- Bursa Ulu Caminin Açılışı

Adsense kodları


Bursa Ulu Caminin Açılışı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 27 July 2011, 03:12 pm GMT +0200
Binbir Damla


Kasım 2009 131.SAYI
 

Yusuf YAVUZ kaleme aldı, BİNBİR DAMLA bölümünde yayınlandı.

Bursa Ulu Cami’nin Açılışı

Yıldırım Bayezid, Niğbolu Zaferi’nden sonra Bursa’da yirmi kubbeli Ulu Cami’yi yaptırmıştı (1396-1400). Cami ortasında büyük havuzlu bir şadırvan yapılmış ve açık bırakılan üstündeki kubbesi, daha sonra camekânla kaplanmıştır. Bir benzeri olmayan minberi, ceviz ağacından ve hiç çivi kullanılmadan yapılmış, oyma ve kabartma kıvrık dal motifleri ince bir sanatla minbere işlenmiştir. Sütun ve duvarlar, sonraki dönemlerde usta hattatların elinden çıkan en güzel yazılarla süslenmiştir.

Ulu Cami’nin yapıldığı sırada aslen Buharalı bir seyyid olan erenlerden “Emir Sultan” Şemseddin Muhammed hazretleri (ö. 833/1429) Bursa’daydı ve Yıldırım’ın damadıydı. Cami inşaatı bitince (Mart 1400) bir cuma günü açılış hazırlığı yapılmış, orada ilk hutbenin okunması Sultan Bayezid tarafından Emir Sultan’a teklif edilmişti. Ne var ki, Bursa’da özel fırınında ekmek yapıp satan ve cami işçilerinin ekmek ihtiyacını da karşılayan, gerçek meziyet ve kerametini halktan gizleyen “Somuncu Baba” namıyla maruf, aslen Kayserili Hamid-i Aksarayî hazretleri de (ö. 815/1412) açılışta oradaydı.

Somuncu Baba’yı iyi tanıyan Emir Sultan, açılış hutbesine onun daha layık olduğunu söyleyerek, cemaat içindeki o yüce kişiyi padişaha gösterdi. Emir’in arzusu ve Bayezid’in teklifiyle ayağa kalkarak minbere doğru yürüyen Somuncu Baba, Emir Sultan’ın yanından geçerken: “Hay Emir ne ettin? Bizi ele verdin!” diye söylendi. O sırada yetmiş dört yaşlarında olan Ekmekçi Koca/ Somuncu Baba, ilk defa o eşsiz minbere çıkarak Fatiha suresinin yedi farklı tefsirini yaptı ve dinleyenleri hayran bıraktı.

Cemaat içinde hutbeyi dinleyen, ilk Osmanlı şeyhülislâmı büyük alim, aynı zamanda Emir Sultan’ın hocası ve Somuncu’nun müridi olan Molla Fenarî ise (ö. 834/1431), bu Fatiha tefsiri hakkında şöyle demiş: “Hutbede Fatiha’nın ilk tefsirini cemaatin hepsi anladı; ikinci tefsirini bir kısmı anladı; üçüncü tefsirini çok azı anladı; dördüncü ve sonrakileri ise içimizde anlayan olmamıştır.” Bu olaydan sonra halkın aşırı iltifatından huzursuz olan Somuncu Baba, kısa zamanda Bursa’yı terketmiş, o sırada Bursa’da olduğu bilinen sadık müridi Hacı Bayram da onunla gitmiştir. (Onun hem Akrasay’da hem Darende’de kabri vardır.)

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2/12; Mecdî, Hadâiku’ş-Şekâik (İstanbul 1989), 1/74-76; Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya (İstanbul 2006), 2/433-34; Ahmet Rif’at, Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiyye (İstanbul 1299/1881), 3/83; Şinasi Çoruh, Emir Sultan, s.146-154.


Hacı Bayram Velî

Ankaralı Hacı Bayram Velî hazretleri (ö.833/1430), gençliğinde dinî ilimleri tahsil ettikten sonra, bir müddet Ankara’da ve muhtemelen Bursa’da müderrislik yapmış, aslen Kayserili olan Hamid-i (Hamideddin-i) Aksarayî hazretlerine (ö. 815/1412) intisap ederek, uzun bir zaman onun yanında kalmıştır.

“Hadâiku’ş-Şekâik”ta geçen meşhur rivayete göre, Aksarayî henüz Bursa’ya göç etmeden önce (1400 öncesi) Şuca-i Karamanî isimli bir adamını Kayseri’den Ankara’ya göndererek, orada müderris olan Hacı Bayram’ı yanına davet eder. O da: “Davete icabet lazımdır” diyerek kalkıp Kayseri’ye gider. Görüşmede Hamid-i Velî ona, bâtın ilmini reddeden zahir ulemasından kişilerin ölülerinin mertebelerini ve bâtın  erbabının ölülerinin mertebelerini tanıtıp gösterdikten sonra: “Hangisini tercih edersen kendine onu seç!” der. Hacı Bayram hazretleri de, tasavvufa bağlı kişilerin hallerini yüksek mertebede ve saadette gördüğünden, tasavvuf yolunu tercihle Ankara’daki müderrislikten feragat edip Aksarayî hazretlerine intisap eder.

“Sefine-i Evliya”da ise, bu buluşmanın Bursa’da gerçekleştiği anlatılır. Yine anlatıldığına göre onun asıl adı Numan iken, Hamid-i Aksarayî ile buluştuğu günlerin kurban bayramına denk gelmesinden dolayı, mürşidi tarafından “Hacı Bayram” diye isimlendirilmiştir. Daha sonraları onunla -üç yıl süren- Şam ve Hicaz yolculuğu yapmışlar, hac ziyaretinin ardından ve Ankara Savaşı’ndan sonra Aksaray’a dönmüşlerdir. (1403)

Hacı Bayram Velî, mürşidi Somuncu Baba’nın tavsiyesiyle onun vefatından sonra da Ankara’da çiftçilik yapıp kendi el emeğiyle geçiniyor, güzel söz ve davranışlarıyla geniş halk kitlesini irşad ediyordu. Ayrıca varlıklı kimselerden sadaka ve yardım toplayıp fakir kimselere dağıtıyordu.

Taraftarlarının çoğalması üzerine bazı hasetçiler Hacı Bayram’ı padişaha şikayet etmişler, Sultan II. Murat da onu Edirne’ye getirtip görüşünce, söylentilerin iftira ve dedikodu olduğunu anlamış ve kendisine hürmetle iltifat etmiştir. İki ay kadar Edirne’de kalan Hacı Bayram hazretleri, bir yandan Eski Cami’de vaaz verirken, zaman zaman padişahla da sohbetler yapmıştır. Onun Edirne Eski Cami’de vaaz verdiği kürsü hâlâ bir hatıra olarak korunmaktadır.

Hadâiku’ş-Şekâik, 1/77; Sefine-i Evliya, 2/434-436; Lügat-i Tarihiyye, 3/75-76; Şemseddin Sami, Kâmusü’l-A’lâm (İstanbul 1306/1889), 2/1429; Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, (Ankara 1991), s. 30-65.

Akşemseddin Hazretleri

Akşemseddin Muhammed ibn Hamza hazretleri (ö. 863/1459 - Göynük), Şam’da doğmuş (1390) ve yedi yaşındayken babasıyla gelip Amasya’ya yerleşmişti. Osmancık’ta yirmi beş yaşlarında bir müderris iken, Zeynüddin el-Hafî hazretlerine tarikat intisabı için Haleb’e gitmişse de, gördüğü manidar bir rüya üzerine Ankara’ya gelip Hacı Bayram Velî’nin müridi olmuştu. Daha sonra Bolu-Göynük’te yerleşerek irşad faaliyetlerini sürdürmüş, İstanbul’un fethinde Sultan Fatih’in ordusu içinde yer almış, fetihten sonra Ayasofya’da ilk cuma hutbesini okumuş ve Eyyüp Sultan hazretlerinin kabrini keşfedip ortaya çıkarmıştır.

Akşemseddin tabip-veliydi. Anlatıldığına göre Sultan II. Murad’ın veziri Halil Paşa’nın oğlu kazasker Süleyman Çelebi Edirne’de hastalanmış, doktorlar ona ilaç hazırlamakla meşgulken, Edirne olan Akşemseddin de oraya çağrılmış. Şeyh, “Hangi hastalığa ilaç hazırlıyorsunuz” diye sorunca doktorlar “Filan hastalık için” dediler. Akşemseddin ise, “Buna ser-sam (sersemlik hastalığı) ilacı gerekir” dedi. Hekimler, “Bunun hastalığı o değil. Öyleyse ilacını da sen yapıver” diyerek gittiler.

Akşemseddin hazretleri bazı maddelerin isimlerini vererek onları getirtti. O maddelerden şifalı ilaç yaptı. Onu kullanan hasta iyileşmeye başlayınca Hazreti Şeyh dedi ki: “Biz erken davranmasaydık, bu kişinin helakine sebep
olacaklardı.”

Enisî’nin “Menakıb-ı Akşemseddin”de anlattığına göre: Bir cinnî Şeyh Akşemseddin’e muhabbet eyledi, kedi suretine girerek devamlı onun evinde kalmaya başladı. Bir gece şeyh yatınca kedi ocak başında oturdu. Şeyh ise uyumamıştı. Kapının dışında ürpertici bir sesle ve garip bir isimle çağırdılar. Kedi hemen kalkarak kapıdan cevap verdi. Dışarıdaki dedi ki: “Çok acıktım, yemek ver de yiyeyim. Kapıyı aç da gireyim.” Kedi cevaben: “Şeyh kapıyı bismillah diye kapattı, kapı açılmaz; sana da yiyecek yok. Fakat şeyh şiş köfte pişirip kebap şişini kapı aralığından salmıştı, onda kalanı ye!” dedi. Bu olaya şahit olan şeyh bir şey yapmadan yattı. Sabah namazından sonra, gece işittiği adıyla kediyi çağırdı ve ona dedi ki: “İnsanın sürekli cin ile bir yerde olması güçtür. Var git, ara sıra gel.” Cin de gitti. Bazen gelerek Akşemseddin’i ziyaret ederdi.

Ali İhsan Yurd, Akşemseddin (İstanbul, 1994), s. 130-140; Camî-Lami’î Çelebi, Nefâhatü’l-Üns (İstanbul 1998), s. 834-838; Hadâiku’ş-Şekâik, 1/240-46; Sefine-i Evliya, 2/450-53; Kâmusü’l-A’lâm, 1/265-66.