin verilmekle beraber, istemeden de olsa aşırıya gidilmesine Kur'ân müsade etmemiştir. Devlet tarafından kontrol edilip gözetilse bile kısas sınırlan aşılabilir. Bu yüzden, fesat suçu dışında kısas yerine tazminat (diyet) usûlü getirilmiş ve tavsiye edilmiştir. Daha önceki hukuk sistemlerinde diyet usûlü ya yoktu ya da, suçlu ile bedel talebinde bulunan arasında ödemede denge bulunmuyordu. Kur'ân-ı Kerîm bu hususta da zamanın ceza kanunlarını aşmış ve yenilikler getirmiştir.
Müslümanların dışında da Tazmin Etme İlke-si'ni destekleyen yazarlar vardır. Hint ceza kanununda şöyle denmiştir: "Saldırı sonucu yaralanan bir kişi, hukuken yarasının karşılığını almalıdır. Saldırının çok ciddî olduğunu ve bedelinin gerekmediğini düşünmek, bedelin olmamasını düşünmeye sevkedecek başlıca sebeptir." (Hamilton, W. R. îndian Penal Code, 1895 sh. 43). '
İslâm hukukçularına göre, diyetin de çeşitleri vardır ve miktarları farklıdır. Diyetlerin miktarı öldürülenlerin hür ve erkek olup olmadıklarına göre değişeceği gibi, ağır diyetin türü de, öldürmenin kasıt veya kasda benzeyen cinayet olup olmamasına göre farklılık gösterir. Cinayet çeşitlerine göre diyet ödemek, yalnız öldüren üzerine gerekli bir borç değildir. Cinayeti işleyen kimsenin diyet borcunu ödemekte, bağlı bulunduğu yakın akrabası da ortaklaşa sorumludur. Kadınlar, çocuklar ve mecnun olanlar diyet ödemeye ortak yapılmazlar. Diyet yüklenene âkile denir. Diyetlerin de belirli bir ödeme şekli vardır.
Kur'ân-ı Kerim'in bu hükümlerinin temelinde, jüri tarafından, suçluyu ve diğer yaralıları da içeren bir tazminat kanunu geliştirilmiştir. (Şah Veliyullah, Huccetullahi Bâliga, 1953, sh. 618-627; ayrıca Minhac-üt-Tâlibin, İng. bsk. 1914, sh. 413-420). Tazmin etme ilkesinin maksadı muhteliftir. Maktulün ailesi kati olayından madden, manen ve ekonomik açıdan etkilenir. Kur'ân Ceza Hukuku'nun amacı, maktul için duyulan öç duygularım yatıştırmak değil, maktulün ailesini teselli etmek ve onlara bu suçla kaybettiklerini kazandırmaya çalışmaktır. İslâm, katilin öldürülmesini tavsiye etmez. Çünkü bu, İki katil anlamına gelirdi ve ikincisi de birinciyi telafi edemezdi.
Caydırıcılık ilkesi. Kur'ân-ı Kerîm, ilk planda, suçta ısrarlı olanları kötü davranışlardan caydırmak için şâyân-ı imtisal cezalar getirir. Böylece, suça niyetlenenleri yahut teşebbüs edenleri bu fiillerinde ilerlemekten kurtarır. Kur'ân-ı Kerîm, hırsızlık için şunu emreder: "Hırsızlık eden erkek ve kadın, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin!.." (5: 38). Zina için de şöyle emreder: "...herbirine yüz değnek vurun..." (24: 2). Namuslu kimselere iftirada bulunanlara "... seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin..." (24: 4) buyrulur.
Bu öğütlerin yanısıra, Kur'ân, kasden adam öldürene "cana can" hükmünü (2: 178), fe-sad için de idam etme, ellerini kesme hükmünü getirmiştir (5: 38). Kur'ân-ı Kerîm, müslümanların bu ceza ve yaptırımların bilincinde olmalarını ister: "... müslümanlardan bir kısmı suçluların cezalandırılmasına şahitlik etsin." (24: 2).
Böylece, cezalandırmada caydırıcılık politikası esas alındığından sosyal statü itibariyle aşağılama, caydırıcılıkla birlikte kullanılmıştır.
Kur'ân'daki ceza ilkesinin incelenmesi, adı geçen cezaların ceza olarak değil ibret olarak anıldığı tartışma konusu olabilir. Günümüzde, cezaların caydırıcılığı tartışma konusu olmuş, bu görüşü destekleyenler ve reddedenler çıkmıştır. Ancak toplumda suç varoldukça bu tartışma süreceğe benzer. Reddedenler, suç işlemeye alışmış kişilerin toplumda teşhir edilmesinin suçluyu etkilemeyeceğini, dahası caydırıcılığın insan zihninde hiçbir etkisi olmadığını ileri sürerler. Fakat gayri müslimlerden bazı suç uzmanları da, caydırıcılığın suçu önlemede tesirli bir yol olduğuna inanırlar. Bu hususta P. K. Sen şöyle demektedir: "Caydırıcılık fikri, sadece suçluyu değil, onun sınıfından başkalarını da ilgilendirir. Hayatıyla ya da başka bir cezayla cezalandırılan suçludan ders alırlar ve onu unutamazlar." (P. K. Sen, Penalogy: Old and New, 1943, sh. 221).
