hafız_32
Sat 2 October 2010, 01:49 pm GMT +0200
İkinci Bölüm
BEYTÜLMAL, MALÎ TEŞKİLATLANMA Ve DÎVANLAR
I. Beytülmal'in Ortaya Çıkışı
Pek çok kaynakta beytülmâlin Hz. Ömer zamanında ortaya çıktığı kaydedilir. Resûlullah zamanındaki tatbikata ve bir kısım hâdiselere bakacak olursak beytülmâlin Hz. Peygamber tarafından ihdas edildiğini açıkça görürüz. Hz. Ömer'in yaptığı şey ise beytülmali geniş bir teşkilâta kavuşturmak olmuştur.
İslâm'da vergiler gördüğümüz gibi sarf yerleriyle beraber ortaya çıkmıştır. Önce vergilerle ilgili kanunlar getirilip daha sonra bütçe hukuku getirilmiş değildir. Bu durumda mecburî vergilerin ortaya çıkmasıyle hazine hukuku da ortaya çıkmış olmaktadır. Toplanan vergiler acilen de sarfedilseler önce belli bir yer veya bir-binaya konuluyordu. Bazı gelirler belli ihtiyaçlar için alakonulu-yor ve bunların idaresine görevli memurlar tayin ediyordu.
Mekke devrinde mecburî olmasa bile mü'minlere bazı malî külfetlerin getirildiğini ve Hz. Peygambere onların kendiliklerinden getirdikleri vergileri alma selahiyetinin verildiğini birinci bölümde görmüştük. Bu durumda Mekke döneminde bir devlet hazinesi olmasa bile müslümanlara ait, herhangi birisinin evinde bir hazinenin bulunabileceği düşünülebilir. Bununla beraber görebildiğimiz eserlerin hiç birinde o devirde gerek gelir tahsilinin ve gerekse de sarf işlerinin merkezîleştirilmiş olduğuna dair hiç bir iz mevcut değildir.[122] Kanaatımca bu husustaki malumatın yokluğu Mekke'de müslümanların bir kısım faaliyetlerini gizli yürütmelerinden ileri geliyor.
Medine devrinde ise, kurulan devlet çok kısa zamanda gerekli müesseselere kavuşturuldu. Su devirde Hz. Peygamber gerek vergilerin tahsili ve gerekse muhafaza ve sarfı için çeşitli memurlar tayin etti. Pek çok kaynakta; ganimetlerdeki devlet hissesi "humus" gelirlerine bakmak için tayin edilen Mahmiye b. Cez'den bahsedilir.[123] Ancak kaynaklar onun ne zaman bu göreve getirildiğini büdirmiyorlar. Serahsî (ö. 490 H/1097 M) ise Hz. Peygamberin Müstalık Oğullarından alınan humus (1/5) gelirine onu memur ettiğini yazarken; «Humus gelirleri onda toplanıyordu» diye bir kayıt koyar.[124] Onun bu kaydından Mahmiye'nin daha önce de bu işe baktığı anlaşılıyor. Müstalık harbi ise 5. hicrî yılda yapılmış bulunuyordu. el-Huzâî ise Bedir harbinde Ebû Amr b. Abdi'l-berr'in humus gelirine memur edildiğini yazmaktadır.[125] Bedir harbi ise 2. hicrî yılda yapılmıştır. Aynı sene ise zekât kesin bir mükellefiyet hükmünü kazanmıştı.
Hz. Peygamber tahsil edilen zekâtın yazımı, bakımı ve idaresi için cinsine göre bir kısım memurlar tayin etti ki bunlar arasında bilhassa Bilal el-Habeşî'nin ismi çok sık geçer. Makrizî -(766-845 H) Bilal'in meyve zekatlarına, Abdürrahman b. Avf in da zekât hayvanlarına memur edildiklerini yazıyor.[126] Az sonra malî teşkilatlanma bahsinde ele alınacağı gibi Bilâl (r.a.) al tun ve gümüş maden ve paralarının bakım ve idaresiyle de ilgileniyordu. Salih Tuğ onun vazifeleri hakkında şu bilgiyi veriyor: «Medine'de bilhassa Bilal el-Habeşî toplanan sadakaların muhafazası işinde temayüz etmiş bulunmaktaydı. Mesela Peygamber, bazı zamanlar medineli müslüman kadınlara Mescidu'n-Nebevî'de hususî hutbeleri esnasında, onların ellerindeki altun ve gümüşün zekatını vermeye davet eder ve hemen orada tediye edilen bu mükellefiyetleri Bilal el-Habeşî toplar ve muhafaza ederdi. Herhangi bir sarf zamanı yine kendisi Peygamberin emri üzerine gerekli tahsisi yapardı. Toplanan aynî sadakalar muayyen bir depoda muhafaza olunur ve bu yerden ihtiyaç halinde harcanırdı.»[127] Bu misaller bize devlet hazinesinin gelir çeşitlerine göre, en azından hicrî 2. yılda bir kısım binalara veya depolara kavuşturulduğunu gösterirler.
Eğer Medine'ye getirilen gelirler, bekletilmeden hak sahiplerine dağıtılacaksa, bunlar ilgili depolara değil mescide götürülür ve oradan dağıtılırdı. Meselâ, Buharı (194-256 H) Bahreyn'den gelen fazla miktardaki malın Resûlullah'ın emriyle Mescid-i Nebevî'ye konulduğunu kaydediyor.[128]
M. Hamidullah, Hz. Peygamberin Mescid-i Nebi külliyesi içerisinde, 2, katta bulunan bir odasını "beytülmal" olarak kullandığından bahsederken şöyle der: «Üzerinde bir de ikinci katı bulunan bir başka daireden de bahsedilir ki bu daire Meşrebe Alîye yahut Gurfe veya Hizâne olarak anılırdı ve içinde gıda maddeleri, silahlar vs. eşyanın saklandığı bir Devlet Hazînesi (Beyt'ul-MaD olarak kullanılıyordu. Bilâl Habeşî buranın muhafızlığı ve idareciliği ile vazifelendirilmişti»[129] Buharî, Hz. Peygamberin "Uîliy-ye" ve "Meşrube" denilen bir odasından bahsediyor ve onun hanımları ile arası açıldığında bu odaya çekildiğini kaydediyor ve fakat burasının hazineyle ilişkisine temas etmiyor.[130] Ancak bazı hâdiselere bakacak olursak Resûlullah'ın odalarından birisinin hazine (beytülmal) olarak kullanıldığı kanaatma varırız. Meselâ, Buharî'ni keydettiğine göre; Hz. Peygamber, bir defasında ikindi namazını kıldırınca hemen evine koşar ve oradan zekât geliri olan hurmayı getirip dağıtır ve onu gece bekletmek istemediğini söyler.[131] Diğer bir hâdiseyi Ahmed b. Hanbel (164-241 H) anlatıyor: Hz. Peygamber, bir gece yanında bulduğu hurmayı yer ve sonra onun evinde bulunan zekât hurmalarından olabileceğini düşünerek rahatsız olur.[132] Buharî sarihi Aynînin Ebu Hureyre (r.a.)'den naklettiği olay ise şöyledir: «Hasat zamanı, öteki beriki Hz. Peygambere hurmasını getirir ve hatta o kadar ki onun yanında hurmadan bir tepecik oluşuı-du. Hasan ve Hüseyin bu hurma ile oynamaya başladılar. Onlardan biri ağzına bir hurma attı da Resûlullah bunu görüp ağzından çıkardı ve; Muhammed ailesine zekâtın haranı olduğunu bilmiyormusun, dedi»[133] Bu hâdiseler bize Mescidden ayrı olarak Hz. Peygamber1 e ait odanın Devlet Hazînesi hâline getirildiğini veya başlangıçta orasının bu gayeyle inşa edildiğini gösterir. Resulullah'ın odaları hicrî 1. yıl içerisinde tamamlandığına göre Beytülmal de bu tarihde ortaya çıkmış olmalıdır.
Bazı kaynaklarda açıkça «Sadaka Odası: Gurfetü's-Sadaka» ve «Hizâne» terimleri görülür, Ahmed b. Hanbel, Resûlullah'ın torunu Hz. Hasan'dan şu hâdiseyi nakleder; «Resûlullah beni sadaka odasına götürdü. Ben orada bir hurma alıp ağzıma atmıştım da Resûlullah; onu bırak, çünki o, ne Allah Resulüne ve ne de onun ailesinden bir kimseye helâl değildir, dedi»[134] Makrizî de Hz. Pey-gamber'in denetlemek gayesiyle Bilâl Habeşî'nin görevli bulunduğu sadaka hazinesine girdiğini anlatırken şöyle diyor: «Bilal meyve sadakalarına bakmakla vazifeliydi. Resûlullah, içine sadaka konulan, Bilâl'in hizânesine girdiğinde orada bir yığın hurma gördü ve bu nedir,diye sordu. Bilâl; Ey Allah'ın Resulü ben onları, sizin muhtemel ihtiyaçlarınız (nevâib) için ayırdım, diye cevap verdi»[135] Şu kadar var ki her iki kaynak da bu hazinelerin nerede bulunduğuna dair bir bilgi vermiyorlar.
