hafiza aise
Fri 29 April 2011, 01:42 pm GMT +0200
Benü Kaynuka Kuşatması
Benü Kaynuka, Medine'de yerleşik üç ana Yahudi kabilesinden birisini oluşturuyordu ve hicret sonrasında yapılan anlaşmada bu kabilenin de imzası vardı. Abdullah İbn Selam'ın kabilesiydi bu. Müslüman olduktan sonra Abdullah İbn Selam'ı da çok sıkıştımuş ve bu tercihini bir türlü hazmedememişlerdi. Son gelişmeler, onların bu anlaşmaya sadık kalmadıklarını gösteriyordu. Zira Bedir' de kazanılan zafer, ciddi manada onları rahatsız etmişti; çünkü Müslümanlar, bir daha önü alınamayacak bir güce ulaşıyorlardı.
Aralarında kendilerini tahrik edip de Müslümanlar aleyhine kışkırtan elebaşları vardı. Şôs İbn Kays adındaki ihtiyar bir adam, yanına çağırdığı bir delikanlıya tembih etmiş ve Buas savaşlarında aralarında yaşanan sıkıntıları anlatıp insanlara bu konuyla ilgili şiideri hatırlatmasını söylemişti. Düne ait ne varsa unutmaya başladıkları bir dönemde yeniden bunların hatırlatılması, o günün toplumu adına en duyarlı oldukları yumuşak karın manasına geliyordu. Zaten hedef de, Evs ve Hazreci birbirine düşürmekti.
İhtiyardan dersini alan delikanlı, kalabalıkların arasında dolaşıp kendisine denileni yapmaya başlamıştı bile. Çok geçmeden, yeniden eski ihtilaflar ortaya çıkmıştı. Evs ile Hazreç birbirlerine yürümek üzereydi. Hatta sözlü sataşmalar tarafları tatınin etmeyince filan yerde buluşup kozlarını paylaşmak üzere anlaşmışlardı bile!
Durumdan haberdar olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), yanına aldığı ashabıyla birlikte hemen olay mahalline geldi. Onlara şöyle seslendi:
- Ey Müslüman topluluğu! Sizi Allah'a davet ediyorum! Sizi Allah'a davet ediyorum! Ben sizlerin arasında olduğum halde ve Allah da sizi İslam'la şerefyab etmiş, onunla size keremini nasip etmişken yeniden cahiliye anlayışlarına geri dönmek ki istiyorsunuz? İslam'la Allah (celle celaluhü), cahiliye işlerini kesip ortadan kaldırmış, sizi de küfrün karanlıklarından kurtarmış ve kalpleriniz arasını da telif etmişken bu nasılolabilir!
ve nasıl Müslüman olduğunu insanlarla paylaşacaktı. Bunun üzerine gelip de Müslüman olan bir hayli insan olacaktı. Bkz. İbn Hişam, Sire, 3/213-215; Taberi, Tarih, 2/45-46
Efendimiz'in kendilerine hitabı, Evs ve Hazreçlileri intibaha sevk etmiş, nasıl böyle bir şey yapabildiklerini düşünmeye başlamışlardı. Evet ya, durup dururken bu noktaya gelmek bir Müslüman'a hiç yakışır mıydı? Yakışmazdı ama diğer tarafta kendilerini tahrik edip de kavgaya zorlayan gerçek sebebi de bulmalan gerekiyordu ve bunu bulmak da uzun sürmedi. Gerçi bu, Benü Kaynuka'nın ilk kabahati değildi; Bedir öncesinde de ortalığı çok kanştırmak istemişlerdi ama Müslümanlar, bunların da bir gün gelip gerçeği anlayacaklarını umut ederek hep af yolunu tercih etmişlerdi.
Başlarını eğmiş ağlıyorlardı ve hemen birbirlerine dönüp kucaklaşmaya başladılar. Bundan böyle, arada dolaşıp da kitleleri tahrik edenlerin süslü sözlerine kanmayacaklarına dair söz verdiler.
Kaymikaoğullarıyla ilgili bilgiler bunlarla da sınırlı değildi; bilhassa kışkırtıcılıkta önceliği kimseye kaptırmayan bir başka Yahudi olan Ka'b İbn Eşrefle irtibata geçmişler ve ondan da destek alarak sınırlan çoktan zorlamaya başlamışlardı bile.
Elindeki malı Kaynuka çarşısına götürüp de satmak ve sonrasında buradan ihtiyaçlarını karşılamak için gelen bir kadına yaptıklan ise, bardağı taşıran son damla olmuştu. Elindekini orada satan kadın, bir sarrafa girmiş ve kendisine bir altın almak istemişti. Onu bu halde ve yalnız bulan Benü Kaynuka tüccarları, kadına sataşmışlar ve örtülü olan yüzünü açıp kadından kam alarak eğlenmek istemişlerdi.
