- Burun ve koku alma mucizesi

Adsense kodları


Burun ve koku alma mucizesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
SevD@_GüLü
Sun 10 July 2011, 10:40 pm GMT +0200
                      Burun ve koku alma mucizesi

Burnumuz takriben elli bin çeşit kimyasal bileşikten çevreye yayılan molekülleri kendine bağlayıp ve bunları tanıyabilecek donanıma haiz bir koku alma reseptörüdür. Aynı zamanda her türlü gaz halindeki kokuyu ayırt edebilecek cinsten mükemmel bir cihazımız. Nitekim gaz moleküllerinin burunda meydana getirdiği kimyasal reaksiyonlar sinirlere iletilmesiyle birlikte beyne ulaştırılır. Böylece beyne aktarılan son derece karmaşık sinyaller beyinde ki koku merkezlerince değerlendirilip anında bize koku olarak yansımaktadır. Tıp dünyası bugün olmuş hala daha henüz koku alma olayını tam manasıyla çözmüş değil. Kaldı ki insanın koku alma duyargasında aciz kalan bilim adamları pul kanatlı bir erkek böceğin dişisinin kokusunu iki kilometrelik uzaklıktan alması karşısında kim bilir ne hale geleceklerdir. Dolayısıyla koku algılama alanı mucizevî bir laboratuar hükmünde bir mekân sayılmaktadır.
Belli ki burun kılları boşa yaratılmamışlar. Onların vazifesi de öyle anlaşılıyor ki bir noktada burun içerisine giren tozları tutmak olsa gerektir. Tabii toz hususunda kıllar büsbütün yalnız değildir, ayriyeten buna ilave olarak bir de burun iç kısmında mevcut olan sümüksü bir madde yardımcı kılınmıştır. Hakeza yine burnumuza gelen gaz halindeki moleküller burun boşluğunun üst yüzeyinde içerisi sinir uçlarıyla dolu mukusun (sümüksü madde) zara teması da söz konusudur. İşte bu temas neticesinde gaz molekülleri zar içerisindeki sıvıya karışıp, açığa kimyasal madde çıkmaktadır. Böylece açığa çıkan bu kimyasal maddeler sinir uçları tarafından uyarılıp beyne havale edildikten sonra kokuya dönüşmektedir.
Bilindiği üzere; “Kenan illerinden gelen bu koku; Yusuf’un kokusu” denilince Yakup (a.s)'ı hatırlarız hep. Allah-ü Teala tarafından sanki insanoğluna; “Yakup (a.s)'ın mucizevî kıssasına bak ta kilometrelerce uzaklıkta bu koku nasıl hissedilmiştir, var üzerinde araştır, ona göre bilgi ve becerilerini ortaya koy” denilmiş. Yine sanki dünyanın bir ucunda olsanız bile şayet çalışır çabalarsanız, Mescidi Nebevi’nin gül kokusunu bile evinizin bahçesine kadar konuk edebilirsiniz diye ince bir mesaj verilmek istenilmişte. Nitekim bu mesajlar yerini bulmuş olsa gerek ki insanoğlu elektro manyetik dalga boylarıyla kilometrelerce uzaklardan yansıyan sesleri veya görüntüleri evlere kadar getirebilmiştir.
Burun aynı zamanda solunum olaylarının bir bölümünün gerçekleştiği alan olarak dikkat çekmektedir. Öyle ki bu iş uğruna solunum yollarını döşeyen epitelyum hücrelerinin üst yüzeylerinde yer alan kinosilyumlar sürekli dalgalanma hareketleri ile içeri giren toz taneciklerini dışarı atmak için canhıraş çalışmaktalar. Tüm bu fıtri önlemlere rağmen bir türlü nezle türü salgınlıklardan kurtulamayız. Çünkü grip genelde teneffüs yoluyla aldığımız bir virüs aracılığıyla gerçekleşen bir hastalık olarak karşımıza çıkmakta. Hatta minicik rutubet damlaları bile soğuk algınlığına yol açan virüslerin binek taşları olabiliyor. Şayet vücudumuz direncini yitirmişse bu binek taşları her soluk alıp verdiğimizde hemen faaliyete geçip soğuk algınlığı diyebileceğimiz grip kaynaklı bir hastalığa yol açabilmektedir. Böylece küçücük gördüğümüz virüsler bizlere acziyetimizi hatırlatır. Derken hapşırırken (aksırırken) Elhamdulillah (Allah'a şükürler olsun) diyerek Allah’a şükreder, karşımızdaki buna cevaben Yerhamükellah (Allah size rahmet ve merhamet eylesin) der ve en nihayet Yehdina veyahdikümüllah diyerek karşılıklı birbirimize sıhhat ve afiyet dilemiş oluruz. Aslında aksırırken aynı zamanda burnumuzun hava giren kısmında biriken bakterileri de dışarı atmış oluyoruz. Dolayısıyla çok şükretmemiz gerekiyor. Hatta sadece şükretmekle kalmayıp, bu arada hapşırırken adap-usul gereği ağzımızı kapatmalı ki etrafa zarar verilmemiş olsun.
Öyle hastalıklar var ki koku sayesinde teşhis edilebilmektedir. Tabii ki teşhis önemli, fakat teşhisten de en mühimi tedavidir. Maalesef Tıp dünyası gelinen nokta itibariyle kulak burun boğaz enfeksiyonlarına sebep olan virüs kaynaklı hastalıklar karşısında çoğu kez çaresiz kaldığını ilan etmiş durumdadır. Neyse ki Rabbül âleminin vücut şehrimizde bağışıklık sistemi kurması sayesinde, hasta olsak bile yeniden toparlanıp hayata devam edebiliyoruz. Şayet vücudumuzun immün sistemi çökmüşse ölüm kaçınılmaz olacaktır elbet. Zira virüslerin proteinlerden oluşan dışta bir zarı var ki, söz konusu zararlı proteinler kana karışarak bir anda bizi yatak döşek hasta edebiliyor. Neyse ki akyuvarlar duruma seyirci kalmamaktalar, onlar da bu taarruz karşısında zararlı proteinlere karşı alternatif proteinler diyebileceğimiz “bağışıklık cisimleri” üreterek bize destek olmaktadırlar. Böylece yeniden vücudumuz sıhhat kazanır. İşte akyuvarlar sayesinde bir başka zaman diliminde bir kez daha aynı tip virüs kana girse bile biliniz ki artık zararlı olamayacaktır. Çünkü düşman önceden teşhis edilmiş veya tanınmış durumdadır. Dolayısıyla önceden tanıdık bilinmesinden dolayı derhal imha edilirler. Bu yüzden Tıp dünyası vücudumuzdaki immun bağışıklık sisteminden yola çıkarak zayıflatılmış grip ve nezle türü mikroplar üretip birtakım aşı uygulamaları veya tedavi yöntemleri geliştirmişlerdir. Hâsılı kelam aşılanma yöntemi veya vücuda enjekte edilen zayıflatılmış mikropla bağışıklık kazanıp geçici veya uzun süreli birçok hastalıklara önlem almış oluruz.


Alperen GÜRBÜZER