Salih Tuğ, Peygamber zamanında, Ebu Bekir (r.a.)'in sahip bulunduğu Sunuh mevkiindeki hazinenin şahsî olmayıp umunu olabileceğini ve burada, müslümanların sadaka olarak ödedikleri malların toplanıp tek elden ihtiyaç sahiplerine devlet eliyle tahsis edilmiş bulunabileceğini söylüyor.[136] Bu, devlete ait bir hazine olsa bile Bilâl Habeşi'nin görevli bulunduğu hazinenin, onun müezzinlikle de iştigali dolayisiyle Mescid-i Nebî'nin yakınında bulunması gerekir. Eğer burası Ebû Bekir'in şahsî hazinesi değilse, onun görevli bulunduğu bir devlet hazinesi olmalıdır.
Kettânî, Beyhakî'den naklen Resûlullah'ın el-Müzenî kabilesini temsilen gelen 400 kişilik bir heyete yol azığının verilmesi için Hz. Ömer'e verdiği bir emirden bahseder. Ömer, heyeti Ulliyye denilen üst kattaki bir odaya çıkartır ve onlar orada çok güzel hurmalar görünce de şaşırırlar.[137] Bu hâdiseden biz, çok kısa bir süre de olsa Hz. Ömer'in Ulliyye yahut Meşrube denilen hazineye baktığı neticesini çıkartabiliriz. Bütün bunlar «Beytülmal» müessesinin Resûlullah devrinde bir kısım binalara kavuşturulduğunu göstermektedir. [138]
II. Malî Teşkilatlanma
A- Hz. Peygamber Devrinde Vergi Teşkilatı
1- Gelirlerin Tahsil, Muhafaza Ve Sarfına Ait Teşkilâtlanma
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Mekke'de nazil olan A'râf sûresinin 199. ayetiyle getirilen vergileri alma selahiyetinin verildiğini görmüştük. Ancak o zamanlar, kurulmuş herhangi bir teşkilat yoktu ve mü'minler kendi ihtiyarları ile hareket ediyorlardı. Medine'de mecburi vergilerin ortaya çıkması ve bir kısım toprakların islâm Devletine katılmasıyla birlikte, çeşitli vergilerin tahukkuk ve tahsilleri, bunların merkeze nakli, korunması ve gerekli yerlere sarfı gibi işlemler, yavaş yavaş malî bir teşkilatın ve ilgili bazı müesseselerin doğumuna sebep olmuştur.
Vergilerin tahsili için çeşitlerine göre ayrı memurlar tayin edilmiş ve düzenli vergilerin toplanmasında, ganimetlerden devlet hissesinin alınmasında ve her çeşit verginin muhafaza ve sarfında hep ayrı memurlar istihdam edilmiştir. Kur'an'da vergi teşkilatında çalışanlara; "amilin: Amiller" ifadesiyle temas edilmiştir.[139] Salih Tuğ bu ifadeden hareket ederek şu açıklamayı yapmaktadır: «Bu ayette bariz olarak: 1) Vergi işleriyle meşgul olanların mevcudiyeti kabul edilmekte 2) Bunların toplanan vergiler üzerinde maaş şeklinde bir hakka sahip olduğu beyan edilmektedir. 3) Yine biz bu ibare iledir ki, ayetin başındaki sadakalar tabirinin devletin hususî memurlar marifetiyle toplattırdığı tarifine uygun vergiler olduğunu anlamaktayız.»[140]
Mescid-i Nebî'nin son cemaat mahallinde; yersiz yurtsuz fakir muhacirler barınıyorlardı. îbn Mace (207-275 H)'nin kaydettiğine göre; burada iki sütun arasında gerili bir ip vardı ve müslü-manlar, bu fakir göçmenler yesin diye, zekât olarak getirdikleri hurma salkımlarım o ipe asıyorlardı. Bir defasında birisi buraya âdî hurma getirince, ödenecek vergilerin kalitesi hakkında Bakara sûresinin 267. ayeti nazil oldu.[141] Bu ayette şöyle deniliyordu: «Ey iman edenler, infakı; kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek adî, bayağı şeyleri vermeye yelten-meyin. Bilin ki Allah her şeyden müstağnidir, asıl hamde layık olan O'dur». Muhammed Hamidullah'm Samhudî'den naklettiğine göre daha sonra Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i buraya getirilen hurmaların bakım ve ayıklanması vazifesine getirdi Muaz (r.a.) bundan evvel, vergi tahsildarı olarak Hayber'e gönderilmişti.[142] Mescid-i Nebî'nin "Suffe" denilen arka bölmesindeki bu vazifesinden sonra biz Muaz'ın çok geniş selahiyetlerle Yemene tayin edildiğini biliyoruz.
Beytülmalin ortaya çıkışı bahsinde Bilal Habeşî'nin hazne-darlık yaptığım görmüştük. Hz. Peygamber, kadınların mescitte kendisine getirip verdikleri mücevherat zekatlarım, muhafazası için Bilal'e veriyordu. Ayrıca Bilal, Makrizî'nin kaydettiği gibi meyve zekâtlarına bakmakla memur edilmişti.[143] Bilâl, merkeze nakledilen veya Medine içerisindeki bahçelerden getirilen meyve mahsulleri zekâtlarını ilgili hazinelerde muhafaza ediyor ve onları Resûlulah'm gösterdiği yerlere harcıyordu. Bilal aynı zamanda nakit gelirlerin veya külçe halinde tahsil edilen gelirlerin hazne-darlığım da yapıyordu. Bunu biz Hz. Peygamberin, kadınlardan tahsil ettiği mücevherat zekatlarını Bilal'e teslim etmesinden ve gelen heyetlere hediye olarak altun veya gümüş para vermesi için ona verdiği emirlerden anlıyoruz ki Ibn Sa'd (168-230 H/ 785-845 M) Resûlullah'm emriyle Bilâl Habeşî'nin çeşitli heyetlere takdim ettiği hediyelerin miktarlarını ve ayrıca onlara ikram edilen ziyafetleri teferruatiyle anlatmaktadır. Hatta bazan basılmış para bulunmadığı zaman, Bilâl, heyetlere külçe halinde gümüşler vermiş ve yanında dirhem para olmadığı mazeretinde bulunmuştur.
Ibn Sa'd bu heyetlerin hicrî 9. yılda geldiklerini de kaydetmektedir.[144] Hz. Peygamber, daha hicrî 4. yılda ele geçirdiği Benû'n-Na-dir arazilerinden elde edilen gelirlerin bir kısmını her yıl, heyetlerin ağırlanması için ödenek olarak ayırdığına göre,[145] bu tür tahsisatların o tarihleiTİen itibaren Bilal'in hazinesinde veya adı geçen arazi gelirlerine memur edilen Ebu Rûfî'ın[146] muhafazası altında toplanmış olması gerekir. Bilal Habeşî, Devletin nakit gelirleri üzerinde söz sahibi olmalı ve ihtisas kesbetmiş bulunmalı ki ResûluUah Huneyn vadisinde Mekke'nin-ileri gelenlerine, onları islâm'a ısındırmak gayesiyle ayırdığı gümüş cinsinden ganimetleri Bilal Habeşî eliyle dağıttırmış ve dilediği miktarları ona tart-tırmıştır.[147]
Merkezde, hayvan zekâtlarının idaresine ise Abdürrahman b. Avf (r.a.) getirildi.[148] Ancak onun bu göreve ne zaman tayin edildiğini bilemiyoruz. Şu kadar varki hayvan zekatlarına kapalı olarak temas eden ayet Medine'de nazil oldu.[149] ve Resûlullah'm buradaki tatbikatiyle de açıklık kazandı. Mekke'nin fethinden sonra ise Hz. Peygamber'in amiller (vali-defberdarlar)'e gönderdiği yazısında hayvan vergi tarifeleri kesin şeklini aldı.[150] Mahallinde hak sahiplerine dağıtılmıyan zekât hayvanları merkeze nakledilir veya devlete ait otlaklarda vazifelilerce korunur ve buralardan gerekli tahsisler yapılırdı.[151]
Harpte ele geçen ganimetlerden devlete düşen humus (1/5) gelirlerinin idaresine ise Mahmiyye b. Cezf getirildi ki daha önce onun bu görevinden bir nebze bahsetmiştik. Kaynaklar Mahmiy-ye'nin ne zaman bu göreve getirildiğim bildirmiyorlar. Ancak Serahsî, Hz. Peygamberin Benû Müstahk ganimetlerinden devlete düşen humus gelirine onu memur ettiğim yazarken; «humus gelirleri onda toplanıyordu» diye de bir kayıt koyar.[152] Biz bu ifadeden Mahmiyye'nin hicrî 5. yılda yapılan Müstalık Oğullan harbinden çok daha önce bu göreve getirildiğini anlıyoruz. Mahmiy-ye, kendisine teslim edilen "humus" gelirlerini Medine'de muhak-kakki ilgili bir hazmede muhafaza ediyor ve Enfal sûresi 41. Ayette gösterilen yerlere Hz. Peygamber'in emri üzerine sarfediyordu. Meselâ, Müslim ve Ebû Ubeyd'in naklettikleri bir hadis bu hususu doğrulamaktadır. Onların rivayet ettiklerine göre; bir defasında Resûlullah'ın iki akrabası evlenecekleri kızlara mehir (sıdak) vermek için Hz. Peygamber1 e müracaat ettiler de Resûlullah o ikisi adına humus gelirinden kızlara mehhierini vermesi için mahmiy-ye'ye emir verdi.[153]
