Rüveyha
Sun 2 November 2014, 02:43 pm GMT +0200
Ben Kim Akıllı Telefon Kim!
Serhat Albamya | Nisan 2013 | TENCERE
Yaklaşık iki senedir kullandığım, hediye olduğu için de ne atıp ne satabildiğim bir telefonum vardı. Son zamanlarda kendisinden öyle gına gelmişti ki artık duvarlara atasım geliyor, yanlışlıkla düşürdüğümde hiç dert etmiyordum. Kendisinden günden güne soğurken insanların ellerinde gördüğüm yeni modellere bakıp bir tane de ben almayı düşünmeye başladım. Bir yandan da, ne gerek var masraf etmeye kullan gitsin, diye düşünüp mevcut telefonumun kopan parçasını bantlıyor, kendisinden sıkılmamak için arka planını, melodisini falan değiştiriyordum.
Melodinin ya da arka plan resminin değişmesi derdime çare olmamaya başlayınca ‘Telefon almalı mı, almamalı mı ya da alırsam hangisini almalıyım?’ soruları günlük hayatımda küçük çaplı bir mesai işgal etmeye başladı. İşin en kötü tarafı da seçicilik durumu. Kafam telefona kilitlenince resmen insanların telefonlarına dikkat eder oldum. Kim ne kullanıyor, neden onu kullanıyor, memnun mu? Bizim milletimizi bilirsiniz, maaşımız iki paradır fakat yirmi paralık telefon alır, taksitini yıllarca öderiz. Yeni doğan çocuklar okula başlar, işler değiştirilir, alınan telefonun altı yedi tane yeni modeli çıkar, taksitler anca biter! Milletimizin bu telefon sevgisi sayesinde araştırma yapmakta hiç ama hiç zorlanmadım.
Günler geçtikçe elimdeki telefon eceli geldiğini anlamışçasına daha çok düşmeye, daha sık sorun çıkartmaya başladı. Kararım kesinleşti, yeni telefon alınacaktı! Bu mevzuyu bir ölüm kalım meselesine çevirmiştim. Artık iki lafımdan biri telefon olmuştu. Alınca ne yapacağımı ben de bilmiyordum ama etrafımda gördüğüm akıllı telefon ordusunun yanında benim yarım akıllı telefonum pörsümüş bir yıldızı andırıyordu. Başlarda masraf etmeyeyim, arayıp konuşabiliyorum, yetiyor desem de bir süre sonra işin masraf boyutunu geçtim. Artık gözümü karartmıştım. O telefonu alacak, cebime koyacaktım! Fakat asıl zorluk bundan sonra başlıyormuş. Peki, ben hangi akıllı telefonu alacaktım?
Bir pazar günümüzü bu iş için ayırarak alışveriş merkezine doğru gittik. Reyonda rengârenk, çeşit çeşit, desen desen telefonlar vardı. Spot ürünler arasından şarjı olan bir kaçını kurcalayıp reyon görevlisine özelliklerini sormaya başladım. Sağ olsun tek tek anlattı…
– Beyefendi, bu suya dayanıklı, atsan kırılmaz.
– Ya şu sarı olan?
– Ha o mu? O projeksiyon görevi görüyor ve görüntüyü duvara yansıtabiliyor.
– Vay canına! Ben hâlâ Ay’a çıkmamızın haklı gururunu yaşarken neler olmuş neler… Peki şunun özellikleri nedir?
– Efendim o üç boyutlu fotoğraf çekebiliyor.
– Nasıl yani?
“Ahanda cahil köylü!” dercesine telefonu standa bağlayan kablonun el verdiğince üç beş fotoğraf çekti. Sonra da telefon bu fotoğrafları bir araya getirip adeta gerçek hissi veren üç boyutlu bir görüntüye çevirdi. Bu sırada biz de şaşkınlıktan girdiğimiz yeni yaşımızı kutluyorduk…
Zaten kafam karışıkken bir de bu kadar çok modeli bir arada görmek hiç iyi olmamıştı. Bir standtaki rengârenk akıllı mı akıllı telefonlara, bir de elimdeki -çok afedersiniz- kuş beyinli telefona bakıp içerlendim. Meğer zamanında telefon diye taşıdığım bu şey, beşe yedi bir odun parçasıymış!
