- Bidatın meşru olup olmamasının 4 kısma ayrılması

Adsense kodları


Bidatın meşru olup olmamasının 4 kısma ayrılması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 2 June 2011, 05:04 pm GMT +0200
Bid'atın Meşru Olup Olmaması Yönünden Dört Kısma Ayrılması

 
Az önce sözü edilen bid'atin özellikleri dört kısımdır. Bu hususta istenileni elde edebilmek için bu dört kısmın açıklanması kaçınılmaz olmuştur.
Birinci Kısım: Bu kısım, bid'atin meşru olan amelden ayrı olup tek başına bulunmasıdır. Daha önce de geçtiği üzere bu hususta söylenecek şey açıktır. Şu kadar ki eğer bunu, ibadet yapıyormuş gibi bir cihetle yapıyorsa gerçek bid'at olur. Böyle bir maksadı olmazsa, üzerinde konuşmakta olduğumuz hususla bir ilgisi olmaksızın sıradan yapılan işlerden olur. Böylece ibadet (bid'atten) kurtulmuş olur.
Meselâ (namaz kılacağı vakit) öksüren, burnunu temizleyen, bir kaç adım yürüyen veya bir şeyler yapan kimse bununla namaz ile ilgi kurmuyor, fakat bunu bir alışkanlık veya temizlik için yapıyorsa, bu davranışı, yapılması caiz olan alışkanlıklardandır. Şu kadar ki bu kabil alışkanlıkların namaza ilave edilmiş veya namaz kılınacağı için kasıtlı olarak yapılmış olmaması şarttır. Böyle olduğu takdirde bid'at olur. Açıklaması –inşaallah- ilerde gelecektir.
Keza varsayalım ki (insan) aslında (ibadet olarak) meşru olmayan, fakat sevap kazanmak için bir şey yapmış olsa, (meselâ bir ağaç veya çiçeği sulasa) bundan sonra kalkıp meşru olan namazı kılsa, bakılır.Yaptığı işi namazı kasdederek yapmamış ise ve namaza ek olarak yapıldığı sanılmıyorsa, bu iş kılınan namaza bir zarar vermez. (Yapılan işte) bir kötülük (varsa) o namazdan ayrı, tek başına yapılan iş ile ilgilidir.
Bunun bir benzeri şudur: (Vakti gelen) bir ibadeti (yapmazdan önce) meşru ibadete ekleme kasdı olmaksızın bir ibadet yapsa, bu yaptığı ibadeti eklemeye maruz kalacak bir konumda da yapmamış ise, her iki ibadeti de aslı üzere kalır. (Yani bid'at söz konusu olmaz.)
Bir adamın (kurbanı) boğazlarken veya köle azâd ederken: "Allah'ım (bu yaptığım iş) sendendir ve sanadır." demesi de böyledir. Yeter ki kurban ve azad etme işinde mutlaka bu ifadenin söylenmesi gerektiği benimsenmesin ve bu ifadenin yapılanlara eklenmesi kaydedilmemiş olsun.
Tavafın ayrılmaz bir gereği şibi veya tavaf kasdı ile olmaksızın tavaf sırasında Kur'an okumak da böyledir. Bu verdiğimiz örnekler­deki her bir ibadet, başlı başına müstakildir, diğeri ile ilintili değil­dir. Böyle olunca da bir sakınca yoktur.
Bu bilgilere dayanarak deriz ki: Bir korkulu olay veya kıtlık sebebiyle bazı vakitlerde cami imamlarının (cemaatle) toplu halde dua ettiklerini varsayarsak bu caizdir. Çünkü bu, sözü edilen şarta uygundur. Zira meşru olan bir şeye eklenme korkusu yoktur ve camilerde herkese açık topluluklar halinde yapılması âdet haline gelmeyecektir.
Nitekim Hz. Peygamber halka hitap ederken toplu olarak yağ­mur duası yapmıştır. Fakat bu bir zamanda olmuştur. Bazı vakit­lerde ise sair müstehaplar gibi (dua ettiği) olmuş, belirli bir vakit ve keyfiyet gözetilmemiştir.
Esîd'in kölesi Ebû Said'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Hz, Ömer yatsı namazını kılınca insanları camiden çıkarırdı. Bir gece Allah'ı zikretmekte olan bir toplulukla birlikte geride kalıp onların yanına geldi. Onları tanıdı ve elindeki kırbacı (bir kenara) atıp onlarla beraber oturdu. Onlara şöyle diyordu:
"Ey filan kişil Bizim için Allah'a dua et. Ey filan kişi! Bizim için Allah'a dua et!" Hatta başkasına da dua edildi, Topluluktakiler, "Ömer katı bir kimsedir." diyorlardı. O sırada insanlar arasında hiç kimse hatta çocuğunu kaybetmiş anne bile Hz. Ömer kadar duygulu değildi.
