- Bir cümle bin düsünce

Adsense kodları


Bir cümle bin düsünce

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 3 September 2010, 12:16 pm GMT +0200
BİR CÜMLE, BİN DÜŞÜNCE


“Nasıl sığdırdık içimize sonsuz uçurumları ve söyle,  nasıl öğrendik böyle gürül gürül susmayı?”

 

I.

 

Bütün gerçekliklerin bittiği yere, gerçeğin çok uzağında bir adımla yürüyorken, gerçekle kavgalıyım. Bu yüzden sürgünü tükenmez kırgınlığımın, müebbettir yanılgım. Dilimin dönmediği bir sese öykünüyorum, şirazesi bozuk gürültüler değmiyor kalbime, duyamıyorum… Kuşlar, serenatlar dizerken gökyüzünde özgürlük adına, takılıp bir serçenin ardına bu tutsaklığa bir firar düşlüyorum. Ve düşüyorum sonra, ah, bir düşün ardından bu düşmek de ne böyle, sonra öğreniyorum; kanatlarım yok ki benim…

 

II.

 

Kitabın ilk sayfasını çeviriyorum, her kitaba bir isim de ben veriyorum önce, bir kitap da ben yazıyorum her kitapla, o zaman sonsuz bir okuyuşa gebe oluyor bütün cümleler, kalbimi ayraç diye unutuyorum sahifeler arasında… Alıyorum cümlelerimi, içimin alfabesinden ninnilerle büyütüyorum ve dışımdaki gerçeğe eviriyorum bütün imlasız özürlerimi… Böyle tanımlanıyorum, böyle tamamlanıyorum ben…

 

III.

 

Yazmadan olur mu yağmuru? Yağmur yazıyor bu mevsimde kaderleri, toprak yağmurla umut oluyor, umuda doyuyor toprak bağrını ıslayınca yağmur. Ya çocuklar, yağmurla derip masumiyetlerini, yarının isimsizliğine bir setre misali biçilmiyorlar mı sanırsın. En büyük damlalar koca yürekli küçük bedenlerinmiş, inanmıyor musun? Nasıl inanmazsın, bak işte bak, bugünün kışında en çok da yarının baharı çocuklar ıslak…

 

IV.

 

Alırsın kalemi, uzunca bir yolu yürüyecekmiş gibi derin bir nefesle sözün alaturka rotasında seyir halinde, içindeki bilinmezliği adımlarsın. Korkarsın… İnsan en fazla da kendi içinin karanlığında kaybolmaktan ürker çünkü. Kendi içinde, kendi sözlerinle, hedefte kendin, kendinden gizleyemezsin ki kendini. “kendime ne” diyemezsin, kimdir kendin? Hayıflanırsın,  başını kendine vurur hem bidayetinde kendinin hem de nihayetinde en çok da bu sualin cevabını ki bir itiraftır, bir türlü veremezsin kendine…

 

V.

 

Tükenmez yolculuğun, emanet bırakırsın bakışlarını yollara, bu dilemmayı çözemez, nisyan büyütürsün emanetine... Sonra gözlerinde sakladığın derin buğuyu şehirlerarası bir molada demli bir çayın sıcağına ekler, bir katre hüzün, iki damla yaş eylersin. Eylersin eylemesine ya, bir türlü eritemezsin yoksunluğunu onca kalabalığın içinde, onca zamanın ötesinde yok/sun kalırsın öylece… Yolu bulursun, yorulursun da hem, lakin yüreğin mi ağır valizin mi? Bilemezsin, bilmek istemezsin…

 

VI.

 

Haykırıyor biri: nerde unuttum sevinçlerimi nerde, hayatın hangi çıkmazında bıraktım mutluluğun elini, galiba en çok da bu oturuyor içine insanın, en büyük ihaneti kendine ediyor insan böylece. Yalancı sevgiliye ne hacet, ihanetin en ağırı insanın içinde işte…

Ey dost bakışlı!

Sokaklarda deli avaz haykırmak geliyor içimden suskunluğu, yordam bilmez bir zikirle, kimselerin bilemediği, çevrilemez bir lehçeyle konuşmak istiyorum… Düşünmeden cevaplıyorum bütün sualleri, doğrular yanlışların boğumunda, doğruluğun Te’kidi gözlerin olmalı, gözlerin…

 

Burası hayat, aynalar koridoru, onca hayalin arasında kendi gerçeğinde aksinle yüzleşmek de var, hayali gerçek sanıp aldanmak da… Bir delilik geliyor aklıma; ya biri kırıverirse aynaları, gözlerine “el” mi olur yüzüm?



Fatma ÇAKMAK