sumeyye
Tue 29 June 2010, 03:17 pm GMT +0200
BİZLERİ KONUŞTURAN NEDİR SUSTURAN NEDİR ?
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz ve Allah’a iman edersiniz…” (Âl-i İmran 110)
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler, iyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Rasulüne itaat ederler İşte bunları Allah yarın, rahmetiyle bağışlayacaktır Çünkü Allah azizdir, hakimdir” (Tevbe 71)
Bu ayeti kerimelerdeki sıralama hiç dikkatinizi çekti mi?
Kur’an, bireylerin faziletlerini, üstünlüklerini sıralarken: “İman eden, teslim olan, gönülden boyun eğen, huşû sahibi olan, takva sahibi olan, sâdık olan, hamdeden, şükreden, zikreden, sabreden, namaz kılan, oruç tutan, infak eden, namusunu koruyan…” gibi sıfatlarını öne çıkarır Müslüman bir fert Allah katında bu özellikleriyle puan kazanır, değerlendirmede ölçü olarak bu ve benzeri özellikler dikkate alınır, müminin bu sıfatlarla donanması için teşvik edilir
Fakat Allah Teâlâ ümmetleri, toplumları değerlendirirken, insanları kitleler halinde ele alırken; “İyiliği emreden, kötülüğü engelleyen, yasaklayan” yönünü ön plana çıkarır Müslüman bir toplum için bu özellikler hayatî değer kazanır, hatta hayatta kalabilmelerinin, varlıklarını sürdürebilmelerinin yegane şartı olarak görülürAllah’a iman konusunun bile önüne geçer
Gerçekten bu ümmetin en belirgin vasfı, bu ümmeti gelmiş geçmiş diğer ümmetlerden ve mevcut diğer toplumlardan ayıran en önemli fark; marufu, yani iyiliği emreden münkerden nehyeden, kötülüğü yasaklayan, engelleyen, yani duyarlı ve müdahil bir topluluk olmasıdır
Allah’ın izniyle Peygamber aleyhisselam böyle bir ümmet vücuda getirmiştir Kazandıkları güzellikleri, iyilikleri derhal yayan ve yaygınlaştıran, kötülükler karşısında alarma geçen, yanlışlıkların, münkerin önüne set oluveren, şahit oldukları olumsuzluklara derhal müdahele eden, susmayan, hassas mı hassas bir ümmet bırakarak ayrılmıştır bu dünyadan
O’nun yerine geçen halifeleri, ümmetin bu müthiş özelliğinin yerinde olup olmadığını kontrol için görevi devraldığı ilk gün minbere çıkar çıkmaz “Ben yanlış yaparsam ne yaparsınız?” sorusunu sormuş,
“Seni kılıçlarımızla doğrulturuz!” cevabını alınca bundan dolayı Allah’a hamdetmişlerdir
Allah Teâlâ’nın emrettiklerini emreden bir ümmet,
İyi ve güzel olanı emreden bir ümmet,
Aklın ve örfün güzel gördüğünü, güzel bulduğunu tavsiye eden, yayan ve yaygınlaştıran bir ümmet,
Allah Teâlâ’nın yasakladıklarını yasaklayan bir ümmet,
Münkeri men eden bir ümmet,
Kötülüklerin önüne dikilen bir ümmet,
Kısacası, susmayan, asla susmayan bir ümmet…
Peki, neydi onları susturmayan şey?
Çünkü onlara durmadan Allah’ın ayetleri tilavet olunuyordu Çünkü onlar Rasulullah’ın yanındaydılar, beş vakit onun arkasındaydılar, hep onunla beraberdiler ve kulakları, beyinleri ve kalpleri Allah Teâlâ’nın nur çağlayanının altındaydı, kesintisiz bir şekilde Allah’ın nuruyla besleniyorlardı
Çünkü onlar, tepeden tırnağa hak ile mezc olmuşlar, hak ile dolup taşmışlardı
Çünkü onlar olup biten her şeye, ister durağan olsun, ister hareket halinde olsun Allah’ın nuruyla bakıyorlardı, şahit olduklara her şeyin üzerine böylesine muazzam bir projektör tutuyorlardı Batıl olan ne varsa, münker olan ne varsa, kötü olan ne varsa, kısacası bu nur ile bağdaşmayan ne varsa sırıtıp kalıyordu tek başına, ayrışıp kalıyordu orta yerde Derhal müdahale ediliyordu, el atılıyordu, düzeltiliyordu, yani konuşuyorlardı, susmuyorlardı onlar
Onların ruhî bünyeleri öylesine hassas bir noktaya gelmişti ki, batılla karşılaşır karşılaşmaz, münker ve kötü olan bir şeyle muhatap olur olmaz derhal sirenleri çalıyordu, alarm cihazları faaliyete geçiyordu Bâtıl onların bünyesinde alerji yapıyordu
Bugün bizleri susturan nedir?
Niçin susuyoruz, konuşmuyoruz,
Niçin her şeyin dışındayız, niçin müdahil olmuyoruz
Niçin iyilikleri yaymıyoruz, niçin güzellikleri dışımıza taşımıyoruz, kısacası niçin emri bilmaruf yapmıyoruz?
Niçin kötülüklerin önüne geçmiyoruz, şahid olduğumuz çarpıklıklara ve yanlışlara niçin müdahele etmiyoruz? Niçin susuyoruz?
Kulaklarımız, beyinlerimiz ve kalplerimiz Rabbimizden gelen nurla dolu olmadığından mı, O’nun nuruyla dolup taşamadığımızdan mı, O’nun nuruyla bakıp değerlendiremediğimizden mi?
Bir münker gördüğümüzde, bir bâtıla muhatap olduğumuzda, bir haksızlık ve zulme şahid olduğumuzda niçin bizim sirenlerimiz çalmıyor, alarmımız niçin çalışmıyor, ruhumuz ve gönlümüz niçin alerji yapmıyor, tepki göstermiyor?
Evet, bizi susturan nedir?
Yoksa dünya hayatıyla mutmain mi olduk, yatıştık mı, dünya hayatına razı mı olduk, dünya hayatıyla fit mi olduk, dünyaya çakılıp kaldık mı? İşimizle, maaşımızla, ücretimizle, gelirimizle mutmain mi olduk? Bizi susturan bu mudur yoksa? Daha önce hiç ulaşamadığımız bir gelir seviyesini mi yakaladık? Onu ve onun getirdiği konforu kaybetmekten mi korkuyoruz?
Kendimizin ve yakınlarımızın yaşantıları değişti de o yüzden mi başkalarına iyiliği emredemiyor, kötülükten nehyedemiyoruz?
Nehyetmekle yükümlü olduğumuz kötülüklere yakınlarımız, ekibimiz, cemaatımız ve sevdiklerimiz de bulaşmış durumda olduğundan mı susuyoruz? Nedir bizi böylesine suskunluğa gömen?
Konuştuğumuzda birilerini kaybetmekten, çevremizde yalnız kalmaktan mı korkuyoruz?
Bütün bunların bir dökümanını çıkarmalıyız, bizi susturan şeyleri bir bir tesbit edip önümüzden kaldırmalıyız
Bizi konuşturan, bizi ayağa kaldıran dinamizmimizden neler eksilmişse onlarla yeniden donanmalıyız
Konuşmalıyız, susmamalıyız
Mehmet Göktaş