Selnı el-Alevi'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam Enes (r.a.)'e[157] bir gün:
Ey Hamza'nın babası! Bize birtakım dualar edıversen? dedi. Enes (r.a.) şöyle dua etti:
"Allah'ım dünyada bize iyilik ver" Hz. Enes bunu üç defa tekrarladı. Adam tekrar:
"Ey Hamza'nın babası! Dua etsen...." deyince Hz. Enes şöyle buyurdu:
Böyle bir duanın üzerine (başka) dua edilmez.
Demek oluyor ki Enes (r.a.) yaptığı gibi olan davranışta (kötü görüp) inkar edecek bir durum yok. Fakat (Peygamberin sünnetine) ilave bir durum söz konusu olunca dua sünnete aykırı düşmektedir.
Selef (geçmiş âlimlerimiz)'in insanın başkası için (özel sipariş gibi) dua etmeyi hoş karşılamadıkları rivayet edilmiştir. Bu aslında hoş olmayan bir şey değildir. Fakat, dua olgusunu aslından çıkaracak tarzda ona eklenecek şeyler sebebiyle hoş görülmemiştir. Meseleye her yönüyle benzemesi açısından burada (bir örnek olarak) cemaatle kılman namazların arkasından sürekli olarak topluca dua etmeyi zikredebiliriz.
Taberi Müdrik b. Imrân'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'a bir mektup yazarak ona "Benim için dua et." demişti. Hz. Ömer adama şöyle cevap verdi:
"Ben peygamber değilim. Fakat (sana şunu tavsiye ediyorum:) Namaza kamet getirildiği sırada, günahının bağışlanması için dua et."
Hz. Ömer'in kendisinden dua isteyen insanın teklifine karşı olumsuz cevap vermesi, aslında birisi için dua etmek yönünde değildir, başka bir cihetledir. Aksi halde yukarda geçen Hz. Ömer'in "Bizim için Allah'a dua et" demesi ile bir çelişki ortaya çıkardı. Sanki Hz. Ömer kendisinden dua isteğinde bulunan adamın sözünden duanın ötesinde fazladan bir şey anlamıştır. Bunun içindir ki verdiği cevapta: "Ben Peygamber değilim" demiştir.
Sa'd b. Ebî Vakkas[158] den rivayet edilen şu olay da bunu göstermektedir.
Hz. Sa'd Şam'a geldiğinde ona bir adam gelip: "Benim için istiğfar et" dedi. Hz. Sa'd ona:
"Allah sana mağfiret etsin" duasında bulundu. Bir başkası daha gelip:
"Benim için istiğfar et." dedi. Bunun üzerine Hz. Sa'd:
Allah sana da bu adama da mağfiret etmesin! Ben Peygamber miyim? dedi.
Bu olay Hz. Sa'd'in kendisinden istiğfar isteğinde bulunan kişinin bu isteğinden (dua isteğinden) daha fazla bir şey istediğini anlamış olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Hz. Sa'd'in (ve Hz. Ömer'in) anladıkları bu husus kendisinin peygam­ber gibi olduğunun algılanması veya böyle inanılmaya kendisinin araç olarak kullanılmasıdır. Veyahut herkesin kendisinden dua ve istiğfar istemesinin alışkanlık haline gelmesi veya uyulması gereken bir yol olarak insanlarca benimsenmesidir.
Bu olayın bir benzeri de Zeyd b. Vehb[159] den rivayet edilen şu hadisedir:
Adamın biri Hz. Huzeyfe[160] (r.a.) ye gelerek: "Benim için istiğfar et" dedi. Hz. Huzeyfe:
"Allah sana mağfiret etmesin!" diyerek beddua etti. Daha sonra:
"Bu adam karılarına gidecek ve Huzeyfe benim için istiğfar etti. Hoşnut olur musunuz ki ben size dua edeyim de siz de Huzeyfe gibi olasınız?" diyecek.