Enfâl sûresi 41. ayete göre; Resûlullah'ın akrabaları ganimetlerden alınan humus gelirlerinden yararlanacak sınıflardan birini teşkil ederler, ilk zamanlarda Mahmiyye'nin bu çeşit gelirlerden faydalanacak olan bütün sınıfların hisselerini elinde tuttuğu ve daha sonra ise Hz. Peygamber'in akrabaları hissesine Hz. Ali (r.a.)'nin memur edildiği anlaşılıyor. Ali'nin anlattığına göre, Resûlullah'd an bu vazifeyi kendisi istedi ve o görevini Ebû Bekir ve Ömer devirlerinde de sürdürdü. Bir süre sonra Hz. Ali, Hz.Pey-gamber'in akrabalarının artık ihtiyaçları kalmadığı gerekçesiyle halife Ömer'in gönderdiği malı geri çevirdi ve bundan sonra da bu fasıldan kendilerine bir şey verilmedi.[154] Ebu Davud, Hz. Ali'nin geri çevirdiği bu payları halife Ömer'in devlet hazinesine koyduğunu kaydeder.[155] Serahsî'nin ifadesine göre, Hz.Ali bu haklarını, ihtiyaç sebebiyle aldıkları kanaatmdayken Abdullah b. Abbas, bunun doğrudan bir hak olduğunu savunuyordu. Hanefilere göre de; Resûlullahm akrabalarının, adı geçen gelirlerdeki hisseleri onun vefatiyle sona ermiştir. Şafnler ise bu hakkın devam ettiği kanaatındadırlar.[156] Bu görüşler bir yana, biz II. Ömer zamanında, ganimetlerdeki bu hissenin yeniden Resûlullah'ın akrabalarına dağıtıldığını görüyoruz ki bunu ilgili bahsinde genişçe ele alacağız. H.Ali bahsi geçen vazifesine ilâve olarak, Makrizî'nin bildirdiğine göre bir defasında da Yemen'e gönderildi ve bu bölgedeki humus gelirlerine memur edildi.[157] Şu kadar varki Yemen harple ele geçirilmediğine göre bu humus gelirlerinin ganimet humusu olmayıp maden vergisi olması gerekir. Nitekim Ebu Ubeyd (154-224 H) Hz. Ali'nin Yemen'den zekât olarak tahsil edip gönderdiği külçe halindeki altun madenini Hz. Peygamberin "müellefetü'l-Kulub"a dağıttığını yazar[158] ki bu bizim iddiamızı doğrular. Öte yandan M. Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye adlı kitabında Hz. Ali'nin Yemen tarafındaki Necrân bölgesinin sadaka ve cizye gelirlerine gönderildiğini kaydeder.[159] Hz. Ali bu bölgede toplanan gelirleri Medine'ye getirmek üzere vazifelendirilmiş olmalıdır.
Hz. Peygamber her harp için o harpte ele geçen ganimetlerle ilgilenecek ve onları hukukuna uygun olarak dağıtacak bir memur tayin etmiştir. Böylece malî teşkilatlanma muharebe sahalarına kadar götürülmüş ve ele geçen yerlerde ilk kendini gösteren bir teşkilat olmuştur. îlk harp olan Bedir ganimetlerine Amr b. Abdi'1-berr tayin edilirken,[160] Hayber ganimetlerine Ferve b. Ömer memur edilmiştir.[161] Huneyn muharebesinde ele geçen ganimetlerin taksimine ise Mes'ud b.Amr memur edilmiştir.[162] Bununla beraber taksim işleriyle bizzat Resûlullah da ilgilenmiştir.
Her ele geçen yerin mahsul vergileriyle ilgilenmek üzere bir kısım memurların tayin edildiği de anlaşılıyor. Meselâ, Hz. Peygamber, ilk ele geçen ve Allah'ın tamamiyle kendi emrine bıraktığı Nadir Kabilesi arazi gelirlerine Ebu Râfi'ı getirmiştir.[163] Bu arada Resûlullah, tamamiyle şahsî gelirlerinin tahsil ve bakımı ile ilgili "emin" yahut "vekil" denilen görevliler de tayin etmiştir. Meselâ, o, Hayber'deki gelirlerine Mervân isminde birini yatin etmiş ve ondan; «Hayber'deki vekilim» diye bahsetmiştir. Câbir b. Abdillah, Haybere giderken Resûlullah'a uğramış ve Resûlullah da ona; oraya gittiğinde adı geçen vekilinden 15 vask Oyaklaşık 3 ton) hurma almasını söylemiştir. Fakat Mervân ona 30 vask hurma teslim etmiş ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ondan başka hurması bulunmadığını bildirmiştir.[164] Müslim, Hz. Peygamberin Hay-ber'de hurmalıklarına bakan bir kahyası (sâhıb'u nahlihi) bulunduğunu rivayet eder.[165] ki muhtemelen bu kahya yukarda adı geçen Mervan'dır.
Resûlullah bir kısım bölgelere doğrudan merkezden vergi tahakkuk ve tahsil memurları gönderdiği halde bazı bölgelerde ise bu işleri mahallî idarecilere bırakmış ve merkezden, bu toplanan vergileri kabz ve Medine'ye getirecek memurlar yollamıştır. Bazan da bölgenin özelliğine göre bir kısım vergi çeşitleri meselâ zekâtın tahakkuk ve tahsili için merkezden memur gönderildiği-halde aynı bölgenin cizye vergisini toplama işi mahallî idarecilere bırakılmıştır. Meselâ Bahreyn zekât gelirleri merkez memurlarına toplattınldığı halde buranın cizyesi mahallî valî tarafından toplattırılmıştır.[166] Öte yandan Cüzam ve Kudaa kabileleri zekat ve humus (maden vergisi olmalıdır) vergilerini kendileri tahsil etmişler ve bunlar Resûlullah'm gönderdiği Ubeyy ve Anbese adlı iki memur tarafından teslim alınarak Medine'ye getirilmişler-dir.[167]
2- Vergi Tahmin Teşkilatı
Vergi tahmininin bütçe açısından büyük önemi vardır. Buna hem mükellefin ve hem de devletin ihtiyacı bulunmaktadır. Mahsulün tahminini yapmadan vergiyi tahakkuk ettirmek âdil bir iş olmaz. Öte yandan Devlet tahsil edeceği vergilerin miktarını önceden bilirse harcamalarını da ona göre yapar. Aksi halde gelirle gider arasında daima bir dengesizlik olacaktır. Bilhassa ziraî kesimde vergi tahakkuku için mahsul tahminine çok ihtiyaç vardır.
Biz Resûlullah'm, idaresi altına giren bölgelere, bir takım tahmin memurları (:hâris ve harrâs) göndererek ziraat yapılan arazilerdeki ve bahçelerdeki mahsullerin miktar ve verim nisbet-lerini tahmin ettirme yoluna gittiğine şahit oluyoruz. Hatta onun bu hususta ashabım eğittiğini bile görmekteyiz. Meselâ, Buharı ve Ebû Ubeydin naklettiklerine göre; Hz. Peygamber Tebuk seferine giderken Vâdi'1-Kurâ1 da bir bahçeye uğramış ve bu yerin meyve mahsulünü 10 vask (yaklaşık 2,5 ton) olarak tahmin etmiş ve arkadaşlarına da tahmin ettirmiştir. Sonra bahçenin sahibesi olan kadından mahsul miktarını tesbit etmesini istemiştir. Seferden dönüşte aynı yeı~e gelinerek kadından ölçtüğü miktar sorulmuş ve Resûlullah'm tahmini tamamiyle doğru çıkmıştır.[168]
Ibn Mace (207-275 H) ve îman Şafii, eserlerine şöyle bir hadis almışlardır:
«Muhakkak ki (Resûlullah), insanlara onların üzümlerini ve meyvelerini tahmin memurları gönderiyordu»[169]
Nitekim pek çok kaynakta, onun, çeşitli bölgelerde istihdam ettiği tahmin ve yazım memurlarından bahisler vardır. Ensar'dan Ferve b.Amr ile [170]Cebbar b. Sahr, Medinelilerin tahmin memur lan (haris) idiler. Kaynaklar, Cebbar'm hem vergi tahmin memu ru ve hem de mühasib olduğunu yazarlar.[171] O, hem tahmin ettiği miktarların ve hem de aynı yerden tahsil edilen gelirlerin hesabı nı tutmuş olmalıdır. Tanınmış bir tahmin uzmanı olan Abdullah b. Revaha'nın Mu'te harbinde şehid düşmesi üzerine Cebbar onun yerine Hayber'e memur edilmiştir. Halife Hz. Ömer kendi devrin de, Yahudileri Hayber'den çıkarmak için oraya gittiğinde bölge tahmin memuru olan Cebbar ile Yezid b. Sabit'i de beraberinde götürmüştür.[172] Böylece Yahudilerin arazi ve mahsul üzerindeki hakları uzmanlarca tesbit edilip kendilerine ödenmiş ve araziler asıl sahiplerine iade edilmişti.
