- Bir İnsan Çiçeği Lale

Adsense kodları


Bir İnsan Çiçeği Lale

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 11 June 2012, 06:52 pm GMT +0200
Bir İnsan Çiçeği Lale, Bir Türk Şiiri Divan
Said YAVUZ • 51. Sayı / KİTAP


İskender Pala derin edebiyat ve tarih bilgisini konuşturarak ördüğü yeni romanı Katre-i Matem’de, okuru Lale Devri’nin İstanbul’una çağırıyor. Yazar, malzemesinin zenginliğinin de idrakinde. Öyle ki gönlünü oynatan sarsıcı hikâyelerin hepsini burada anlatmak istiyor. Oysa bu eserden üç roman daha çıkabilirdi.

Osmanlı’nın sanat ve estetikte en ihtişamlı dönemi Lale Devri’ni sona erdiren Patrona Halil ve etrafındaki çapulcular o dönemin zarafet örneği laleyi hedef seçmişlerdi. Vahdetin sembolü olarak tasavvufi bir değere işaret eden, bin bir meşakkatle narin ellerle yetiştirilen lale o isyan sonunda tarumar edilmiş, toprağından hoyratça sökülmüş, çiğnenmiştir. Nice zaman sonra Osmanlı’nın külleri üzerinde yeni bir şiir ihtilali yapan Orhan Veli ve etrafındakiler de Patrona Halil’in laleye reva gördüğünü Divan Şiiri’ne görmüş medeniyetimizin bağrında boy vermiş, rikkatli kalemlerin büyük işçiliklerle oluşturdukları şiiri reddi miras kabul etmiş ve onu ezmekten geri durmamışlardı. Sonraki dönemlerde daha da ileri gidilmiş ve o şiirin yaslandığı kültür değerleri utanç vesilesi sayılmıştı. Oysa Divan Şiiri Osmanlı’nın olduğu kadar bizimdi. Bilinçli bir şekilde maarif sisteminden de uzaklaştırılan Divan Şiiri’ne asıl değerini verecek, onun iade-i itibarını sağlayacak değerli araştırmacılarımız büyük tecritlere rağmen çok hayırlı çalışmalar yapmış olmasalar Simyacı’nın Mısır’ı dolaşıp asıl hazinenin evinin bahçesinde olduğunu öğrendiği andaki şaşkınlığını yaşamıyor olacaktık. Gölpınarlı, Ali Nihat Tarlan, Orhan Ş. Gökyay, Amil Çelebioğlu gibi merhum âlimlerimiz ve halen gayretlerini esirgemeyen Kemal Yavuz, Tahir Üzgör ve elbette İskender Pala.

İskender Pala, her şeyi ayaküstü yaşamayı benimsemiş modern insan için anlamı gizlemekle, derinleşmekle maharet kazanmış Divan Şiiri’ni sevdirmeyi başarmış önemli bir isim. İkinci romanı Katre-i Matem ile o şiirin sadece bir katresini biz atasına vefasız evlatlarının gönüllerine düşürüverdi.

Roman, el yazması bir kitabın müzayedede satın alınmasıyla başlıyor. Gedikpaşa Hamamı’nın külhanında törenle kardeş yapılan Şahin ile Yanık Yusuf’un uzun, çetrefilli maceraları, polisiye romanlara taş çıkartıyor. Şahin, zifaf gecesinin sabahında koynunda ölü bulduğu karısından kalan tek hatıra ile o cinayetin izini sürer. Hatıra bir lale soğanıdır. Bütün karmaşık soruları o lale soğanı Katre-i Matem adını alıp bir derviş gibi goncasını eğip yapraklarını, yani ellerini göğe kaldırdığında çözecektir. Şahin, tomruktaki işkencelerden kurtularak, külhana; oradan lale ustası Hafız Çelebi’ye, daha sonra Beşiktaş Mevlevihanesi’ne, içindeki aşkın haresiyle çerağ uyandırıp sadrazam Damat İbrahim’e kadar gider. Orada mevlevihanede öğrendiği Farsça’sıyla şiirler okur, kendisini sevdirir. Artık vezirin akrebi yani ajanıdır. Veziri onunla karşılıklı şiirler okurken aslında bir yandan onu aramaktadır. Çünkü o romanın sonuna kadar bilmediği bir sır nedeniyle aranmaktadır. O Nakşidil’in katillerini ararken vezir ve padişah ayrı kollardan birbirinden habersiz onu aramaktadır. Çünkü ikisi için de tehlikeli bir statüsü vardır onun. Tahtın varisi bir şehzadedir Şahin.

