- Bir Ortadoğu analizi

Adsense kodları


Bir Ortadoğu analizi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 19 July 2012, 12:14 pm GMT +0200
Bir Ortadoğu analizi: Zalimler suçlu, peki ya toplumlar?
Taha KILINÇ • 76. Sayı / DÜNYA


İslâm coğrafyasında yaşanan suiistimallere karşı belki de en çok sorulan soru şu: “Bu durumdan kurtuluş nasıl olacak?”

Her toplumun kendisinden daha ‘yüksekte’ gördüğü bir başka topluma öykünerek hizalandığı, istikametinin kusursuzluğuna iman edilen toplumların ‘örnek model’ olarak ufka yerleştirildiği günümüzde, İslâm coğrafyasında özellikle genç nesillerin bu soruya “Biz de ileri toplumların seviyesine ulaşmalıyız, meydana çıkıp hakkımızı savunmalıyız, gerekirse bu uğurda can vermeliyiz” şeklinde bir cevap bulmuş olması şaşırtıcı değil. Hatta kullanılan yöntemlerin bile artık sorgulanmaz oluşu da şaşırtıcı değil.

Ortadoğu’nun bir lüksü: Özeleştiri
İslâm coğrafyasının en sancılı bölgesi olan Ortadoğu’da da şimdilerde aynı trend hâkim görünüyor: “Dış güçlerce desteklenen zalim idarecileri gönderip demokratik bir sistem kurma hayaliyle sokaklara dökülmek.”

Özellikle medyanın da pompaladığı bu ‘demokrasi aşkı’ kitleleri öyle etkisi altına almış durumda ki, bu hengâmede sorunların kaynağını konuşmak, hele de -eğer gerekiyorsa, ki gerekiyor- bir özeleştiri çağrısı yapmak oldukça ‘lüks’ karşılanıyor. ‘Devrim’ rüzgârlarının estiği bugünlerde, soluklanmaya ve düşünmeye de zaman yok.

“Despot idareciler her türlü sorunun kaynağıdır, onlar defolup gittiğinde her şey hallolacak!” sloganıyla özetlenen mantık, bu yeni trendin en büyük handikapı. Zira bu, İslâm dünyasının içinde bulunduğu izah edilemez durumlarda halkın ne derecede sorumlu olduğunun tartışılmasını engelliyor.

Halkların çok büyük bedeller ödemiş olması, yaşanan katliamlar ve sürgünler hadiseye duygusal bir boyut katıyor. Bu da özeleştiriden ölesiye nefret eden kesimler için bulunmaz bir nimete dönüşüyor. Oluşturulan propaganda ortamında, ‘acı çeken halk’a karşı ‘halkı ezen zalim diktatör’ü tek suçlu ilân etmek, meseleyi çözmüş olmaya yetiyor görünüyor.

Oysa, İslâm toplumlarına yakından bakıldığında görünen manzara farklı. Örnekler üzerinden gidelim:

Bir tezat: Küçümseyene itaat

Libya’da Muammer Kaddafi ya da Mısır’da Hüsnü Mübarek, kendi toplumlarının ürünü insanlar. İkisi de ülkelerinin sıradan halk tabakalarının içinden çıkıp yükseldiler. Tercih ettikleri yönetim biçimleri savunulamaz olsa da, halklarından onlara destek verenler çıktı. Hem de önemli ve kritik desteklerdi bunlar. Bu liderler ya da benzerleri, “halklarını küçümsediler, halklar da onlara itaat etti”. Halen, halklarının bir kesimine tattırdıkları onca vahşete rağmen Kaddafi ya da Mübarek’i ciddi şekilde destekleyen ve seven kitleler var. Ve bunlar kesinlikle ‘satılmış elitler’ sınıfına mensup değil; aksine sıradan, iktidardan hiçbir menfaat ummayan halk kesimlerine mensup insanlar.     

Olan-biteni izah ederken, halkların tamamını “sindirilmiş, korkutulmuş, yıldırılmış, ezilmiş”, dolayısıyla yaşanan yanlışlardan dolayı hiçbir sorumluluğu bulunmayan ‘zavallı kitleler’ şeklinde tasvir etmek hem vakıaya uygun düşmüyor, hem de bütün bu ‘zulüm silsilesi’nin sorumluluğunu tek bir adamın omzuna yükleme kolaycılığına sebebiyet veriyor.