Haybeıiiler muharebeyi kaybedince arazileri de ganimet hükümlerine göre müslümanlar arasında taksim edilmişti. Tabia-tiyle bu arazilerin bir kısmı da doğrudan devlete kalırken gene bir kısmı Resûlullah'm şahsına düşmüş bulunuyordu. Ancak yapılan antlaşma gereği Yahudiler burada bir kiracı gibi yancı olarak kaldılar ve tüm topraklan, eskiden olduğu şekilde işlemeğe devam ettiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) gerek devletin ve gerek müslümanla-nn ve yahudilerin, mahsul üzerindeki haklarının tesbiti için buraya tahmin memuru olarak Abdullah b. Revaha'yı gönderdi de onun doğru tahminlerine hayran kaldılar.[173]
Mekke bölgesinde ise Resul ullah, fethi müteakip buraya vali olarak tayin ettiği Attab b. Esid'e:
«Hurma mahsulünün takdir ve tahmin edilerek zekatı alındığı gibi, üzümden de bu şekilde zekat almasını emretti»[174]
O zamanlar Medine bölgesinde daha ziyade hurma bahçeleri bulunmasına karşılık Mekke vilayetinin Taif kesiminde üzüm bağları meşhurdu. B ubakımdan Belazurî (ö. 279 H), vali Attab'a verilen emrin, Sakiflilerin üzümü hakkında olduğunu kayde-der.[175]
Bazı bölgelere ise tahmin ve takdir memurları gönderilmeyip sadece müstahsilin beyaniyle yetinildi. islâm hükümeti Bahreyn halkı ile meyve mahsullerim onlarla bölüşmeleri hususunda bir antlaşma yapmıştı. Burada yaşıyan Abdül-kays'lar, vergi memurlarının gelmelerim beklemeden mahsullerini harcıyabilmek için Hz. Peygamberden müsaade aldılar. M. Hamidullah onlarla yapılan antlaşma hakkında açıklamada bulunurken şöyle diyor: «Bu kabile, ziraî vergiler ödeme mükellefiyeti altına sokulmuşlardı. Fakat onlar vergi tahsildarlarının gelmelerini beklemeksizin, belli mevsimi gelince, ziraî mahsullerini ihraç imkanlarından mahrum edilmemiş oluyorlardı. Bu durumda Resûlulah, vergiye tâbi mahsullerin miktarını tesbit hususunda bu kabilenin namuskâr-lığma itimad ediyordu.»[176] Hz.Peygamber Umman (Oman)'da yaşıyan Sümâle ve Huddan kabüeleriyle de aynı şekilde bir antlaşma yapmış bulunmaktadır. Onlara itimad edilmesi bir yana Medine'ye nisbeten uzak bu bölge insanlarına, uygun fiat bulur bulmaz mahsullerini satma müsaadesinin verilmesi iktisadî açıdan önem taşır.
Gelir tahmin ve takdir memurları (:hurras) bu tahminlerini yazıyla tesbit etmiş olmalıdırlar ki daha sonra gidecek olan Tahsildarlar, mükelleflerden ona göre vergi tahsil etmiş olsunlar. Diğer yandan her mükellefin Ödiyeceği vergi miktarını akılda tutmak da mümkün değildir. Bu yazılı tahmin belgelerinin ilgili vilayet veya hükümet merkezine sunulmuş olması da gerekir. Nitekim biz Hz. Peygamberin çeşitli yazım memurları arasında, Hu-zeyfe b. el-Yeman'm, gelir tahminleri yazım memurluğu yaptığına şahit olmaktayız. [177]Abdullah b. Revaha'nın da Hayber'de hurma mahsulünü 20.000 vask olarak tahmin ettiğini bilebilmekteyiz.[178] Yazılı tesbit olmadan bunların bize kadar ulaşması pek mümkün olmaz. Bunlarla beraber yukarda adından söz ettiğimiz Cebbarın gelir tahmin memurluğunun yanı sıra muhasebe memurluğu da yapması iddiamızı da güçlendirmektedir. Böylece Hz. Peygamber, ziraî mahsullerden tahsil edilebilecek toplam gelir miktarım yaklaşık olarak bilebilmekteydi ki bunun bütçe açısından önemi büyüktür. Burada mevzu sadece teşkilat yönüyle ele alındı. Bütçe Kaideleri bölümünde ise mesele hakukî açıdan yeniden ele alınacaktır. [179]
3- Tahsil Edilen Gelirlerin Yazımı
Hz. Peygamber, devlete ait iş ve muamelelerde çoğunlukla yazıyı ve yazıcıları kullandı ve yazılı tesbitlereçok önem verdi. Bütün Kur'an-ı Kerim ayetlerim yazdırdı, Devletin kurucu anayasasını yazılı olarak düzenledi, ilk nüfus sayımını yazılı yaptırdı ve bütün antlaşmaları hususî katipleri vasıtasiyle daima yazılı belgelere dayandırdı. Böylece o, yarımadada o zamana kadar hiç âdet olmıyan yeni bir çığır başlatmış oldu. Yazı artık devlet hayatına girmiş oluyordu. Bu cümleden olarak her şeyi olduğu gibi, Resûlullah, devlet gelirlerim de yazıyla tesbit etmekte gecikmedi. Gelirlerin; tahmini, takdiri ve tahsilatın yazıyla tesbiti, devlete, tasarruflarında dengeli hareket etme imkanlarını bahşetmiş olmaktadır ki bunun da bütçe açısından önemi çok büyüktür. Bugün Resûlullah'ın çeşitli sahalarda olduğu gibi malî sahada da istihdam ettiği kâtiplerinin isimlerini bilebilmekteyiz ki mevzuumuz açısından önemli olan da bu kâtiplerdir.
Ubey b. KaİD ile Zeyd b. Sabit çeşitli yazım işlerinde ve bu arada işletme (iktâ) ye verilen araziler için senet tanziminde görev alırlarken,[180] Muğire b. Şu'be ve Husayn b. Numeyr, çeşitli muamelâtı ve borçlanmaları yazıyordu.[181] Kanatmaca onlar kişiler arasındaki borçlanmalara senet tanzim ediyorlardı. Müslümanlardan tahsil edilen gelirlerin yazımına Zübeyr b. Avvam ile Cuheym b. Salt memur edilmişlerdi. Gerek Makrizî ve gerekse Ali b. Muhammed, b. işde esasen Zübeyr'in görevlendirildiğini onun olmadığı veya bir mazareti bulunduğu zaman ise bu göreve Cuheym ile Huzeyfe b.el-Yeman'ın devam ettiklerini yazıyorlar.[182] Daha önce gördüğümüz gibi Huzeyfe'nin esas vazifesi gelir tahminlerini yazmaktır. Bütün bu görevlileri el-Kudaî'den nakleden Kalkaşandî (1355-1413 M) «Eğer bunlar doğruysa malî divanlar, Resülullah'm zamanında kurulmuş olmaktadır, ancak ne varki meşhur olmamışlardır.» diyor.[183]
Daha önce ganimetlerin taksimine ve Devletle belli hak sahiplerine düşen payların muhafaza ve idaresine memur edilen kimseleri gördük. Kaynaklar onlardan ayrı olarak bu çeşit gelirleri yazan vazifelilerden de bahsediyorlar ki bugün Resülullah'm harplerde ele geçirdiği ganimetlerin miktar ve çeşitlerini bilmemiz bunlar sayesinde mümkün olmaktadır. Meselâ; Mu'aykıb b. Ebî Fâtıma[184] ile Ensar'dan Ka'b b. Amr, bu sahada istihdam edilmişlerdir.[185]
Ganimet gelirlerinin yazılmasından ayrı olarak biz askerlerin de yazıldıklarım görüyoruz.[186] Hz. Peygamber bir harp vukuunda, daima ordusunu bir meydana toplayıp onları isim isim yazdırarak ordu mevcudunu kayıtlı bir hale getirmiştir. Böylece harpte ele geçirilecek ganimetlere hak kazanacaklar tesbit edilmiş olmaktaydı. Bu bakımdan bu kayıtlarda, malî teşkilatla ilgili bir vasıf da görmek mümkündür.[187] Görüldüğü gibi Hz. Peygamberin çeşitli vergileri ve ganimetleri harbe çıkmadan Önce hazırladığı listelere göre dağıtması daha sonra ortaya çıktığı söylenen malî dairelerin ve askerî divanların esasım teşkil etmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde temelleri atılan malî müesseseler ondan sonra daha geniş bir teşkilata kavuşturulmuş va malî daire (:Divan) ler, ilgilendikleri vergi çeşidine yahutta gördükleri işlere göre bazı isimler almışlardır.
