müzzemmil
Fri 16 September 2011, 05:26 pm GMT +0200
Bazı Surelerin Mensuh Ayetleri 2
Bu Ayetin (Nisa : 24) İniş Sebebi
Bu konuda eshaptan Eba Siad Elhudrî (r.d.) şöyle der: Huneyn savaşı seferdinde, Evtasa da bir ordu gönderilmişti. Bu ordu karşılaştığı düşmanla vuruşmuş ve galip gelerek bir çok esir almıştı. Bu esirler arasında kocaları müşrik olan kadınlar da vardı. Kocalı bu kadınlara, sahib olmayı çirkin görüyorduk. Durumu Hz. Peygambere sorunca Bu ayeti kerime (Nisa; 24) indiğinde biz de o kadınlarla halalinden karı-koca olduk. [227]
Bu konuda merhum M. Mekkî de (Ö. 1059) de şunları yazar :
Nisa Sûresinin 24. ayeti indiğinde Hz. Peygamber Aleyhisselam, üç gün için geçici evliliği mubah görmüştü. O sıra geçici evlilik isteyen bir erkek kadına şu teklifte bulunurdu:
- Şu kadar müddetle ve şu kadar ücret mukabilinde seninle evlenmek istiyorum. Şu şartla ki aramızda şahitli nikâh ve talak olmayacağı gibi, ölüm halinde miras da söz konusu olmayacaktır. Kabul ediyor musun?
Eğer kadın bu teklifi kabul ederse “muta» denen geçici evlilik başlamış olurdu. Fakat Nikâhta şahit bulundurulmasını, mehir takdırını ve boşama hakkını erkeğe veren ayetlerle, ölüm halinde karı-koca arasında miras hakkının kabulünü emreden ayetler inince, bu çeşit birleşmeleri ALLAH, neshedip kaldırdı.
Merhum alim ayrıca bu malûmatı, Hz. Ayişeden, İbni Abbastan, Urveden ve Müseyyipden (r.d.) gelen rivayetlerden edindiğini de ilave etmektedir. [228]
Merhum Hibetüllâh (Ö. 1032) ise şunları yazmıştır: Bir savaş esnasında askerlerden bir kısmı, kadınsızlıktan şikâyet etmeğe başlamışlardı. Durumu haber alan Hz. Peygamber Aleyhisselam onlara,
- Esir aldığınız şu kadınlardan faydalanın diye buyurmuştu. Ama vakta ki Hayber alındı, geçici evlenme ve eşek etini ALLAH'ın elçisi haram diyerek şu beyanlarıyla yasakladı:
- Ben size, geçici bir zaman için geçici evlenmeyi mubah görmüştüm Ama şunu iyi bilin ki ALLAH ve onun elçisi, bundan sonra onu size haram kılmışlardır. Sözlerimi iyi dinleyip şahit olun ve işitmeyenlere bu söylediklerimi ulaştırın. [229]
Meşhur allame İbni Rüşt (Ö. 1217) konuyu şöyle anlatır:
Geçici evlenme, bâzılarına göre Hayber günü, bâzılarına göre Mekke'nin fethinde, bâzılarına göre Tebük gazasında, bâzılarına göre Evtas savaşı sırasında yasaklanmıştır. Bununla beraber, geçici evliliğin yasaklanmış olmasında bütün müctehitler ittifak halindedir. Yalnız vaktiyle İbni Abbasın (r.d.) nakledilen bir rivayetine inanan bir kısım Mekkeli ve Yemenliler, geçici evliliğin mubah olduğu inancına kapılmışlardır. Onlara göre İbni Abbas (r.d.) İbni Cüreyce ile Amr İbni Dinara şunları söylemiş :
“- Geçici nikâh, Muhammed (a.s.) ümmetini zinadan korumak için bir rahmetdi. Eğer Ömer bunu yasaklamasaydı, kimse zina yapmak zorunda kalmazdı.»
