- Bölümler ve Metod

Adsense kodları


Bölümler ve Metod

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Sat 5 February 2011, 06:56 pm GMT +0200
II. Bölümler ve Metod

Ahlâk kanununu cins ismi altında, herkes gibi biz de iki farklı dalı ayırt etmekteyiz: teori ve pratikîmdi Kur'ân'ı Kerim metnini incelememiz bize, sadece ahlâk biliminin bu iki branşının Kur'ân'da mevcudiyetini değil, fakat Kur'ân-ı Kerim'in onun hakkında verdiği formülün noksandan uzak bir mükemmellik de­recesine eriştiğini de göstermiş bulunmaktadır. [12]

Pratik Veçhe:

 Yakın tarihlerdeki bir yayında, Kur'ân-ı Kerim'in ame­lî ahlâkını, eski hikmetle ilişkisi içerisinde ele almış ve burada kısaca ha­tırlatacağımız üç özelliğini gün ışığına çıkartabilmiştik.ilkin geleneğin koruyucusu ve sürdürücüsü olarak Kur'ân-ı Kerim orada zaman ve mekân bakımmdan birbirlerinden uzaklarda bulunan kurucu ve reformcular olan ve bazılarının hiçbir iz bile bırakmadıkları velîler ve hakimlerin öğretimleri içerisine serpiştirilmiş olarak kalan ah­lâk kanununun tüm cevherini kucakladığı şu engin vüs'atla temeyyüz et­mektedir. İşte bu tarafı, belki de Kur'ân'ın en belirgin özelliği, ancak en değerli ve en orijinal olanı değildir.Bu Öğretimin orijinalliği, eskinin bu farklı derslerinin çeşitliliğini bö­lünmez bir birlik haline dönüştürecek ve ayrılıklarını mükemmel bir ahenk haline getirecek şekilde sunuş ve onlara yaklaşım biçiminde par­lak bir şekilde görünmektedir. Önceki kanunlar içerisinde onun bir yana atmak suretiyle başlattığı şey, orada açıkça orta değerde olan veya aşırı derecede bulunan herşeydi; ve, onların bazan bir yana bazan da öteki ya­na eğilen muvazenisini dengeledikten sonra O, onların hepsini aynı yöne itti ve onlara aynı ruhu üfledi; öyle ki bu eserin tamamını bizzat kendi malı olarak ona atfetmek hakkı mevcuttur.Daha da ziyadesiyle takdire şayan ve kesinlikle orijinal olanı, onun ya­ratıcı yanıdır. Gerçekten de, Kur'ân ahlâkını tasvir etmek için, onun eski­lerin mirasını muhafaza ettiğini ve sağlamlaştırdığını ve onlarm halefle­rini bölmüş olan farklı görüşleri uzlaştırdığmı söylemek yeterli değildir. Tamamen yeni ve ilerici bölümleri eklemek ve bu yolla ahlâkî eseri ebe-diyyen kemâle erdirmek suretiyle onun mukaddes binayı büyültüp gü-zelleştirdiğini ilave etmek gerekir.[13]Halihazır incelemede biz, Kur'ân-ı Kerim'in bizatihi ve kesin şekilleri altında pratik kurallarını ele almak durumundayız. İmdi, bu kurumun vus'at ve güzelliğini anlıyabilmek için, bu cildin sonunda verdiğimiz ik­tibaslara göz gezdirmek yeterli olacaktır.Bu dalda bizim konuyu ele alış metodumuz, haleflerimizin izledikle­rinden oldukça farklıdır.