Hz. Peygamber'd en beri vali maaşları daima merkez tarafından tayin edilmiş ve onların vilayet yahut eyalet gelirlerinden istedikleri kadar maaş almalarına müsaade edilmemiştir. Mesela biz ) Resûlullah'm, Mekke valisi Attab b. Esîd'e tayin ettiği maaş miktarını biliyoruz.[188]
B- Malîyede Görevli Memurlar
a- Arifler
Münzirî (581-656 H) zekât işlerinde çalıştırılan memurlar arasında arifleri de sayarken[189] Şevkanî de onların, kabile nakib-leri gibi, vergi işlerinde çalıştırılan amiller sınıfına dahil olduklarını kaydeder.[190] Kalkaşandî ise vergi tahsil işlerine ilk defa Zi-yad'm arifler tayin ettiğini yazıyor ki[191] Ziyad, Hz. Ali ve Muaviye zamanlarında önemli mevkilerde bulunmuş ve şark illeri valiliği yapmıştır. Arifler, çeşitli gelirlerden yararlanacak kimseleri tesbit edip ilgililere haber veren görevliler olarak da gösterilir ki[192] Hz.Ali'nin, tahsil ettiği cizye gelirlerinden dağıtmaları için ariflere altun ve gümüş vermesi bu görüşü kuvvetlendirmektedir.[193]
b- Amiller (:Âmilin)
Vergi işlerinde çalıştırılan memurlar olarak Kur'an'da adı ge çen sadece bu sınıftır.[194] Zekât ayetinde geçmesine rağmen haraç ve cizye gibi diğer vergiler sahasında çalışanlara da bu ad veril mistir. "Âmir' tüm maliye ve hazine işlerinde çalışanların gene adı olmuştur. Münzirî, hadislerde geçen zekât memurlarının adlarını, içlerinde geçtiği hadislerle beraber şöyle sıralar: «âmil, sâ'î, arîf, hâzin, emin, câbî, kâtib, âşir».[195] Biz onun kitabında yer alan hadislerden memurlara verilen bu adların, Resûlullah devrinde ortaya çıktığım anlıyoruz. [196]
c- Sa'îler (:Sü'at)
Resûlullah'ın pek çok hadislerinde biz bu terimin kullanıldığını görüyoruz.[197] Bunlar da âmiller gibi mükelleflerden zekat toplamakta ve gereken yerlere sarf etmektedirler. Hz. Peygamber, mükelleflerden, sa'iler'i ve musaddıklar'ı memnun etmelerini isterken; fakir ve dullara zekât dağıtan sâ'îlerin, mücâhitler gibi olduklarını, söyler.[198]
d- Musaddık
Bu terimin "sadaka" kökünden gelmesi dolayısıyle özellikle zekât sahasında çalışan memurlara bu adın verildiği anlaşılıyor. Musaddık terimi de Hz. Peygamber devrinde ortaya çıkmış ve daha sonraki devirlerde de kullanılmıştır. Şu kadar varki âmil kadar şöhret bulmamıştır.
Musaddık teriminin mecburî vergi manasına gelen "sada-ka"nın devlet eliyle toplattırılmaya başlandığı bir zamanda ortaya çıkmış olması gerekir. Biz bu terime pek çok hadislerde rastlamaktayız.[199]
e- Hâzin (:Haznedar)
Kur'an'da pek çok yerde "hazine" terimi geçer, Yusuf Peygam-ber(s.a.v.) Mısır'da, vezirlik makamına getirilirken kıraldan ayrıca Mısır hazinelerinin kendi idaresine verilmesini istemişti.[200] Şu kadar varki kırallar vergiyi halk için değil daima kendi adlarına toplamışlardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) ise bu alanda ilk defa bir yenilik yaptı ve «halktan vergiyi gene halk için toplama» esasını getirdi ve hatta vergileri kendisine, aile ve akrabalarına haram edecek kadar ileri gitti. İşte bu sebepledir ki Resûlullah kendisini, toplanan gelirlerin sahibi değil sadece onları halk için koruyan ve gerekli yerlerine sarfeden bir haznedar olarak ilân etti. Buharî onun bu maksat ile şöyle dediğini kaydeder:
Ben ancak bir kâsim (taksim edici) ve bir hâzin (hazne-darjim, veren ise Allah'dır»[201]
Müslim'in rivayetinde ise Resûlullah sadece; «Ben ancak bir haznedarım» demektedir.[202] Devlet gelirleri üzerinde herhangi bir hakkı bulunmayıp onları dilediği şekilde de harcıyamıyacağı-nı, ancak Allah'ın kanunlarına uygun sarfta bulunabileceğini ifade ederken Resûlullah, Ebu Davud'un naklettiği hadislerinde şöyle diyorlar:
«Ben size ne bir şey veririm ve ne de sizi bir şeyden mahrum bırakırım. Ben ancak bir haznedarım, sadece emredildiğim yerlere harcarım.»[203]
f- Kâsim
Bölüştüren, dağıtıp sarfeden manasına gelen bu terim de hâzim gibi ilk defa Resûlullah tarafından; devlet gelirleri karşısındaki durumunu ifade etmek için kullanıldı. Yukardaki Buharî hadisinde her iki terimin de yan yana kullanıldığı görülüyor. Bazı hadislerinde ise Resûlullah sadece "kâsim" olduğunu söyler. Ahmed b. Hanbel'in kitabındaki sözlerinde o; Ben ancak bir "kasim'ım der.[204] Bagavî (436-510 veya 516 H) ise yukarda Ebu Davud'un yazdığı hadisi "hâzin" yerine "kâsim" terimiyle kaydediyor.[205] Biz bizzat Hz. Peygamber'in çeşitli gelirleri hak sahiplerine dağıttığını ve bu maksatla da memurlar tayin ettiğini görmekteyiz.
Tahsil edilen gelirleri kayda geçen memura bu ad verilir ki daha önce Hz. Peygamberin tahsilatı yazım memurlarını gördük. [206]
h- Kabz Memuru (:Sâhıbu'l-Akbâd)
Vergi memurlarının tahsil ettikleri vergileri onlardan teslim alan veyahutta ganimetleri mahallinde teslim alıp yazan memurlara bu ad verilir. Hz. Peygamber, fetih yılında Yemen'e gönderdiği Mu'az'a amillerin topladıkları vergileri, kabzetme vazifesini de vermiştir.[207] Buna göre gelirler onun elinde toplanıyordu. Bazı bölgelere de merkezden kabz memurları gönderiliyor ve bunlar orada toplanan gelirleri teslim alıp Medine'ye getiriyorlardı.[208]
ı- Hârıs
Vergi tahmin memuru manasına gelen ve "harras" da denilen bu terim de Resûlullah devrinde ortaya çıkmıştır ki biz malî teşkilâtlanma bahsinde onun çeşitli bölgelere gönderdiği tahmin memurlarına temas etmiştik. [209]
i- Keyyâl, Vezzân, Nakkâd Ve Addâd
Ölçülerek mahsulden alınacak öşür miktarını tesbit edene "keyyâl" denilir.[210] Vezzân ve nakkâd ise madenlerin ve madenî paraların tartı ve sayım işiyle uğraşırlar. Vezzân teriminin Resûlullah (s.a,v.) zamanında kullanılmış olması gerekir. Çünki o, Huneyn vadisinde Bilâl Habeşî ve diğer tartıcılara "müellefe-tül-kulûb" için belli miktarlarda gümüş tarttırmıştı.[211]
k- Hâsib, Emîn Ve Diğer Memurlar
Gerek hâsib (muhasebeci) ve gerekse emin terimlerinin her ikisi de Resûlullah devrinde kullanılmışlardır. Biz daha önce Me-dinelilerin vergi tahmin ve muhasebe memurları olan Cebbarı ve gene Resûlullah'm Hayber'deki emin (vekil)i olan Mervan'ı tanımıştık. Bunlardan başka bir kısmı Resûlullah devrinde ve bir kısmı daha sonraki zamanlarda ortaya çıkmış çeşitli memuriyetler daha vardır. Bunlar; vergi olarak tahsil edilen hayvanlara bakan "râ'î: çobanlar, bir yere konulan gelirleri bekliyen "haris" yahut "hâfızu'l-mal'ler,[212] vergi mükelleflerim ve gelirlerden yararlanacakları belli bir yere çağıran "hâşir'ler,[213] arazi ölçüm memurları olan "mâsih" ve "kassâb"[214] ve diğerleridir,[215] Böylece gerekli memuriyetlerle maliye teşkilatı tekemmül etmiş olmaktadır. [216]
C- Beytülmal'ın Bölümleri
1- Beytülmal'in Mülkî İdare Bölgelerine Göre Bölümleri
Ülkenin; merkez eyalet ve vilayet olarak idarî taksimata ayrılması Beytülmalın de buna göre teşkilatlanmasına yol açmıştır. Resûlullah devrinde Medine'de gelir çeşitlerine göre muhtelif hazineler ortaya çıkmıştı. Bunlarda görevli memurlara daha önce temas edilmişti. O zamanlar bunların birleştirildiğine ve hepsinin üstünde bir selâhiyete sahip birisinin tayin edildiğine dair hiçbir malumatımız yoktur. Resûlullah'm geniş selahiyetlerle Yemen'e gönderdiği Muaz'ın, gelirlerin onda toplanması sebebiyle, bu eyaletin Beytülmal'ine de memur edildiğini söylememize herhangi bir mani yoktur. [217]
2- Beytülmal'in İç Bölümleri
A- Beytülmal'in İç Bölümlere Ayrılması Ve Sebepleri
