- Büyükbaba

Adsense kodları


Büyükbaba

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Mon 8 November 2010, 04:31 pm GMT +0200
Büyükbaba



Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne

Muhammeden abdühu ve resûlüh


Şeybetü’l – Hamd...

“Abdülmuttalib” diye bildiğimiz büyük babanın asıl ismi.

Babası Haşim, O dünyaya gelmeden evvel bir yolculuk sırasında Filistin’in Gazze şehrinde vefat etmişti. Doğduğu zaman saçı bembeyaz olduğu için arapçada “ak saçlı” mânâsına gelen “şeybe” kelimesinin ilâvesi ile ismini Şeybetü’l Hamd koymuşlar.

Meşhur ismi Abdülmuttalib, “Muttalib’in kölesi” demek...

Küçük Şeybe, Medine’de annesi ile beraber dayısında kalıyor. O’nu dayısının çocukları ile ok atar, gezip oynarken görenler, alnının parlaklığını, halinin güzelliğini hemen farkeder ve başka bir sülâleye mensup olduğunu anlarlardı.

Şeybe’nin hal ve tavrındaki üstünlük Kureyş’in lideri amcası Muttalib’e haber verildi...

– Ah, dediler. Kardeşin Haşim’in oğlunu bir görsen! Babasına olan benzerliğine şaşarsın. Aynı emsalsiz üstünlük, aynı tarifsiz güzellik.

Muttalib, o güne kadar yeğenini hiç görmemişti. Bir deveye binerek Medine yolunu tuttu. Medine’ye vardığında Şeybe’yi kapılarının önünde çocuklarla birlikte oynuyor buldu, kimseye sormadığı halde yeğeninin hangisi olduğunu bildi ve bir müddet yaşlı gözlerle çocuğu uzaktan seyretti. Daha sonra bu ânı tasvir eden dokunaklı şiirler de yazacaktır.

Muttalip, Şeybe’yi yanına çağırarak kendini tanıttı. Ve O’nu sevip okşadı. Birlikte annesi Selmâ’ya gittiler. Muttalip, Şeybe’yi de Mekke’ye götürmek üzere yengesinden müsaade aldı...

Amca-yeğen uygun bir vakitte Mekke yoluna koyuldular...

İşte Muttalip, devesinin üstünde, arkasında da yeğeni küçük Şeybetü’l Hamd olduğu halde Mekke’ye giriyorlar. Deve, kaygısız gözlerle sağı solu tarar, ahenkli adımlarla başı dik yürürken, Muttalip tanıdıklarla selamlaşıyor. Az sonra terkideki çocuğu kasdederek:

Bu çocuk kim ya Muttalip? deniyor.

Merak ve samimiyet sebebi ile sorulan suale Muttalip ne demeli?...

“Biraderimin çocuğu” dese “koca Mekke Reisi yeğenini nasıl gezdiriyor!” diye dedikodu yapılacak. 

Birkaç saniyelik tereddütten sonra:

– Kölem, diyor dostlarına.

Şeybe bundan sonra, “Abdülmuttalip” diye tanınmaya başlandı. “Muttalibin kölesi” yani. Gerçi Muttalip, kısa zaman içinde öksüzün giyim kuşamını düzeltti; Şeybe’yi “yeğenimdir” diye takdim etti ama, O, hep “Abdülmuttalip” olarak bilindi...

Abdülmuttalip misk kokulu.

Evet miskler gibi kokuyor. Alnında pırıl pırıl Muhammedî nur, hayır ve bereket vesilesi. Ne zaman Mekke’de kuraklık olsa rica ediyorlar; Abdülmuttalip’le birlikte Sebir dağına çıkılıyor. Yalvarma göz yaşı ve sağnak sağnak yağmur.

Şeybetü’l Hamd sekiz yaşına geldiğinde Muttalip dünyasını değiştirdi ve O’nun yerine Abdülmuttalip, milletine emir oldu.

Yüzkırküç yıllık ömründe O’nu sevdi... İnsanlar gönüllü olarak idaresine girerdi. İran Kisrası hariç yabancı devlet başkanları O’nun fazilet ve büyüklüğünü teslim eder ve hürmet duyarlardı. Asrının en büyük devlet reisi kabul ediliyordu.

Bütün bu misk kokuların; bu iyilik ve güzel hasletlerin sebebi Kâinatın Efendisine ait nur...

