- Besmele bir dua ve anahtardır

Adsense kodları


Besmele bir dua ve anahtardır

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 6 October 2010, 03:23 pm GMT +0200
Besmele Bir Dua ve Anahtardır


Besmele; bütün mevcudatın lisan-ı haliyle ve kavliyle dillerinde devamlı tekrar edilen dua, zikir ve anahtardır. Böylece Allah’a uzanan manevî bir hat ve irtibattır. Bu duaya insanlar, hayvanlar ve bitkilerden tutun, cansız varlıklara kadar her şey iştirak etmektedir. Zira Kur'ân-ı Kerîm’deki “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihini anlamazsınız” (İsrâ sûresi, 17/44) âyeti, bu hususu ortaya koymaktadır. Sahâbîlerin önde gelen isimlerinden Abdullah b. Mesûd’un (r.a): “Biz Hz. Peygamber’in yanında yemek yerken yemeğin Allah’ı tesbih ettiğini işitirdik ” (Buharî, “Menakıb”, 25) şeklindeki haberi de, buradaki ayetin açık bir tefsiridir. 19. asırda Almanya’nın yetiştirdiği filozoflardan Fechner (ö.1305/1887), mazhar olduğu nuranî bir müşahede ile tabiatın hayat sahibi olduğunu söylemiş ve ileride de herkesin bu fikri benimseyeceğini haber vermiştir. (Çantay, 2:506) Günümüzde de tüm varlıkların canlı olduğunu deneyle ispatlayan Japon bilim adamı Prof. Dr. Masaru Emoto’nun bu konudaki bir araştırması ise şöyledir: “Su cansız bir madde değil; canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Yanında güzel sözlerle dua edildiğinde su, berrak ve estetik bir yapıya bürünür. Kötü sözler veya şeytan ifadeleri kullanıldığında kristaller kaotik ve karışık bir biçime dönüşmektedir.” Bir başka deneyde ise iki kavanozun içine pirinç konmuş, birine “teşekkür”, diğerine “aptal” yazılmış. Bir ay boyunca bu sözler şişelere söylenmiş, sonuçta “aptal” denen kavanozun içindeki pirinçler siyahlaşmış ve kötü koku saçmış, diğerinde ise; pirinç beyaz kalıp, hoş bir koku salgılamıştır.” (Senih, “Sızıntı”, s: 287) Demek ki varlıklar, Allah’ın adıyla can ve hayat bulmakta, O’nun ismiyle huzura ve sükuna kavuşmaktadır.

Besmele, dinî açıdan da İslâm nişanını gösteren bir definenin anahtarıdır. Çünkü “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım” diyerek, yapacağımız işlerin gerçek faili, yaratanı olmadığımızı, bizi de fiillerimizi de yaratan bir güç ve kudrete bağlı bulunduğumuzu, ancak O’nun müsaadesiyle işe başlayabileceğimizi, yapacağımız her şeyi O’nun için yapmamız gerektiğini ilan ederiz. Dolayısıyla zahiri sebepler neticesiyle gelen nimetleri de o esbâp hesabına almamız doğru olmaz. Çünkü o sebepler, (meselâ ağaçların meyve vermesi, hayvanların süt vermesi v.s.gibi) doğrudan doğruya o nimeti Allah hesabına ve O’nun müsaadesiyle, yaratmasıyla ürettikleri aşikârdır. Böylece biz de bu nimetleri alır, onlardan istifade ederken, Allah adına (besmele ile) almamız ve yapmamız gerekmektedir.
Besmeledeki bir başka sır da kısaca şöyle özetlenebilir: Besmelenin başındaki “be” cer edatı “beraberlik veya yardım dileme” manâsında bağlayıcı bir edattır, yani bağlaçtır. Dolayısıyla, “başla, oku veya başlıyorum, okuyorum..”gibi hazfolunmuş takdiri bir fiile işaret eder. “Allah” ismi ise gerçek İlâh’ın özel adıdır. Bütün sıfat-ı kemâliyeye sahip bulunan varlığı zaruri olan Zât’ın ismidir. Oysa tanrı ve hudâ isimleri “Allah” gibi birer özel isim değildir. Ayrıca İlâh, Rab, Ma’bud gibi genel anlam ifade eden isimler de böyledir. Zira İlâh’ın çoğulu âlihe, Rabb’ın çoğulu erbâb, hudâ’nın çoğulu hudâyân ve tanrı’nın çoğulu tanrılar şeklinde kullanılırken, hâlbuki Allah için Allahlar denemez, kullanılamaz. Bundan dolayı, meselâ Süleyman Çelebi Mevlidine “Allah” adıyla başlamış, “Tanrı adı” dememiş, o bahrin sonunda da “Birdir Allah, andan artık tanrı yok” diyerek tanrı kelimesini ilâh karşılığında tam yerinde kullanmıştır.