Müslümanlardan tahsil edilen ve "zekât" ismi altında toplanan gelirlerle, gayr-i müslimlerden alınıp "harâc" yahut genel adıyla «fey'» denilen gelirlerin hem aynî ve hem de nakdî toplanması devlet hazinesinin kendi içinde bir kısım bölümlere ayrılmasına yol açmıştır. Hukukunun ve cinsinin değişik olması her gelir çeşidinin ayn hazine ve depolarda toplanmasını gerekli kılmıştır. Hz. Peygamberin, ayrı gelir çeşitlerine değişik memurlar tayin etmesi de hükümlerinin değişik olmasından ileri gelmiştir. Resûlullah devrinde, bildiğimiz bazı hazinelerin; «sadaka odası: gurfetü's-sadaka»[218] ve «sadaka hazînesi»[219] isimlerini almaları bize zekat gelirlerinin diğer gelirlerden ayn bir yere konulduğunu gösterir. Mekke valisi Attab'ın maaşını da Hz. Peygamber'in fey' gelirlerinden ödemesi,[220] onun bu gelirleri zekât gelirleriyle karış-tırmayıp ayrı bir yere koyduğunun delilidir. [221]
B- Bazı Hazine Çeşitleri
1. Vergi Olarak Tahsil Edilen Hayvanlar Hazinesi Ve Hayvanların Damgalanması
Hazine (ıbeytülmâl) bir mekan olmayıp bir makam olduğundan vergi olarak tahsil edilen hayvanlar, hazine için ayrı bir bölüm meydana getirirler. Hazineye ait hayvanların hangi gelir çeşidine dahil olduklarının anlaşılması ve ayrıca diğer hayvanlarla karışmaması için Resûlullah devrinden itibaren belli işaretlerle damgalandığını görmekteyiz. Buharı Hz. Peygamber'in "miy-sem" denilen bir aletle zekât develerini işaretlediğini kaydetmektedir.[222] Buharı1 deki hadisten Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ebu Talha'nın bu işte görevli olup ona yardım ettikleri de anlaşılıyor. Temim kabilesinden Ukrâş isminde birinin Resûlullah'a zekât develeri getirdiğinde Hz. Peygamber'in onları miysemle damgalanmasını emretmesi de bunu doğrulamaktadır.[223]
2. Zahire Hazineleri
Tahsilatın hem nakdî ve hem de aynî olarak yapılması pek çok hazine ve ambarların yapımını gerekli kılmıştır. Beytülmal'in ortaya çıkışını incelerken Hz. Peygamber zamanında hurma yığılı yerlerin bulunduğunu görmüştük.[224]
III. Malî Dîvanlar
A- Halka Maaş Dağıtan Dîvanın Ortaya Çıkışı
Pek çok kaynak, memleketin bütün halkına maaş ödenmesi için kurulan "dîvan" müessesesinin ilk olarak halife Ömer tarafından ihdas edildiğini yazıyor ise de, kuruluş tarihini halife Ebu Bekir (11-13 H/632-634 M) devrine kadar götürenler ve hatta Resûlullah'ın tatbikatına dayandıranlar da vardır. Bazı rivayetlere dayanan Muhammed Hamidullah; "Divan diye adlandırılan bu müessesenin ortaya çıkışı ta Hz. Peygamber'in zamanıdır» diyor.[225]
islâm'da gelirlerin halk için toplanması bir esas olduğundan, devlet tarafından, umumun faydasına harcanacak yerleri bulun-mıyan fazla gelirlerin halka bölüştürülmesinden başka çare kalmaz. Bizans ve İran'daki divanların askerî maaş dağıtmalarına karşılık îslâmî kesimde ortaya çıkan divanlar, bu tür maaşları ödemekle beraber aynı zamanda fakir-zengin ayırımı yapmadan, halka gelir bölüştüren daireler olmuşlardır. Bilhassa muhtaç halk tabakalarının bulunduğu zamanlarda, tahsil edilen gelirlerin bir kısmım onlara bölüştürmek, vergilerin halk için toplanmasının tabiî bir gereğidir. Bu sebeple Hz. Peygamber'in başka türlü hareket etmesi düşünülemez.
Pek çok eserdeki ifadelere bakılacak olursa gelir bölüştüren divanın ilk temelinin Hz. Peygamber tarafından atıldığı ve Hz. Ömer'in bunu esas alarak Iran ve Bizans örneklerinden de yararlanıp bu müesseseyi teşkilatlandırdığı gerçeği açıkça ortaya çıkar. Buharî'den öğrendiğimize göre Resûlullah, Medine'ye hicret ettikten kısa bir süre sonra yazılı olarak müslümanların sayısını tesbit ettirdi. Ve gene biz Buharı'den, onun her harbe çıkışta askerlerin bir listesini yaptığım öğrenmekteyiz.[226] Nüveyrî (1279-1332 M) bazılarının bu nüfus sayımına dayanarak "divan"ın ilk defa Resûlullah zamanında kurulduğunu, söylediklerini yazarken[227] Makrizî bu hususta şu bilgiyi veriyor:
«Resûlullah, müslümanların yazılmasını emretti. Onun zamanında müslümanlar yazıyla tesbit edildiler ve o, fey gelirlerini onlara bölüştürüyordu. Müslümanlar onun devrinde zaman zaman yazıyla tesbit edildiler. Bir askerî birlik yahut bir keşif ko-lundakiler yazıldılar. Herhangi bir süre tayin edilmeden, zaman zaman atıyye (karşılıksız maaş) verilmesi de onun devrinde olmuştur. Bu hususta halife Ebu Bekir de ona uymuştur. O, kendi halifeliği sırasında halka maaşlar verdi. Ömer ise divanı kur-du.»[228]
Makrizî'nin bu anlattıklarından biz, Hz. Ömer'in Resûlullah tarafından temeli atılan divan müessesesini teşkilatlandırıp geliştirdiği, hükmüne varmaktayız. Nitekim îbn Zenceveyh (o. 247 veya 251 H(1861 M); Hz. Peygamberin, Bedir harbine katılanlardan her istiyene ata' (maaş) bağladığım ve Hz. Ömer'in de onlara ve tüm muhacirlere maaş tayin ettiğini yazıyor.[229] Ayrıca biz Müslim'deki bir hadisten; Resülulah'm zaman zaman Hz. Ömer'e atıyye verdiğini, Ömer'in de ondan, bunu daha fakir birisine vermesini istediğini, öğreniyoruz.[230] Öte yandan Resûlullah'm kendisine gelen «feyJ» gelirlerini bölüştürürken; evli olana iki, bekara da bir hisse vermesi, iddiamızı tamamiyle kuvvetlendirmektedir.[231]
Tarihçi Ibn Tıktakî; Resûlullah'm ve Ebû Bekir'in, müslü-manları daimi bir maaşa bağlamadıklarını ancak müslümanların ganimetlerden hisselerine düşen paylan aldıklannı ve bu arada Medine'ye mal geldiğinde Hz. Peygamberin onlan, kendi görüşüne göre halka dağıttığını, Ebû Bekir'in de aynı tarzda hareket ettiğini, Ömer devrinde ise çok fazlalaşan gelirlerin halka dağıtılması
gayesiyle divanların kurulduğunu, anlatır.[232] Resûlullah ve Ebû Bekir devirlerinde herkese ve aynı zamanda daimî maaşların bağlanmasına yeterli olmıyan gelirler, Ömer devrinde yeter miktara ulaşınca tüm halk kütüklere kaydedilip daimî maaşa geçirilmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bakıma muhtaç kimselerin ve bakıcısı olmıyan çocukların bakım masraflarının devlete ait olduğunu bildirirken şöyle dediler:
«Kimgeride bakıma muhtaç kimseler bırakırsa, onların bakımı bize, geride mal bırakanın malı da mirasçılarına düşer.»[233]
B- Diğer Malî Divanlar
1- Dîvanul-Cund (: Askeridaîre)
Hz. Peygamber devrinde ortaya çıkan bu daireye "dîvanul-ceyş" adı da verilmektedir. Bütün halka maaş dağıtan divana ise "divânu'1-ata"' veya Ömer Ferrûh'un kaydettiği gibi "dîvanu'n-nâs ve u'tıyatihim" adı verilmektedir. Adı geçen müellif de bu divanı, divanu'l-cund'dan tamamen ayrı olarak düşünmektedir. [234]Resûlullah devrinde "divânu'1-inşâ"' müstesna ilk ortaya çıkan daire "divânu'1-cund" dur.[235] Hz. Peygamberin, sefere katılan askerlere ne miktar erzak gideceğim tesbit etmek ve ganimetlere hak kazanacakları belirlemek için onların isimlerini harbe çıkmadan önce yazdırması[236] bu divânın çekirdeğini oluşturur. Kanaa-tımca "divânul-ata^mn da ilk çekirdeği budur. Daha sonra divânul-atâ'nın ayrı istikamette genişliyerek müstakil hale geldiği veya "divânul-cund'u da bir şube gibi içinde barındırdığı anlaşılıyor. Halka maaş dağıtan divânların ortaya çıkışı bahsinde ele aldığımız bir kısım kaynakların ifadelerine bakılacak olursa her ikisinin de daha Resûlullah devrindeyken ayrı istikametlerde geliştikleri hükmü ortaya çıkar. [237]
2- Dîvanu'l-Harac
Biz mal: teşkilatlanma bahsinde Hz. Peygamberin, muhtelif gelir çeşitlerine ayrı memurlar tayin ettiğini ve halife Ömer'in de çeşitli illere haraç müdürleri gönderdiğini görmüştük.