Bazen suçun, caydırıcı cezaî müeyyidelere rağmen toplumda varolacağı, bu yüzden hiçbir etkisinin olmayacağı, insan zihnini de etkilemeyeceği tartışılmıştır. Fakat öncelikle caydırıcı yasaların kaldırıldığı veya hiç olmadığı toplumlarda suç oranını ölçmeliyiz (Robert G. Caldwell, Criminology, 1965, sh. 425-426, dipnot 6). İkinci olarak özel çevrenin etkisini reddetmek, insanın sosyal bir varlık olduğunu, şartlara ve tesirlere açık olduğu, yanılmayla öğrendiği evrensel gerçeğini yalanlamak olur. Aşağıdaki örnek, Suudi Arabistan'da uygulanan caydırıcı yasaların etkisini göstermeye yetecektir (The Effect of hlamic Legislation On Crime Prevention in Saudi Arabia, İçişleri Bakanlığı, 1980, sh. 500-535).
1973'de suç oram Avustralya'da 75.1, Almanya'da 41.71, Danimarka'da 60.52, Fransa'da 32.27 Kanada'da 75.00 Lübnan'da 48.77 ve Finlandiya'da 63.52 iken Suudi Arabistan'da 22'dir. Bu rakamlar, caydırıcı ceza hükümlerini uygulayan ülke olan Suudi Arabistan'da suç oranının sürekli azaldığını göstermektedir. Tablo, caydırıcılık fikrini eleştirenlerin iddialarını çürütmeye yeterlidir. Çağdaş bir suç bilimcisi caydırıcı cezaların etki ve Önemini şöyle topluyor: "Caydırıcı kanunlar, suç İşlemeye niyetli kimselere korku aşılar. Ayrıca eğitim yoluyla bazı davranışlara ceza gerektiği öğretilerek, kanun doğrultusunda olumlu bir moral de sağlar. Bunun yanında, kötü hareketlere karşı hoşnutsuzluk, nefret, tiksinti ve korku oluşturur ve böylece suça karşı kişilerde bir ikaz oluşturur. Bu nedenle, bazıları suçtan cezası yüzünden kaçınırken, çoğu da korktukları için suç işlemekten çekinir."
"Buna, Birleşik Devletler'in bazı eyaletlerinde caydırıcı kanunların kaldırıldıktan sonra tekrar konulduğunu ekleyebiliriz. Yine de İslâmî ceza kanunları, ceza tezlerindeki gelişmelerden ve çağdaş ceza kanunlarından farklı değildir. Temel gerçek, ceza uygulamasının İslâm Devleti'nin tekelinde olduğu ve suçlunun kurbanına yaptığım aynen kendine uygulandığıdır." (W. Robson, Civilisation and Growth ofLaw, 1935).
6. Ceza: Modern kriminoloji uzmanları, Kur'ân'daki ceza kanunlarının eskiliği ve günümüz ceza uygulamasının çok gerisinde kaldığı iddiasındadırlar. Felsefeciler de, cezanın, suçlunun kişiliğine uygun, onun ıslâhını ve itibarının iadesini esas alması gerektiğini vurgularlar. Cezanın şahsîleştirilmesi, suçlunun ıslâhı ve eski halinin yeniden kazandırılması bir ceza sisteminin çağdaş sayılması için temel özellikler olduğu belirtilmiştir. Derinlemesine bir çalışma İslâm Ceza Hukuku'nun yukarıdaki görüşleri reddetmediği, aksine tasvip ettiğini gösterecektir. Aşağıdaki âyetler bu hususta düşünmeye sevkedecek örneklerdir:
1- "(Allah) göğü yükseltti ve mîzanı koydu. Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın. Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın." (55: 7-9)
2- "...İnsanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlara acı bir azâb vardır...Fakat, kim sabreder, (kendisine yapılan kötülüğü) affederse, şüphesiz bu çok önemli işlerden biridir." (42: 43).
3- "...Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir...Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük bir azadır." (5: 32-33).
4- "Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin!.. Kim yaptığı haksızlıktan sonra tevbe eder, hâlini düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir." (5: 41-42).
5- "Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlamalarını ispat için) dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir. Ancak bundan sonra tevbe edip us-lananlar hâriç. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (24: 4-5).
6- "Allah ancak bilmeyerek kötülük yapıp uzun uzun geçmeden pişman olanları affetmeyi üzerine almıştır. İşte onları Allah bağışlar. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (4: 17-18).
Yukarıdaki âyetler, İslâm Ceza Hukuku'nun amacının suçluyu ıslâh ve topluma yeniden kazandırma olduğunu gösterir. Suçluda aranacak ve yoğun dikkat gerektirecek husus "pişmanlık ve davranışı düzeltme"dir. Bu konular, İslâm devletinde gözetimde bulundurma ve şartlı tahliye ile çözülebilir.
Sonuç olarak, İslâm-öncesi ve diğer sistemlerle mukayese edildiğinde Kur'ân'ın ceza kanunları dikkati çekecek bir şekilde mantıklıdır.