- Borç Nedeniyle Kısıtlılık Altına Almak

Adsense kodları


Borç Nedeniyle Kısıtlılık Altına Almak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Mon 8 February 2010, 04:12 pm GMT +0200

Borçlu kimse, halkın hukukunu ve onlardan borç aldığı malları zayi etmemesi için mâlî tasarruflarında kısıtlılık altına alınır. Mezheb-lerin bununla ilgili tafsilâtlı açıklamaları aşağıya alınmıştır.

(2l) Hanefîler dediler ki: Önceki sayfalarda anlatılan manâsıyla sefih-liğin kısıtlılık sebeplerinden olması gibi, borç ve gaflet (bönlük) de kısıtlılık sebeplerindendir. Kısıtlılık sebeplerinden olan borca gelince; o, bir kişinin bütün malım kapsayacak, hatta daha fazla miktarda borç alması; alacaklı­ların da kadıdan, borçluyu kısıtlılık altına almasını talep etmeleridir ki, borçlu, onlara âit olup kendi eli altında bulunan malda tasarrufta bulunarak malla­rını zayi etmesin. Kısıtlılık altına alma yetkisi, sadece kadıya aittir. Kadı onu kısıtlılık altına aldığında sadaka, hîbe veya kısıtlılık altına alınmasını iste­yen kimselerden başkaları lehine malla ikrarda bulunması şeklinde elindeki malda tasarrufta bulunması sahih olmaz. Ama o, kısıtlılığı çözüldükten sonra bu ikrarıyla muamele görür. Gaip de olsa, borçlu üzerine kısıtlılık koymak sahih olur. Ama onun tasarrufunun sahih ve geçerli olmaması için kısıtlılık altına alındığım bilmesi, yani bu kısıtlamanın ilân edilmesi şarttır. Ama kı­sıtlılık altına alındığını bilmez de tasarrufta bulunursa, tasarrufu sahih ola­rak vâki olur. Kadı, alacaklıların borçlarını kapatmak amacıyla kısıtlının malını -tabiî eğer o, satmaktan imtina ederse- satma hakkına sahiptir. Sattı­ğı takdirde alacaklıların hisseleri oranında satış bedelini onlara taksim eder. Borç nedeniyle kısıtlılık altında bulunan kişi, evlendiğinde nikâhı sahih olur. Kadın, mehr-i misil alma hususunda diğer alacaklılarla ortak olur. Mehr-i misilden fazla olan kısma gelince bu, evlenen kısıtlının zimmetinde borç olur.

Alacaklılar, borçlunun yakasına sarılarak onun gittiği her yere berabe­rinde gitme hakkına sahiptirler. Ancak onu seferden menetmek veya belli bir yere hapsetmek hakkına sahip değildirler. Ancak kadı, borçluyu mehir ve kefalet gibi akidle üstlendiği her türlü borçtan dolayı hapsedebilir. Onu iki veya üç ay süreyle hapsettiğinde, bu süre zarfında malı açığa çıkmazsa onu serbest bırakır, malı olmadığına dâir beyyine ileri sürerse, onu serbest bırakır. Zîra Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:

"Eğer borçlu, darlık içindeyse, bir kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek gerekir.[16]