İlk planda, konuyla ilgili naslan kullanıp tüketmeyi zorunlu görmek-sizin, muhtelif davranış kurallarını tesis etmek üzere, onlardan temsilî yeterli bir sayıyı ortaya koymakla yetindik.Daha sonra, mümkün olan ölçüde tekrarlardan kaçınmaya çalıştık. Nihayet sûrelerin düzenini (Gazali gibi) veya   kavramların alfabe­tik düzenini (La Beaume gibi) takip etmek yerine, mantıkî bir düzeni in-tihab ettik. Metinler, kuralın düzenliyeceği konuyla münasebet türünü izleyecek bölümler halinde gruplanmışlardır; ve her kategorinin içerisin­de birçok küçük metin grupları ayırt ettik ve onlara, oradan çıkan özel öğretimi özetleyen alt başlıklar verdik. Okuyucunun, arayacağı kuralı kolayca bulmasına izin verecek tarzda.Böylece düzenlenmiş bulunan metinlerin tamamı, Kur'ân-ı Kerim'e göre pratik hayatın noksansız bir programını meydana getirmektedir. İn­san bizzat kendisine nasıl davranmalıdır, ailesiyle ve genel olarak insan­larla nasıl münasebette bulunmalıdır, idare eden ve edilen arasındaki, devletler ve cemaatlar arasındaki münasebetleri yönetmesi gereken pren­sipler nelerdir, Allah'a nasıl ibadet etmek gerekir? Orada herşey, açık ve gayet belirli bir şekilde söylenmiştir.Bu küllî karakter, ona en yüksek değerini bahşedecek olan bir başka özellikle tamamlanmaktadır. Kur'ân-ı Kerim hayatın her sahası için bir tavrı hareket çizgisi çizdikten sonra, böylece çizilen kadroları, hiçbiri öte­kinin hakkına tecavüz etmeksizin karşılıklı olarak birbirlerine nüfuz ede­cek derecede bütünle ahenk halinde daralıp genişleyebilen, bir merkezde toplanmış kaideler şeklinde bize sunmaktadır.Kur'ân-ı Kerim, bu mucizevî neticeyi nasıl hasıl edebilmiştir? Onun süreci gayet basittir. Mücerret, dalgalı ve bulanık ile gayet formalist olan müşahhas arasında daima orta yolda bulunan formüllerinin kaidelerini ifade etmek üzere o, tamamen özel bir tarzı seçmiştir. Böylece onun inşa ettiği kadrolar aynı zamanda hem katı hem de esnektirler. Bedahati yö­nünden her kaidenin metni, düzensizlik ve ihtirasın anarşisine karşı bir çeşit set oluşturmaktadır; fakat belirsizliği yönünden o, her bir şahsa, ide­alini tecrübenin verdiği şartlara adapte edeceği ve onun ödevini ahlâkın öteki mecburiyetleriyle uzlaştıracağı şeklin seçimini bırakmaktadır. An­cak bu adaptasyon ve uzlaştırma, hem gevşeklik ve hem de kontrolsüz atılganlıktan uzak olan basiretli bir gayretle gerçekleşmek zorundadır. Bu tarz sayesinde Kur'ânî mevzuat, başka yerde güçlükle uzlaşabilecek olarr'çift yönlü bir mükemmelliğe erişmiş bulunmaktadır: Sertlikte yu-muşaklılık, istikrarda ilerleme, birlikte nüans. Bu şekilde o insan ruhuna eşit ölçüde antinomik olan çift yönlü bir mutluluğu teminat altına alma­yı sağlamıştır: Hürriyet içerisinde itaat, mücadele içerisinde kolaylık, de­vamlılıkta girişkenlik. Bazıları bu yüce hikmeti iyi kavrayamamışlardır, îşte bu şekildedir ki bazan îs-lâm'a, meselâ kamu hizmetleri konusunda halka danışma tarzını Müslüman Devletin şekli ve başkanını seçme usu­lünü sarahate kavuşturmamış olmaktan dolayı tenkidler yöneltmiştir: Genel seçim mi yoksa, elit tabakaya tahsis edilmiş seçim mi, cumhuriyet mi yoksa krallık mı? v.s.Kanunî sarahatin bu aşırı derecede araştırılması hususu, kanun ya­pıcılarda veya onun kendilerine uygulandığı kişilerde tezahüredebilir. Birinci durumda o ekseriya, kanunun uygulanmasının kendilerine tev-dî edildiği kanun koyucular hesabına uyruklar karşısındaki bir güven­sizlik tarafından belirlenmiştir; kısacası o, her