- Büyük Hareket Ve Mükemmel İfadesi

Adsense kodları


Büyük Hareket Ve Mükemmel İfadesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Wed 29 August 2012, 07:03 am GMT +0200
BÜYÜK HAREKET VE MÜKEMMEL İFADESİ

Hz. Muhammed zamanla insanoğlunun hayat tarzını ve ulusların kaderini kökünden değiştiren muazzam bir hareketi başlatmış ve beslemiştir. İnsana sözü verilen İlâhî Rehber­lik Hz. Âdem ile başlamıştır (7: 35-36). İlk insan Âdem'den sonra binlerce yıl, İlâhî reh­berlik, rasûller vasıtasıyla Hz. Muhammed'in şahsında ve öğretilerinde en kâmil ve kapsamlı noktaya ulaşmıştır (5:4). Hz. Pey­gamberin öğretileri maddî ve manevî alanlarla İlerleme ve gelişmede yeni ufukları ilham etmiştir.

Daha önce Rabbİyle bağını koparmış, Hıristi­yanlık ve Yahudiliğin karmaşık öğretileri, Yunanlıların akılcı ve diyalektik felsefeleri ile kafası karışmış olan insanlık için bu yeni bir denemeydi. İslâm sade bir Allah fikri, O'nun iyilik ve adaletinin nasıl hayata uygu­lanacağını göstermiş ve sonra diğerlerinin de yardımıyla hayırlı, muttaki ve âdil bir toplum kurmuştur.

İslâm, dahilî belâlardan kurtarmak üzere in­sana zorla kabul ettirilmiş bir doğma değil­dir. Aksine insanlığın evrensel tecrübelerine dayalı akılcı bîr inançtır. İslâm hiç bir kavmi diğerlerine üstün tutmamaktadır; ancak Va­hiy dünyanın bütün topluluklarına hitab et­mesine rağmen mecburen belli kavimden bir kimse ile gönderilecekti. İslâm, inanç ve dokrrİnlerini insanlığın genel menfaatleri için evrensel olarak uygulanabilecek şekilde su­nar. Bu prensipler insanı Rabbinin katında devamlı olarak daha yükseğe çıkarmakla kal-maz, aynı zamanda maddî refaha da götürür, "aşka bir iadeyle, bu büyük hareket, insanın nem madr'en hem manen gelişmesinin işare­tidir.

°u dinin başka bir yönü de ölümden sonraki âhiret hayatı dahil, beşikten mezara hayatın bütün alanlarım kapsamasıdır. İnsanla ve bü­tün meseleleriyle din ilgilenir. Din, dünyada insanın fiillerine bağlı olarak âhiretteki daha yüksek hayatın şuurunu insana vermekle bir­likte, bu dünyada onu iyi, doğru ve müreffeh bir hayata yöneltmek ister. Böyle olduğu için sadece ibadet ve Allah'a yakınlığı elde etme meseleleriyle değil, insanın çevresindeki pek çok meseleyle de uğraşır. İnsanların birbirle­riyle olan münasebetlere, evlilik, boşanma, mehir, miras, servet dağılımı, işçi ve işveren ilişkileri, fert ve toplumun hayat seviyesini geliştirmeye yardımcı iktisadî ve siyasî me­seleler, ki hem maddî hem manevî olabilir; bütün bunlar İslâm' Dininin ilgilendiği alanla­rın kapsamına girer.

İslâm ayrıca savaş ve barışta uluslararası me­seleleri de kapsar. İnsanın bütün bu sahalar­daki çabaları Allah'a kuvvetli bir iman, O'nun yakınlık ve rızasını kazanmak için ya­pılacaktır. Gerçekten de fert veya toplum ola­rak insanların bu dünyadaki gayretlerinin amacı hem bu dünyada hem de âhiretteki ha­yatın keyfiyetini artırmaktır.

