- Bugünün çocukları

Adsense kodları


Bugünün çocukları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 23 August 2012, 11:22 am GMT +0200

BUGÜNÜN ÇOCUKLARI MEYVE AĞAÇLARINA TIRMANMAYI BİLGİSAYAR OYUNLARINDA GÖRÜYOR

Haziran 2012 81.SAYI

Hanzade YÜCEL


Nerede görmüştüm o dut ağacını tam hatırlayamıyorum. Ankara’da bir bağ evinde miydi yoksa Konya’da mı? Biz çoluk çocuk otururken bizi dut yemeye davet ettiler. Bağlar içinde bir bahçeye kalabalıkça gittik. Çocuk yaştayım diye mi bana öyle geldi bilmiyorum; dut ağacının dalları sanki bütün göğe dört koldan uzanmıştı. Ağacın altına, önceden süpürülmüş toprağın üstüne çok büyük, beyaz bir çarşaf sermişlerdi. Şaşırarak anneme fısıldadım: “Kirlenmez mi? Yere sermişler!” “Yatak çarşafı değil bu! Dut toplamak için ayrı tutulur. Bak şimdi dalları sallayacaklar, dutlar buraya dökülecek.” Annemin yüzü gülüyordu ve çok mutluydu. Çarşafın kenarlarına hepimiz oturmuştuk. Galiba o gün oradaki onca kadın ve çocuk arasında bu tecrübeyi daha önce yaşamamış olan, bir bendim. Hemen bir kaç çocuk, ağaca tırmandılar. Onlara inanamadım! Ben ki salıncaktan bile başı dönüp midesi bulanan çocuk onların cesaretine, çevikliğine hayran kaldım. Çita gibi daldan dala atlayıp ağacın en üst dallarına çıktıklarında, sık yapraklar arasında bir görünüp bir kaybolur oldular. Aşağıda bahçe sahibi kadınlar, ellerinde uzun değneklerle ulaşabildikleri dallara vursalar da, asıl tepedekilerin ağacın dallarını bir bir sallamasıyla dutlar, “patır patır” çarşafın üstüne, bazen dışına bile dökülmeye başladılar. Yaprakların hışırtısı, o kalabalığın sevinçli ve yüksek sesli konuşmaları hala kulağımda...
Ben kenara çekilmiş, bir yukarıya bir çarşafa bakmaktan gözüm kararmış, boynum kasılmış, olan biteni izlerken çarşafın üstü dutla doldu. Kimi, daha ilk dutlar dökülürken yemeğe başlamıştı bile. Onlardan biri de dutu çok seven halamdı; dutun birini yer yemez diğerine uzandığını şimdi bile görür gibiyim. Annem de yanımda, herkes gibi iştahla dut yiyordu mutlaka ama onu değil de, kendimin sorular soran çocuk halimi hatırlıyorum bir de; “Üstünde küçük böcek var bunun! Toprak olmuş biraz, yenir mi? Ağacın yaprakları hep koptu, yazık oldu değil mi?” Annemin teskin edici, öğretici cevaplarını, her dut yediğimde hatırlarım. Elbette o günkü, “iri” olduğu söylenen dutun lezzetini de unutmadım ve hala dutu severim. (Tuğba Şardan, http://blog..com.tr/kitaplarveyasam)

ÇOCUKLARIMIZIN DOĞA HATIRALARI BU KADAR ZENGİN OLMAYACAK?

Pek çoğumuz çocukluğumuzu mahallemizdeki bahçelerde oynayarak, meyve ağaçlarına tırmanıp gönlümüzce meyve yiyip gün batımına kadar sokaklarda eğlenerek geçirdik. Evimizde kanepelere tırmanan, sağa sola koşturup enerjisini atamayan yahut kendisini bilgisayardaki sanal kırlara vuran ve oturduğu yerde habire atıştırıp şişmanlayan çocuklarımızı görünce hep çocukluğumuzun yeşil kırlarını hatırlar çocuklarımız adına üzülürüz. Onlar ne yazık ki kendilerinden önceki dönemlerde yaşayan çocukların aksine doğayla ilgili kayda değer bir deneyim yaşamadan büyüyorlar. Kötü kentleşmenin yanı sıra son yılların kene tehlikesi, çocuk kaçırma olaylarının artması gibi tehdit unsurları da onları ayrı kollardan vuruyor. Bunlar olmasa bile ebeveynin kışın rüzgar, çamur korkusu; yazın terleme endişesi onların parkta, piknikte özgürce vakit geçirmesini kısıtlayabiliyor. Sonuç olarak bugünün çocukları sokaktan ve doğadan uzaklaşıyor.