Hapisten sonra ileri sürülen sıkıntı ve darlığa dair beyyine kabul edilir. Şahitler onun darlık içinde olduğuna tanıklık ettiklerinde kadı onu serbest bırakır. Borç nedeniyle hapsedilen kişi, dövülmez, kelepçelenmez, korkutul­maz, tecrid edilmez; tahkir edilsin diye alacaklının huzurunda beklemekle yükümlü tutulmaz, kiraya verilmez. Ancak kaçmasından korkulması halin­de kelepçelenir. Borçlu kimse cuma ve bayram namazlarını kılmak, haccet­mek, beş vakit namazları kılmak, cenaze namazını kılmak, hasta ziyaret etmek için evden çıkamaz. Kimsenin bulunmadığı bir yerde hapsedilir. Altına sergi serilmez. Ünsiyet etmesi için yanına kimse bırakılmaz... Bu kadarı da insan­ları borçlar üzerine yatmaktan menetmek için yeterlidir. Zîra müsamahakâr İslâm dini alacaklıyı bu sıkıntılı yerde borçlu üzerinde egemen kılmıştır. Bi­lindiği gibi Hanefî mezhebinin muhtar ve müftâbih olan görüşü budur. İmâm-i Âzam´a gelince, o der ki, hür ve baliğ olan kimse, bütün malını kaplasa da, alacaklılar onun kısıtlılık altına alınmasını talep etseler de borç nedeniyle kı­sıtlılık altına alınamaz. Kısıtlanması hiç de onu etkilemez. Kendi malında her türlü tasarrufta bulunabilir. Gaflet (bönlük) sebebiyle kısıtlılık altına al­mak da, borç sebebiyle kısıtlılık altına almak gibidir. Gaflet, kişinin satışın­da ve satın almasında kârlı tasarruflarda bulunamaması, kalbi saf olduğundan dolayı alışverişlerinde aldanmasıdır ki, bu, sefihlikten apayrı bir şeydir. Zî­ra sefih, kendi kasıt ve arzusuyla fâsid şehvetlerinin baskısı altında kalıp, hevâ ve heveslerine yenik düştüğü için malında bozuk ve kötü tasarruflarda bulunan kimsedir. Gaflet sahibi (bön) kimse ise, kasıtlı olarak malında kötü tasarrufta bulunmaz ve şehvetlerine de boyun eğmez. Ancak o kolaylıkla al-datılabilir. İnsanlar onu malında oyuna getirebilirler. O, bunak değildir. Zî­ra bunak, konuşmasında kelimeleri birbirine karıştıran kimsedir. Bilindiği gibi İmâm-ı Âzam, bu gibi kimselerin kısıtlılık altına alınmalarından yana değildir.

Şâfiîler dediler ki: Borç, eğer malından fazlaysa, borçlu kişi borç nedeniyle kısıtlılık altına alınır. Ama malı daha fazla veya borcuna eşitse, kısıtlılık altına alınması sahih olmaz. Ayrıca bütün alacaklılar veya bir kıs­mı kısıtlılık altına alınmasını taleb etmedikleri veya kendisi bizzat kısıtlılık altına alınmasını taleb etmediği takdirde kısıtlılık altına alınamaz. O, iflâsı açığa çıkan müflis gibidir. Ancak borcun Ödeme vâdesi geldiğinde kısıtlılık altına alınması sahih olur. Ama borcun ödenmesine daha bir süre varsa, kısıtlılık altına alınması doğru olmaz. Alacaklılar, kısıtlılık altına alınmasını taleb ettiklerinde kadı, müflisi derhal kısıtlılık altına almakla yükümlü olur. Onu kısıtlılık altına aldığında, alacaklıların hakkı onun malına taallûk eder ve malında tasarrufta bulunmaktan menedilir. Satma, hîbe etme ve benzeri tasarruflarda bulunması geçersiz olur. Borç kendisinden teslim alınıncaya kadar bu hal devam eder. Kısıtlılık altındaki müflisin evlenmesi sahih olur. Karısına vereceği mehir, kendi eli altında bulunan malda değil de zimmetin­de borç olarak kalır. Aynı şekilde onun hul´ yapması, boşaması ve benzer tasarruflarda bulunması da sahih olur. Kısıtlılık altına alınmazdan önce üze­rinde bulunan bir borcu ikrar ederse kuvvetli görüşe göre ikrarı kabul edilir. Alacaklı kimse, diğer alacaklılara ortak olur. Ama kısıtlandıktan sonra borç aldığını söylerse, ikrarı kabul edilmez. Mâlî bedeli olan bir cinayeti kısıtlılık altına alındıktan sonra işlediğini ikrar ederse, bu ikrarı kabul edilir. Mağdur kimse, diğer alacaklılara ortak olur. Borç nedeniyle kısıtlılık altına alınmaz­dan önce mal satın almış, sonra bu malda bir ayıp görülmüş ise; geri veril­mesinde fayda varsa malı geri verebilir. Ama bu ayıp malın değerini eksiltmiyorsa ve bu ayıpla birlikte bu mal, satın alındığı fiyattan daha fazla bir fiyat ediyorsa, geri verilmesi caiz olmaz. Kadı´nın, iflâs edenin malını derhal satması müstehabtır. Borçlunun, aynı şekilde alacaklıların da hazır­da bulunmaları şart değildir. Ancak hazırda bulunmaları sünnettir. Satışın rayiç bedelle olması vâcibtir. Bedelin de vadeli değil, peşin olması şarttır. Böyle olmadığı takdirde ancak borçlunun ve alacaklının rızasıyla satış sahih olur. Rayiç bedelle alıcı bulunmadığı takdirde bu fiyata satılması ümit edili­yorsa, yani peşin ve rayiç bedelle satın alacak bir müşterinin bulunacağı umu­luyorsa, sabredip beklemek vâcib olur. Satıştan sonra elde edilecek bedel, alacakları oranında alacaklılara paylaştırılır. Kısıtlının malı alacaklılara pay­laştırılır, sonra başkası da ortaya çıkarsa, kendi alacağı nisbetinde o kimse­lerin aldıklarına ortak olur. Onların her birisinden bu oranda bir pay alır.