İşte peygamberimizin dedesi bu! Hayatı ve bir bir hakikat olan rüyaları ile O’nun geleceğini müjdeleyen insan...

Daha pek genç olduğu sıralarda, bir gün Kâbe yakınlarındaki evinde uyuyor; uyandığında halinde bir gariplik seziyor. Erginleşmiş, daha bir güzelleşmiş ve gözleri sürmeli. Bir ânda büyük değişme!.. Bir kâhinden olayın izâha kavuşturulması isteniyor:

– Hemen evlenmelisin! Gök tanrısı böyle istiyor, diyor kâhin. 

Abdülmuttalip, iki kere evlendi; ama olmayan “gök tanrısı” istediği için değil. Cenâb-ı Hak öyle takdir ettiğinden. 

İlk hanımından oğlu Hâris dünyaya geldi. Ve bundan dolayı O, “ebu Hâris” künyesi ile anılır oldu.

Birinci hanımı vefat edince bu sefer Fatma binti Ömer ile izdivaç etti...

Abdülmuttalip, yine bir gün odasında iken âni bir uyku bastırması ile uyuyakaldı. İçinden çok şey saklı olan müthiş bir rüya görüyor. Uyandığında rüyanın derinden derine tesirinde. Sarsılıyor... Ne dese nasıl yorumlasa acaba? En iyisi yine bir kâhinin kapısını çalmak. Cinlerle bilgi alışverişindeki bu kâhinler, kendilerine has usullerle gelecekten haber veriyorlar... Abdülmuttalip anlatıyor; sabit bakışlı donuk ve soğuk yüzlü, gramla konuşan, tebessüm nedir bilmeyen kâhin dinliyor.

Belimden bir beyaz zincir çıktı. Bir ucu en doğuya bir ucu en batıya, bir ucu gökyüzüne, bir ucu yerin dibine uzanıyordu. Şaşkın bir halde zincire bakıyordum ki bu kere de yeşil bir ağaç oldu. Zincir ağaç haline gelmişti. Dünyada kaç türlü meyve varsa hepsi bu ağacın dallarından sarkıyordu. Ağaç aynı zamanda nur fışkıran bir ışık seli. Işığı, güneşi bile bastırıyordu. Araplar ve arap olmayanlar bu ağaca secde ediyordu. Giderek ağacın parlaklığı daha da çoğaldı. Kureyş kabilesinden bir cemaat ağacın dallarından tutundular. Bazı Kureyşliler ise ağacı kesmek için bir araya geldiler.

Birden ortaya çok güzel yüzlü bir insan çıktı. Bu kadar güzel simalı birini hiç görmemiştim. Bu güzel insan, ağacı kesmek isteyenlerin gözlerini çıkardı. Ağacın nurundan almak için elimi uzatırken güzel adama da:

– “Bu ağacın nuru kime kısmet olur?” diye sordum.

– “Kim bu ağacın dallarına yapışırsa ona!” dedi.

– “Siz kimsiniz” dedim.

Biri:

– “Benim ismim Nuh’dur” dedi.

Öbürü:

– “Benim ismim de Halil İbrahim’dir” dedi.

Sonra da:

– “Ey Abdülmuttalib, bu ağaç o kadar mübârek, o kadar şereflidir ki, kandan kana geçerek baba ve dedelerinden sana kavuştu haberin olsun...” dediler.

Abdülmuttalip, rüyasını anlatıp bitirdiğinde kâhinin benzi sarardı, yüzü daha kasvetli bir hal aldı. Demek ki korktukları zaman geliyordu... Bir müddet sustuktan sonra zor işitilir bir yavaşlıkla rüyayı tâbir etmeye başladı:

– Neslinden bir büyük insan gelecek ve O’nun kurduğu nizâm ebedî olarak yaşayacak... Nuh Peygamberin görünmesi şuna delâlet ediyor; O zâta karşı gelenler Nuh ümmetinin âsileri gibi belâ denizinde boğulacaktır...

İbrahim Peygamber ise bir müjdeye işarettir. O’na tâbi olanlar, Allâhın “dostum” dediği İbrahim Peygamber’in sevdiklerinden olurlar.

Peygamberimizin babaannesi Fatıma binti Ömer, Abdullah’a hamile kalınca, “nur” büyükbaba Abdülmuttalib’ten Fatıma’nın alnına geçti. Bundan da Abdullah doğunca O’nun güzel alnına taşınacaktır...


ALINTI