Yine Allah kelimesinde şu nükte de vardır: kelimesinin baştaki hemzesi kaldırılırsa geriye “lâh” kalır ki “yükselme ve gizlenme” fiilinden mastar ve “ilâh” anlamında bir isim olur. Şayet “lâh” da kaldırılırsa geriye “Hû” şeklinde zamir kalır ki, bu da Allah’a râcî olan bir isme delâlet etmektedir. Görüldüğü gibi buradaki harfler bile tek başına Allah’a işaret etmekte ve O’nu göstermektedir. Besmeledeki “er-Rahmân” kelimesi de yüce Allah’a mahsus bir isim, çok merhametli, çok rahmet sahibi manâsına bir isim-sıfattır. “er-Rahîm” kelimesi de, çok merhamet edici manâsında Allah’ın sıfatlarından biridir veya yine bir isim-sıfattır. Rahmân ve Rahîm ikisi de rahmet masdarından mübalağalı birer sıfattır. Aralarındaki nüans inceliği ise; Allah’ın Rahmân oluşu ezele, Rahîm oluşu ebede ve haşre işaret etmektedir. Bundan dolayı mahlukât, Allah’ın Rahmân olmasıyla başlangıçtaki rahmetinden, Rahîm olmasıyla da sonuçta meydana gelecek merhametinden doğan nimetler içinde büyürler ve ondan faydalanırlar. Böylece Allah dünyada Rahman oluşuyla hem mü’minlere, hem de kâfirlere acımakta ve nimetlerini vermektedir. Ahirette Rahîm oluşuyla da yalnız mü’minlere merhametli olacağını göstermektedir (Yazır, 1:38-49). Kainattaki canlı ve cansız bütünündeki yardımlaşma ve dayanışma da Allah’ın rahmetine bakmaktadır. Meselâ ağaçlar ve nebatâtların gıda anbarı, hayvanların süt çeşmesi, güneşin de bir lamba gibi insanların emrinde olmaları, bu nimetlere kaynaklık eden varlıkların insanın ihtiyaçlarını bilmesinden değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet sahibi bir Rahman’ın olmasından dolayıdır. Bunun için önce Rahmaniyete sonra Rahimiyete bağlanarak işlere başlanılır. Böylece besmele dünyadaki manevi kapıları açan bir anahtar ve Allah ile irtibatı sağlayan manevi bir bağ ve duadır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu konuya işareten, “Besmele ile başlanmayan önemli işler güdüktür (gerçek ve müspet manâda sonuçsuzluğa mahkûmdur)” (Süyuti, 2:322) buyururken, bir başka hadislerinde “Besmele her kitabın (önemli işin) anahtarıdır” buyurmuşlardır (a.g.e., 2:4). Böylece hayvanı keserken çektiğimiz besmeleden tutun, sabah evden çıkarken çektiğimiz besmelelere kadar, her işimizde Allah’la manen irtibatlı olduğumuzu göstermektedir. Dolayısıyla yaptıklarımızı Allah için yapabilmeli, Allah için verebilmeli ve Allah için alabilmeliyiz ki, amellerimiz ahirette de kıymet kazansın ve sevap olsun.

Besmeleye devam etmek ve ona karşı hürmet ve saygı göstermek, kişinin dünyevî ve uhrevî yükselmesine vesiledir. Meselâ ilk devir sûfîlerinden olan ve yalınayak manâsına gelen ismi kendisine, “O (Allah) yeryüzünü size bir döşek kıldı” (el-Bakara, 2/22) âyetinden hareketle “Allah tarafından döşenmiş bir yerde ayakkabı ile gezilmez” diyerek yalınayak gezmeyi tercih etmesinden dolayı verildiği rivâyet olunan (Kara, “Bişr el-Hâfî” D.İ.A. 6:221) Bişr el-Hâfî’nin (ö.227/841) seyr u sülûku ve seyr u sülûktaki mertebesi şu hadiseye dayanmaktadır: O, yolda bulduğu ve üzerinde “Besmele” yazılı bir kâğıdı itina ile temizledikten sonra levha haline getirerek muhafaza etmiş, bunun üzerine rüyada bir ses kendisine, besmeleye karşı bu hürmetinden dolayı adının dünya ve ahirette saygın kılındığını bildirmiş, böylece Bişr, zühd ve takvada zirveye ulaşmıştır (Ebu Nuaym, 8:336). Bişr el-Hafî, kaç asır sonra günümüzde bile bilinen, hayır ve sena ile anılan evliyâdandır.

Besmele ile ilgili olarak şöyle bir hikâye de anlatılır: Dindar bir kadın ağzından besmeleyi hiç düşürmezmiş. Bir şey alırken ya da koyarken mutlaka besmele çekermiş. Kadının bu hâlinden hoşlanmayan kocası onu denemek ve mahcup etmek için kendisine bir kese altın vermiş ve saklamasını söylemiş. Kadın keseyi besmele ile sandığa koymuş. Kocası, gizlice sandıktan keseyi alıp kuyuya atmış. Sonra da kadından keseyi istemiş. Kadın besmele ile sandığı açmış ve sular sızan altın kesesini kocasına vermiş. Besmelenin bereketi hürmetine Allah, kadını mahcup etmemiş ve kocasının da aklı başına gelmiştir.

Netice olarak besmele, dünyevi kapıları açan, âdetleri ibadete çeviren (yemek yerken, su içerken v.s de çekilen besmeleler gibi) sihirli bir anahtardır. Besmele, aynı zamanda Allah ile kul arasındaki irtibatı sağlayan manevi bir bağ ve duadır.



Kaynaklar
- Buhârî, el-Cami es-Sahih.
- Çantay, Hasan Basri, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm.
- Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ.
- Kara, Mustafa, “Bişr el-Hâfî” D.İ.A. c:6.
- Senih, Saffet, Sızıntı Dergisi, Sy. 287.
- Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr.
- Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Neşr.


Dr. M. Selim Arık