reyyan
Sat 11 September 2010, 03:34 pm GMT +0200
Büyük inkılabın müjdesini getirdim

Bismillahirrahmanirrahim
Sual: Ey Seyda! İstanbul’a gittin. Bu inkılâb-ı azîmi gördün. Mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?
Cevap: Müjde getirdim.
Sual: Müjde ne demek? Bazılar bize “Sizin için fenalık var” diyorlar.
Cevap: Nurdan zarar gelmez; gelirse, huffâşa gelir, murdar şeylere gelir. Size, cemî kuvvetimle, yalnız Kürdistan’a değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; umum İslâmın, lâsiyyemâ Osmânîlerin, bâhusus Ekradın saadetinin fecr-i sâdıkının geldiğini, hatta Bâşid başında görüyorum.
Ümitsizlik ve karamsarlığın sembolü olan Arap filozof ve şâiri Ebû Alâi’l-Maarrîye rağmen.
Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân ve zulmetle beraber yansa idi gene ucuz!
Sual: Biz öyle işitmedik.
Cevap: Şeytanın arkadaşları çoktur...
Sual: Öyle ise zihnimize gelen şüpheleri ve sualleri hallet.
Cevap: Elbette; fakat müşteri olmadan, istemeden malımı satmam.
Sual: “İstibdat nedir? Meşrutiyet nedir?” Diğeri: “Ermeniler ağa oldular. Biz sefil kaldık.” Başkası: “Dînimize zarar yok mu?” Daha başkası: “Jön Türkler şöyledirler, böyledirler, bizi de zarardîde edecekler.” Diğeri: “Gayr-i müslim, nasıl asker olacak?” İlâ âhir...
Sual: İstibdat nedir; meşrutiyet nedir?
Cevap: İstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hatta herşeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-İslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.
Evet, taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
Sual: “İstibdat bu derece bir semm-i katil olduğunu bilmezdik. Lehü’l-hamd, parçalandı. Onu esâsiyle tedâvi edecek olan tiryâk-ı meşrutiyeti bize târif et.”
Cevap: Bâzı memurların ef’ali, adem-i ülfetten dolayı size yanlış ders gösterdiği ve şiddetten neş’et eden müşevveşiyetle hâl-i hazırdan fehmettiğiniz meşrutiyeti tefsir etmeyeceğim. Belki hükûmetin hedef-i maksadı olan meşrutiyet-i meşrûâyı beyân edeceğim:
İşte, meşrutiyet
“Ve işlerde onlarla istişare et.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:159.
“Onların işleri, aralarında yaptıkları istişare iledir.” Şûrâ Sûresi, 42:38.
âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir. (Münazarat sh.406)
Bediüzzaman Said Nursi

Bismillahirrahmanirrahim
Sual: Ey Seyda! İstanbul’a gittin. Bu inkılâb-ı azîmi gördün. Mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?
Cevap: Müjde getirdim.
Sual: Müjde ne demek? Bazılar bize “Sizin için fenalık var” diyorlar.
Cevap: Nurdan zarar gelmez; gelirse, huffâşa gelir, murdar şeylere gelir. Size, cemî kuvvetimle, yalnız Kürdistan’a değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; umum İslâmın, lâsiyyemâ Osmânîlerin, bâhusus Ekradın saadetinin fecr-i sâdıkının geldiğini, hatta Bâşid başında görüyorum.
Ümitsizlik ve karamsarlığın sembolü olan Arap filozof ve şâiri Ebû Alâi’l-Maarrîye rağmen.
Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân ve zulmetle beraber yansa idi gene ucuz!
Sual: Biz öyle işitmedik.
Cevap: Şeytanın arkadaşları çoktur...
Sual: Öyle ise zihnimize gelen şüpheleri ve sualleri hallet.
Cevap: Elbette; fakat müşteri olmadan, istemeden malımı satmam.
Sual: “İstibdat nedir? Meşrutiyet nedir?” Diğeri: “Ermeniler ağa oldular. Biz sefil kaldık.” Başkası: “Dînimize zarar yok mu?” Daha başkası: “Jön Türkler şöyledirler, böyledirler, bizi de zarardîde edecekler.” Diğeri: “Gayr-i müslim, nasıl asker olacak?” İlâ âhir...
Sual: İstibdat nedir; meşrutiyet nedir?
Cevap: İstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hatta herşeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-İslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.
Evet, taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
Sual: “İstibdat bu derece bir semm-i katil olduğunu bilmezdik. Lehü’l-hamd, parçalandı. Onu esâsiyle tedâvi edecek olan tiryâk-ı meşrutiyeti bize târif et.”
Cevap: Bâzı memurların ef’ali, adem-i ülfetten dolayı size yanlış ders gösterdiği ve şiddetten neş’et eden müşevveşiyetle hâl-i hazırdan fehmettiğiniz meşrutiyeti tefsir etmeyeceğim. Belki hükûmetin hedef-i maksadı olan meşrutiyet-i meşrûâyı beyân edeceğim:
İşte, meşrutiyet
“Ve işlerde onlarla istişare et.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:159.
“Onların işleri, aralarında yaptıkları istişare iledir.” Şûrâ Sûresi, 42:38.
âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir. (Münazarat sh.406)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
Adem-İ Ülfet : Ülfetsizlik, Alışılmamış Olma
Ağrâz : Garazlar, Kinler, Kötü Niyetler
Âlem-İ İslâmiyet : İslâm Dünyası
Âyet-İ Kerîme : Şerefli Âyet, Kur’ân’ın Her Bir Cümlesi
Bâhusus : Bilhassa, Özellikle
Bâşid : Van Civarında Bulunan Ve Yüksekliği 3750 M. Olan Bir Dağdır, Kayıtlarda “Başet Dağı” Olarak Anılır
Bedel : Karşılık
Beyân : Açıklama
Beyne’l-İslâm : Müslümanlar Arasında
Cebir : Zorlama
Cemî : Bütün, Tamam
Dalâlet : Doğru Yoldan Ayrılma, Sapkınlık
Ef’al : Fiiller, Hareketler
Ekrad : Kürtler
Erzân : Ucuz, Pahalı Olmayan
Esâsiyle : Köküne Kadar, Ta Temelinden
Esfel-İ Sâfilîn : Aşağıların En Aşağısı
Faraza : Varsayalım Ki…
Fecr-İ Sâdık : Güneş Doğmadan Önce Doğu Ufkunda Yayılan Gerçek Aydınlık
Fehmetmek : Anlamak
Fırka : Grup
Gayr-İ Müslim : Müslüman Olmayan
Hâl-İ Hazır : Şimdiki Zaman
Hedef-İ Maksad : Asıl Gaye, Kastedilen Hedef
Huffâş : Yarasa, Gece Kuşu
Husumet : Düşmanlık
İhtilâfât : İhtilâflar, Ayrılıklar
Îkâ : Salma, Meydana Getirme
İlâ Âhir : Böylece Uzayıp Gider
İmdi : Şimdi
İnkılâb-I Azîm : Büyük Değişim
İntihap Etme : Seçme
İntizamsız : Düzensiz
İstibdâd-I İlmî : İlmî Baskı, İlmî Zorbalık
İstibdâd-I Siyasî : Siyasî Baskı
İstibdat : Baskı, Despotluk
İstibdat : Baskı, Zulüm
İstinad : Dayanma
Jön Türkler : Genç Türkler, Genç Osmanlılar; Batı Tarzı Yenileşme Taraftarı Genç Osmanlılar
Kâide-İ Suâl : Soru Sorma Kuralı
Kürdistan : Osmanlı Döneminde Kürtlerin Yaşadığı Doğu İllerine Verilen Ad
Lâsiyyemâ : Bilhassa, Özellikle
Lehü’l-Hamd : Allah’a Hamd Olsun!
Lisân : Dil
Mâhi : Mahveden, Yakıp Yıkan, Yok Edici
Mârifet : Tanıma, Bilme
Meşrutiyet-İ Meşrûâ : Dine Uygun Meşrutiyet
Meşveret-İ Şer’iye : Dine, Şeriata Uygun Olarak Yapılan Meşveret
Muâmele-İ Keyfiye : Keyfî Hareket, Keyfî İşlem
Muhabbet : Sevgi
Murdar : Pis, Kirli
Mühim : Önemli
Müsâit : Uygun
Müşevveş Etme : Dağınık Ve Düzensiz Hâle Getirme, Karıştırma
Müşevveşiyet : Karışıklık, Düzensizlik
Neş’et Etme : Doğma, Meydana Çıkma
Osmânîler : Osmanlılar
Peder : Baba
Rey-İ Vâhid : Tek Bir Görüş
Saadet : Mutluluk
Sefalet : Perişanlık, Yoksulluk
Sefil : Yoksul
Semm-İ Katil : Öldürücü Zehir
Seyda : Efendi, Büyük Hoca
Sirâyet : Birinden Diğerine Geçme, Bulaşma, Yayılma
Sû-İ İstimâlât : Kötüye Kullanmalar
Tahakküm : Baskı Ve Zorbalık
Tecellî : Görünüm, Yansıma
Tefsir : Açıklama, Yorum
Tevlid : Doğurma
Tiryâk-I Meşrutiyet : Meşrutiyet İlâcı
Umum : Bütün
Veled : Çocuk
Vücud-U Nurânî : Nurlu Varlık
Zarardîde : Zarar Görmüş; Zarara, Ziyana Uğramış Olan
Zillet : Alçaklık, Aşağılık
Zulmet : Karanlık