saniyenur
Wed 29 August 2012, 07:03 am GMT +0200
BÜYÜK HAREKET VE MÜKEMMEL İFADESİ
Hz. Muhammed zamanla insanoğlunun hayat tarzını ve ulusların kaderini kökünden değiştiren muazzam bir hareketi başlatmış ve beslemiştir. İnsana sözü verilen İlâhî Rehberlik Hz. Âdem ile başlamıştır (7: 35-36). İlk insan Âdem'den sonra binlerce yıl, İlâhî rehberlik, rasûller vasıtasıyla Hz. Muhammed'in şahsında ve öğretilerinde en kâmil ve kapsamlı noktaya ulaşmıştır (5:4). Hz. Peygamberin öğretileri maddî ve manevî alanlarla İlerleme ve gelişmede yeni ufukları ilham etmiştir.
Daha önce Rabbİyle bağını koparmış, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin karmaşık öğretileri, Yunanlıların akılcı ve diyalektik felsefeleri ile kafası karışmış olan insanlık için bu yeni bir denemeydi. İslâm sade bir Allah fikri, O'nun iyilik ve adaletinin nasıl hayata uygulanacağını göstermiş ve sonra diğerlerinin de yardımıyla hayırlı, muttaki ve âdil bir toplum kurmuştur.
İslâm, dahilî belâlardan kurtarmak üzere insana zorla kabul ettirilmiş bir doğma değildir. Aksine insanlığın evrensel tecrübelerine dayalı akılcı bîr inançtır. İslâm hiç bir kavmi diğerlerine üstün tutmamaktadır; ancak Vahiy dünyanın bütün topluluklarına hitab etmesine rağmen mecburen belli kavimden bir kimse ile gönderilecekti. İslâm, inanç ve dokrrİnlerini insanlığın genel menfaatleri için evrensel olarak uygulanabilecek şekilde sunar. Bu prensipler insanı Rabbinin katında devamlı olarak daha yükseğe çıkarmakla kal-maz, aynı zamanda maddî refaha da götürür, "aşka bir iadeyle, bu büyük hareket, insanın nem madr'en hem manen gelişmesinin işaretidir.
°u dinin başka bir yönü de ölümden sonraki âhiret hayatı dahil, beşikten mezara hayatın bütün alanlarım kapsamasıdır. İnsanla ve bütün meseleleriyle din ilgilenir. Din, dünyada insanın fiillerine bağlı olarak âhiretteki daha yüksek hayatın şuurunu insana vermekle birlikte, bu dünyada onu iyi, doğru ve müreffeh bir hayata yöneltmek ister. Böyle olduğu için sadece ibadet ve Allah'a yakınlığı elde etme meseleleriyle değil, insanın çevresindeki pek çok meseleyle de uğraşır. İnsanların birbirleriyle olan münasebetlere, evlilik, boşanma, mehir, miras, servet dağılımı, işçi ve işveren ilişkileri, fert ve toplumun hayat seviyesini geliştirmeye yardımcı iktisadî ve siyasî meseleler, ki hem maddî hem manevî olabilir; bütün bunlar İslâm' Dininin ilgilendiği alanların kapsamına girer.
İslâm ayrıca savaş ve barışta uluslararası meseleleri de kapsar. İnsanın bütün bu sahalardaki çabaları Allah'a kuvvetli bir iman, O'nun yakınlık ve rızasını kazanmak için yapılacaktır. Gerçekten de fert veya toplum olarak insanların bu dünyadaki gayretlerinin amacı hem bu dünyada hem de âhiretteki hayatın keyfiyetini artırmaktır.
