sidretül münteha
Fri 28 January 2011, 04:55 pm GMT +0200
3. Birleştirmeyi Mubah Kılan Sebepler:
Cem'in cevazına kail olanlar, cem'i caiz kılan sebeplerden birinin yolculuk hali olduğunda ittifak etmişlerse de, hazar halinde cem etmenin cevazı ile cem'i caiz kılan yolculuğun şartlarında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi: «Mutlak yolculukta namazların cem'i caizdir, hangi yolculuk
ve yolculuğun hangi çeşidi olursa olsun kişi yolculuğa çıktı mı namazlarını cem' edebilir» demiştir.
Kimisi de «Yolculukta namazları cem' edebilmek için yolculuğun acele olması şarttır» demiştir. Bunu diyen de Ibnü'l-Kasım'ın kendisinden rivayetine göre İmam Mâlik'tir. Zira bu rivayete göre İmam Mâlik; "Yolcu, acele gitmesi gerekmezse namazları cem' edemez» demiştir.
İmam Şafii ise, bu şartı koşmamıştır. İmam Mâlik'ten gelen ikinci rivayet de bu yoldadır. Bu şartı koşanlar, İbn Ömer'in yukarıda geçen «Rasûlul-lah (s.a.s) bir yolculukta acele gitmesi gerektiği zaman, akşam namazını -yatsı ile birlikte kılmak üzere- yatsı vaktine bırakırdı» hadisini değerlendirmişlerdir. Bu konuda şart ileri sürmeyenler ise Enes ile diğerlerinin hadislerine bakmışlardır.
Cem'i caiz görenler, cerh'i caiz falan yolculuğun çeşidinde de ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Ancak -hac ve cihad gibi- sevab olan yolculuklarda namazlar cem' edilebilir» demiştir. Kimisi de, caiz olan her yolculukta cem'in cevazını benimsemiştir. Birinci görüş İbnü'l-Kasım tarafından İmam Mâlik'ten rivayet olunmuştur. İkincisi de İmam Şafii'nin görüşüdür ve İmam Mâlik'ten Medineliler tarafından rivayet olunmuştur.
Bu ihtilâfın sebebi; namazın kasrını caiz kılan yolculuk hakkındaki ihtilâfların sebebinin aynısıdır. Ancak aradaki fark; oradaki hadislerin hem kavlî, hem fiilî, buradakilerin ise sadece fiilî olmasıdır.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in namazlarını cem' ettiği yolculukların çeşidini dikkate alanlar, başka yolculuklarda cem'i caiz görmemişlerdir. «Namazın kasrı (kısaltılması) gibi, namazların cem'i (birleştirme) de yolcuya gösterilen bir ruhsat ve kolaylıktır» diyenler ise, cem'in cevazını Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in yaptığı yolculuklardan başka yolculuklara da vermişlerdir.
Hazarda ve bir mazeret olmaksızın cem' etmek ise, İmam Mâlik ile fu-kahamn çoğu tarafından caiz görülmemiştir. Zahirîlerden bir grup ile İmam Mâlik'in tabilerinden Eşheb ise: "Caizdir", demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi, İbn Abbas'ın yukarıda geçen hadisinin tefsirinde ihtilâf etmeleridir.
İmam Malik gibi .bazı zatlar bu hadisi, «Yağışlı zamanda namazlarını cem'ederdi» mânâsında anlamışlardır.
Kimisi de "Hadis umum mânâsındadır. Nitekim Müslim'in rivayetinde 'Ne korku, ne yolculuk ve ne de yağış yokken' [384] şeklinde bir ziyade vardır", demişlerdir. Zahirîler, Müslim'in rivâyetindeki bu ziyadeye dayanmışlardır.
Hazarda, havanın yağışlı olduğu zaman namazları cem' etmeye gelince:
İmam Şâfıi «Mutlaka, yani ister gece, ister gündüz olsun caizdir» demiştir. İmam Mâlik ise «Gündüz caiz değil, fakat gece caizdir» demiştir. Yine «Havanın yağışlı olması şart değildir, geceleyin cevazı için yolların çamurlu olması da kâfidir» demiştir.
İmam Şafii, İmam Mâlik'in gece ile gündüz arasında ayırım yapmasını yadırgamıştır. Zira İmam Mâlik, İbn Abbas (r.a.)'tan rivayet ettiği, "Peygamber (s.a.s) ne korku ve ne de yolculuk yokken öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte kılardı» hadisinin bir kısmını red, bir kısmını da te'vil etmiştir. Cem'in cevazını yalnız geceye vermekle, öğle ile ikindiye dair olan kısmını reddetmiş ve «Bana öyle geliyor ki, Peygamber (s.a.s) Efendimiz bunu havanın yağışlı olduğu zamanlarda yapmıştır» demek sureti ile diğer kısmını te'vil etmiştir. Bu ise, icma' ile caiz olmayan bir şeydir.
Zannederim ki, İmam Mâlik bu hadisten bir kısmının amel ile çeliştiğini gördüğü için reddetmiştir.
Zira «îbn Ömer, valiler akşam ile yatsı namazlarını birlikte kıldırdıkları zaman onlara uyardı» diye rivayet olunduğu üzere Medine'de hep akşam ile yatsı namazları cem' edilebilmiş, öğle ile ikindi namazları ise cem' edilmemişti. Fakat bunu şer'î delil yapmak, üzerinde durulacak bir mevzudur. Çünkü Mâlikî ulemasından mütekaddim olanlar bunu, yani Medine'de uygula-nagelen ameli, icma' sayarlar ki bu, tutarsız bir şeydir. Zira belli bölgelerdeki icmalarla ihticac edilemez.
Mâlikî ulemasından sonrakiler de, SA' denilen ölçeğin miktarı ve benzeri- Medine'de kuşaktan kuşağa devr olunagelen şeyleri mütevatir olan nakiller kabilinden addederler ki bu da, doğru değildir. Zira amel fiildir. Fiil ise, kavi ile beraber olmadıkça tevatür olamaz. Çünkü tevatürün yolu haberdir, amel değildir. Fiilleri tevatüre yol yapmak zordur, hatta belki imkânsızdır.
Bana kalırsa en doğrusu, bunun, İmam Ebû Hanife'nin dediği «umûmî belva» (herhangi bir şeyin halk arasında yaygın bir hal alması) kabilinden sa-yılmasıdır. Zira şartlan sık sık vukua geldiği halde yapılmayagelen böyle sünnetlerin nesholunmamış olduğunu, hele sünnetlerle amel etmeyi nesilden nesile devralan Medineliler'in bunları bir gaflet sonucu olarak yapmadıklarını akıl kabul etmez. Fakat bu, İmam Ebû Hanife'nin «umumî belva» görüşünden daha kuvvetlidir. Çünkü sünnetlerden gaflet etmemek, İmam Ebû Hanife'nin nakil yolunda itibar ettiği diğer halktan ziyade Medineli-ler'den daha çok umulur.
Kısacası; amelin menkul bir şeyle beraber bulunduğu zaman, karine olmasında şüphe yoktur. Ancak şu var ki, eğer bu karine menkul olan şeye uygun olursa kuvvetli bir zan, uygun olmazsa zayıf bir zan doğurur. Fakat bu karinenin sabit olan Haber-i Ahad'ı (bir kişinin rivayet ettiği hadisler) reddedebilecek kadar kuvvetli bir dereceye varması üzerinde durulacak bir husustur. Bazan varır, bazan varmaz. Çünkü «Umumü'l-belva (herkesin karşılaştığı ve sakınılması zor durumlar)» bakımından şeyler arasında çok fark vardır. Sünnete karşı olan ihtiyaç ve sünnetle karşılaşma çoğaldıkça halk arasında ne kavlen, ne amelen yayılmayan, o sünnete dair «Haber-i Ahad»ın kuvveti o nisbette azalır. Çünkü bu durumda olan haber-i ahad, ya ifade ettiği hükmün mensuh olduğunu veyahut rivayeti yolunda bir halel bulunduğunu gerektirir. Kelâm ulemasından Ebu'l-Meâlî ile başkaları bunu açıklamışlardır.
İmam Mâlik «hazar halinde olan hasta adam da -eğer bayılmaktan korkar veya hastalığı ishal ise- namazlarını cem1 edebilir» demiştir. îmam Şâfıi ise, bu görüşe katılmamıştır.
Bu ihtilâfın sebebi de, yolculukta cem'in cevazına sebep olan meşakkat ve zorluğun yolculuktan başka hallere de geçip geçmediğinde ihtilâf etmeleridir. Bunu diğer hallere de teşmil edenler, «Hastalık halinde namazları cem' etmek evleviyetle caizdir» demişlerdir. Çünkü hastanın ayrı ayrı vakitlerde namaz kılmakta çektiği zorluk, yolcunun çektiği zorluktan daha çoktur. Bu sebebi, yalnız yolculuğa mahsus görenler ise hastaya cem'i caiz görmemişlerdir. [385]
[384] Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, 6/6, no:
[385] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/348-351.