hafiza aise
Wed 4 May 2011, 03:00 pm GMT +0200
Birinci Akabe
Derken beklenen zaman geldi ve Efendimiz de, yine gelenleri karşılamak ve onlara İslam'ı anlatmak için Mina'ya gitmişti. Adeta, karargahını buraya kurmuş, karşılaştığı her insana bir umut deyip yaklaşıyor ve her insanı Allah'a imana davet ediyordu. Bu kalabalıkta O'nu arayanlar da vardı. Uzaktan görür görmez koşarak yanına geldiler; bunlar, geçen yıl gelip de burada Müslüman olan Medineli gençlerdi. Buluştukları yer, Mina' daki Akabe denilen mekandı. Ancak bu sefer sayıları on ikiyi bulmuştu. Önceki seneden gelemeyen sadece Cabir İbn Abdullah idi. O zaman gelenlere ilave olarak, bu yıl Mudz İbn Hôris, Zekvan İbn Abdülkays, Ubôde İbn Sômit, Yezid İbn So'lebe, Abbfis İbn Ubôde, Ebu'l-Heysem et- Teyyihani ve Uveymir İbn Sôide Müslüman olmuş ve kalıcı bir
vuslat için Mekke'ye gelmişlerdi. i
Bu buluşma, İslam adına yeni bir açılım demekti; Mekke' de daralan kıskaç, bundan böyle Medine'ye doğru kayıp genişleyecek ve belli ki Allah davası, zuhür ettiği yerden başka bir yerde temekkün edip yerleşecekti. Kısaca takdirde olan, yürürlüğe konulmuştu ve Varaka İbn Nevfel'in dedikleri çıkıyordu!
Uzun uzadıya konuşuldu ve arkasından Efendiler Efendisi onları beyata çağırdı. Şöyle diyordu:
- Gelin ve Allah'tan başkasını O'na denk tutmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmernek, el ve ayaklarınıza hakim olarak aranızda iftira tohumları ekmemek, iyi ve güzelolanda Bana itaat etmek konusunda Bana beyat edin! Bundan sonra sizlerden kim ahdine sadık kalıp da vefalı davranırsa bilsin ki onun mükafatını bizzat Allah verir. Kim de, bundan dolayı bir sıkıntıya maruz kalır da takibe uğrarsa, bu da onun için bir kefarettir; başına geleni setredip de gizli tutanın durumunu Allah takdir edecektir. Dilerse affeder, dilerse ceza olarak karşılığını verir.
Karşılarında İnsanlığın Emini durmuş, kendilerini fazilete çağınyordu; zaten bu güne kadar ne çekmişlerse, davet edildikleri hususları göz ardı edip görmezlikten geldikleri için çekmişlerdi. Şimdi ise, Allah Resülü'nün fazilet davetine icabet ederek, arzu ettikleri kaliteyi yakalama fırsatı vardı önlerinde.
Her mesele konuşulmuş ve artık ayrılık vakti gelmişti; ancak, Medineli Ensar'ı derinden düşündüren bir husus vardı. Resülullah ile birlikte oldukları süre içinde İslam adına bazı hükümleri öğrenmişlerdi; fakat o, surekli yenilenen ve ihtiyaç ortaya çıktıkça her gün yeni bir mesajla gelen bir dindi. Bir de, Hazreç ve Evs olarak henüz aralarındaki vifak ve ittifak tesis edilebilmiş değildi; aralarından birisinin önce çıkıp da
kendilerine imamlık yapmasını diğerleri kabullenmekte zorlanabilir ve bu konu bile kendi aralannda yeni bir problem zemini oluşturabilirdi. Zaten, Resülullah ile birlikte olduklan sınırlı günlerde o güne kadar gelen ayetlerden de haberdar olamamışlardı; demek ki kendilerine bir mürşid gerekiyordu. Aynlmadan önce konuyu Allah Resülü'ne açtılar. Mübarek gözler, Ensar'la birlikte Medine'ye gidecek ve hicret öncesinde burayı, medeni bir şehir haline getirip hazırlayacak birisini aramaya başladı:
- Mus'ab, diye seslendi Resül-ü Kibriya Hazretleri.
Belli ki bu mürşid, dün zengin iken, sırf Müslüman olduğu için evinden kovularak her türlü imkandan mahrum bırakılan Mus'ab İbn Umeyr olacaktı.