hafiza aise
Thu 6 September 2012, 12:38 pm GMT +0200
BELÂNIN ÖNÜNDEN NASIL SAPTI?
Bazen belâ sebepsiz bir şekilde üzerinize doğru hücum eder, sizi içine almak ister.
Bakarsınız sizin öyle bir belâ ile ilginiz yok. Size sataşılmasını gerektiren bir tutum ve davranışınız olmamış... Bununla beraber kendinizi bu gibi sataşmalardan koruyamaz, birtakım aksiliklerden muhafaza edemezsiniz.
Bu gibi hallerde, yapılacak en doğru iş, atalarımızın dediği gibi:
– Benden bulma da, bir müstahakkından bul, deyip belânın önünden savuşmaktır...
İşte o zaman ısrarla üzerinize gelen belâ sizden uzaklaşacak, sabrınız sayesinde o kimse müstahakkını başkasından bulacaktır. Böylece siz sabır imtihanı vermiş olacaksınız.
Size bu hususta “Emâlî”den hülâsa edeceğim bir hâdiseyi nakletmek istiyorum. Bir belânın önünden sapmanın tek çaresinin sabır olduğunu gösteren bu olay, ibretli olduğu kadar hikmetlidir de...
Kamûs mütercimi Âsım Efendi der ki:
“Tahsilim zamanında bizim medreseye çok yakın bir fırından ekmek alır, senelerce bu fırının müşterisi olma durumunu muhafaza ederdim.
Bir sabah yine mutadım üzere ekmek almak maksadıyla bu fırına geldiğimde, satış yapan işçinin bir haksızlığına maruz kaldım. Herkese ekmek veriyor, bana sıra gelip geçtiği halde bir türlü beni görmüyordu.
Adamı şöyle ikaz ettim, böyle hatırlatmada bulundum ise de, bana ters cevaplar veriyor, ön sırada beni görmezlikten gelip, hep arka sıralardakileri tercih ediyordu.
Canım burnuma gelmişti bu haksızlık karşısında. Fırının yanında, ayak altında duran bir taşı kaptığım gibi, adamın üzerine yürümeye karar verdim. Tam o sırada birden aklıma geldi:
– Bu adam bir belâyı hak eder hale gelmişse, neden bunu benim elimden bulsun? Ben de onu belâya atan adam suçunu yükleneyim? Sabredeyim, mutlaka bunun içinde bir hikmet vardır, dedim.
En nihayet herkes ekmeğini alıp gittikten sonra, bana da mecburen istediğimi verdi, ben de bu olayı düşüne düşüne dershaneme döndüm.
Bir gün sonra gittiğimde ise, o işçinin yerinde olmadığını gördüm. Sordum. Dediler ki:
– O işçi dün âniden hastalandı, ölümle burun burunadır. Fakat bir türlü ölmüyor, can çekişip duruyor.
Hemen aklıma geldi, ona vurmayı niyet ettiğim taşı alıp, ziyaretine gittim. Yorganın üstüne taşı koydum. Çünkü bu taşla onun ecelinin gelecek, bununla ömrünün bitecek olduğunu anlamıştım. Nitekim az sonra adam ölüverdi.
Fakat taşı ona vurarak ölümüne sebeb, nerdeyse ben olacaktım. Sabretmekle çok doğru hareket etmiştim.”
Ahmet Şahin