İslâm dini, Kur'ân ve Sünnetin ışığı altında tatbik edildiğinde daimi bir medeniyetin temelidir. Asirlaca süren, çok büyük evrensel değerlere sahip ahlâkî, manevî, sosyal, siyasî ve iktisadî ilkeleri yayan böyle bir toplumun temelini bizzat Hz. Peygamber atmıştır. Bu toplum İslâm'ın maddî ve manevî ruhunu, onun evrensel kurallarına bağlı kaldığı müddetçe koruyabilmiş, bu İlkelerden uzaklaşmasıyla da dünyada hem gücünü hem de müke-melliğini kaybetmiştir.
İslâm, İnsanlığı yıkılmadan, bölünmeden ve harap olmaktan kurtarıp onlara huzurlu bir hayatı temin ve daimî bir medeniyeti tesis etmek için Allah tarafından gönderilmiştir. İslâm-insanlık için tek birleştirici temel olan Allah inancına dayalı ve ondan kaynaklanan çok asil ve âlî ahlâki ve manevî prensipler getirmiştir. Allah'ın zâtı ve Allah inancı hariç, bütün insanlığı birleştirecek güç ve kuvvete sahip başka bir temel yoktur. İslâm öyle bir temel tesis etmiştir ki, bu temel insan medeniyetine devamlılık sağladığı gibi, dünyadaki bütün toplulukları davetle kuvvetli ve birleştirici bir güç olmuştur. İslâm, değişik renkleri, ırkları, ulus ve kültürleri müşterek bir kültür potasında eriterek, evrensel bir medeniyetin temelini atmıştır. Tek İlâh, Allah inancını birleştirdiği, çeşitli renklerdeki güzel kokulu çiçeklerin zenginleştirdiği bir bahçe gibi İslâm, muhtelif kültürlerin, sistemlerin ve zevklerin süslediği bir dünya medeniyeti meydana getirebilmeyi amaçlamaktadır.
Daha önce de açıklandığı gibi İslâm, dünya toplumu fikrini 1400 yıl Önce sunmuştur. Şu anda insanlığın takip ettiği helak edici yoldan kurtaracak ve ona medeniyet bahşedecek en büyük güç İslâm'dır. İslâm aynı zamanda bütün ulusları tevhid sancağı altında birleştirebilecek tek güçtür. Diğer inanç ve dinler sadece bir ulusun çeşitli unsurlarını birleştirmede başarılı olabilirken, İslâm bunu sadece teklif etmekle kalmamış aksine, birçok ırk ve ulusları tek kardeşlik çatısı altında fiilen birleştirmiştir.
İnsanlığın İslâm'ın tesir gücünü ve saikasını hissedebilmesi için, onun orijinal felsefe ve nizamının Hz. Muhammed'e vahyolundu-ğu şekilde takdimine çok büyük ihtiyaç vardır. Günümüz İnsanının karşı karşıya bulurn-duğu çok çeşitli ve karmaşık meselelerini çözebilecek ve evrensel bir medeniyeti teşekkül ettirecek bir dünya felsefesine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Ve İslâm hariç İnsanlığın yeni sorunlarına doğru, etkili ve isabetli çözümler getirebilecek başka bir din yoktur.
Sorumluluk Müslümanların üzerine düşmektedir. Müslümanlar insanlığın bu kötü durumuna işe yarar ve uygun bir çözüm önerebilecek bir durumda mıdır? Bu talebi yerine getirebilirler mi? Cevap hem "evet" hem "hayır"dır. Hayır, çünkü müslümanlann çoğu İslâm'ı hayatlarının her sahasında tam bir nizam olarak kabul etmedikleri için, Allah'ın altında yatan hikmeti ve felsefeyi bilmeden, sosyal, siyasî ve iktisadî hayatlarından İbadet ruhunu dışlayarak sadece kalıplaşmış çeşitli ibadetleri yerine getirmektedirler. Daha öncede açıklandığı gibi İslâm doğmalar ve teorik diyalektik olmayıp, insan faaliyetlerinin her sahasını kapsayan tam bir Hayat Nizamıdır. Bu mana ve anlayışla emir ve hükümleri bütün insan fiillerine uygulanmazsa, bu İslâm değildir. Hayatlarında bizzat İslâm'ı tatbik etmeyen kimselerden, onu başkalarına sunmaları ne beklenebilir ne de kabul edilebilir.
Başkalarına İslâm'ı tebliğ etmeye lâyık olanlar ancak, İslâm'ın her doktrin ve inancına Allah Kelâmı olarak inanan, şahsen ve müştereken hayatlarının tümünde İslâm'ı tatbik eden kimselerdir. Bu haklan olduğu kadar görevleridir de. Böyleleri samimi ve dürüst Hakikat arayıcıları tarafından çok büyük ihtimalle kabul edilecektir.
Gerçekten İslâm insanlığın bütün sorunlarına gerçek çözüm olabilecek bir potansiyele sahiptir. Hz. Muhammed görevine başladıktan kısa süre sonra, o zamanki dünyanın nefret ettirici ve çok kötü şartlarını mucizevi bir şekilde değiştirmiştir. İslâm, on-onbeş yıl içinde asırların birikimi kötü âdet ve gelenekleri, cehaleti, hurafelerin ve ahlâksızlığın tümünü toplumun bünyesinden çıkarıp atmıştır. İslâm'ın manevî gücü suni ve insan ürünü her tür inanç ve sistemi yok etmiştir. Bu manevî fetih tarihte eşsizdir.
Bu hususta J. H. Denision şunları belirtmektedir: "Beşinci ve altıncı yüzyılda medenî dünya karışıklıkların içindeydi. Medeniyeti mümkün kılan eski hissî kültürler, ki bunlar insana birlik ve yöneticilere saygı fikrini vermişti, tamamen bozulmuş ve yerini alabilecek yeterli hiç bir şey bulunamamıştır. Görünen şuydu ki; kurulması dört bin yıl alan bu büyük uygarlık dağılmanın eşiğindeydi ve insanlık her kabile ve fırkanın birbirine düşman olduğu kanun ve düzenin bilinmediği barbarlığa gitmekteydi.
Eski kabilevî yaptırımlar değerini kaybetmişti. Hıristiyanlığın getirdiği yeni yaptırımlar ise birlik ve düzen yerine toplumu parçalıyor ve yıkıyordu.. Hristiyanlık yapraklan ve dalları dünyayı kaplamış dev bir ağaç gibiydi... Sendelemekteydi... Özüne kadar çürümüştü... Uygarlığı kurtaracak, insanlığı bir kere daha birleştirecek başka heyecan yüklü bir kültür var mıydı?"
"... Bilinen bütün doğu ve güney dünyalarını birleştirecek sözkonusu kişi bu insanlar
(Araplar) arasında doğmuştu." (Emotion as the Basis of Civilisation, Londra, 1928, ss. 265-69).
Gerçekten İslâm bir yanda muazzam kudreti ile sistem ve nizamlarına zerafet ve asalet kazandırırken, öte yandan hayatın sosyal, ekonomik ve siyasî alanlarında çok büyük güç ve kudret vermiştir. Diğer din ve hayat nizamlarına oranla İslâm'ın ahlâkî, ekonomik ve siyasî bütün sistemlerinin kuvvetli oluşunun anahtarı işte budur.
Şu anda hüküm süren materyalist ve seküler inanç ve fikirler bütün dünyada İnsanların idealleri olmuştur. Diğer bütün inanç ve dinlerin ayağını kaydırmış ve onları silip süpürmüştür.
Irk ve renk önyargısı dahil Hıristiyanlık sorunların çoğuna geçerli bir çözüm bulmakta tamamen başarısızlığa uğramıştır. Problemlerden kaçan bu akım dünyanın acı ve ızdı-raplarını artırmaktan başka birşey yapamamıştır. Bütün maddî ihtiyaçlarını karşılayan ve lüks bir hayat yaşayanlar gönül huzurunun arkasından koşuyor, fakat onu hiç bir yerde bulamıyordu. Bu şartlarda insana "gönül huzurumu verebilecek tek din İslâm'dı. İnsanın kaybolmuş ruhunu; huzur ve sükûnet bulacağa her türlü ırk, renk ve cinsiyet ayrımının k olduğu, Yaratıcısına geri götürmüştü, kuvvetin bu mükemmelliği erkekle erkek ve erkekle kadın arasındaki her türlü sUni ayırımı yok etmişti. İslâm'ın evrenselliği ve kardeşlik akıntısı önünde servet, soy ve statü engelleri bile silip süpürülmüştü.
H. A. R. Gibb şöyle diyor: "Batı dünyasında İslâm hâlâ aşırı uçlar arasında dengeyi sağlamaktadır. Hem Avrupa ırkçılığına hem de Rusya'nın devlet baskısına eşit şekilde karşı çıkan İslâm, günümüz Rusya ve Avrupa hayatının ekonomik yönlü saplantılarına yenil-memiştir. Prof. Massignon, İslâm'ın sosyal ahlâkını takdir dolu ifadelerle şöyle özetlemektedir: 'İslâm, toplumda herbir ferdin İmkânlarına göre yardımlaşma ve eşitlikçi bir değere sahiptir. İslâm sınırsız bir borsa, faizle borç vermenin, temel İhtiyaçlara dolaylı vergi koymanın muhalifidir. Ancak babaya ve kocaya özel mülkiyet ve sermaye işletme hakkını verir. İşte burada kapitalizmin burjuva doktrinleriyle, bolşevİst komünizm arasında orta bir yol takip eder." (Whither islam? Londra, 1932, ss. 378-79).
Şüphesiz, İslâm beşeriyetin problemleri için en mükemmel ve kapsamlı dindir. Çünkü tarih boyunca geçerliliğini koruyarak, vahyolunduğu İlâhî rehberliği ile aynen var olan tek din İslâm'dır. Bu yüzden İslâm insana iyiyi gösterecek İlâhî rehberlik gücüne sahip olmakla birlikte, Allah'ın lütuf ve ihsanlarının insanın geniş ilmi tarafından kötüye kullanılmasını önleyecek veya en alt düzeye indirerek, kâinatın kaynakları ve maddî güçleri üzerinde sınırsız bir tasallutu önleyecek kudrete de sahiptir.
Allah'ın birliğinden ilham alan ve ona dayanan manevî ve ahlâkî sistemleri insanın büyük ilmini düzenlemeye ve kontrol etmeye, onun devamlı artan gücüne dikkat etmeye muktedirdir. Eğer insanlar muhtemel tehlikeyi ve Vahye dayalı hayat tarzını (mesela İslâm'ı) göremezlerse, görünmeyen büyüklük ve boyutta bir âfet ve belaya doğru sürüklenmiş olacaklardır.
İslâm, kâinat ve onun Yaratıcısına oranla insan hayatının basit bir açıklamasını verir. İnsan dahil bütün kâinatı tek İlâh, Allah yaratmıştır. O yaratıkları üzerinde her şeyi yapmaya kadirdir, azimdir. Her şey O'nun kanununa tereddütsüz itaat eder. İnsanın hürriyetini, gücünü ve yeryüzünün kaynaklarını nasıl kullanacağını görmek için onu bilgi ve akıl ile dünyaya göndermiştir. Eğer başka yaratıkların yollarına itiraz edip Yaratıcı'sma itaat ederse mükafatlandırılacaktır. Fıtratına ve kâinata ters olmasına rağmen hürriyetini, Allah'ı ve O'nun hayat nizamını inkârda kullanırsa Kıyamet Gününde Allah tarafından cezalandırılacaktır. Allah, insanların doğru yolu kötü ve şeytanî yollardan ayırabilmeleri ve onu takip edip kendi rızasını kazanmaları için elçiler göndermiştir. Bu İmtihanda, sadece Hak Yolu (İslâm'ı) takip edenler kurtuluşa erecektir. Bu imtihan Allah Rasûlü Hz. Muhammed vasıtasıyla gönderilen, hâlâ orijinal formunu muhafaza eden, doğru ve adaletli işleri garanti eden İlâhî rehberliği kabul edip etmemekten ibarettir (5:71).
Hz. Muhammed, insanların sadece Tevhide inanmalarını istemiştir ki bu Allah'tan başka ibadet ve itaate lâyık bir ilâhın olmadığını kabul etmek manasına gelir. Hz. Peygamber, kâinatın bütün boyutlarıyla çalışmakta olan evrensel sistemine insanın sadece teslim olmasını ister. Tevhid ilkesi, insanın küçük bir bölümünü oluşturduğu bütün Yaratılışı kapsar. İnsan bütün bir kâinata karşı gelemez. Kesin ve gerçek bir başarıya ancak kâinatın arta kalan kısmının yaratılışına uygun bir yol seçmekle ulaşabilir. Tevhid ilkesini takip ederek Tek ve Bir olan Allah'ı tanımak, Hz. Muhammed vasıtasıyla vahyolunan Allah'ın Rehberliğine tâbi olmak insana her iki dünyada başarıyı temin edecektir. Dünyada insanlığı üzmekte ve medeniyetin geleceğini tehdit etmekte olan kötülüklerin ilacı ancak budur. Başka bir yol olmadığı için, insan yaratılışından getirdiği kötü yolları bırakıp Rabbiyle uyuşmalıdır.
Bu insanların zihnî ve fizikî durumlarıı Kehf suresinde şöyle tahlil edilmektedir: "İnkar edenler, benden ayrı olarak, kullarımı kendileri eliler yapacaklarım mı sandılar? Biz kâfirlere cehennemi konak olarak hazırladık. De ki: 'Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber vereyim mi?' Dünya hayatında bütün çabalan boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri? İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden ve bu yüzden amelleri boşa çıkan, kimselerdir. (Yaptıkları işler tamamen boşa çıktığından) Kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız (veya onlara hiçbir değer vermeyiz.) İnkâr ettikleri, âyetlerimi ve elçilerimi eğlence yerine koydukları için onların cezası cehennemdir. İman edip salih amel işleyenlere gelince, onların konağı da Firdevs cennetleridir. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler." (18: 102-8).
İnsan dikbaşlı ve müstağni tutumunu bırakıp Rabbİnin Rehberliğini ararsa, O'nu kendine en hızlı icabet edici ve yardımcı olarak bulacaktır. Çünkü Rabbimizin maksadı insanlığı merhamet ve lûtfuna yöneltmektir, cezalandırmak ve helak etmek değil: "Siz şükreder, inanırsanız, Allah size niçin azabetsin? Allah şükrün karşılığını veren, (herşeyi) bilendir." (4:147). Şüphesiz Allah gafurdur, rahimdir: "(Ey Muhammed!) Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman: 'Size selâm olsun!1 de. Rabbimiz, kendi üzerine rahmeti yazmış (yaratıklarına acımayı prensip edinmiş)tir. Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar da sonra ardından tevbe eder nefsini düzeltirse, muhakkak ki O, bağışlayan, esirgeyendir."(6: 54). Zümer suresinde de şöyle buyrulur: "(Tarafımdan onlara) de ki: 'Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Size azab gelip çatmadan Rabbinize dönün! O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azab gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun." (39: 53-55).
Allah kullarına karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir. Kulları samimiyetle tevbe edip O'na geldiklerinde, O'nun sonsuz rahmet kapılarını kendilerine açık bulacaklardır. Maile suresinde şöyle buyurulur: "Ey Kitab ehli! Elçimiz size geldi. Kitab'dan gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor, çoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir. Allah onunla, rızasına uyanları selamet yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola iletir." (5: 15-16). Bakara suresinde de şöyle zikredilir: "Allah, İman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları da tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlığa sürükler. Onlar ateş halkıdır, orada ebedî kalacaklardır." (2: 257).
