sumeyye
Sat 4 September 2010, 12:46 pm GMT +0200
BOŞANMA EN ÇOK ÇOCUKLARI VURUYOR!
Boşanma, toplumumuzu içten kemiren felâketlerden biridir. Maalesef ülkemizde boşanma oranları giderek artmaktadır. Bugün evlenmeler daha zayıf temeller üzerine kuruluyor ve bu yüzden yıkılması daha kolay oluyor. Hatta bazı evlenenler, “mutlu olamazsak ayrılırız!” diyerek yuva kuruyorlar.
Bu yanlış bir tutumdur. Çünkü boşanma olaylarında sadece evlenenler değil, onların aileleri ve özellikle de çocukları kötü etkilenir. Bir ruh hekiminin muayenehanesine problemleri için gelen birçok kişinin rahatsızlığının temelinde, boşanma ve getirdiği sıkıntıların yattığını müşahede ediyorum. Unutamadığım bazı örnekleri ibret olması ve belleklerde iz bırakması gayesiyle sıralamak istiyorum.
Kendisi meslektaşımdı. Eşiyle anlaşamamış ve bir süre sonra ayrılmışlardı. Şu an 5 yaşında olan oğulları annede kalmış ve mahkeme babanın 15 günde bir çocuğunu görmesine karar vermişti. Doktor olan baba bu günleri şöyle anlatıyor:
“Önce mahkemeye gidiyorum. Oradan görevliyi zar zor ayarlayıp yanıma alıyor ve eski eşimin baba evine gidiyorum. Ben aşağıda bekliyorum. O yukarı çıkıyor ve çocuğu alıyor. Sonra akşama kadar oğlumu gezdiriyorum. Akşam olunca yine mahkemeye müracaat, yine görevli ve çocuğu bırakış. Tabii görevliye bahşiş... Tam bir işkence gibi. Onun dışında çocuğumla telefonla bile görüşemiyorum.”
Olan çocuklara oluyor!
Bir başka hanımın 10 yaşında oğlu vardı ve kocası boşandıktan sonra yeniden evlenmişti. Çocuğa hoş görünmek için babası her şeyi yapıyordu. Onu gezdiriyor, hediyeler veriyordu. Niyeti anneden kopartmaktı. Anneyi kötülüyor, haksız yere çocuğun en kıymetli varlığı olan annesinden, “Kötü kadın!” diye bahsediyordu.
Çocuk, anne ile baba arasındaki bu çekişmeden bunalmış, daha oturmamış ve gelişmekte olan şahsiyetinde yaralar açılmıştı. Sevdiği bu iki insan, anne ve babası niçin böyle birbirlerini kötülüyorlardı? Derken hiç kimseye güveni kalmaz olmuş, çözümü kendi kabuğuna çekilmekte bulmuştu.
Unutamadığım olaylardan birisi de üç çocuklu bir ailenin dramıydı. Anne ile baba ayrılınca, çocukları mahkeme anneye vermişti. Bir süre sonra baba, onları bir hile ile kaçırmış, mahkeme tekrar polis marifetiyle annesine teslim etmişti çocukları. Ama bu defa da anne, babaları kaçırır diye çocukları âdeta hapsetmiş ve evden dışarı çıkarmaz olmuştu.
Zavallı yavrucaklar, anne ile baba arasında kalmışlardı. Kendilerine örnek aldıkları, taklit etmeleri gereken en sevdikleri iki varlığın böylesine birbirine düşman olmaları onları derinden etkilemişti.
Ayşecik daha 3 aylıktı ve dünya tatlısıydı. Ama doğduğunda annesiyle babası boşanmıştı. Ayşecik dünyaya gözlerini açtığında annesini yanında görmüştü, ama baba uzaklardaydı. İşte, 3 aylık olunca baba, “kızımı görmek istiyorum” diye gelmiş ve onu kaçırıp gitmişti. İki gözü iki çeşme annesini bana getirdiklerinde babanın nereye gittiğini bilmediklerini söylüyorlardı. Ayşe’nin anne sütü alması gerekiyordu. Anne vardı ama bebeğe ulaşamıyordu.
Ayşecik, muhakkak anne sevgisine, ilgisine, şefkatine muhtaçtı. Ama anne, bebeğin nerede olduğunu bilmiyordu bile. Ayşe’nin annesinden ayrı durması onda telâfisi mümkün olmayan izler bırakırdı. Ve maalesef Ayşe’nin annesi olmasına ve kızının hasretiyle yanıp tutuşmasına rağmen ondan uzaktaydı. Çünkü boşanmışlardı ve babası Ayşeciği annesinden uzaklaştırmıştı.
Boşananlar tekrar evlenemiyor
30 yaşın üzerinde, eli yüzü düzgün bir hanımdı Hayriye. İlk evliliğinde kocasından eziyet görmüş, sonunda evliliği yürütemeyerek boşanmışlardı. Hayriye hanıma birçok uygun talip çıktı ama o hepsini reddediyordu. Çünkü kötü tecrübesi onda iz bırakmış, her erkeğin öyle kaba, her evliliğin de sıkıntılı ortama girmek olduğunu sanmıştı. Artık yalnız bir hanımdı o.
Bir toplumun, mutlu ve ruhen sağlıklı olması; onun temeli sayılan ailenin sağlamlığı ile ölçülür. Ailenin de sağlamlığı geçimsizliklerin, boşanmaların az olması ile belli olur. Ülkemizde kültür yozlaşması oldukça, toplumun temelleri sarsılmakta ve sağlam aileler yerine boşanmış veya geçimsiz çiftlere bırakmaktadır.
Sağlıklı bir toplum olmak için aile yapısını kuvvetlendirmek, hepimizin görevi olmalıdır.
PROF. DR. SEFA SAYGILI (PSİKİYATRİST)