Ata da, Cabir İbni Abdullah'tan şunu işittim demiştir :
“Resülüllâh'ın zamanında, Ebu Bekirin hilafetinde, hatta Ömerin hilâfetinin yarısına kadar, geçici nikâhtan faydalandık. Sonra Ömer, insanlara bunu yasakladı. [230]
İbni İdris Eşşafiîye göre, geçici evliliğe ait hüküm, Müminûn Sûresinin 5, 6, 7. ayetleriyle kaldırılmıştır. [231]
Eşşâfıînin bu görüşüne katılamıyoruz. Çünkü nesh edici diye gösterdiği ayetler, Mekkede inen Müminûn Sûresindedirler. Halbu ki; Nisa Sûresi ise, Medinede inmiştir. Önce inmiş bir ayetin veya âyetlerin, sonradan inen her hangi bir ayeti neshedip hükmünü kaldırması sözkonusu olamaz.
Geçici evliliği mubah saydığına dair İbni Abbastan (r.d.) rivayet edilen sözlerin, uydurma olduğu kanaatini veren, yine İbni Abbasa ait olan şu rivayeti de yazalım :
“Geçici evlilik, Talak Sûresinin 1. ayetiyle neshedilmiştir. Zira bunda, (mûtada) boşama veya boşanmaya ait herhangi bir şart yoktu.» [232]
Bu Ayetin Meali Îse Şudur
“Ey Peygamber, kadınları boşayacağmız vakit aybaşı görme hallerine doğru boşayın. O iddeti (aybaşı günlerini) de sayın. Rabbiniz Allâh'dan korkun, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Meğer ki apaçık bir fuhuş getirmiş olalar. Bunlar ALLAH'ın koyduğu sınırlardır. Kim bu sınırları aşarsa, muhakkak kendilerine yazık etmiş olurlar.» [233]
Görülüyor ki ayet, birleşen erkek ve kadının aralarındaki ayrılmaya ait sözleşmeleri kaldırmış, ayette gösterilen “talak» hükümlerine göre boşanma hükmünü getirmiştir.
Tirmizînin nikâh babında, İbni Abbasın şu sözünü de okuruz :
“İslâmiyetin başlangıcında geçici birleşme (muta) şöyleydi. Tanışı olmayan bir beldeye giden bir kimse, münasip gördüğü bir müddet için kadınla evlenirdi. Kadın, erkeğin eşyasını korur, eşyalarını temizler ıslah ederdi. Bu durum, ayetle kalkıncaya kadar sürdü. Nikâhlı kadınlardan ve cariyelerden başkasına varıp birleşmek artık haram oldu.»
Acem nikâhı denen ve maalesef İranda hâlâ devam ettiği söylenen bu yüz karası işi benimseyenlerin İbni Abbasa (r.d.) isnad ettikleri Hadîslerin uydurma olduğu böylece anlaşılmaktadır.
Rebî Bini Sübre de, babasının şöyle dediğini rivayet eder:
“Veda haccinde ben de, ALLAH'ın Elçisiyle beraber Mekkedeydim. ALLAH'ın Resulü bize -şu kadınlardan faydalanın- dedi. Bu sözü evlenme manasına anladık. Kadınlar ise, muayyen bir müddeti belli etmeden teklifimizi kabul etmiyorlardı. ALLAH'ın Resulü bize -öyle yapın- dedi. Amcamın oğlu ile birlikte birer entari ile çıktık. Arkadaşımın entarisi benimkinden daha güzeldi. Ama ben, arkadaşımdan daha gençtim. Bir kadının yanına vardığımızda, arkadaşımın elindeki entari gibi bir entari mukabilnde ve on gün için benimle anlaştı. O gece bu kadınla kaldım. Sabah olunca Kâ'benin kapısı önünde Resülüllâhın şöyle seslendiğini gördüm :
- Ey insanlar! kadınlardan faydalanmanıza izin vermiştim. Ama çok iyi biln ki Allâh'u Taâlâ, bu faydalanmayı kıyamete kadar haram kıldı. Her kimin yanında böyle bir kadın varsa, hemen onun yolunu açınız ve verdiklerinizi geri isteyip almayın.» [234]
35- “Ey iman edenler! karşılklı anlaşmanızla olan ticaretlerinizin dışında, meşru olmayan batıl yollarla biri birinizin mallarını yemeyin. Meğer onlar, sizden karşılıklı uyuşmadan doğan bir ticaret ola.» [235]