Gittiğimiz alışveriş merkezinin içi içine sığmamış olacak ki, kendi içerisinde bir alışveriş merkezi daha açılmıştı. İşin ilginç tarafı burada da aynı mağazalardan birer tane daha vardı. Sanki diğerlerini gezip anlamayanlar için genel bir tekrar yapıyordu. Diğer mağazalara da girip baktık. Aynı kargaşayı tekrar yaşamam hiç iyi olmadı. Çünkü bana sunulan her telefon kafamı daha da karıştırdı ve elimdeki telefonla idare etmenin en iyisi olduğunu düşünmeye başladım. Teknolojinin tuzaklarına düşmeyecek, göz boyamalarına aldanmayacaktım. Doğru bir karar vermiş olmanın huzuruyla alışveriş merkezinden çıktık. Arkadaşımı eve bırakacaktım ki, caddenin üzerinde kapanmak üzere olan bir telefoncu gördük. Arkadaşım “Gel bi’ uğrayalım, belki buradan alırsın.” deyince isteksiz de olsa girdim içeri. Sabah onda başlayan telefon alma maceram burada noktalanacaktı. Adam birbirinin aynısı iki modeli bize gösterip bir de uygun bir fiyat verince tereddüt etmeden ikisini de aldık. Senelerce teknolojiyi iki vagon geriden takip eden ben, bir anda piyasadaki en akıllı telefonu almış oldum. (Özelliklerini sayarsam bir sayfa daha yazmam gerekir sonra Zekai abi beni arayıp ‘kurban bu yazı uzun olmuş’ der. O sebepten yazmıyorum ama şöyle söyleyeyim, bir tek bulaşık yıkamıyor, başka her işi yapıyor.)
Sonunda son model, akıllı mı akıllı bir telefonum olmuştu. Ertesi gün işe gidip eşyalarımı masama yerleştirirken arkadaşım telefonu fark etti.
– Vay, abi telefon almışsın, hem de falanca model! Bu çok iyi ama yarın bunun yenisi çıkacak, keşke onu bekleseydin!
Sizin anlayacağınız teknoloji treninde yine yanlış yere oturduğum için kaldırılmış, arka vagonlara, olmam gereken yere geri gönderilmiştim.
Mahalleden Haberler
Birkaç aydır pintiliğinin başına açtığı dertler yüzünden sayfamıza konuk olan Rıfat Amca’dan kayıtlara geçecek bir telefon konuşması;
– Alo, hayırlı akşamlar…
– Alo! Rıfat?
– He, benim Rıfat abin… Beğenemedin mi?
– Abi biz seninle miras davası yüzünden kanlı bıçaklı değil miyiz. Sen beni niye arıyorsun?
– Ya, normalde seninle işim olmaz. Fakat telefona mesaj geldi, akşam dokuz-on iki arası her yöne bedava diye. Herkesle konuştum saat on bir oldu. Bedava dakikalar boşa akmasın diye aradıydım. Seni hiç sevmem ama bedava dakikaların akıp gitmesine de gönlüm el vermiyor…
•••
Mahallemizin dolmuşçusu Halit abi yaptığı çılgınlıkla yolcuların akıllarını başından aldı. Sabah saatlerinde tamamı dolu olan dolmuşun yönünü değiştirmesine anlam veremeyen yolcular şehir tabelalarını görmeye başlayınca panik yaptı. Kendisi ile nezarethanede konuştuğumuz Halit abi durumu şöyle anlatıyor.
– Sabah saatleriydi, dolmuş tıka basa doluydu. Normal güzergâhta ilerliyor, arka taraftan bana uzatılan ücretleri topluyordum. Birden radyoda Adıyaman türküsü çalmaya başladı. Köyümün kokusu burnumda tütüverdi. Bir coşkuyla kırdım direksiyonu, vurdum otobana! Arkada uyuklayan, evde yarım bıraktıkları rüyaları yolda tamamlayan müşteriler ufaktan ufaktan uyanmaya, bana bağırmaya başladı. Kim takar, bastım gaza! Dedim, bir bildiğimiz var… Birkaç saat yoldan sonra benzin bitti. Müşteriler “Dava edeceğiz seni! Senin yüzünden geç kaldık, işimizden olacağız manyak adam!” diye bağırsa da coşmuşum bir kere. Verdim hepsine küllükteki paraları, dedim “Burdan dönün geriye! Ben devam edeceğim…” Ettim de… Ama memlekete geri dönünce hakkımda şikayette bulundukları için aldılar beni nezarete. Olsun, bir daha olsa bir daha yaparım!