teşebbüsü akim bırak­mak, müşterek hayatı yeknesak ve çekilmez kılmak, toplumun üyeleri­ni aynı bir mekanik modelin örnekleri haline getirmek eğilimindedir. Fakat bizzat aksiyon adamlarının arasında dahi, kanun koyucunun herşeyin sınırlarını belirlediğini ve kanunlaştırdığını görmek isteyen kimselere rastlanması nadir değildir. Teşebbüsün gerçekleşebileceği farzedilse bile, son haddine kadar götürülmüş bulunan bu türlü mec­buriyet, şahsiyetten tamamen vazgeçme suretiyle denemek için en kü­çük entellektüel ve ahlâkî çabanın araştırılması vasıtasıyla olandan başka nasıl açıklanır?Kur'ân, bu eğilim yoluyla tüm kuralların sayılıp dökülmesi yanlışlığı­nı işlememektedir. O karşıt eğilim yoluyla da hataya sürüklenmemekte­dir. Orada daima iki aşırı uçtan uzak kalman bu makul ölçü, bu aracı tu­tum rastgele ve keyfî olarak mı takınılmıştır, yoksa gayeliliği mi içermek­tedir? Kur'ân'ın susmasında olduğu kadar açıklamalarında da bu kusur­suz ve hikmetli yasamayı hedef tuttuğuna kanaat getirebilmek için, aşa­ğıdaki olayı hatırlatmak yeterlidir:Konuşmalarından biri esnasında Hz. Peygamber şöyle demektedir: "Ey insanlar... Allah size haca emretmiştir, o halde onu yerine getiriniz." Bu­nun üzerine bir adam ayağa kalktı ve sordu: "Onu her yıl mı eda etmek gerekir? Hz. Peygamber ilkin her türlü cevaptan ictinab eder, fakat so­ru sahibi ısrar eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber biraz öfkelenmiş halde cevap verir: İmdi onu her yıl eda etmeniz mecbur tutulsaydı, siz buna hiç icabet edemezdiniz. Sizi bıraktığım sürece, beni rahat bırakınız[14]; sizden Ön­cekiler peygamberlerine sora sora ve onun yanında tartışa tartışa mahvoldular. O halde ben size birşeyi yasak ettiğim zaman, ondan sakınınız; fakat ben size bir emir yönelttiğim zaman mümkün olan ölçüde onu uygulamaya koymaktan başka yapacak birşey kalmamaktadır.[15] Ibn Cerir tarafından nakl olunan da­ha başka bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Allah, hiçbir şekilde aşılmaması gereken sınırlar tesis etmiş, ihmâl edilmemesi gereken ödev­leri emretmiş, çiğnenmemesi gereken yasaklar koymuştur; fakat O bazı şeyleri unutarak değil, ancak size olan merhametinden dolayı atlamıştır. Şu halde bu çeşit şeyler hususunda fazla araştırmayınız"[16], tbn Hibbân, bize şöyle buyu­ran Kur'ân âyetlerinin böylesine şartlarda vahyolunduğunu ifade et­mektedir:"Ey inananlar, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'ân indirilirken onları ısrarla sorarsanız size açıklanır. Allah şimdiye kadar sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah bağışlayandır. Halimdir. Sizden önce bir millet benzeri sorularda ısrar etmiş, sonra da onları inkâr etmişti".[17]Kur'ânî kurallar içerisinde bu ziyadesiyle nasıl ve ne kadarın bir ya­na bırakılması, şu halde insanların zihnî, fizikî ve ahlâkî güçlerini fark­lı şekilde icra etmelerine müsaade etmek amacıyla, kasden alınmış bir tedbirdir.İşte bu pratik ahlâk ve onu karakterize eden genel özellikler hususun­da söylenecekler bunlardan ibarettir. Şimdi teorik ahlâka geçelim. [18]