Bu ayet inince nasıl anlaşıldığını belirtmek için şu iki rivayeti yazmakta fayda görüyoruz :
İbni Abbastan gelen bir rivayette, bu ayet inince müslümanlar,
- Artık karşılıksız batıl yollarla biri birimizin mallarını yemeyi ALLAH bize yasakladı. En iyi mal ise yinecek şeylerdir. Şu halde biri birimizin evlerinde yemek yememiz haram oldu, demeye başladılar. Bunun üzerine Nur Sûresinin 61. ayeti indi. [236]
Hibetüllâh da eserinde şunları yazar :
Nisa Sûresinin 29. ayeti inince Medineli sahabîler,
- İnsan vücûdunu beslediği içn en iyi mal, yinecek şeylerdir. Bu sebeple kör, topal ve hastalarla bir arada yememizde günah vardır. Çünkü kör, kabdaki yiyeceklerin iyisini göremediği için, hasta da aldığı lokmayı pekte kolay yutamayacağı için, daha doğrusu biz doyunca onlar doymamış olacakları ihtimali karşısında biz onların hakkını yemiş olacağız, diyorlardı. Bunun üzerine Nur Sûresinin 61. ayeti indi. [237]
Tefsircilerden Ebu Ubeydeye göre, Nisa Sûresinin 29. ayeti, mealini altta yazdığımız Nur Sûresinin 61. ayeti neshetmiştir.
“Amanın üzerine günah yoktur, topalın üzerine de bir günah yoktur, hastanın üzerine de bir günah yoktur. Size göre de kendi evlerinizden, ya babalarınızın evlerinden, ya annelerinizin evlerinden, ya kardeşlerinizin evlerinden, ya kızkardeşlerinizin evlerinden, ya amcalarınızın evlerinden, ya halalarınızın evlerinden, ya teyzelerinizin evlerinden, ya anahtarlarına sahip olduğunuz yerlerden, yahut da sadık dostlarınızdan yemenizde de (bir günah yoktur) Gerek toplanarak bir arada, gerek dağınık olarak yemenizde dahi bir günah yoktur...» [238]
Mekkî ise eserinde, Nisa S. 29. ayetinin sureti katiyede neshe uğramadığını mucip sebepleriyle beyan ederek, Ebu Ubeydeye cevap verir. [239]
Anlaşılan odur ki, bir kısım sahabî, ayetten karşılıklı ticaret anlaşması olmayan hallerde ve yerlerde yemek yemenin de yasak edildiği neticesine varmışlar, eş dost veya akraba evlerinde karşılıksız olduğu için yemek yemez olmuşlardı. Nur S. 61. ayeti ise, bu gibi ihtimallere yer olmadığı hususunu açıklığa kavuşturmuştur. Bu durumda “nesih» söz konusu olamaz. Nisa S. 29. ayetin neshe maruz bir ayet olarak kabul etmek, faizin, kumarın ve diğer hileli yollarla kazanılan mahn helal olduğunu kabul etmek olurki, bu İslama iftira olur.
36- “Ana babanın ve yakın hısımların (ölünce) bıraktıkları maldan her biri için varisler yaptık. Yeminlerinizin sizi bağladığı kimselere dahi hisselerini verin.» [240]Bu ayet indiğinde, cahiliyyetten kalma şöyle bir usul vardı. Bir kimse, bir başkasına “benim borcum senin, senin borcun benim, senden önce ölürsem, malımın şu kadarı senin» diyerek anlaşmalar yapılırdı. Eğer maldan söz verilen şey belli edilmişse, anlaşmayı teklif edenin malından altıda bir, diğer tarafa verilirdi. Ayet mealinde geçen “yeminlerinizin, sizi bağladığı kimselere dahi hisselerini verin» yolundaki emirden kasdedelen işte bu anlaşmaydı. Sonra bu hüküm, meali altta yazılı ayetle neshedildi. [241]
“Onlar ki sonradan iman edip hicret ettiler ve sizinle birlikte savaştılar, işte onlar da sizdendir. Ama kandan akraba olanların bâzısı, diğer bâzılarına (mirasta) daha yakındırlar.» [242]
Bu konuda İbni Abbas (r.d.) şunları söylemiştir.