Mâlîkîler dediler ki: Borç, kısıtlılık altına alma sebeplerinden biri­sidir. Yalnız borcun, borçlunun malının tümünü kapsaması veya daha fazla olması şarttır. Borcun onun malına eşit olması durumundaysa ihtilâf edil­miştir. Bazıları böyle bfr borcun, borçluyu kısıtlılık altına almak için bir sebep olmadığını söylemişlerdir. Ama kuvvetlVgörüşe göre bu borç, kişinin kısıtlı­lık altına alınma sebeplerinden birisidir. Çünkü maksat, alacaklının hakkını muhafaza etmektir. O borçluyu kendi alacağını eksiltecek tasarruflarda bu­lunmaktan menetme hakkına sahiptir. Borç, borçlunun bütün malını kap­sadığı takdirde bunun üç durumu vardır:

1- Borç alacaklıları hâkimden, borçlunun iflâsını, yani malın ondan alı­narak alacaklılara verilmesini istemezler. Bu durumda onlar borçluyu, ken­di mallarını eksiltecek tasarruflarda bulunmaktan menetme hakkına sahip olurlar. Alacaklarının Ödeme vâdesi gelmiş olsa da, olmasa da hüküm aynı­dır. Onlar, borçluyu teberru, hîbe, sadaka ve vakıf gibi tasarruflarda bulunmaktan menedebilirler. Bir kimseye kefil olmaktan veya yoksul bir kimseye karz vermek gibi, mallarını zayi edecek tasarruflarda bulunmaktan alıkoya­bilirler. Borcu bütün malını kaplamış olan borçludan hiçbir kimsenin hîbe, hediye veya bunlara benzer şeyleri kabul etmesi helâl olmaz. Onun durumu­nu bilmeyip de alır, sonra öğrenirse, aldığını geri vermesi vâcib olur. Çünkü bu, başkasının malıdır. Aynı şekilde alacaklılar, onu borçtan kaçmak için lehinde ikrarda bulunduğu oğlu veya karısı gibi itham edilecek bir şahıs için ikrarda bulunmaktan da menedebilirler. Ama böyle bir itham altında bu­lunmayan kimse lehinde ikrarda bulunması muteber olur. Dilenciye az mik­tarda sadaka vermek, bayram nafakaları ve kurban masrafı, çocuğu ile babasına israf etmeksizin nafaka vermesi gibi âdete uygun masrafları yap­ması alacaklılar tarafından menedilemez. Onu satmaktan, satın almaktan, bedelli hîbe yapmaktan ve benzeri normal olarak malda eksiklik meydana getirmeyecek tasarruflarda bulunmaktan menedemezler. Onlar ancak, iflâ­sına karar verilmesinden sonra bu haklara sahip olurlar.

2- Onun müflis oluşuna hâkimin hükmetmesi. Yani malının kendisin­den alınarak alacaklılara verilmesine hükmetmesidir ki, bu da ancak üç şartla olur:

a) Alacaklı onun müflis olmasına hükmedilmesini taleb etmelidir. Onun talebi olmadan iflâsına hükmedİlmesi sahih olmaz. Borçlunun kendisi, iflâ­sına hükmedilmesini taleb ederse sahih olmaz. Alacaklılar birden fazla ol­duklarında, bazılarının onun iflâsına hükmedİlmesi için talepte bulunmaları yeterli olur. Hâkim onun iflâsına hükmettiğinde, alacaklıların tümü ister İf­lâsına hükmedİlmesi talebinde bulunmuş olsunlar, ister böyle bir talepte bu­lunmuş olmasınlar, onun malına ortak olurlar.

b) Borcun ödenme vâdesi gelmiş olmalıdır. Vâdesi gelmemiş borçtan do­layı iflâsına hükmedİlmesi sahih olmaz.

c) Borç, malından fazla olmalıdır. Eğer borç malına eşit miktardaysa, iflâsına hükmedİlmesi sahih olmaz. Bu da dört duruma sebebiyet verir:

aa) Onu, birinci halde anılan tasarruflardan menetmek.

bb) Onu, satma, satın alma ve mâlî tasarruflarda bulunmaktan me­netmek.

cc) Malını alacaklılar arasında paylaştırmak.

dd) Vâdesi gelmemiş borçlan varsa, bunların muacceliyet kesbetmesi. Onun iflâsına hükmedİlmesi esnasında kendisinin hazır bulunması gerekmez. Kendisi hazır bulunmasa da bu hüküm onun aleyhine verilebilir.

3- Alacaklıların durumu hâkime İletmeleri, ama onların borçlu üze­rinde durmaları, onu bulamamaları ve kendisinin de onlardan gizlenmesi. Bu durumda alacaklılar, onunla malı arasına girerek onu teberrûdan ve satma-satın alma gibi mâlî tasarruflarda bulunmaktan menedebilirler.

Müflisin malı bütün borcu oranında taksim edilir. Her alacaklı bu oranda bir pay alır. Malını paylaştırmak, onun hazır olmayan alacaklılarının bu­lunduğunu bilme koşuluna bağlı değildir. Hazırdaki alacaklılar da kendile­rinden başka alacaklının bulunmadığını ispatlamakla yükümlü değildirler. Borçlu, kendi malından hiç bir şeyi gizlemediğine dâir yemin eder. Yemin ettiğinde alacaklılar, malını mezkûr şekilde elinden çekip alırlar. Borcu kal­sa bile artık kısıtlılığı çözülmüş olur. Yeniden mal kazandığında, meselâ mi­ras, hîbe, ticarî kazanç veya diğer yollarla yeni bir mal elde ettiğinde, bu malında mutlak tasarruf hakkına sahip olur. Ancak hâkim, yeniden onu kı­sıtlılık altına alırsa, tasarrufta bulunamaz. Alacaklı, borçluyu, borcunu öde-yinceye kadar seferden alıkoyabilir. Borcu, bütün malım kapsamayacak kadar olsa bile, şu sayacağımız şartlar çerçevesinde onu seferden alıkoyabilir:

1- Sefer uzun olmalıdır. Öyle ki, borçlu seferdeyken ödeme vâdesi gel­miş olmalıdır. Ama borcun ödeme vâdesi, borçlu seferdeyken gelmeyecek kadar uzun ise, alacaklı onu seferden alıkoyamaz.

2- Borçlu, sıkıntı ve darlık içinde olmalıdır. Ama varlıklı olduğu sabit olursa, alacaklı onu seferden alıkoyamaz.