Resûlullah devrinde haraç gelirlerinin sonraki zamanlara nisbetle önemli bir yekûn teşkil etmediği ve bu çeşit gelirin halife Ömer zamanında devlet gelirlerinin en büyük bir kısmını oluşturduğu bir gerçektir.[238]
3- Divanu's-Sadaka
Zekatın tahsil ve gerekli yerlere sarfı için Resûlullah (s.a.v.) devrinden beri daima bir teşkilat mevcuttu ve bu işler Beytülma-lin esas görevleri arasında bulunuyordu. Beytülmal'e bağlı haraç dairesi kendi vazifesine uygun bir teşkilata sahip kılındığı gibi zekât dairesinin de Hz. Peygamberi müteakip bir zamanda yeniden teşkilatlandırıldığı anlaşılıyor. Aslında Resûlullah devrinden beri var olan bu teşkilatın yeni dezünlenmiş şekline "divân" denilmektedir. Ömer Ferruh; «Resûlullah devrinden beri zekâtın yazımı yapılmaktadır, ancak onun için bir divân yoktu» derken bu hususu dile getiriyorlar.[239]
4- Divanu'l-Hatem
Hz. Peygamber (s.a.v.) devlinden itibaren devlet gelirlerinin her çeşit keyfî tasarruftan uzak ve hukukuna uygun bir biçimde harcanması gayesiyle mühürlü belgeler tanzimine önem verilmiştir.
Muhammed Hamidullah'm belirttiğine bakılırsa: «Komşu kabilelerle akdedilen muahedelerden ibaret ilk resmî vesikalarda ne imza ve ne de tarih mevcuttur: Okuma-yazma bilmiyen bedeviler için, yazılan birkaç kelime kafi geliyordu. Hükümetin kendisi için bu vesikalardan birer kopya çıkanp çıkarmadığı malumumuz değildir. Bir müddetin geçmesini müteakip vesikalarda, o vesikayı kaleme alan kimsenin adı, metnin sonunda görünmeğe başlamaktadır. Arazi bağışları, yahut diğer mühim vesikalarda bir tasdik ve şehâdet şekli ve keza Resûlullah'ın mührü görülür».[240] Nitekim biz Hz. Peygamberin Makna halkı[241] ve Zakan kabilesiyle[242] yaptığı antlaşma metinlerinde mühür kullandığını görmekteyiz. Öte yandan Makrizî ve Kettânî Resûlullah'm çeşitli memleketlere gönderdiği mektupları, vali ve defterdarlar Camilin) a ve ordu komutanlarına gönderdiği cevabî yazıları mü-hürlediğini kaydediyorlar.[243] Onun vergi işleriyle meşgul olan âmillere gönderdiği cevabî yazılarım mühürlemesi bizim için önem taşır. Mevzuumuz açısından daha Önemlisi ise hazineden yapılacak harcamalann mühürlü belgelere dayandırılmasıdır. Biz bu hususta Hz. Peygamber devrinde bir hâdiseye şahit olmaktayız. Ebû Davud'un naklettiğine göre:
«Uyeyne b. Hısn ile Akra' b. Habis isimlerinde iki kişi Hz. Peygamber e gelip ondan yardım istediler. Resûlullah, istedikleri şeyin onlara yazılması için Mu'aviye'ye emir verdi. Akra' kendisine verilen yazılı belgeyi katlayıp sarığına iliştirdi ve gitti. Uyeyne ise Hz. Peygambere gelip; Ey Allah'ın Resulü! Kavmime, içinde ne olduğunu bilmediğim bir belgeyi götürmemi uygun görüyormusu-nuz? dedi. Bunun üzerine Resûlullah; kim yanında kendisine yetecek şey olduğu halde gene de istekte bulunursa, muhakkakki o ateş azabını artırmak istiyor, dedi»[244]
Bu iki kişinin kendi bölgelerindeki memurlardan veya validen kararlaştırılan miktarda zekât alabilmeleri için onlara birer yazılı belgenin verildiği anlaşılıyor. Ancak Ebu Dâvud bu yazılı çeklerin mühürlenmesinden bahsetmez. Aynı hâdiseye temas edilen Muhammed Hamidullah'm el-Vesâiku's-Siyâsiyye adlı eserinde ise; Muaviye tarafından kaleme alman bu çeklerin Resûlullah tarafından da mühürlendiği kaydedilmektedir.[245] Böylece nâdir de olsa o devirde hazine adına yapılan tasarruflarda mühürlü belgelere yer verildiği görülmektedir.
Resûlullah, bazı kimseleri, kaleme aldırdığı yazıları mühürleme işinde istihdam etti: Muaykıb b.Ebi Fâtıma, Hanzala b. el-Rabî' [246]ve Haris b. Avf[247] onun tarafından zaman zaman bu işde görevlendirildiler. Böylece "divânu'l-hâtem"in ilk temeli Hz. Peygamber tarafından atılmış oldu.
Hz. Peygamber zamanında, işletmeye verilen arazi (:iktâ)ler için, işletmecilere bir belge tanzim edilip verildiği gibi, ondan sonra da aynı şekil belgelerin verilmesine devam edildi.
Resmî evraka tarih koyma işine gelince Kettanî'nin bildirdiğine göre, Kalkaşandî ve Suyûtî gibi bir kısım müellifler bunun Resûlullah zamanında başladığım ve onun hicreti tarih olarak kullandığım yazarlar. Meselâ Resûlullah Necrân hıristiyanlarıy-la yaptığı antlaşmaya «hicretin 5. senesi» şeklinde bir tarih koymuştur. Kur'an Tevbe sûresi 108. âyette hicret sırasında yapılan Kubâ mescidinden bahsederken «ilk gün» ifadesini kullanmıştır ve buna göre hicret tarih başlangıcı olmuştur.[248]
Hz. Peygamber, devrinde arşiv dairesi yoktu. Ebu Davud'un kaydettiğine göre o, hayatının son günlerinde valilere zekât hususunda bir yazı yazdığı zaman bunu kılıcının kınına koymuştu.[249] Resûlullah H. 1. yılda meydana getirilen ve iki nüsha hâlinde yazılan kurucu anayasa metnini de kılıcının kınına iliştirmiş bulunuyordu. Buna temas eden Muhammed Hamidullah; «bazı delil ve işaretlere bakacak olursak, mühim vesikaların kopyaları Resûlullah'm evinde bulunuyor ve o bunları yastığının altında muhafaza ediyordu» diyor.[250]
İslâm'da maliyede görevli memurların ilk denetimi Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından yapıldı. Buharı bu hususta; «Devlet-başkanlannm vergi memurlarım muhasebesi» anlamında bir başlık koyar ve burada, Resûlullah'm Süleym kabilesine gönderdiği Ibnu'l-Lütbiyye ismindeki zekat memurunu hesaba çektiğine dair olan hâdise yer verir.[251]
[122] Müslümanların sık sık toplandıkları Erkâm'ın evi bunun için müsait görünüyor.
[123] Müslim, Zekât, 51; Ebû Davud, İmaret, 19; Ebû Ubeyd, s. 330-331; İbn Hişâm, C. 4/5; Makrizî, îmtâ', C.4, v. 254/b.
[124] Serahsî, Şerh Kitab el-Siyer el-Kebîr, C. 3/1013.
[125] Ali b. Muhammed, Tahric el-delâle, v. 141/a-b.
[126] Makrizî, îmtâ', C.4, v. 254/b.
[127] Salih Tuğ, a.g.e., s.77-78. Ayrıca bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C. 2/967, prg. 1526.
[128] Buharî, Cihâd ve Siyer 233; Ayrıca bak. Ali b. Muhammed, Tahric el-delâle, v. 161/b
[129] M. Hamidullah,islâm Peygamberi, C.2/1121, prg. 1845/2.
[130] Buharî, Mezalim, 25.
[131] Buharî, Zekât, 21.