 Teorik Veçhe:

 Burada da aynı şekilde bizim yöntemimiz herkesçe bi­linen metottan ayrılmaktadır. îlkin, bizim âlimlerimizi en çok ilgilendi­ren taraf kelâm veya fıkıh yönüydü. Hemen her soruyu onun modern ah­lâkçılara kendini yönelttiği terimlerle sormak suretiyle biz, ahlâk alanın­daki yerimizi almaktayız. Öte yandan doğrudan doğruya metnin yardı­mı ile ondan cevabı çıkarmak için devamlı bir çaba içerisinde biz bizzat Kur'ân-ı Kerim'i hareket noktası olarak almaktayız. Ve açıkçası güçlük orada yatmaktadır, zira teorik ahlâkla ilgili naslar, pratik emirlerle aynı bolluk ve aynı sarahate sahip değillerdir. Fakat öncelikle bir sorunun or­taya atılması gerekmektedir.Kur'ân, spekülatif bir kitap mıdır veya felsefî eserlere yöneltilen soru ona da sorulabilir mi? Kelimenin kullanüagelen manasında felsefe, sadece tabiî ışıklara dayalı ve orada, genel olarak eşyayı veya eşyanın belli bir düzenini açık­lamaya uygun bir sistem kurabilmek için belli bir metotla bir hükümden diğerine geçilen istidlali bir düşüncenin eseridir. Halbuki aşikârdır ki, bu zihnî gayret ve bu tedricî gidiş, araştırmaksızm ve beklemeksizin ruhu kaplayan ve içerisinde ne öncüllerin sonuca ne de mukaddemin taliye te~ kaddüm etmediği bir bilgiler kümesini ona temin eden bir vahyin ışığı ile tevafuk etmemektedir.Şu halde Kur'ân felsefî bir eser değildir. Şu manada ki o, bir felsefenin ürünü değildir ve felsefî iktisab usullerinden yararlanmamaktadır. İlave edelim ki o, filozofların didaktik usullerini de takip etmemektedir. Onla­rın tartışma kabul etmez bir ahenge sahip bulunan, ancak ruhun sadece bir tek yönünü, zihnî bölümünü ilgilendiren aklî açıklama metodunun (tanımlama, bölümleme, kanıtlama, itirazlar ve cevaplar) yerine Kur'ân, kendisine has metodunu koymaktadır. Ruhun tümüne hitap ederek o, orada akıl ve kalbin eşit paylarının bulunduğu mükemmel bir gıdayı ona sağlamaktadır.Böylece, Kur'ânî öğretim ile felsefî öğretim metotlarında olduğu ka­dar kaynaklarında da birbirinden ayrılırlar. Konular ve amaçlarında da öyle midirler?Bunu kabul etmek, bilerek veya bilmeyerek Kur'ân-ı Kerim'in din ki­tabı olmadığını ilân etmek olacaktır. Zira, onların .farklılıkları ne olursa olsun —biri kaynağını akim acemice denemelerinden, diğeri vahyin en-. gin ışığından alsın, yahut her ikisi de kendilerini bazen[19] hayalin serabı­nın kılavuzluğuna terketsinler, biri kayıtsız ve şartsız bir bilgiden ötekisi derin, etkin ve sürükleyici bir kanaatten ibaret olsun— gerçek şudur ki, en yüce bölümü içerisinde felsefe ve tüm şekilleri altında din çift yönlü müşterek bir konuya sahiptirler: varlık problemim, onun kaynağını ve kaderini çözümlemek ve mutluluğu sağlıyacak en hikmetli ve en uygun hareket tarzmı belirlemek.Fakat, özellikle felsefeninki ile Kur'ânî konunun yakınlığını en iyi gös­teren şey doktrinini fazilet ve gerçek üzerine temellendirirken Kur'ân-ı Kerim'in, daima sağduyuya hitap etmek ve sürekli olarak düşünme ve tefekküre teşvik etmekle kalmayıp aynı zamanda onun öne sürdüğü şeyi bizzat kanıtlamak ve doğrulamaya teşebbüs etmiş olmasıdır. Hatta, ka­nıtlarının tabiatı ve dahilî kullanma biçimi en derin filozofları, en titiz mantıkçıları ikna edecek tarzda seçildikleri gibi aynı zamanda onlar, en realist mecburiyetleri, en ince şiir zevklerini, en olağan kurumları tatmin etmektedirler. Şu halde Kur'ân'm olgun düşüncenin ürünü ve kesin bil­ginin aşığı olan gerçek felsefeyi mahkum etmediğini beyan etmek yeter­li değildir. Hatta onun ona müsaade ettiğini veya onu teşvik ettiğini ya-hutta onun tarafsız incelemesine gönülden katıldığını söylemek de kâfi değildir. O'nun onu konular ve kanıtlar hususunda mebzul bir malzeme ile beslediğini ilave etmek gerekir.