İslâm dini, Kur'ân ve Sünnetin ışığı altında tatbik edildiğinde daimi bir medeniyetin te­melidir. Asirlaca süren, çok büyük evrensel değerlere sahip ahlâkî, manevî, sosyal, siyasî ve iktisadî ilkeleri yayan böyle bir toplumun temelini bizzat Hz. Peygamber atmıştır. Bu toplum İslâm'ın maddî ve manevî ruhunu, onun evrensel kurallarına bağlı kaldığı müd­detçe koruyabilmiş, bu İlkelerden uzaklaşma­sıyla da dünyada hem gücünü hem de müke-melliğini kaybetmiştir.

İslâm, İnsanlığı yıkılmadan, bölünmeden ve harap olmaktan kurtarıp onlara huzurlu bir hayatı temin ve daimî bir medeniyeti tesis et­mek için Allah tarafından gönderilmiştir. İslâm-insanlık için tek birleştirici temel olan Allah inancına dayalı ve ondan kaynaklanan çok asil ve âlî ahlâki ve manevî prensipler getirmiştir. Allah'ın zâtı ve Allah inancı ha­riç, bütün insanlığı birleştirecek güç ve kuvvete sahip başka bir temel yoktur. İslâm öyle bir temel tesis etmiştir ki, bu temel insan me­deniyetine devamlılık sağladığı gibi, dünya­daki bütün toplulukları davetle kuvvetli ve birleştirici bir güç olmuştur. İslâm, değişik renkleri, ırkları, ulus ve kültürleri müşterek bir kültür potasında eriterek, evrensel bir me­deniyetin temelini atmıştır. Tek İlâh, Allah inancını birleştirdiği, çeşitli renklerdeki güzel kokulu çiçeklerin zenginleştirdiği bir bahçe gibi İslâm, muhtelif kültürlerin, sistemlerin ve zevklerin süslediği bir dünya medeniyeti meydana getirebilmeyi amaçlamaktadır.

Daha önce de açıklandığı gibi İslâm, dünya toplumu fikrini 1400 yıl Önce sunmuştur. Şu anda insanlığın takip ettiği helak edici yoldan kurtaracak ve ona medeniyet bahşedecek en büyük güç İslâm'dır. İslâm aynı zamanda bü­tün ulusları tevhid sancağı altında birleştire­bilecek tek güçtür. Diğer inanç ve dinler sa­dece bir ulusun çeşitli unsurlarını birleştirme­de başarılı olabilirken, İslâm bunu sadece teklif etmekle kalmamış aksine, birçok ırk ve ulusları tek kardeşlik çatısı altında fiilen bir­leştirmiştir.

İnsanlığın İslâm'ın tesir gücünü ve saikasını hissedebilmesi için, onun orijinal felsefe ve nizamının Hz. Muhammed'e vahyolundu-ğu şekilde takdimine çok büyük ihtiyaç var­dır. Günümüz İnsanının karşı karşıya bulurn-duğu çok çeşitli ve karmaşık meselelerini çö­zebilecek ve evrensel bir medeniyeti teşekkül ettirecek bir dünya felsefesine şiddetle ihti­yaç duyulmaktadır. Ve İslâm hariç İnsanlığın yeni sorunlarına doğru, etkili ve isabetli çö­zümler getirebilecek başka bir din yoktur.

Sorumluluk Müslümanların üzerine düşmek­tedir. Müslümanlar insanlığın bu kötü duru­muna işe yarar ve uygun bir çözüm önerebi­lecek bir durumda mıdır? Bu talebi yerine getirebilirler mi? Cevap hem "evet" hem "hayır"dır. Hayır, çünkü müslümanlann çoğu İslâm'ı hayatlarının her sahasında tam bir ni­zam olarak kabul etmedikleri için, Allah'ın altında yatan hikmeti ve felsefeyi bilmeden, sosyal, siyasî ve iktisadî hayatlarından İbadet ruhunu dışlayarak sadece kalıplaşmış çeşitli ibadetleri yerine getirmektedirler. Daha ön­cede açıklandığı gibi İslâm doğmalar ve teo­rik diyalektik olmayıp, insan faaliyetlerinin her sahasını kapsayan tam bir Hayat Nizamı­dır. Bu mana ve anlayışla emir ve hükümleri bütün insan fiillerine uygulanmazsa, bu İslâm değildir. Hayatlarında bizzat İslâm'ı tatbik etmeyen kimselerden, onu başkalarına sunmaları ne beklenebilir ne de kabul edile­bilir.

Başkalarına İslâm'ı tebliğ etmeye lâyık olan­lar ancak, İslâm'ın her doktrin ve inancına Allah Kelâmı olarak inanan, şahsen ve müş­tereken hayatlarının tümünde İslâm'ı tatbik eden kimselerdir. Bu haklan olduğu kadar görevleridir de. Böyleleri samimi ve dürüst Hakikat arayıcıları tarafından çok büyük ihti­malle kabul edilecektir.

Gerçekten İslâm insanlığın bütün sorunlarına gerçek çözüm olabilecek bir potansiyele sa­hiptir. Hz. Muhammed görevine başladık­tan kısa süre sonra, o zamanki dünyanın nef­ret ettirici ve çok kötü şartlarını mucizevi bir şekilde değiştirmiştir. İslâm, on-onbeş yıl içinde asırların birikimi kötü âdet ve gele­nekleri, cehaleti, hurafelerin ve ahlâksızlığın tümünü toplumun bünyesinden çıkarıp atmış­tır. İslâm'ın manevî gücü suni ve insan ürünü her tür inanç ve sistemi yok etmiştir. Bu manevî fetih tarihte eşsizdir.

Bu hususta J. H. Denision şunları belirtmek­tedir: "Beşinci ve altıncı yüzyılda medenî dünya karışıklıkların içindeydi. Medeniyeti mümkün kılan eski hissî kültürler, ki bunlar insana birlik ve yöneticilere saygı fikrini ver­mişti, tamamen bozulmuş ve yerini alabile­cek yeterli hiç bir şey bulunamamıştır. Görü­nen şuydu ki; kurulması dört bin yıl alan bu büyük uygarlık dağılmanın eşiğindeydi ve in­sanlık her kabile ve fırkanın birbirine düş­man olduğu kanun ve düzenin bilinmediği barbarlığa gitmekteydi.

Eski kabilevî yaptırımlar değerini kaybetmiş­ti. Hıristiyanlığın getirdiği yeni yaptırımlar ise birlik ve düzen yerine toplumu parçalıyor ve yıkıyordu.. Hristiyanlık yapraklan ve dal­ları dünyayı kaplamış dev bir ağaç gibiydi... Sendelemekteydi... Özüne kadar çürümüştü... Uygarlığı kurtaracak, insanlığı bir kere daha birleştirecek başka heyecan yüklü bir kültür var mıydı?"

"... Bilinen bütün doğu ve güney dünyalarını birleştirecek sözkonusu kişi bu  insanlar

(Araplar) arasında doğmuştu." (Emotion as the Basis of Civilisation, Londra, 1928, ss. 265-69).

Gerçekten İslâm bir yanda muazzam kudreti ile sistem ve nizamlarına zerafet ve asalet ka­zandırırken, öte yandan hayatın sosyal, eko­nomik ve siyasî alanlarında çok büyük güç ve kudret vermiştir. Diğer din ve hayat ni­zamlarına oranla İslâm'ın ahlâkî, ekonomik ve siyasî bütün sistemlerinin kuvvetli oluşu­nun anahtarı işte budur.

Şu anda hüküm süren materyalist ve seküler inanç ve fikirler bütün dünyada İnsanların idealleri olmuştur. Diğer bütün inanç ve din­lerin ayağını kaydırmış ve onları silip süpür­müştür.

Irk ve renk önyargısı dahil Hıristiyanlık so­runların çoğuna geçerli bir çözüm bulmakta tamamen başarısızlığa uğramıştır. Problem­lerden kaçan bu akım dünyanın acı ve ızdı-raplarını artırmaktan başka birşey yapama­mıştır. Bütün maddî ihtiyaçlarını karşılayan ve lüks bir hayat yaşayanlar gönül huzurunun arkasından koşuyor, fakat onu hiç bir yerde bulamıyordu. Bu şartlarda insana "gönül hu­zurumu verebilecek tek din İslâm'dı. İnsanın kaybolmuş ruhunu; huzur ve sükûnet bulaca­ğa her türlü ırk, renk ve cinsiyet ayrımının k olduğu, Yaratıcısına geri götürmüştü,  kuvvetin bu mükemmelliği erkekle erkek ve erkekle kadın arasındaki her türlü sUni ayırımı yok etmişti. İslâm'ın evrenselliği ve kardeşlik akıntısı önünde servet, soy ve statü engelleri bile silip süpürülmüştü.

H. A. R. Gibb şöyle diyor: "Batı dünyasında İslâm hâlâ aşırı uçlar arasında dengeyi sağla­maktadır. Hem Avrupa ırkçılığına hem de Rusya'nın devlet baskısına eşit şekilde karşı çıkan İslâm, günümüz Rusya ve Avrupa ha­yatının ekonomik yönlü saplantılarına yenil-memiştir. Prof. Massignon, İslâm'ın sosyal ahlâkını takdir dolu ifadelerle şöyle özetle­mektedir: 'İslâm, toplumda herbir ferdin İmkânlarına göre yardımlaşma ve eşitlikçi bir değere sahiptir. İslâm sınırsız bir borsa, faiz­le borç vermenin, temel İhtiyaçlara dolaylı vergi koymanın muhalifidir. Ancak babaya ve kocaya özel mülkiyet ve sermaye işletme hakkını verir. İşte burada kapitalizmin burju­va doktrinleriyle, bolşevİst komünizm arasın­da orta bir yol takip eder." (Whither islam? Londra, 1932, ss. 378-79).

Şüphesiz, İslâm beşeriyetin problemleri için en mükemmel ve kapsamlı dindir. Çünkü ta­rih boyunca geçerliliğini koruyarak, vahyolunduğu İlâhî rehberliği ile aynen var olan tek din İslâm'dır. Bu yüzden İslâm insana iyi­yi gösterecek İlâhî rehberlik gücüne sahip ol­makla birlikte, Allah'ın lütuf ve ihsanlarının insanın geniş ilmi tarafından kötüye kullanıl­masını önleyecek veya en alt düzeye indire­rek, kâinatın kaynakları ve maddî güçleri üzerinde sınırsız bir tasallutu önleyecek kud­rete de sahiptir.

Allah'ın birliğinden ilham alan ve ona daya­nan manevî ve ahlâkî sistemleri insanın bü­yük ilmini düzenlemeye ve kontrol etmeye, onun devamlı artan gücüne dikkat etmeye muktedirdir. Eğer insanlar muhtemel tehlike­yi ve Vahye dayalı hayat tarzını (mesela İslâm'ı) göremezlerse, görünmeyen büyüklük ve boyutta bir âfet ve belaya doğru sürüklen­miş olacaklardır.

İslâm, kâinat ve onun Yaratıcısına oranla in­san hayatının basit bir açıklamasını verir. İn­san dahil bütün kâinatı tek İlâh, Allah yaratmıştır. O yaratıkları üzerinde her şeyi yapma­ya kadirdir, azimdir. Her şey O'nun kanunu­na tereddütsüz itaat eder. İnsanın hürriyetini, gücünü ve yeryüzünün kaynaklarını nasıl kullanacağını görmek için onu bilgi ve akıl ile dünyaya göndermiştir. Eğer başka yara­tıkların yollarına itiraz edip Yaratıcı'sma ita­at ederse mükafatlandırılacaktır. Fıtratına ve kâinata ters olmasına rağmen hürriyetini, Al­lah'ı ve O'nun hayat nizamını inkârda kulla­nırsa Kıyamet Gününde Allah tarafından ce­zalandırılacaktır. Allah, insanların doğru yo­lu kötü ve şeytanî yollardan ayırabilmeleri ve onu takip edip kendi rızasını kazanmaları için elçiler göndermiştir. Bu İmtihanda, sade­ce Hak Yolu (İslâm'ı) takip edenler kurtuluşa erecektir. Bu imtihan Allah Rasûlü Hz. Muhammed vasıtasıyla gönderilen, hâlâ oriji­nal formunu muhafaza eden, doğru ve adaletli işleri garanti eden İlâhî rehberliği ka­bul edip etmemekten ibarettir (5:71).

