- Bilgelerin ruhu

Adsense kodları


Bilgelerin ruhu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 19 July 2012, 11:59 am GMT +0200
Bilgelerin ruhu
Salih DEMİRHAN • 75. Sayı / DİĞER YAZILAR


Anadolu, Osmanlı’nın dağılma sürecinde ve sonrasında dünyanın pek çok farklı yerinde yaşayan Müslümana sığınacak son liman olmuştu. Katliama uğratılan, topraklarından çıkarılan o insanlar Anadolu’ya gelerek şu anda yaşadığımız kozmopolit Anadolu topraklarının zahiri yüzünü meydana getirdiler.

Anadolu’ya buna benzer bir göç hareketi yüzyıllar önce manevi planda da gerçekleşti. Bu göç hareketi doğudan ve batıdan İbn-i Arabi, Mevlânâ gibi yüksek irfan sahibi kişileri bu topraklara çekmişti. Endülüslü İbn-i Arabi’yi İspanya’dan Malatya’ya getirip, on yıl orada mukim kılan, Belhli Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’yi Konya’ya getirip, dergâh kurmasını sağlayan bir sebepler bütünü vardı elbette. Bu sebepler neticesinde dünyanın birçok yerinden Anadolu’ya gelen o bilgeler, evliyalar “Anadolu’nun ruhu”nu, yani bu toprakların manevi direklerini oluşturmuştur.

Tasavvuf ve felsefe alanında yapılan söyleşilerden oluşan Anadolu’nun Ruhu adlı kitapta Mahmut Erol Kılıç, Anadolu’ya bu manevi göçü sebebini, suyun yatağına meyil etmesini misal göstererek, “[y]üksek irfan, yüksek bilgelik onu alabilecek, hazmedebilecek bir yer bulduğunda tabii olarak oraya meyleder” diye açıklıyor. Yazara göre, farklı diller konuşan Yunus Emre, Mevlânâ ve İbn-i Arabi’nin bu topraklarda aslında aynı şeyleri farklı kelimelerle söylüyorlar, yollar farklı olsa da ulaşılan hakikat aynı.

Tasavvuf alanındaki çalışmalarıyla tanınan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Mahmut Erol Kılıç Anadolu coğrafyasının temel taşlarını oluşturan bu meylin izini geçmişten alıp günümüze kadar uzanarak sürüyor. Farklı zamanlarda yapılmış 19 söyleşiden oluşan Anadolu’nun Ruhu’nda, kimi zaman ezoterizm ve egzoterizm kavramlarının mahiyeti üzerinde durularak meselenin felsefi arka planı akademik bir ciddiyetle işleniyor, kimi zamansa güncel konular üzerinden değerlendirmelerde bulunularak okuyucuya bütüncül bir bakış açısı sunulmaya çalışılıyor.

Anadolu’nun temel dinamiklerini oluşturan ruhun, bu yüksek irfanın bazı zamanlar sekteye uğratılmaya çalışıldıysa da, hâlâ diri olduğu ve dünyaya söyleyecek çok sözünün olduğu bugünlerde net bir biçimde görülebiliyor. Yolunu Anadolu coğrafyasında bulan bu meyil aslında oldukça evrensel ve farklı toplulukları öze yönlendirebilme potansiyeline sahip. Mevlânâ’nın söylemlerine evrensel olarak gösterilen büyük ilgi bunun önemli bir nişanesi. Fakat modern zamanlarda toplumun (müşterinin) mistik ihtiyaçlarının giderilmesi için Hinduizm ve Budizm’in kimi öğretilerinin kapitalizmin pazar ürünü olarak sunulduğuna ve aynı dönüştürme hareketini İslam’da tasavvuf için de yapma girişimleri olduğuna dikkat çekiyor Kılıç. Yazar, İslam’ın zahiri ve batınının birbirinden koparılamayacağını ve birisinin yokluğunda diğerinin eksik kalacağını söylüyor. Yani kalenin kapısından geçmeden içeriye, öze ya da hakikate erişilemeyeceği için İslam’ın ahkâmının ve tasavvufun bütünlük içinde ele alınması gerektiğini belirtiyor. Bunun için de öncelikle Anadolu ruhunun varisleri olan bizlerin Mevlânâ ile gerçek anlamda barışması ve tanışması gerekiyor.