Bu arada sarraf olan diikkan sahibi, taleplerine şiddetle karşı çıkan kadının arkasından dolaşmış ve ona hissettirmeden eteğini bir iğneyle beline iliştirivermişti. Gördüğü muamele karşısında öfkelenerek oradan ayrılmak isteyen kadın ayağa kalkınca, beline iliştirilen eteği de yukarı kalkmış ve tabii olarak görülmemesi gereken yerleri de açığa çıkıvermişti. Bu durum, Benü Kaynukalılan oldukça sevindirmiş ve ne olduğunu anlamaya çalışan kadına bakıp kahkahalarla gülmeye başlamışlardı. Eteğinin beline iliştirildiğini, bundan dolayı da Yahudilerin kendisine güldüğünü anlayan kadın, olduğu yerde feryadı basmıştı. Namusuna uzanmak istenen bu muamele karşısında 'imdat' diye bağırıyordu.
Onların bu hali, dışandaki bir Müslünıan'ın da dikkatini çekmişti; dikkatli nazarlarla içeri bakınca durumu anlamış ve bunu
yapan Yahudinin üzerine atlayarak haddini bildirmek istemişti. Aralarında ciddi ciddi kavga başlamıştı ve çok geçmeden Müslüman, söz konusu Yahudi'yi yere serivermişti. Bu sefer de orada bulununan diğer Yahudiler Müslüman'ın üzerine saldırmış ve onu oracaktı şehit etmişlerdi.
Orada şehit edilen Müslüman'ın yakınları çok kızgındı ve çok geçmeden Efendimiz'e gelerek yardım talep ettiler. Burunlarından soluyorlar ve yakınlarına bunu reva görenlere bir an önce hadlerini bildirmek istiyorlardı.
Gerçekten yapılan iş çirkindi ve mutlaka hak ettiği cezayı bulmahydı. Halbuki hicret sonrasındaki anlaşmaya bunlar da imza atmış ve bırakın Müslüman'a saldırmayı, saldırıya maruz kaldıklarında Medine'de müşterek bir savunma yapacaklarına dair söz vermişlerdi.
Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), "Anlaşmayı ihlal ettiniz." deyip hemen üzerlerine yürümedi ve önce Benı1 Kaynuka Yahudilerini toplayarak onlarla konuşmayı denedi. Onları, daha mutedil davranmaya, yapageldikleri kötülüklerden vazgeçmeye, insani değerlerden taviz vermeden Müslümanca yaşamaya ve Kureyş'in başına gelenler kendi başlarına gelmeden önce akıllarını başlarına almaya davet ediyordu. Ancak onlar, şefkat ve merhametten anlayacak durumda değillerdi; bu Nebevi davete alayla cevap vermeyi deneyecek ve şunları söyleyeceklerdi:
- Ya Muhammed! Henüz toy ve savaş nedir bilmeyen delikanhlarla savaşıp da onları yenmiş olman sakın Seni aldatmasın! Şayet bizimle savaşacak olursan esas savaşın ne demek olduğunu o zaman görürsün! Çünkü Sen, henüz bizim gibi birileriyle hiç karşılaşmadınl??
Bu, bir meydan okumaydı ve bunca yaptıklarının yanında bir de böyle tavır takınıp Efendiler Efendisi'ne küstahça cevap vermeye kalkışmaları, açıkça savaş ilanı demekti. Anlaşılan, bunların sözden anlayacak halleri yoktu; öyleyse çizgiyi aşan ve aralarındaki anlaşma maddelerine sadık kalmadıkları yetmiyormuş gibi bir de dün kabullendikleri otoriteyi bugün hiçe sayan tavırlar içine giren bu insanlarla anladıkları dilden konuşmak gerekiyordu.
90 İbn Hişam, Sire, 3/313, 314
Bu arada Cibril-i Emin de gelmişti. Önce Bedir'i hatırlatarak kafirlere şu mesajı ulaştırmasını söylüyordu:
- Siz mağlup olacak, haşredilip toplanacak ve cehenneme sürükleneceksiniz! Orası, ne fena bir yataktır! Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kafir idi. O kafirler Müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediği kimseleri nusretiyle destekler. Elbette bunda, görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır.?'
Arkadan gelen mesaj, daha netti:
- Seninle sözleşme yapan bir millette sözleşmeye aykırı bir hainlik tespit edersen, savaş açmadan önce antlaşmanın artık geçersiz olduğunu ilan et ki, bunu bilme hususunda iki taraf eşit olsun! Çünkü Allah, hainleri asla sevmez. 92
İşte bu, Rahmani olan bir uygulamaydı. Halbuki anlaşmayı ihlal edenler zaten onlardı. Buna rağmen Allah (celle celaluhü), yaptıkları bu küstahlık neticesinde aralarında bulunan anlaşmanın artık geçersiz olduğunu bildirmesini istiyor ve savaşa girmeden önce karşı tarafın da bilgisinin olmasını talep ediyordu. Efendimiz (sallallalıu aleylıi ve sellem) de, öyle yapacaktı.
