hafiza aise
Thu 5 May 2011, 10:50 am GMT +0200
Bir Alacak Tahsili
Bütün olanlara rağmen bir taraftan da, Mekke'deki ticari hayat kendi seyrinde devam ediyordu. Bir gün, İrôş denilen bölgeden Kehle adında bir adam gelmiş ve devesini Ebu Cehil' e satmıştı, Aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen Ebu Cehil, paranın üstüne yatmış, bir türlü adamın parasını vermiyordu. Gidip gelmelerden bunalan İraşlı zat, bir gün Kureyş arasında yüksek sesle bağırmaya başladı;
- Ey Kureyş topluluğu! Ebu'l-Hakem İbn Hişam'a karşı bana kim yardım edecek? Ben, hem garip biriyim hem de uzun yoldan geldim; bu adam benim hakkımı gasp etti ve vermiyor!
Bu sırada Allah Resülü de, Kabe'de bulunuyordu. Aralanndan birisi O'nu göstererek:
- Şu adamı görüyor musun? Onlar, getirip söylediklerinden dolayı O'nunla aralannda anlaşmazlıkyaşıyorlar. O'na git ve sana O yardım etsin!
Adam, mağdurdu ve bulduğu her bir dala, yeni bir ümit
diye tutunuyordu. Doğruca denilen adrese geldi ve durumunu arz etti. Kendisinden bir şey istenilir de Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), hiç 'hayır' der miydi? İraşlı adamla birlikte ayağa kalktı ve doğruca Ebu Cehil'in evine yöneldi.
Gelişmeleri seyreden Kureyş, biraz sonra yaşanacaklan kaçırmak istemiyordu. Zira onlara göre Ebu Cehil, yaş tahtaya basmaz ve kapısına geldiklerine bin pişman ederdi! Aralann-
dan birisini görevlendirdiler:
- Sen git ve neler olacağını takip edip bize anlat, diyorlardı.
Nihayet, Efendimiz ve İraşlı zat Ebu Cehil'in kapısına kadar geldiler. Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), kapıyı çalmaya başladı:
- Kim o, diyordu Ebu Cehil, öfke ve hiddet tonlu bir sesle.
- Muhammed, diye cevapladı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern). "Dışan çık da görüşelim!"
Şiddetle kapı açılmıştı; ancak, kapıyı açar açmaz Ebu Cehil' de büyük bir değişim yaşanmaya başlamıştı. Sanki az önce içeriden yüksek perdeden bağıran ve hiddetle kapıyı açan o değildi! Bir anda, yelkenleri suya indirivermişti! Yüzü saranp solmuş, teninde renk kalmamıştı!
Efendiler Efendisi, olanca sükunet ve teenni ile: - Bu adamın hakkını ver, dedi.
- Tamam, bekleyin getiriyorum, diyordu Ebu CehiL. Sanki, bugüne kadar borcunu bir türlü vermek bilmeyen adam Ebu Cehil değildi. İraşlı adam da, Kureyş'in gönderdiği şahıs da şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemez olmuşlardı. Çok geçmeden de, içeri giren Ebu Cehil, elinde devenin parasıyla birlikte dışan çıktı ve İraşlıya olan borcunu ödedi.
Kureyş'in gönderdiği adam da geri dönmüştü, bir nebze eğlenip de gülüşmek isteyen Kureyşliler soruyorlardı:
- Anlat bakalım, neler oldu?
- Acaip, çok acaip şeyler gördüm, diye anlatmaya başladı adam.
- Vallahi de O, gitti ve sadece Ebu'l-Hakem'in kapısını çaldı. Dışan çıkan Ebu'l-Hakem'e de sadece:
- Bu adama hakkını ver, dedi. O da:
- Tamam, bekleyin getiriyorum, diyerek evine girdi. Ve
biraz sonra da devenin parasını getirip adama verdi!
Kureyş'in merakı iyiden iyiye artmıştı; nasıl olur da Ebu'lHakem gibi dirayetli ve şeytan} bir zekaya sahip birisi, sadece bir istemeyle, yıllarca vermediği parayı getirip bir anda verebilirdi? Duyduklanna bir türlü inanmak istemiyorlardı.
Nihayet, Ebu Cehil de yola çıkmış yanlanna geliyordu.
Gelişini görür görmez sordular:
- Yazıklar olsun sana! Neler oluyor sana böyle? Vallahi de bugüne kadar senin, böyle bir şey yaptığına şahit olmamıştık!
Hala, yaşadıklannın tesirinden kurtulamadığı her halinden belli olan Ebu Cehil konuşmaya başladı:
- Yazıklar olsun size! O adam, kapıma öylesine bir şiddetle vuruyordu ki, çıkardığı gürültü korku olup yiireğime işliyordu. Daha sonra da dışan çıktım. Bir de ne göreyim; başının üstünde şaha kalkmış bir deve duruyor. Bugüne kadar ne onun tırnaklan gibi bir deve tırnağı gördüm, ne onun dişleri gibi bir deve dişine şahit oldum, ne de onun başı kadar büyük bir deve başına rastladım! Vallahi de, şayet parayı getirip vermemiş olsaydım, oracıkta beni yiyip bitirecektil-<'
Mekke'de bir mucize daha yaşanıyordu. Efendimiz'in Hak adına haksızlığa karşı duruşu elbette yeni değildi; risalet öncesinde Hılfii'l-Fudtil adıyla bir araya gelişleri hatırlatan bir hareketti buve silinmernek üzere zihinlere nakşedilecekti.
413 Muhammed İbn Yusuf es-Salihi, Sübülü'l-Hiida ve'r-Reşad, 2/4ı9