Hz. Huzeyfe'nin, adama beddua ettikten sonra: "Şimdi bu adam karılarına gidecek ve şöyle şöyle diyecek..." sözünden anlıyoruz ki o dua maksadının ötesinde daha başka şeylerin de olduğunu sezinledi ve bunun duayı asıl maksadının dışına çıkaracağı kanaatine vardı. Hz. Huzeyfe'nin sözünün anlamı şudur: Adamın karılarına gidip Huzeyfe benim için istiğfar etti demesinden sonra kadınlar da Huzeyfe gibi birine giderler. Böyle yapmak meşhur olur ve insanlar bunu sünnet olarak benimserler. Huzeyfe hakkında onun gönlüne hoş gelmeyen, sevmediği bir itikat beslemeye başlarlar. İşte bu duayı meşru halinden çıkarıp ayrı bir grubun oluşmasına yol açar.
Bu anlayış biçimi İbn Ubeyye'nin[161] Ibn-i Avn[162] den rivayet ettiği hadiste de görülmektedir. Bu rivayette anlatıldığına göre bir adam İbrahim'e[163] gelip şöyle dedi:
Ey İmran'ın babası! Allah'a dua et de bana şifa versin, İbrahim bunu hoş görmedi ve şöyle dedi:
Bir adam Huzeyfe (r.a.) ye gelip: "Bana dua et de Allah benim günahlarımı bağışlasın" demişti. O da:
"Allah sana mağfiret, etmesin!" demişti. Adam bir kenara çekildi ve oturdu. Bir süre sonra İbrahim adama şöyle dedi:
Allah seni Huzeyfe'nin gideceği yer (olan cennet)e koysa hoşnud olur musun? (Sonra çevresindekilere şunu söyledi):
Şimdi siz­den biriniz adama gitse onu sıkıntı içinde bulacaktır. Daha sonra İbrahim insanları sünnete sarılmaya teşvik edip bu hususta sonradan çıkarılan şeyleri hatırlattı ve onlardan hoşlanmadığını bildirdi.
Mansur'un İbrahim'den rivayet ettiğine göre İbrahim şöyle demiştir:
İnsanlar toplanıp karşılıklı müzakerelerde bulunurlar, (ama) birbirlerine "Bizim için istiğfar edin." demezlerdi.
Ey akıl sahipleri! Düşünün, âlimler duaya putlaştırarak ekleme yapma konusunda neler söylemişler, bir değerlendirin. Bu ümmetin geçmişinin yapmadığı şeylerin duaya eklenmesini hoş görmemişler­dir. Artık aklınla günümüzde namazların arkasında neler söylemek­te olduklarını mukayese et. İbrahim'in kendisine (dua konusunda) yapılan tekliften nasıl uzaklaştığına ve insanları sünnete nasıl teşvik edip, insanların sonradan çıkardıkları şeylerden hoşlanmadığına bakınız.
Buraya aldığımız nakiller, Taberinin " Tehzîb'ül Asâr’ında tahric ettiği rivayetlerdir. İbn-i Vehb'in Haris b. Nebhân[164], Eyyüb[165], Ebû Kılâbe[166] yoluyla Ebu'd-Derda[167] dan gelen rivayet dahi yukardaki rivayetlerin oluşturduğu temel üzerine bina edilmektedir. Bu rivayete göre Ebu'd-Derdâ'ya:
"Küfe şehrinden bir kısım insanlar sana selam söylüyor ve kendilerine dua edip tavsiyelerde bulunmam istiyorlar" dediler. Ebu'd-Derdâ şöyle buyurdu:
"Onlara selam söyleyiniz. Ve onlara emrediniz ki Kur'an’ın hakkını versinler. Çünkü Kur'an onları alıp orta yola ve kolaylığa götürür. Zulümden ve zorluktan uzaklaştırır."
Bu rivayetle Ebu'd-Derdâ'nın onlara dua ettiği bildirilmiştir.



[157] Hz. Enesin tam adı şöyledir: Enes b. Mâlik b. Nadr b. Damdam Ebu Hamza. Hazrec kabilesinden ve Ensardandır. Hz. Peygambere on yıl hizmet etmiş meşhur bir sahabidir. Hicretin 92 (veya 93) yılında yüz yaşını geçmiş bir halde iken vefat etmiştir. Bakınız: Takrib, 1/84: Tehzib. 1/3761 Cerh ve Tadil, 2/286
[158] Hz. Sad'ın tam olarak adı şöyledir: Mâlik b. Vüheyb b. Abdi Menâf b. Zühre b. Kilâb ez-Zührî. Künyesi Ebû İshak'tır. Cennetle müjdelenen on sahabiden birisidir. O, Allah yolunda ilk ok atan kimsedir. Menkıbesi çoktur. Meşhur olan rivayete güre hicretin 55. Yılında vefat etmiştir. Hz. Sa'd, cennetle müjdelenen on kişinin en son vefat edenidir. Bakınız: Takrîb, 1/290; Şezerât, 1/61.