Muhacir sahabîler ile Medineli sahabîler arasında ALLAH'ın Resulü, kardaşlıklar tesis etmişti. Biri birlerinin kardeşliğini kabul edenler, karşılıklı olarak, önce ölenin mallarına, geride kalanın varis olmasına razı olduklarına dair yemin ederek anlaşmalar yapılırdı. Daha sonra inen Enfal S. 75. ayetiyle mirasa ait bu anlaşmalar nesholdu.[243]
37- Ey iman edenler! siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilene kadar, namaza yaklaşmayın...» [244]
Hz. Ömer (r.d.) den gelen bir rivayete göre, meali yazılan bu ayet inince Hz. Peygamber, namaza durulduğunda “sarhoşken namaza yaklaşmayın» diye seslenen birisini vazifelendirmişti. [245]
Şarap yasak edilmeden önce sahabîler, namaza durduklarında ne okuyup kaç rekât kıldıklarını bilemezlerdi. Bu sırada Abdurrahman Bini Avf bir yemek hazırlatmış ve bâzı sahabîleri davet etmişti. Bunlar yemişler ve içmişlerdiki akşam namazı da olmuştu. Bunlardan bâzıları namaza durmuşlar ve okudkları Kâfirun Sûresini yanlış okumuşlar, kimisi ise namazı dahi kılmamışlardı. Bunun üzerine Nisa S. 43. ayeti indi. [246]
Daha sonra meali yazılan üstteki ayet, meali altta yazılan ayetle neshedildi :
“Ey iman edenler! İçki, kumar (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları, ancak şeytanın işlerinden olan murdarlıklardır. On (lar) dan kaçının. Umulur ki felaha kavuşursunuz.» “Şeytan içkide ve kumarda ancak, aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi ALLAH'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (bunlardan) vazgeçip son verdiniz değil mi?» [247]
Bu ayetin iniş sebebine dair şu rivayetler vardır: Sâad İbni Ebi Vakkası muhacir sehabîlerden birisi yemeğe ve şarap içmeğe davet eder. Bu sırada şarap henüz yasak değildir. Yemek yinece, bostanda pişmiş bir deve başı ve bir küp dolusu şarap vardı. Bunlar bir arada yemiş ve şarap ta içmişlerdi. Bir ara Saâd İbni Ebi Vakkas (r.d.) Muhacir birisi, her halde Medineli olacak ki, eti yenmiş devebaşının sakalını koparıp Ebi Vakkasın burnuna vurur ve yaralar. Bunun üzerine Ebi Vakkas, Hz. Peygambere bu olanları şikâyet ettiğini ve bunun akabinde de, şarabı yasaklayan Maide S. 90, 91. ayetlerinin indiğini söyler.
Hz. Ali (r.d.) şunları söyler :
Bedir gazasında ganimetten hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Hz. Peygamber de, kendine düşen beşte bir ganimetten bana bir deve verdi. Vaktaki Fatıma ile ev kurmak istedim. Evde boya otuyla bazı sıvamalar yaptırmak için usta birisini, düğünümde bana yardımcı olsun için aramaya gidecektim. Bu sebeple iki devemi, Medineli birisinin evine yakın bir yere bıraktım. Dönünce bir de gördüm ki yaşlı devem yere yatırılmış, karnı yarılıp ciğerleri sökülüp alınmıştır. Bu işi kimin yaptığını sorduğumda bana, amcam Hamzanın yaptığını ve Medineli birisinin evinde, bir kadına def çaldırıp şarap içtiğini ve ciğeri orada kebap yaptığını söylediler. Ben Hz. Peygambere gidip bu hali anlattım. Yanında Zeyd Bini Harise de vardı. ALLAH'ın Resulü yerinden kalkıp Hamzaya doğru yola koyuldu. Ben ve Zeyd de onun izinden yürüyerek Hamzanın bulunduğu eve geldik. Hz. Peygamber, ev sahibinden izin istedi ve hepimiz Hamza (r.d.) nın yanma girdik. Hamza gayet sarhoş ve gözleri de kızarmış durumdaydı. Hz. Peygamber, Hamzayı yaptığı işten ötürü ayıplayınca Hamza, Hz. Peygamberin yüzüne hışımla bakarak “siz kim oluyorsunuz ey babamın kölecikleri» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hamzanın çok sarhoş olduğunu görünce geri döndü, bizde onunla beraber geri döndük.