Hicretin üzerinden yirmi ay kadar bir zaman geçmişti. Şevval ayının ortalarıydı ve Medine' de yine Ebu Lübdbe'yi vekil bırakan Allah Resülü, bir cumartesi günü beyaz sancağı Hz. Hamza'ya vererek Berıü Kaynuka üzerine yürüdü.
Sağlam bir kaleleri vardı ve Müslümanların kendi üzerlerine geldiğini görünce hemen bunun içine girip kapılarını da sıkıca kapatmışlardı. Kuşatma tam on beş gün sürecekti. Bu süre içinde Allah (celle celaluhü), kalplerine büyük bir korku düşürmüş ve Benü Kaynukahlar Efendimiz'in vereceği hükmü kabul ettiklerini bildirerek on beş günün sonunda da teslim olmuşlardı.
Artık, Benü Kaynuka Yahudilerinin eli silah tutan erkekleri esir alınmış ve elleri de bağlanmıştı. Şimdi ise, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Haklarında verilecek her türlü hükme razı idi-
91 Al-i İmran, 3/12,13 92 Enfal,8/S8
ler. Artık tükendiklerini düşünüyorlardı. Hayatlarını ortaya koyarak büyük bir kumar oynamış ve kaybetmişlerdi.
Bu sırada, Benü Kaynukaoğullarının müttefiki olan ve Bedir sonrasında Müslüman olduğunu açıklayan Abdullah İbn Übeyy çıkageldi. Aralarındaki ittifakı nazara vererek Efendimiz'den, Benü Kaynuka Yahudilerine iyi davranmasını ve onları affetmesini istiyordu. Hatta bunun için o kadar ısrar ediyordu ki, Efendimiz'in cevap vermeyişi karşısında küplere biniyor ve istediğini koparabilmek için olmadık yollara başvuruyordu.
Nihayet elini, Efendimiz'in zırhının cebine sokmuş ve kendine doğru çekmişti. Bunun üzerine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), ellerini çekmesini söyleyecek-ti. Ancak o, bundan anlayacak gibi gözükmüyordu. İkinci kez seslendi:
- Yazıklar olsun sana! Bırak Beni!
- Vallahi de bırakmam, diyordu. Benim müttefiklerime iyi dav-
ranma sözü almadığım sürece bırakmam! Çünkü onlar, üç yüzü zırhlı olmak üzere yedi yüz kişiyle birlikte beni Arap ve Acemlere karşı koruyup onların bir günde işlerini bitirdiler. Artık ben, arkası kesil ... meyecek savaşların sökün etmesinden korkuyorum!
Onun bu halini görüp de gerçek niyetinin ne olduğunu bilen bir başka müttefik Ubôde İbn sabit, Efendimiz' e gelecek ve Benü Kaynuka ile bütün anlaşmalarına son verdiğini açıklayarak:
- Ya Resülullah, diyecekti. Ben artık, sadece Allah ve Resulu ile mii'minleri dost kabul ediyor ve onun dışındaki her türlü anlaşmayı -bu kafirler ve anlaşmaları dahil ... bir kenara koyuyorum!
Zaten Cibril-i Emın'in getirdiği haber de aynı şeyleri tavsiye edecekti. Gelen ayetlerde, mü'minlerin dostunun, ancak mü'minler olabileceğini anlatıyor, başkalarıyla olan münasebetlerde daha duyarlı davranılması gerektiğinin üzerinde duruluyor ve iman adına tavrını belirleyenlerin de bu hareketlerinin karşılığını mutlaka alacakları ifade ediliyordu.v"
Bunun üzerine Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellern), Benü Kaynukô Yahudilerine üç gün süre verdi ve bu üç günün sonunda Medine'yi terk etmelerini istedi. Bu kadar isyan ve karşı koyuşa rağmen
93 Bkz. Maide, 5/51, 52, 53
ne birisinin burnu kanamış ne de esir alınmışlardı. Halbuki onlar, bu çıkışlarıyla benzeri sonuçları çoktan hak etmiş ve zaten haklarında böyle bir kararın verileceğini bekliyorlardı.
Dünyalar onların olmuştu; ölüm beklerken hayatlarının yeniden kendilerine bahşedilmiş olmasını büyük bir lütuf olarak değerlendirip hükme itiraz bile etmeden hemen yol hazırlıklarına başladılar. Onların Medine'den ayrılışlarını ashab adına Ubôde İbn Sômit deruhte ediyordu.
Arkalarında bol miktarda silah bırakmışlardı ve bunlar da ashab arasında ganimet malı olarak dağıtıldı. Benü kaynukahların geride kalan mallarıyla ilgili olarak da Muhammed İbn Mesleme görevlerıdirilmiştİ.