Şüphesiz Kur'ân-ı Kerim bize bu birleşik temel gerçekleri, birleştiril­miş bir sistem şeklinde sunmamaktadır. Fakat, böylesine herşeyi kemâle erdirilmiş bir sistem bulunmadığına göre, bu Kitap'ta, onu inşa etmek üzere gerekli ve yeterli bütün unsarlar mevcut değil midir?Kur'ân-ı Kerim'in dinî felsefenin bütün temel unsurlarını, insanın ve dünyanın menşei ve kaderi, sebeb ve amaç prensipleri, ruh ve Allah kav­ramları, v.s.yi ihtiva etmiş olması vakıası bize her türlü şüpheden uzak görünmektedir ve böyle bir konunun gelişmesi ona bağımsız bir çalışma­nın hasr edilmesine değecektir.Ancak bu Kitab'ın aynı zamanda ahlâk nazariyesinin temelleri konu­sunda da fikir beyan etmiş olması, işte halihazır incelemede bizim kendi kendimize sorduğumuz ve gayretimizin en büyük bölümünü ayır­dığımız ilk soru budur.Ve şu andan itibaren bu şekilde ortaya konulan soruya açık ve tama­men olumlu cevap bulduğumuzu beyan edecek durumda olduğumuzu sanıyoruz.Gerçekten Kur'ân, hiçbir uygulamak öğretimin asla temin etmechgı en geniş ve en aynnoh şekilde davran kural nutedir Fakat bu kaba taslak çan atanda biz O'nun, nazan bdgmm en sag lam temellerini atbgmı görmekteyiz. Örneğin, O'na şu soruyu sorunu Kur'ânî ödev kanunu hangi esasa dayanmaktadır, yetkısm, hanpkay_ naktan almaktadır? O size, iyi ve kötü aymmmm semavi bir kanunu o mazdan önce insan ruhuna nakşolunmus bulunan dahili far vahiy olduğunu; esasında faziletin nüfuzunu onun kendi öz tabiatından ve kendi öz değerinden aldığını ve böylece Akıl ve Vahyin aynı şeyin ilham edici çift yönlü bir ışığı, eşyanın temeline kök salmış bir tek ve aynı aslî hakikatin çift taraflı bir ifadesi olduğunu söyleyecektir.Daha sonra O'na bu kanunun özellikleri ve gücünün kapsamını soru­nuz. O size bunun insanlığın meşru isteklerini teminat altına alan, ancak onun kesinlikle muhteris ve keyfî arzularına karşı koyan alemşümul ve ebedî bir kanun olduğunu söyleyecektir.öte yandan O'na, beşerî sorumluluk, onun şartlan ve sınırları; fazile­ti kazanmanın etkin yolu, iradeyi davranış konusunda belirlemesi gere­ken yüce prensip veya eserinin şuurunda olan bir ahlâkçının O'nun hak­kında bir fikir sahibi olmadan yapamayacağı herhangi bir genel prensip hakkında sorunuz. Siz orada, her soruya en uyanık ve en dengeli şuurla­rı toplamaya mahsus yegâne cevap olarak kendini kabul ettiren açık ve kesin bir formül bulucaksınız.Bizim hayranlığımızı celb eden şey, bu soruların cevaplarmm hangi çarpıcı tezatla Kur'ân'da ve başka yerlerde tezahür ettiklerini görmektir. Pekâlâ!.. Kur'ân'm bir anlık ışığı altında bu temel gerçekler hemen hemen ondört asırdan beri kesin olarak gün ışığına çıkartıldıkları halde, onları bu ışığın dışında araştıran en çalışkan düşünceler, halen el yordamıyla yol almak suretiyle, gayet uzun vadelerde ve çoğu zaman fahiş hatalara düşerek sadece onun bazı parçalarını keşfedebilmektedirler. [20]


[12] M. Abdullah Draz, Kur’an Ahlakı, İz Yayınları:

[13] Bizim "hıitiation du Koran" (Kur'an'a Giriş) Kısım II, böl. Il'ye bk. Orada Kur'ân'a ait katkının bu üçlü yönünü aydınlatan çok sayıda müşahhas misalleri bulacaksınız: ihtisas, telif ve ikmai.

[14] Şüphesiz bu demektir ki; vahyi tahrik etmeyiniz, düzenlemenin bulunmadığı yerde araştırmayınız.       

[15] Krş, Ibn Hibbân, Suyûtf ed-Dürrü'l-Mansûr da zikredilmiştir, c. II, s. 335. 

[16] Krş. Taberî, Tefsir, c. VII, s. 55.

[17] el-Mâide 5/101,102.

[18] M. Abdullah Draz, Kur’an Ahlakı, İz Yayınları:

[19] Biz vahyedilmiş dinlerden değil, genel olarak dinden söz etmekteyiz.

[20] M. Abdullah Draz, Kur’an Ahlakı, İz Yayınları: