sidretül münteha
Fri 11 March 2011, 08:44 pm GMT +0200
11- BAZI KAVRAMLAR
1- Bid'at
1- Bid'at
Sünnetin karşıtı olarak; şariîn (din koyucunun) açıkça ya da dolayısıyla sözlü ya da fiilî izni olmaksızın, dinde sahabeden sonra ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmalar.
Sözlük anlamıyla "bid'at"; "ibda" masdarından türetilmiş bir İsim olup, sanat ifade eden birşeyi, geçmiş bir örneği esas almaksızın ilk olarak yapma ve icad etme anlamına gelir. Bu anlamda Allah Kur'ân-ı Kerîm'de kendisini:
"Bedi'u's-semavâti ve'l-ard" yani, "gökleri ve yeri itkicad eden ve yaratan" diye vasıflar.
Bid'atın terim anlamında, konu edildiği ilmi çeşidine ve ortama göre farklılıklar gözetildiği de olur. Meselâ inanca ilişkin konularda bid'at deyince; Allah'ın sıfatları, ahiret, imamet ve sahabe gibi meselelerde "ehli sünnet ve'l-cemaat" gibi inanmayan hariciler, şia, kaderiyye, mutezile vb. "batıl" fırkaların inanış biçimleri akla gelir. Kayıtlamaksızın "bid'at", "bid'atçı (mübtedi)'\ "neva" ve "heva ehli" deyince ilk akla gelen de bu itikattaki bid'attır. Bu tür bid'atın bir kısmı "küfür"le eş anlamlıdır. Geri kalan küfür değlise de kati ve zina gibi büyük günahlardan daha büyük günahtır.
Fıkıhta bid'at; sözlü, fiili ve takriri olarak anlatılan sünnete sahabe fiili ve sözüne karşıt olan anlamında kullanılır. Hadiste ise bid'at İslâm'ın ruhuna zıt olan şey ve buna inatla değil de bir nevi şüphe ve te'vil ile inanmayı anlatır.
Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı gibi, dini bir terim olarak bid'at; aklın ve adetlerin yani günlük yaşayışı sağlayan davranışların dışında ve sırf Allah'a yaklaşmak için yani, ibadet maksadıyla yapılan eylemler ve kabulleniş biçimleriyle ilgilidir. Yoksa sözlük anlamıyla sonradan ortaya çıkan herşey demek değildir. Allah Resûlü'nün (sav):
"Siz, benim ve raşit halifelerimin sünnetine sımsıkı sarılın",
"Dünya işlerinizi siz iyi bilirsiniz" hadisi diyenler çoğunluktadır ve görüşleri diğerlerine oranla ağırlıklıdır. Örnek vemek gerekirse; ezanda hoparlör kullanmak sonradan ortaya çıkan birşey olmakla birlikte bid'at kavramına girmez. Çünkü hoparlör "dinin tamamlayıcı olan ve kullanılmaması halinde, örneğin ezanda bir eksiklik oluşturan" bir unsur olarak değil, dîni bir emrin faydasını daha yaygın hale getirmek için uygulanan bir teknik olarak kullanılır. Dolayısı ile ezanın hoparlörsüz olmayacağını söylemek de bid'at olur. Akıl (ictihad) ve adet sahası dışında olup, ne emredilen ne de yasaklanan, fakat asılları itibariyle dîni olan ve dinde benzeri bulunan motifler de dîni bir gerek ya da herhangi bir ibadetin tamamlayıcısı olarak sanılmadıkça ve öyle görülmedikçe bid'at olmazlarsa da, böyle sanılır ve görülüp hal alınca terkedilmeleri vacip olan birer bid'at oluverirler. Farz namazlardan önce camide, müezzinin seslice üç İhlas okumasını buna örnek verebiliriz. İhlas okumak dîni bir davranıştır. Ancak farzlardan önce okunması, ya da okunmaması konusunda birşey yoktur. Konu, günlük hayatın işleyişiyle ilgili ve akılla bilinen bir konu da değildir.
Öyleyse cemaate bunun, gerekli olduğu ve onsuz namazın tam mükemmel olmadığı intibaını verecek şekilde okunması bid'attır ve mesela önemli bir Hanefî ftkıhçısı olan İbn Abidin'e (1250) göre bu gibilerin terkedilmesi vaciptir.
Bid'atı dar anlamda sünnetin, geniş anlamda dinin karşıtı olarak belirledikten sonra dinde yerilen ve yok edilmesi için savaşım istenen birşey olduğu kendiliğinden ortaya çıkar:
"İşte benim dosdoğru olarak yolum budur, ona uyun, diğer yollara uymayın ki bu sizi onun yolundan ayırmasın" [1306] âyetinde geçen "diğer yollar" bid'atler diye açıklanmıştır. Allah Resulü (sav) "Bu yolumuzda onda olmayan birşey ihdas eden olursa bu reddedilir", "Kim, yolumuza uymayan bir iş yaparsa o makbul değildir",
"Sözlerin en iyisi Allah'ın kitabı, yolların en iyisi Muhammed'in yolu, işlerin en kötüsü de (dinde) sonradan ortaya çıkarılanlardır ve her bid'at sapıklıktır", "Allah, her bidatçıya, bid'atım terkedinceye dek tevbe kapısını kapatmıştır" buyurur. Sahabeden Abdullah bin Mes'ud "sünnete orta hallilik, bîd'atte yorulmaktan iyidir" demiştir.
İyi (hasene) ve kötü (kabiha) bid'atın olup olmayacağı konusu, bid'atı karmaşık hale getiren meselelerin başında gelir. Dînî ve adete ilişkin diye ayırmaksızın Resûlullah'tan (sav) sonra ortaya çıkan herşeyi bid'at olarak tanımlayanlar böyle olan herşeyi terketmenin imkânsız olduğunu görünce bid'atı "hasene" ve "kabiha" diye ikiye ayırmak zorunda kalmış gibidirler. Halife Ömer'in, cemaatle kıldırdığı teravih namazı için "bu ne güzel bi'dattır" demesi, Halife Osman'ın cuma günü ikinci bir ezan okutması, "Kim İslâmda güzel bir yol (sünnet) oluşturursa hem onu yaptığının sevabını hem de ondan sonra diğer yapanların sevabını alır, onların sevabından da hiçbirşey eksilmez..." hadis-i şerifi de bu görüşte olanları destekler gibi görünen delillerdir.
Bu yüzden hatırı sayılır keyfiyet ve kemmiyette İslâm âlimi bid'atı "hasene = güzel" ve "kabiha = çirkin" diye ikiye ayıran görüşü benimsemişlerdir ki, İmam Şafii bunların başında gelir. İz f b. Abdisselam ise daha da detaya inerek bid'atı beşe ayırmış ve vacip, haram, mendup, mekruh ve mubah bid'atların olabileceğini söylemiştir ama aslında bu beş türü yine ikiye indirgemek de mümkündür. Sonraları birçok âlim bu taksimde İz b. Abdisselami izlemiş ve bu beşli taksimi sürdürmüştür. Meselâ İbn Abidin ve İbnü'l-Esır bunlar arasındadır. Ama ne varki, konuyu spesifik (tahsisi) olarak inceleyen âlimler tek bir çeşit bid'at olabileceğini onun da yasaklanan ve çirkin (kabiha) olan bid'at olduğunu kesin ifade ve delillerle söylemişlerdir. Özellikle İmam Şatıbî "el-İ'tiram" adlı çok değerli eserinde bu görüşün başını çeker. İmam Rabbani ve İmam Birgivî gibi önderler de aynı görüştedir. Her iki görüşü gerekçeleriyle değerlendirenler de ikinciye meylederler. Çünkü; Bid'atı kötüleyen, her türünün sapıklık olduğunu ve cehenneme götürdüğünü bildiren hadisler böyte bir ayırım yapmamışlardır. Resûlullah'tan (sav) sonra ortaya çıkan her şeyi terim olarak "bid'at" kavramına sokmak mümkün değildir, aksine onlar bid'atın sözlük anlamıyla sonradan-ortaya çıkan şeylerdir. Halife Ömer, cemaatle kılınan teravihi sözlük anlamıyla bid'at saymış olabileceği bir yana, sahabenin ve bir hadisi şerifte özellikle de raşit halifelerin sünnetine de uymamızın istendiğini düşünürsek bid'atın ancak baştaki tanımından da anlaşılacağı üzere, sahabe dışında olabileceğini görürüz. Sonra sözkonusu olaya bakıldığında Resûlullah'ın teravihin cemaatle kılınmasını farz olur endişesiyle terkettiği, bu tehlikenin halife Ömer devrinde artık kalmadığından yine Resûlullah'ın (sav) arzusuna dönüldüğü söylenebilir. Sonra sahabe bunu bütünüyle olumlu karşılamış ve icma oluşmuştur. Halif Osman'ın ezanı için de aynı şeyler söylenebilir. Sözkonusu hadisin vurüd sebebi gözönünde bulundurulduğunda, yeni bir yol (sünnet) ortaya koymak değil, kaybolan ve işlenmeyen bir sünneti ihyanın kastedildiği anlaşılır.