Buharînin rivayet ettiği bu hadise de, şarabı yasaklayan (Maide : 90) ayetin inmesine sebep gösterilir. [248]
Ebu Hureyre (r) ise, şarabın üç merhalede yasaklandığını söyleyerek şu açıklamada bulunur :
Medineliler, şarap içer ve kumar da oynarlardı. Bu sebeple onlar, Hz. Peygambere bir ara başvurup, şarap ve kumar hakkında bilgi isterler. Bunun üzerine Bakara S. 219 sayılı ayeti (meali altta) indi.
“(Ey Muhammed) Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür.» [249]
Daha sonra da, sarhoşluk halindeyken namaza yaklaşmayı yasaklayan ayet (Maide: 6) indi. Üçüncü olarak da, içkiyi de kumarı da tamamen yasaklayan ayet (Maide: 90) indi [250]
38- “...Onlardan (münafıklar) yüz çevir, onlara vaâzeyle, kendi haklarında onlara, tesireden sözlerle konuş.» [251]
Hibetüllâh'a göre bu ayet de, Tevbe S. “müşrikleri bul-duğunz yerde Öldürün» mealindeki 5. kılıç ayetiyle neshe uğramıştır. Çünkü bu ayetle nasihat ve müsamaha devri kapanmış, onları öldürme infazına geçilmiştir.
39- “...Onlar kendilerine (asilikleriyle) zulmettikleri vakit, sana gelip de, Allâh'dan af dileselerdi, onlara (sen) Peygamber de mağfiret dileseydi (n) Elbette ALLAH, tevbeleri hakkıyle kabul edici, çok esirgeyici bulacaklardı.» [252]
Bu ayeti Kerime de, meali altta yazılan ayetle nesholmuştur :
“(Ya Muhammed) onlar için ister af dile, ister af dileme. Eğer onlar için yetmiş defa af dilesen dahi, ALLAH onları hiç bir vakit af etme.» [253]
Hibetüllâh derki, bu ayet inince Resülüllâh, “ben de yetmişten daha çok istiğfarda bulunurum» buyurmuştur. Bunun üzerine inen (meali altta) ayetle (Tevbe S. 80.) ayeti nesholmuştur.
“Onlar için ha af dilemişsin, ha af dilememişsin, birdir. ALLAH onları hiç bir vakit af etmez.»[254][255]
Tevbe Sûresinin 80. ayetini, Munafıkun Sûresinin her hangi bir ayetinin neshedemiyeceği aşikârdır. Çünkü iniş sırasına göre, Munafıkun Sûresi 104. sırada, yâni öndedir. Tevbe Sûresi ise 113. sırada yâni daha sonra inmiştir. Önce inen ayetin, sonradan inecek ayeti neshetmesi mümkün olamaz. İşte onun için bu konuda Hibetullâh'ın görüşüne katılamıyoruz.
