- Ben Bir Hayır İşledim!

Adsense kodları


Ben Bir Hayır İşledim!

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Mon 26 April 2010, 02:40 pm GMT +0200
Ben Bir Hayır İşledim!

Ettiğimiz hayrın, yaptığımız iyiliğin ifşası, ortaya dökülüp saçılması “hayırda yarışmak”la tevil ve telif edilebilecek nanelerden değildir. Bu, ihtiyacı karşılanan muhtacın rencide edilmesinden daha derin bir ahlâkî çözülmeyi/yarılmayı da beraberinde getirmektedir.

Yineleyeceğim ama faydası var: Duyduk duymadık demeyin, modern dünyada hayır işlemenin, sevaba girmenin de biçimi ve içeriği değişmiş bulunmaktadır. Hayırsever bir ablamız “Orada kimse var mı?” diye hayır sahibi ve ihtiyaç sahibi ararken ve bunları birbiriyle buluştururken, aynı zamanda başka bir işi, bir televizyon programını da yapmakta, caiz tabirle merkep yükü para da kazanmaktadır. Yani geçimini hayır yapmakla sağlamış olmaktadır. Yahut böyle bir televizyon programı hazırlamak için muhtaçlarla hayırseverleri buluşturur gibidir.

Ekranda hayır yapıcıların yüz hatlarını, duruşlarını, oturuşlarını, diğer tabirle mevcut dilleri yanında beden dillerini de seyretmek bu “hayırlı” değişimi biraz daha alenileştirmekte, hayrın da icabında bir nebze suyu çıkmaktadır. İhtiyacı giderilen muhtaçlar ise, bazen ezile büzüle, bazen sular seller gibi gözyaşı dökerek, binbir minnet ve dua ile hayır sektörüne, af buyurun medya sektörüne malzeme olmaya devam etmektedir.

Televizyon programlarıyla başlayan bu yardıma koşma “eylemi”, yerine göre kurumsulaşmasını da ihmal etmemekte, “Orada Kimse Var mı Derneği” henüz kurulmasa bile, hamdolsun onu aratmayacak derneklerimiz de bulunmaktadır. Özellikle oruç ayında hayır eylemlerini yoğunlaştıran bu dernekler/programlar, hayırla birlikte reytinglerini de artırmaktadırlar.

Bu nedir, nasıl tanımlanması gerekir? Muhtaçların ve ihtiyaç sahiplerinin medya endüstrisinin bir parçası olması nasıl yorumlanmalıdır? Eline oyuncak tutuşturulan, yamalı mintanı cicili bicili giysilerle değiştirilen muhtaç aile çocuklarının ellerine bir de mikrofon tutulması, kameraya nasıl bakılacağının öğretilmesi, akşama televizyona çıkacaksın yavrucuğum heyecanı aşılanması, toplum olarak bizim hayır hasenat anlayışımızın neresinde, hangi ucunda ve bucağında yer almaktadır?

Yoksa bu “Hayırda yarışınız!” şiarının yeniden yorumlanmış hali midir? Sağ elin verdiğinden sol elin haberinin olmaması artık arkaik mi kabul edilmektedir? Olay bir medya oyunu, bir popüler kültür meselesi midir, yoksa sahiden bilmediğimiz başka şeyler mi işin içinde bulunmaktadır? Yapılıp edilenlerin iyi yanları yanında, insanın midesini bulandıran yardım edeni de yardım alanı da rahatsız eden yanları niye göz ardı edilmektedir? Yardımsever bir millet olan bizler muhteşem bir tuzağa mı düşmekteyiz?

Soruları uzatmak ve derinleştirmek elimizde, lakin bu kadarcığı bile olayın vahametini demiyorum, çapraşıklığını ve çelişkilerini fazlasıyla gösterecek boyuttadır.

Bir defa milletimiz yardım sever millettir. Peş peşe savaşlardan, kıtlıklardan, kıranlardan ve kıyımlardan geçen bu milletin ayakta kalışı yardımseverliği, “sosyal sorumluluk bilinci” sayesindedir. Bu bilincin kodları doğru okunduğunda, ortaya çıkan hakikat Müslüman oluşumuzdan başkası değildir.

Bugün hangi siyasi eğilime sahip olursa olsun, hatta tanrıtanımazlarımız bile mesele hayırseverliğe geldiğinde, davranış kodları itibariyle müslüman olduklarını ayan beyan göstermektedirler. Yoğun kentleşmenin bile bir türlü çözemediği bu yardımlaşma anlayışı sayesindedir ki, her şeye rağmen insanî olanda buluşmamız mümkünler arasındadır. Peki, basın toplantılarıyla yahut kokteyllerle başlatılan yardım kampanyaları neyin nesi olmaktadır?

Onu ben de bilmiyorum!


Şimdi bir yazar olarak, “hayır”a dair yazdığım bir yazıda, filan tarihte dilenciye verdiğim paranın renginden, ev kirasını ödeyemeyen filan kişinin bu sıkıntısını kısa yoldan def ettiğimden, filanın terfi-nakil işlerine tavassutta bulunduğumdan, okuma meraklısı Mardinli bir çocuğa bir koli çocuk kitabı gönderdiğimden, Ankara’daki sigara tiryakisi bütün meczupların gönlünü hoş tuttuğumdan, kağıt mendil satıcısı Güneydoğulu kız çocuklarının bir defada bütün stoklarını tüketip, üstüne ayrıca para verdiğimden bahsetsem… ne bileyim, gündelik hayatımızda karşılaştığımız küçük hayır kapılarının reklamını yapsam, okuyucu olarak ne dersiniz?

Elbette, vay görgüsüze, gösteriş meraklısına, hatta riyakâra bak, herif işi gücü bırakmış da asgari insanî eylemlerini “hayır” diye pazarlıyor diyerek beni tefe koymakla kalmaz, yapılan işin/yazılan yazının tek kelimeyle ayıp olduğunu yüzüme karşı söyleme hakkını da elde etmiş olursunuz.

Hak diyorum, çünkü, ettiğimiz hayrın, yaptığımız iyiliğin ifşası, “hayırda yarışmak”la tevil ve telif edilebilecek nanelerden değildir. Bu, ihtiyacı karşılanan muhtacın rencide edilmesinden daha derin bir ahlâki çözülmeyi/yarılmayı da beraberinde getirmektedir.

Hepimizin neredeyse ezbere bildiği, Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikâyesindeki kahramanlardan “başa kakıcı” amcamız bile, etrafımızda olup biteni dikkatli okuduğumuzda, beni hikâye ettiniz ama siz daha fazlasını yaptınız, ben adamıma söylüyordum, siz yedi cihana duyuruyorsunuz, diyecek duruma gelmiştir.

Hikâyemizin kahramanı kolunu keserek “iyilik sahibine” fırlatma imkanına sahipken, bugün hayır yapılan ihtiyaç sahiplerinin böyle bir eylemde bulunmaları bir yana, kime “diyet” ödeyecekleri de artık bilinmezler arasındadır.