[132] Ahmed, Müsned, C.ll/72, Ha. No. 6820 (neşr. Ahmed Muhammed Şakîr).
[133] Aynî, C.4/429
[134] Ahmed, Müsned, C.3/1724.
[135] Makrizî, İmtâ', C.4, v.254/b.
[136] Salih, Tuğ, s. 25, Dip. No.135.
[137] Kefcbanî, C.l/450.
[138] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/281-285.
[139] Tevbe,60.
[140] Salih Tuğ, a.g.e., s. 76-77.
[141] İbn Mace, Zekât, 19.
[142] M. Hamidullah,İslâm Peygamberi, C. 1/643, prg. 975.
[143] Makrizî, İmtâ', C. 4, v. 254/b.
[144] İbn Sa'd, C. 1/42-43, 64-67; Ayrıca bak. Kettanî, C.l/450 yd.
[145] Serahsî, Şerh el-Siyer el-Kebir, C. 2/610; M. Hamidullah, islâm Peygamberi, C. 2/1041; Geniş bilgi için Ödenekler ve Elçilerin ağırlanması konularına bak.
[146] Makrizî, İmtâ', C.4, v. 197/b.
[147] Makrizî, C. 4, v. 198/a; Ali b. Muhammed, v.l62/b.
[148] Makrizî, C. 4, v. 254/b.
[149] En'am,136.
[150] Salih Tuğ, s. 58-59.
[151] S. Tuğ, s. 79; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C. 2/1043, prg.
[152] Mahmiyye'nin görevi için bak. Ebu Davud, Haraç, İmaret, 19; İbn Hişam, C. 4/5; Serahsî, Şerh el-Siyer, el-Kebir,C. 3/1013; Makrizî, C. 4, v. 254/b; Ali b. Muhammed, Tahrîc el-Delâle, v. 141/a-b.
[153] Müslim, Zekât, 51; Ebu Ubeyd, s.330-331.
[154] Ahmed, Müsned, C.2/59-60, Ha. No. 646; Serahsî, C.10/11.
[155] Ebu Davud, Haraç, İmaret, 19.
[156] Serahsî, C.l0/9-11.
[157] Makrizî, îmtâ', C.4, v.202/b.
[158] Ebu Ubeyd, Emval, s.580-581, Ha. No. 1850.
[159] A.g.e., s.132.
[160] Ali b. Muhammed, Tahric el-Delâle, v.l41/a-b.
[161] Makrizî, C.4, v.l97/b.
[162] Makrizî, C.4, v.l98/b.
[163] Makrizî, C.4, v.l97/b.
[164] Makrizî, C.4, v.256/b; Ayrıca bak. Kettanî, C.l/413.
[165] Müslim, Müsakat, 100.
[166] Bak. Salih Tuğ, s. 79-81; Ayrıca bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/1043, prg. 1656.
[167] M. Hamidullah, Vesaik, s. 234-235.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/285-290.
[168] Buharı, Zekât, 5; Ebu Ubeyd, s. 483; Ha. No. 1440.
[169] İbn Mâce, Zekât, 18; Şafı'î, el-Umm, C. 2/27.
[170] Kettanî, C. 1/400.
[171] Bak. İbn Hişam, C.3/372; Makrizî, C.4, v.255/a.
[172] Ibn Hişâm, C.3/369, 371.
[173] Ebu Yusuf, s.97; îbn Hişârn, C. 3/369, 371; Makrizî, îmtâ' C.4, v.255/a.
[174] Nesâî, C.5/109; Makrizî, C.4, v.255/a.
[175] Belazurî, Futuh el-Butdan, s.68.
[176] M. Hamidullah, Vesaik, s.129.
[177] Kalkaşandî, C.l/91; Kettanî, C.l/91; C.1/228; M. Kürd Ali, C.2/97.
[178] Makrizî, C.4, v.255/a.
[179] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/290-293.
[180] Ali b. Muhammed, Tahrîc el-Delâle, v.l/b.
[181] Kalkaşandî, C.l/91.
[182] Makrizî, C.4, v.254/b; Ali b. Muhammed, v.l52/b; Kalkaşandî,C.l/91; Muhammed Kürd Ali, C.2/97.
[183] Kalkaşandî, C.l/91.
[184] Cahşiyârî, s.12; SA.Q. Husaini, s.19-20; M. Kürd Ali, C.2/97.
[185] M. Kürd Ali, C.2/97.
[186] Bak. Buharı, Clhad, Siyer, 181.
[187] Salih Tuğ, s. 76. Ayrıca bak. Kettanî, C.1/228-229.
[188] Makrizî, C.4, v.202/a; İbn el-Kesir, el-Bidaye, C.4/368.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/293-295.
[189] Münzirî, C.l/144-148.
[190] Şevkanî, C. 4/169.
[191] Kalkaşandî, C.l/424.
[192] SA. Sıddıkî, Public Finance, s. 139-140.
[193] Ebu Ubeyd, s. 44-45; Ali b. Muhammed, v. 66/a.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/295.
[194] Tevbe,60.
[195] Münzirî, C.l/144-145.
[196] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/295-296.
[197] Bak. Ebu Davud, Haraç, 11; Ibn Zenceveyh, C.2/149, 152; Münzirî, C.l/144-148.
[198] İbn Zenceveyh, C.2/149-152.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/296.
[199] Bak. Buharî, Zekât, 38; Ebu Ubeyd, s. 366, 371, 372, 565.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/296.
[200] Yûsuf, 55.
[201] Buharî, Cihad, 206.
[202] Müslim, Zekât, 33.
[203] Ebu Davud, Haraç, İmaret, 12.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/296-297.
[204] Ahmed b. Hanbel, Miisned, C.12/170, Ha. No. 7193, (neşr. Ahmed Muhammed Şakir).
[205] Bagavî,C.2/50.
[206] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/297.
[207] Kettanî, C.l/258.
[208] Bak. M. Hamidullah.Vesdife, s. 234-235.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/298.
[209] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/298.
[210] S.A. Sıddıkî, s. 159.
[211] Makrizî, îmta', C.4, v.l98/a; Ali b. Muhammed, v.l62/b.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/298.
[212] İbn Kudame, C.2/655-656. Ayrıca bekçiler için bak. Taberî, C.3/137; îbn el-Esîr, C.2/202.
[213] İbn Kudame, C.2/654-655; İbn el-Mematî, s. 7; Şevkanî, C.4/169; S.A. Sıddıkî, s.139-140.
[214] İbn el-Mematî, s. 9; Kalkaşandî, C.5/466.
[215] Çeşitli memuriyetler için bak. İbn el-Mematî, s. 7-9; Kalkaşandî, C.5/465-466.
[216] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/299.
[217] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/299.
[218] Ahmed, Müsned, C.3/1724.
[219] Makrİzî, îmta', C.4, v.254/b.
[220] Bak. Makrizî, C.4, v.202/a.
[221] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/300.
[222] Buharı, Zekât, 70.
[223] Kettanî, C.l/440.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/300.
[224] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/301.
[225] M. Hamidullah, İntroductıon toîslâm, s.130.
[226] Buharı, Cihad ve Siyer 181; Ayrıca bak. Kettanî, C.l/220-221; Î.F. Ahmed Ali, el-Mevârid el-Maliyye, s. 239.
[227] Nüveyrî, C.8/196.
[228] Makrizî, îrnta', C.4, v.448/b vd.
[229] İbn Zenceveyh, C.l/79.
[230] Müslim, Zekât, 37.
[231] Makrizî, C.4, v.249/b; Kettanî, C.l/224.
[232] İbn Tıktakî (îbn tabatabâ), Fahrî, s.74-75.
[233] Ebu Ubeyd, s.236-237, Ha. No. 578, 579.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/301-303.
[234] Ömer Ferruh, Tarih Sadr el-îslâm, s.211-212.
[235] Bak. E.Î., "Divan" maddesi.
[236] Buharı, Cihad-Siyer, 181; Kettanî, C.l/228-229; Salih Tuğ, s.76.
[237] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/303.
[238] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/304.
[239] Ömer Ferruh, s.212.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/304.
[240] M. Hamidullah,/s/â'm Peygamberi, C.2/1089, prg. 1786.
[241] Bak. M. Hamidullah, Vesaik, s.94.
[242] M. Hamidullah,/s/âm Peygamberi, C.l/657-658, prg. 999.
[243] Makrizî, İmtâ', C.4, v. 248/a-b; Kettanî, C.l/177.
[244] Ebu Davud, Zekât, 23.
[245] M. Hamidullah, Vesaik, s. 213.
[246] Makrizî, İmta', C.4, v.209/a-b., 248/a-b
[247] M. Kürd AÎİ,C.2/97.
[248] Kettanî, C.l/181-182.
[249] Ebu Davud, Zekât, 4.
[250] M. Hamidullah,İslâm Peygamberi, C/1089, prg. 1787.
[251] Buharı, Zekât, 68; Hadisin daha geniş rivayetleri için bak. îbn Zence-veyh, C.l/97; San'anî, C.4/54-55, Ha. No. 6950-51.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/304-306.