40 - “Ey iman edenler! (düşmana karşı) savunma tedbirinizi alın, kıtalar halinde yahut topyekün olarak savaşa gidin.» [256]
Bu ayet mealindeki “topyekün olarak savaşa gidin» hükmü, meali altta yazılan ayetle neshedilmiştir. [257]
“Müminlerin hepsi için topyekün savaşa çıkmaları uygun değildir. O halde içlerinden her sınıfın birer kısmı, din fıkhını iyice öğrenmeleri ve kavimleri dönüp kendilerine geldikleri zaman, onları ALLAH'ın azabiyle korkutmaları için (gitmeyip Medinede kalmalıdırlar) olur ki (günahtan) sakınırlar.»[258][259]
Bu Ayetin İniş Sebebi
İbni Abbas (r.d.) tan rivayet edildiğine göre, Savaşa çıkılınca münafıklarla sakatlardan başkası bütüniyle yola çıkarlardı. Tebük savaşından geri kalanları şiddetle kınayan ayetler inince, müslümanlar, savaştan geri kalmayacaklarına yemin etmişlerdi. Bu sebeple müslümanlann hepsi, savaşa çıkınca, Peygamber Efendimiz Medinede yalnız kalmışlardı, işte bunun üzerine Tevbe Sûresinin 122. ayeti indi. [260]
41- “Kim ALLAH'ın elçisine itaat ederse, muhakkak Allâh'a itaat eder. Kim de yüz çevirirse, (Ya Muhammet!) zaten seni onların üzerine bekçi göndermedik ya.» [261]
42- “(Ya Muhammed) Sen onlardan yüzçevir (aldırış etme) ALLAH'ı vekil kıl, vekil olarak ALLAH fazlasiyle yeter.»[262]
Her iki ayette de Peygamber Efendimiz, kâfirlere karşı cebru tahakkümle değil, sabru tevekkülle mukabele etmekle emrolunmuştur. Ama Tevbe S. 5. ayetiyle gelen ve “kâfirleri bulduğunuz yerde öldürün» mahiyetinde olan ayet, her iki ayetteki müsamaha hükümlerini neshetmiştir. [263]
43- “...Artık onlar (kâfirler) sizi bırakıp bir tarafa çekilirler de, sizinle vuruşmazlar ve size güven verirlerse, o halde onların aleyhinde ALLAH (tecavüz için) size bir yol bırakmadı» [264]
Ayette belirtildiği üzere, bidayette Hz. Peygamber, tecavüz etmeyeceklerinden emin oldukları müşriklere karşı tecavüzî bir hücuma geçmemekle emr olunmuşlardı. Tevbe S. nin “kâfirleri bulduğunuz yerde öldürün» mealindeki 5. kılıç ayeti inince, bu ayetin hükmü de, benzeri ayetler meyanında nesholdu. [265]
44- “...Eğer o (öldürülen kimse) aranızda antlaşma olan bir kavimden ise, o vakit mirasçılarına bir diyet (tazminat) vermek ve bir de mümin bir köle azad etmek gerekir. Kim bunları bulamazsa, ALLAH'tan tevbesi (nin kabulü) için biri biri ardınca (arasız) iki ay oruç tutması gereklidir...» [266]
Sahabîlerden bâzıları, antlaşmalı oldukları Beni Süleym kabilesinden iki kişiyi öldürmeleri üzerine bu ayet indi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, öldürülen bu iki kişinin varislerine tazminat verdirmiştir. Fakat daha sonra inen Tevbe S.nin 1 ve 2. ayetleriyle önce antlaşmaların feshedileceği bildirilmiş, daha sonra da, ayni sûrenin 5. ayetiyle bütün kâfirlerin bulundukları yerde öldürülmeleri emrolunmuştur. Bu sebebledir ki, Tevbe Sûresinin meali altta yazılan 1, 2. ayetlerin, üstte meali yazılan (Nisa: 92) ayeti neshettiğine inanan alimlerde vardır. Bununla beraber, Kılıç ayetinin (Tebve: 5) antlaşmadan söz eden bu ayeti de, neshettiğine inananlar çoğunluktadır. [267]
Tevbe Sûresinin İniş Sebepleri
Peygamber Efendimiz Tebük savaşına çıktıkları zaman, Beni Damre ile Beni Kenane kabileleri dışında kalan diğer kabileler, yapılan antlaşmaları bozmuşlardı. Bunun üzerine nazil olan bu ayetler, antlaşmalarını bozmamış olanlara da dört aylık bir ültimatom mahiyetinde indi.