Oysa şu çok açık: Halklar, bazen oldukça gönüllü ve bilinçli bir şekilde de zalimleri sevip destekleyebiliyor. Birçok kişi konuşmaya yanaşmasa da, bizim gerçeğimiz bu.

Diktatörlerin tılsımlı sözcüğü “istikrar”
İslâm coğrafyasının birçok yerinde şöyle bir denklem söz konusu:

En tepede toplumu kendi usullerince yöneten ekiplerle onların çevresinde yuvalanan elitler ve en altta bu kısır döngüye isyan bayrağı açan idealist kadrolar yer alıyor. Bir de arada gidişattan çok ciddi şekilde rahatsızlık duymayan, duysa da bunu değiştirmek için herhangi bir kalkışmaya girişmeyen, hatta kalkışmaya girişenlerden ürken, ülkenin başına kimin gelip nasıl bir politika uygulayacağıyla hiçbir ilgisi bulunmayan, aldırmayan, şikâyetçi olmayan, çok kolay bir şekilde yönlendirilebilen, azla yetinmeyi huy edinmiş oldukça geniş bir katman var. Ve her türlü ‘zalim’ yönetim, bu katmanın gönlünü hoş etmeye oynuyor. Kısaca ‘orta sınıf’ diyebileceğimiz bu kitle, diktatörler için, istedikleri şekilde hareket edebilme noktasında çok uygun bir toplumsal zemin teşkil ediyor.

Mevcut düzeni değiştirmek için harekete geçenler, hele de bunu silah zoruyla yapmayı deneyenler, bu geniş orta sınıfın gözünde kolaylıkla ‘anarşist’ damgasını yiyorlar. Diktatörler, çoğu defa sözü edilen orta sınıfın gönlünü ‘istikrar’ denilen o tılsımlı sözcükle çalıyor: “Ne güzel istikrarlı bir ülkemiz var, bu çapulcuların tek derdi ortalığı karıştırmak!”

İzin verilmiş dindarlık
Diktatörler ayrıca bu geniş kitleyi ‘izin verilmiş dindarlık’ formülüyle de ellerinde tutuyorlar. Başmüftüler ve ulema marifetiyle uygulanan bu formül, kitlelerin din anlayışını yapılandırmaya, onları ‘ideal vatandaş’ şeklinde dizayn etmeye yarıyor.

Bu garip denklem, İslâm coğrafyasında diktatörlüklerin ömrüne ömür katıyor. Tam da bugünlerde yaşanan Suriye örneği, meselenin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunabilir:

Suriye’de on yıllardır kendi halkına alenen zulmeden bir azınlık diktası yönetimde. Mezhep temelli bir yapılanma içindeki bu diktanın en sadık bendelerine baktığınızda ilginç bir durumla karşılaşıyorsunuz: Sünni dünyanın en muteber alimleri, ‘çatışma yerine yaşama’ isteyen kitleler, karmaşadan ölesiye korkan sıradan vatandaş vb.

Böyle bir toplumsal atmosfer içinde, genç nesillerin idealizmi sonuç getirmiyor maalesef. Onlar, toplumlarının henüz yeterince dönüşmemiş, eski düzenden yeterince şikâyetçi olmaya başlamamış, henüz ‘değişim’ için hazırlık yapmamış olduğu gerçeğini göz ardı ederek meydanlara dökülüyorlar ve dünyanın gözü önünde öldürülüyorlar.

Esaslı bir özeleştiri şart
Vakit daralıyor. Yeterince imkân heba edildi.
Artık İslâm dünyası esaslı bir özeleştiri yapmak zorunda. “Hiçbir diktatörün halkının belli bir kesimini yanına almadan ayakta kalamayacağı” gerçeğinden hareketle, diktatörleri yaşatan, besleyip-büyüten sosyal şartlar ortadan kaldırmak durumunda. Asıl kavgası verilecek olan şey bu.

Bu yapılmadan suçu sadece baştaki lidere yüklemek belki günü kurtarabilir, ancak daha sonra aynı zihniyetin -belki başka isimler altında- yeniden toplumların başına çöreklenmesi kaçınılmaz olur.