Allah herşeyi kuşatır ve kâinatta olan herşeyi bilir: "Allah, ki O'ndan başka tanrı yoktur, daima diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan kendisinin ka-tmda kim şefaat edebilir? Onların işlediklerini ve isteyeceklerini bilir. O'nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır, ( O yüce hükümdar, göklere, yere, bütün kâinata hükmetmektedir.) Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (2: 255).
Bu yüzden insanlar için en isabetli davranış, Rabbine yönelip huzur ve sükûnu elde etmesidir. Çünkü bunu Allah'tan başka temin edecek yoktur: "De ki: 'Allah'ım, (ey) mülkün sahibi! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini zelîl edersin. Hayır (mal) senin elindedir. Sen her şeye kaadirsin!" (3: 26).
Göklerin ve yerin Rabbinden rehberliği ararsak, bu hakiki rehberlik olacaktır. Çünkü bu rehberlik, geçmişi ve geleceği, kulları için en hayırlı olanı en iyi bilen, bilgisi her şeyi ku- Allah'tan gelmektedir. Başka bir ifadeyle bu rehberlik, evrensel olarak takbike uygun ve en mükemmel yol olacaktır. Kur'ân bunu şu ayetle temin etmektedir: "Bu üstün ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği Kur'ân'dır." (36: 5). Allah'ın Rehberliğinin hata ve kusurdan beri olduğunu, insana bütün durumlarda kesin başarıyı sağlayacağını Allah bu ayetleriyle garanti etmiştir: "Kitab'm indirilmesi, aziz, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır. (Ey Muhammedi) Biz bu Kitab'ı sana hak ile indirdik; sen, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk et." (39: 1-2).
Hakka suresinde bü teminat şöyle dile getirilmiştir: "Gördükleriniz ve görmedikleriniz üzerine yemin ederim ki, o (Kur'ân) elbette değerli bir elçinin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! Kur'ân alemlerin Rabbinden indirilmedir." (69: 38-43).
Kâinatın efendisi ve Rabbinden gelen bu garanti sebebiyle Ebedî hayır ve İlâhî rehberliğin evrenselliği hususunda insanın korkmasına ve şüphelenmesine gerek yoktur. Rehberlik, Allah'tan geldiğinden dolayı, insan emir ve yasaklara uyduğu müddetçe hayatının bütün alanlarında refaha kavuşacaktır: "Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz a-zabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti." (14: 7).
Eğer insan İslâm'ın manevî ve ahlâkî yönlerini samimi olarak kabullenirse, bunlar insanın hayatın bütün alanlarında ilerleme kaydetmesini temin edeceklerdir. İnsanı adaletsizlikten ve sapmalardan korumakla kalmayıp soysuzlaşma ve gerileme tehlikelerinden de muhafaza edeceklerdir. Gerçekten de tehlike aşırı bilgi ve işletilmesinden değil, yanlış kullanılmasından ve ortaya çıkan güç ve kaynakların kötüye kullanılmasıdır. Bununla birlikte İslâm nizamı bu kuvvetin makûl ve âdil olarak toplumun bütün fertlerinin menfaatine kullanılmasını sağlayacaktır.
Kısaca, Müslümamn imam, İnsan ile yaratıcısı arasında çok yakın bir şahsî ilişkiyi meydana çıkarır ve insanda ilâhi sıfat ve faziletlerin günlük iş, alışveriş ve toplumdaki davranışlarında tecelli etmesini teşvik eder.
Bu şekilde insan, zayıflıktan ve günahlardan sıyrılıp, toplumda adalet ve iyiliği tesis edecektir. Sıradan insanların, toplumun eşit birer üyesi olarak yaşayabilmeleri ve ilmin amacına hizmet etmesi sağlanmış olacaktır.