İskender Pala, derin edebiyat ve tarih bilgisini konuşturarak ördüğü romanında okuru Lale Devri’nin İstanbulu’na çeker, ona Patrona Halil İsyanı’nın gölgesinde işlenen garip cinayetleri çözmek işini yükler. Bunu yaparken külhan kardeşliğinden, hamamlardan, kapı tokmaklarından bahis açar. Lalelerle ilgili bütün bildiklerini anlatır. O günün lale bahçelerini, orijinal renkte bir lalenin nasıl yetiştirileceğini, lalenin bir Osmanlı kızı olarak Batı’ya nasıl kaçırıldığını, laleyi resmedenleri, lalenin açık artırmada nasıl satıldığını ve dahasını. Hafız Çelebi’ye, “Selim ve ince zevkli hiçbir medeniyetten aşağı kalmayan atalarımızın çiçeğe bakışı, tabiatın her güzel şeyini sevmiş olmanın tezahürüyle onu üretmek, çoğaltmak ve gelecek nesillerce yetiştirilmesine zemin hazırlayarak görünür kılmaktı. Türk, çiçeği ve bahçeyi atasından gördüğü bir gelenek diye de, dininin bedii anlayışı olarak da sevmiştir” diye söyleten Pala, lale etrafında gizemli bir şölen sunuyor okuruna. Bu romanı okuyanlar içinde öyle zannediyorum ki yeni renkte bir lale elde etmek isteyen hayret erbabı da çıkacaktır.

Köklü geleneği ve divan şiirini romanın iç aynalarına aksettiren İskender Pala, malzemesinin zenginliğinin de idrakinde bir yazar. Öyle ki kendi gönlünü oynatan sarsıcı hikâyelerin hepsini burada anlatmak istiyor. Oysa bu eserden üç roman daha çıkabilirdi. Bunu da Klasik Edebiyat hocalığına verelim. Romandaki bütün detaylar, biraz da bizim cahilliğimizin bir gereği. Çünkü Osmanlı diline yabancı olduğumuz gibi mekânlarına ve mekânların dillerine de yabancıyız. Mesela Kara Şahin’i Mevlevihane’ye götüren yazar, oranın içerdiklerini, o mekânın konuşmasını da bize duyurmak zorunda hissetmiş kendisini. Böylesi bir duruma; yani yeni kelimelere, kavramlara, mekânlara, nişanlara, lakaplara, eski şiirlere rağmen bizi kılıç şakırtıları, büyü fısıltıları, isyan çığlıkları, aşk hummalarına ortak etmeyi başarıyor.

İskender Pala, Divan Şiiri’nin birçok unsurunu da divandan öcü gibi korkutulmuş genç nesle adeta yemek istemediği can tazeleyen yemişleri bala (romana) katarak sunuyor. Mesnevi yazan şairlerin hikâyenin akışı içinde okuru dinlendirmek için yazdıkları gazeller gibi o da roman içinde derkenar adını verdiği kısa hikâyeler anlatıyor.

Yazar, giriş kısmında, el yazması eser içinde gördüklerini sadeleştirerek anlattığını söylüyor. Romanda anlatılanlar müzayedede cüzi bir fiyata satın alınan 1 Cinayet 66 Soru adlı eserde mi yazıyordu? Yoksa bu ilk kısım da bir kurgu muydu? Belki de böylesi bir girişi bize, “Anlattıklarım sadece bir kurgudan ibaret değil, anlattığım senin hikâyen…” demek için seçmiştir. Lalelerin İstanbul’u bir bayram yerine çevirdiği, erguvanların, mor salkımların ince sözleri geçiverdiği bir bahar mevsiminde Katre-i Matem, bahçede arz-ı endam eden bir Osmanlı hanımefendisi gibi geldi. Bu eseri İstanbul’da Yaşama Sanatı’nın yazarı Haluk Dursun okuyunca ne diyecek onu merak ediyorum. Biri daha var merak ettiğim. Hadi söyleyeyim: “Kara Şahin”.