3- Borçlunun, borç ödeme hususunda kendi yerine bir kimseyi vekil tâ­yin etmemiş olması. Varlıklı olup da vâdesi geldiğinde borcunu ödemek üzere bir kimseyi vekil tâyin ederse, ya da varlıklı bir kimse bu borca kefil olursa, alacaklı onu seferden menedemez. Üzerinde borç sabit olan kimsenin hap­sedilmesi caiz olur. Meğer ki onun sıkıntı içinde olduğu sabit olsun. Ama varlıklı olduğu ortaya çıkarsa, borcunu Ödeyinceye, ya da mâlî bir kefil geti­rinceye kadar hapsolunur. Borçlunun durumu meçhul olduğunda, mâlî sı­kıntı içinde olduğu sabit oluncaya dek hapsedilir.

Hanbelîler dediler ki: Borç, kısıtlılık sebeplerindendir. Ancak bor­cun, borçlunun mevcut malından daha fazla olması şarttır. Borcu bütün malını kapsayacak kadar olan veya daha fazla olan borçluya müflis denir. Çünkü eli altında bulunan malı, başkasının hakkıdır. Gerçekte bu mal yok sayılır. Müflis kimse, hâkim vasıtasıyla kısıtlılık altına alınır. Alacaklıların tümü­nün veya bir kısmının, onun kısıtlılık altına alınmasını taleb etmeleri şarttır. Talepte bulunmadıkları takdirde kısıtlılık altına alınamaz. Kısıtlılık altına alınmazdan önce borçlunun satma, hîbe etme, ikrarda bulunma ve bazı borç­ları ödeme gibi bütün tasarrufları geçerlidir. Ama kısıtlılık altına alındıktan sonra satma ve benzeri şekillerde kendi malında tasarrufta bulunması geçer­li olmaz. Kısıtlılıktan sonra yeniden elde ettiği mallar, kısıtlılık esnasındaki mevcut malı gibidir. Bu malda da tasarrufta bulunması sahih olmaz. Aynı şekilde kendisini kısıtlılık altına alan alacaklılara âit maldan başka kendi ma­lından bir şeyle ikrarda bulunması da sahih olmaz. Kısıtlılıktan sonra hâkim onun malını satar ve alacakları nisbetinde, alacaklılara derhal taksim eder. Satış için hâkim, müflisin iznini almaya muhtaç değildir. Ancak onun ve ala­caklıların satışta hazır bulunmaları müstehab olur. Kısıtlılık altına alındıktan sonra bir kimse ona karz olarak .veya satarak bir şey verirse, ancak kısıtlılığı çözüldükten sonra kendisinden mütâlebede bulunabilir. Alacaklı kişi, şu sayacağımız şartlar çerçevesinde borçluyu seferden menedebihr:

1- Sefer, uzun olmalıdır. Öyle ki sefer sona ermeden borcun ödenme vâdesi dolmalıdır.

2- Sefer, kısa da olsa korkulu olmalıdır. Güvenli ise, fakat sona erdik­ten sonra borcun ödenme vâdesi gelecekse alacaklı kişi borçluyu seferden menedemez.

3- Borç için onu karşılayıcı bir rehin veya varlıklı bir kefil bulunmama­lıdır. Eğer böyleyse, yani borcu karşılayacak bir rehine veya onu ödeyecek varlıklı bir kefil varsa, alacaklı kişi borçluyu seferden menedemez.

4- Sefer, zorunlu bir cihad için olmamalıdır. Eğer mutlaka yapılması gereken bir cihad için sefere çıkılacaksa, alacaklı kişi, borçluyu seferden menedemez.

Hâkim, varlıklı olup ödemekten İmtina eden borçluyu hapsetme yetki­sine sahiptir. Borç nedeniyle hapsetmek, sonradan çıkarılmış hükümlerden­dir. Bu sebeple ilk hapseden kadı, Şüreyh´tir. Bu da Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şu hadis-i şeriflerine dayanılarak çıkarılmış bir hükümdür:

"Varlıklı kimsenin borç ödemeyi geciktirmesi zulümdür. Bu nedenle onu hâkime şikâyet etmek ve cezalandırmak helâl olur.[17]

Buradaki cezalandırma, hapis şeklinde tefsir edilmiştir.