DOĞADAKİ HER ŞEY ÇOCUĞUN MERAKINI VE ZİHİN GELİŞİMİNİ ETKİLER

Doğanın çocuğun zihin ve beden gelişimi için şüphesiz pek çok katkıları var. Eğitimciler bu konuda çeşitli çalışmalar yaparak hem uzmanlara hem de ebeveynlere yol göstermeye çalışıyor. En önemli dayanakları ise çocuğun doğduğu andan itibaren içinde var olan merak duygusu ve bu duygunun geliştirildiği ölçüde çocuğun öğrenme ve gelişiminin olumlu etkilenmesi. “Çocuğun gelişimi için çevresindeki dünya hakkındaki merakını belirlemek ve geliştirmek için ona yardım edilmeli” (Jacobs&Crowley, 2007) diyorlar. Dolayısıyla çocuğun doğayla etkileşimi fen-doğa olayları bağlamında inceleniyor. Çocuğun bu ortamda kendi deneyimleri vasıtasıyla öğrenmesi öneriliyor. Çocuğun doğa ortamında aktif olarak çevresini gözlemlemesi, gözlemlerini sıralayabilmesi, gözlemlerinden çıkarımlar yapması ve tüm bunlar için duyularını kullanması gerekiyor. (Yuvacı Z. Bir Öğrenme Aracı Olan Fen Deneyimleri)

ÇOCUK SORULAR YOLUYLA ÖĞRENİR

Özellikle okul öncesi çağı çocuğunun en önemli bilişsel özelliği soru sormasıdır. Bunun temelinde ise merak duygusu yer alır. Çocuğun merak duygusu beslenirse o dönemlerde kazandığı beceri ve bilgiler gelecekteki yaşantısına da yön verir. (Erbaş, Ergül, Şimşekli, Özdilek; Bursa, 2002) Dolayısıyla çocuğun ilk doğal ortamı ailedir ve ailede onun bu merak duygusu geliştirilmelidir. Evinde oyuncaklarıyla oynayan çocuk birden dışarıdan gürültülü ses geldiğini duyduğunda koşup pencereden gökyüzüne bakar. Mavilikler arasında ilerleyen bir uçak görür. Bu sesin o uçaktan nasıl geldiğini düşünür. “Ya da bu uçak havada nasıl ilerliyor?” sorusuna takılır. Halbuki bu sorular bizim bile aklımıza gelmez. Çocuğun gerek evdeki doğal ortamında gerekse doğada gördüğü bitkiler ve hayvanlara ilişkin tepkilerini aileler iyi gözlemlemeli, çocukla empati kurmalı ve onun merakını açığa vurmasına yardımcı olacak sorular yöneltmelidir. Hafta sonu çocuğunu yeşil alanlara götüren ebeveyn orada gördükleri bir göletteki kurbağa ya da balıkları hayretle izleyen çocuğunun gözlem yapmasına, gerekiyorsa onlara dokunmasına, deneyimleri yoluyla çıkarımlarda bulunmasına ve eğitimde “analoji” denilen çocuğun bilmediği bir olayı anlama sürecine yardımcı olmalıdır. Burada amaç çocuğu bilimsel bilgilere boğmak değil, (ki çocuklar 11 yaşına kadar soyut düşünemezler) onu araştırmaya sevk etmek ve düşünme becerilerini geliştirmektir. (Arnas, 2002)

ŞEHİR İNSANININ TOPRAK ALGISI BAKIMSIZ KALDIRIMLARDA AYAKKABILARINA BULAŞAN ÇAMURDUR

Doğayı bilmeyen ona saygıyı da öğrenemez. “Benim sadık yarim kara topraktır” diyen Aşık Veysel, toprakla haşır neşir olan Anadolu insanının doğayla saygı ilişkisini ne güzel dile getirir. Toprak sadıktır. Ona bakanı yarı yolda bırakmaz. Az ilgi gösterirseniz az ürün verir ama ilgisiz bıraksanız da baharda o yine yeşillenir; yeter ki tahrip edilmesin. Anadolu insanı dost toprağı, doğayı sever, korur. Bilir ki ona ilgi gösterdiği ölçüde bol ürün alır. Büyükşehir insanının toprak olarak algıladığı şey ise bakımsız kaldırımlarda ayakkabılarına bulaşan çamurdur. Üstüne sıçrayan bulanık suyun içindeki tortudur. Yeşil alanlara çıkmaya vakti yoktur, olsa da yeşil alan bulması zordur. Tabiatla ilişkisi yaşanmış bitmiş bir hikaye midir insanın? Bir daha geri gelmesi, küllerinden doğması zor mudur? “Sadece erguvanlar kaldı” diyen şairin gönlü de bu ıstırabı çeker. “Her gördüğünüz yerde durup bakın erguvanlara. Çünkü yalnızca onlar kaldı; çirkinleşen, tekdüzeleşen çevreye başkaldırıyı inatla sürdüren…” der. Nisan ayı İstanbul için erguvan mevsimiyken kaç İstanbullu çocuğunun elinden tutup Tanpınar’ın “Gülden sonra bayramı yapılacak çiçek varsa o da erguvandır” dediğini hatırlatarak gezdirmiştir? Baharın tüm renklerinin şarkılara, şairlere ilham verdiğini kaçımız öğretiyoruz çocuklarımıza? Zambaklarımızı, güllerimizi, lalelerimizi… Sanırım biz “Seni leylaklar içinde getirsin bu rüzgar / Seni leylaklar içinde bulsam bu da kar…” (Yegah Elif Mirzade) misali, doğada kalan son güzellikleri keşfederek başlayacağız çocuklarımıza anlatmaya. En azından bu da kar diyeceğiz...