[159] Bu zat. Zeyd b. Vehb el-Cüheni'dir. Küfeli olup Künyesi Ebû Süleyman'dır. Hem câhiliye hem İslam dönemine yetişenlerdendir. Güvenilir ve değerli bir kimsedir. "Hadisinde halel vardır" diyen isabetli bir söz söylememiştir. Hicretin 96. Yılında 80 yaşından sonra vefat etmiştir. Bakınız: Takrib, 1/277; Tezkire, 1/66; Mizan, 2/107
[160] Bu zât Yemân oğlu Huzeyfe'dir. Yemân'ın adı Huseyl veya Hısl'dir. Ensarla andlaşmalı olup Abslidir. Değerli bir sahabi ve ilk müslümanlardandır. Müslim'de yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber kıyamete kadar olacakların hepsini Huzeyfe'ye (r.a.) bildirmiştir. Babası da sahabi olup Uhud'da şehit olmuştur. Huzeyfe (r.a.) hicretin 66. Yılında Hz. Ali'nin hilâfetinin ilk yıllarında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib, 1/156; Şezerât, 1/44
[161] Bu zat İsmail b. İbrahim b, Mıksem el-Esedî'dir. Basra'lı olup künyesi Ebu Bişr'dir. Ama İbn Ubeyye künyesi ile meşhur olup annesine nisbet edilmiştir.  İnsanların hayırlısı, güvenilir, hafız ve hüccettir. Sekizinci tabakadandır ve 83 yaşında iken hicretin 193 yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib, 1/65-66; Tezkire. 1/322: Mizan, 1/216
[162] Basralı olan bu zatın adı tam olarak şöyledir Abdullah h. Avn b.  Ertaa.  Künyesi EbûAvn’dır.   Güvenilir,  sağlam ve faziletli bir kimsedir. Yaşta,  davranışta ve bilgide Eyyub'un akranlarındandır. Altıncı tabakadan olan Ebû Avn sahih görüşe göre hicretin 150. yılında vefat etmiştir- Bakınız: Takrib, 1/439; Tezkire, 1/156; Şezerat, 1/230
[163] Bu zât İbrahim b. Yezid b. Kays b. Esved en-Nehaî'dir. Kûfeli olup künyesi Ebû Imrân'dır. Fıkıh bilgini ve güvenilir bir kimsedir. Ancak çoğu kez mürsel rivayette bulunurdu. Beşinci tabakadandır ve hicretin 196 yılında vefat etmiştir. Bakmız: Takrib, 1/46;  Tehzib,1/177; Tezkire 1/73
[164] Bu zât, Hâris b. Nebhân el-Cermîdir. Basralıdır ve künyesi Ebû Muhammed'dir. Sekizinci tabakadandır. Rivayetleri terk edilen bir kimsedir. Altmış yaşından sonra vefat etmiştir. Bakınız: Takrîb. 1/144
[165] Bu zât. Eyyub b. Ebû Temime Keysan es-Sahtiyanîdir. Basrah olup künyesi Ebu Bekirdir. Güvenilir, hüccet ve sağlam biridir. İbadetine düşkün büyük fıkıh bilginlerindendir. Beşinci tabakadandır ve (sahabeden) Enes. b. Mâlik'i görmüştür. Hicretin 131. Yılında vefat etmiştir. Bakınız: Takrîb. 1/89; Tehzib. 1/348; Maârif, shf.471
[166] Bu zât Abdullah b. Zeyd b. Amr -veya Âmir- el-Cermî'dir. Ebû Kılâbe, künyesidir ve kendisi Basralıdır. Güvenilir ve faziletli bir zattır. Mürsel rivayetleri çoktur. Bunlardan birazı müsned durumdadır. Ebu Kılâbe, üçüncü tabakadan olup, hakimlik görevinden kaçarak Şam'a gelmiş ve hicri 101. Yılında Şam'da vefat etmiştir. Bakınız: Takriri. 1/417; Tezkire. 1/941 Mizan, 2/425
[167] Ebu’d-Derdâ. Ensardan olup adı Uveymir b. Zeyd b. Kays dir. Ebu'd-Derda, künyesidir. Habasmm ismi hususunda ihtilaf edilmiş, ancak künyesi ile meşhur olmuştur. Değerli bir sahabi olan Ebud-Derdâ ibadetine düşkün bir zât idi. İlk katıldığı savaş Uhud savaşı idi. Hz. Osmanın halifelik döneminin sonlarında vefat etmiştir. Bakınız: Takrib, 2/91; Şezerât, 1/39; Maârif, shf-268.