Hz. Muhammed, insanların sadece Tevhi­de inanmalarını istemiştir ki bu Allah'tan başka ibadet ve itaate lâyık bir ilâhın olmadı­ğını kabul etmek manasına gelir. Hz. Pey­gamber, kâinatın bütün boyutlarıyla çalış­makta olan evrensel sistemine insanın sadece teslim olmasını ister. Tevhid ilkesi, insanın küçük bir bölümünü oluşturduğu bütün Yara­tılışı kapsar. İnsan bütün bir kâinata karşı ge­lemez. Kesin ve gerçek bir başarıya ancak kâinatın arta kalan kısmının yaratılışına uy­gun bir yol seçmekle ulaşabilir. Tevhid ilke­sini takip ederek Tek ve Bir olan Allah'ı tanı­mak, Hz. Muhammed vasıtasıyla vahyolunan Allah'ın Rehberliğine tâbi olmak insana her iki dünyada başarıyı temin edecektir. Dünyada insanlığı üzmekte ve medeniyetin geleceğini tehdit etmekte olan kötülüklerin ilacı ancak budur. Başka bir yol olmadığı için, insan yaratılışından getirdiği kötü yolla­rı bırakıp Rabbiyle uyuşmalıdır.

Bu insanların zihnî ve fizikî durumlarıı Kehf suresinde şöyle tahlil edilmektedir: "İnkar edenler, benden ayrı olarak, kullarımı kendileri eliler yapacaklarım mı sandılar? Biz kâfirlere cehennemi konak olarak hazırladık. De ki: 'Size, amelce en çok kayıpta bulunan­ları haber vereyim mi?' Dünya hayatında bü­tün çabalan boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri? İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden ve bu yüzden amelleri boşa çıkan, kimselerdir. (Yaptıkları işler tamamen boşa çıktığından) Kıyamet günü onlar için bir te­razi kurmayız (veya onlara hiçbir değer ver­meyiz.) İnkâr ettikleri, âyetlerimi ve elçileri­mi eğlence yerine koydukları için onların ce­zası cehennemdir. İman edip salih amel işle­yenlere gelince, onların konağı da Firdevs cennetleridir. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler." (18: 102-8).

İnsan dikbaşlı ve müstağni tutumunu bırakıp Rabbİnin Rehberliğini ararsa, O'nu kendine en hızlı icabet edici ve yardımcı olarak bula­caktır. Çünkü Rabbimizin maksadı insanlığı merhamet ve lûtfuna yöneltmektir, cezalan­dırmak ve helak etmek değil: "Siz şükreder, inanırsanız, Allah size niçin azabetsin? Allah şükrün karşılığını veren, (herşeyi) bilendir." (4:147). Şüphesiz Allah gafurdur, rahimdir: "(Ey Muhammed!) Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman: 'Size selâm olsun!1 de. Rabbimiz, kendi üzerine rahmeti yazmış (yaratıklarına acımayı prensip edinmiş)tir. Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar da sonra ardından tevbe eder nefsini düzeltirse, muhakkak ki O, bağışlayan, esirgeyendir."(6: 54). Zümer suresinde de şöyle buyrulur: "(Tarafımdan onlara) de ki: 'Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetin­den umut kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esir­geyendir. Size azab gelip çatmadan Rabbinize dönün! O'na teslim olun. Sonra size yar­dım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadı­ğınız bir sırada, size azab gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun." (39: 53-55).

Allah kullarına karşı çok şefkatli ve çok mer­hametlidir. Kulları samimiyetle tevbe edip O'na geldiklerinde, O'nun sonsuz rahmet ka­pılarını kendilerine açık bulacaklardır. Maile suresinde şöyle buyurulur: "Ey Kitab eh­li! Elçimiz size geldi. Kitab'dan gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor, çoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir. Allah onunla, rı­zasına uyanları selamet yollarına iletir ve on­ları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çı­karıp dosdoğru bir yola iletir." (5: 15-16). Bakara suresinde de şöyle zikredilir: "Allah, İman edenlerin dostudur. Onları karanlıklar­dan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları da tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlığa sürükler. Onlar ateş halkıdır, orada ebedî ka­lacaklardır." (2: 257).