Nitekim bu açıklamayı destekler mahiyetteki bir hadisin meali şöyledir:
"Benden sonra ölüp kaybolmuş bir sünnetimi kim diriltir ve yaşatırsa onu yapanların sevabından birşey eksilmeksizin onların sevabı kadar sevap alır. Kim de Allah'ın razı olmadığı sapıklık bir bid'at ihdas ederse onu yapanların günahından birşey eksilmeksizin onların günahı kadar günah alır." [1307]
Bid'at terim anlamıyla mutlaka kötü olduğuna göre diğer masiyetlerle arasında ne fark vardır? Sorusuna şöyle cevap verilir:
Herhangi bir ma'siyeti (günahı) işleyen kişinin gayesi bir anlık arzu ve isteklerdir. Bunu, Allah'ı sevdiği ve afvını umduğu halde bile yapabilir ve yaptığının dinen yasak olduğunu itiraf eder ve onu dinin gereği saymaz. Halbuki bid'atçı bunun tam aksi olmakla daha kötü durumdadır. Bu yüzden, bid'atı küfrü gerektiren bid'atçı tevbe etmiş olsa bile kabul edilmeyip öldürülür. Bid'atı küfrü gerektirmeyen bid'atçılar bid'atlarının tahrip derecesine göre hapis ve sopa gibi çeşitli tazir cezalarıya cezalandırılırlar. Bir grup oluşturuyor ve tehlike arzediyorlarsa ya da bid'atlarını propaganda edip yayıyorlarsa bunların da başı siyaseten öldürülebilir. İtikadî anlamda bid'atçının imamlık yapması mekruhtur. Buradan, bid'atın kötülüğünün de derecesi olduğu anlaşılır. Dinin zaruri esaslarından birine zarar veren bid'at büyük (kebire), vermeyen ise küçük (sağira). Bunun yanında bid'at şeriatın bütün öğretilerini kapsaması ya da kapsamaması açısından da "küllî" ve "cüzi olarak ikiye ayrılır.
Bütünüyle kötü kabul edilmekle beraber bid'at bir başka açıdan da şu çeşitlere ayrılabilir:
Dinde aslen meşru olmayan birşeyî ihdas etme, Recep ayında Regaip namazı, Aşure Gecesi namazı gibi, aslen meşru olan birşeye ilave şeklindeki bid'at, Şiilerini ezanda "Eşhedu enne Aliyyen veliyyullah" eklemesi gibi. Eksiltme şeklinde bid'at, Arefe gecesi Mina'da gecelemeyi kaldırma gibi. Meşru birşeyin yerini değiştirme şeklindeki bid'at. Bayram hutbesini namazından öne alma gibi. Mubah ve Mezun bir şeyi terketme şeklindeki bid'at. Helâl hanımına yaklaşmayı, yemeyi, içmeyi vs. terketme gibi.
Bu arada bid'atlere ve bid'atçiliğe götüren sebeplerden de söz etmek gerekir:
Bunları; uydurma ve zayıf hadislere tutunma, aklın sahasını aşan konularda akla güvenme, Kur'ân ilimlerini bilmediği halde Kur'ân'ı tahminlere göre yorumlama, kesin nassları bırakıp müteşabihlere meyletme, nefsi arzularına meşruluk kılıfı bulmayı isteme vs., şeklinde özetleyebiliriz.
Namazda ta'dili erkanı terketme, imamı geçme, safları düzeltmeme, şarkı-türkü okuma ve dinleme, Kur'ân okunurken ve zikir yapılırken lahn (sesi dalgalandırma) yapma, sallanma ve raks, hutbe okunurken salatu selam okuma, âmin deme, israfçıya ve mescidde dilenene sadaka verme, hatim ve gösteriş için ziyafet vermek, kadınların toplanıp sesle "tevhid" okumaları, bir yabancının evinde tebrik, taziye, hasta ziyareti, kabir ziyareti vs., için toplanmaları, erkeklerin duyacağı şekilde mevlit okumaları, İmam Birgivî ve ona uyarak Hadîmi bu saydıklarımızı bid'atların en çirkinleri olarak sayarlar. [1308]
[1306] En’am: 6/l53
[1307] el-Bağavî, Mesabihu's-Sünne, l/160. (Tirmizî, Hm, 42/16; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 15).
[1308] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 500-505.