Allah herşeyi kuşatır ve kâinatta olan herşeyi bilir: "Allah, ki O'ndan başka tanrı yoktur, daima diri ve yaratıklarını koruyup yönetici­dir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan kendisinin ka-tmda kim şefaat edebilir? Onların işledikleri­ni ve isteyeceklerini bilir. O'nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü gökle­ri ve yeri kaplamıştır, ( O yüce hükümdar, göklere, yere, bütün kâinata hükmetmekte­dir.) Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (2: 255).

Bu yüzden insanlar için en isabetli davranış, Rabbine yönelip huzur ve sükûnu elde etme­sidir. Çünkü bunu Allah'tan başka temin ede­cek yoktur: "De ki: 'Allah'ım, (ey) mülkün sahibi! Sen dilediğine mülkü verirsin, diledi­ğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, di­lediğini zelîl edersin. Hayır (mal) senin elin­dedir. Sen her şeye kaadirsin!" (3: 26).

Göklerin ve yerin Rabbinden rehberliği arar­sak, bu hakiki rehberlik olacaktır. Çünkü bu rehberlik, geçmişi ve geleceği, kulları için en hayırlı olanı en iyi bilen, bilgisi her şeyi ku- Allah'tan gelmektedir. Başka bir ifadeyle bu rehberlik, evrensel olarak takbike uygun ve en mükemmel yol olacaktır. Kur'ân bunu şu ayetle temin etmektedir: "Bu üstün ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği Kur'ân'dır." (36: 5). Allah'ın Rehberliğinin hata ve kusurdan beri olduğunu, insana bütün durumlarda kesin başarıyı sağlayacağını Al­lah bu ayetleriyle garanti etmiştir: "Kitab'm indirilmesi, aziz, hüküm ve hikmet sahibi Al­lah tarafındandır. (Ey Muhammedi) Biz bu Kitab'ı sana hak ile indirdik; sen, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk et." (39: 1-2).

Hakka suresinde bü teminat şöyle dile geti­rilmiştir: "Gördükleriniz ve görmedikleriniz üzerine yemin ederim ki, o (Kur'ân) elbette değerli bir elçinin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! Kur'ân alemlerin Rabbinden indirilmedir." (69: 38-43).

Kâinatın efendisi ve Rabbinden gelen bu ga­ranti sebebiyle Ebedî hayır ve İlâhî rehberliğin evrenselliği hususunda insanın korkmasına ve şüphelenmesine gerek yoktur. Rehberlik, Allah'tan geldiğinden dolayı, in­san emir ve yasaklara uyduğu müddetçe ha­yatının bütün alanlarında refaha kavuşacak­tır: "Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükre­derseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz a-zabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti." (14: 7).

Eğer insan İslâm'ın manevî ve ahlâkî yönleri­ni samimi olarak kabullenirse, bunlar insanın hayatın bütün alanlarında ilerleme kaydetme­sini temin edeceklerdir. İnsanı adaletsizlikten ve sapmalardan korumakla kalmayıp soysuz­laşma ve gerileme tehlikelerinden de muha­faza edeceklerdir. Gerçekten de tehlike aşırı bilgi ve işletilmesinden değil, yanlış kullanıl­masından ve ortaya çıkan güç ve kaynakların kötüye kullanılmasıdır. Bununla birlikte İslâm nizamı bu kuvvetin makûl ve âdil ola­rak toplumun bütün fertlerinin menfaatine kullanılmasını sağlayacaktır.

Kısaca, Müslümamn imam, İnsan ile yaratıcı­sı arasında çok yakın bir şahsî ilişkiyi mey­dana çıkarır ve insanda ilâhi sıfat ve faziletle­rin günlük iş, alışveriş ve toplumdaki davra­nışlarında tecelli etmesini teşvik eder.

Bu şekilde insan, zayıflıktan ve günahlardan sıyrılıp, toplumda adalet ve iyiliği tesis ede­cektir. Sıradan insanların, toplumun eşit birer üyesi olarak yaşayabilmeleri ve ilmin amacı­na hizmet etmesi sağlanmış olacaktır.