Verilen bu dört aylık mühlet, ilân edildiği 9. Hicret yılının Zilhicce 10. gününden, Rabiulaharın 10. gününe kadardı. O yıl Peygamber Efendimiz, Tebük savaşından döndükten sonra, Hz. Ebubekiri (r.d.) Hac Emiri yapmıştı. Ebubekir (r.d.) yola çıktıktan sonra bu ayeti Celileler indi. Ebubekir (r.d.) beraberindeki Hz. Aliyi (r.d.) “Edbâ» adındaki devesine bindirip, Tevbe Sûresini müşriklere okuyup ilân etmek üzere Mekkeye gönderdi. Kurban Bayramı Arifesinde, Hac Hutbesini vermiş, hac için yapılacak işleri açıklamıştı. Hz. Ali (r.d.) de, ertesi bayram günü Akaba cemresinin yanında “Ey insanlar, ben size Resüîüllâhın elçisiyim» diye başlayan hutbesinde, Tevbe Sûresinin başından itibaren, bir rivayete göre 30, bir rivayete göre ise 40 ayet okumuş ve böylece dört aylık mühleti de ilan etmişti. Hutbenin sonundan ayrıca halka :
- Bu seneden sonra, hiç bir müşrik Kâ'beye yanaşmayacak, onu hiç kimse çıplak bir vazıyette tavaf etmiyecek, Müslüman olandan başkası, cennete giremeyecektir ve bozulmayan antlaşmaların müddeti bitecektir.» demiştir.[268]
Hz. Alinin (r.d.) okuduğu bu hutbe hakkında Ebu Hüreyre (r.d.) der ki :
- Resülüllâh Aleyhisselâm, Aliyi Tevbe Sûresini müşriklere okumak için gönderdiği zaman, ben de beraberdim. Sesleniyordum, hatta sesim kısıldı. Şunları söylemekle emrolunmuştuk :
“Bu seneden sonra bir müşrik hac yapamayacak, Kâ'beyi kimse çıplak tavaf edemeyecek, Cennete ancak mümin olan girebilecek, Resülüllâh ile arasında bir antlaşması olanların, dört aylık müddetleri vardır. Dört ay geçtikten sonra ALLAH ve Resulü, müşriklerden beridir.» [269]
İbni Kesirin Tevbe Sûresine ait tefsirine göre, müşriklere verilen dört aylık mühletin, daha uzun vadeli antlaşmaları da, içine alıp almadığında ihtilaf vardır. Bâzılarına göre bu mühlet hepsine şamildir, bâzılarına göre ise dört aydan daha uzun müddetlere şamil antlaşmalar, yürürlükte kalmıştır.
Dört aydan uzun müddetli antlaşmaların bozulmadığı fikrinde olanlar, Tevbe Sûresini 4. ayetindeki “onlara antlaşmanızı tamamlayın» emrini delil göstermektedirler. İbni Kesir de bu kanaatta olduğunu belirtir.
45- “Kim bir mümini kasden öldürürse, onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere, Cehennemdir. ALLAH ona gazab etmiştir ve ona çok büyük bir azap hazırlamıştır.»[270][271]
Bu Ayetin Îniş Sebebi
Eshaptan Makıs İbni Sebabe Etteymî, kardeşini öldürenden, hem diyet almış, hem de sonradan katili öldürmüş ve tekrar kâfir olarak Mekkeye kaçıp orada kalmıştı. Ayet bu sebeple indi.
Abdullah İbni Abbas ile Abdullah İbni Ömer, Radıyellâh'u anhumadan başka, sahabî ve tabiînden olan alimlere göre bu ayet (Nisa: 93) neshedilmiştir. Hz. Ali (r.d.) ise bu ayetin bir önceki ve bir sonra okunan iki ayetle neshe uğradığını söylemiştir. [272]
Bâzı alimler, bu ayetin Furkan S. 70. ayetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Bu görüş sakattır. Çünkü Furkan S. Mekkede inmiş, bu ayetin bulunduğu Nisa Sûresi ise Medinede inmiştir. Daha önceleri de belirtildiği üzere, önce indiği bilinen bir ayet, sonradan inen bir ayeti neshetmeyeceği aşikârdır.
Yaptığımız incemelerle edindiğimiz kanaat odur ki, söz konusu ayet, bir mümini kasden öldürenin, müstahak olduğu cezayı ve onun için Allâh'u Taâlânın hazırladığı şiddetli azabı bildirmektedir. Bununla beraber ayette, katıl tevbe ettiği takdirde, tevbesinin kabul olunup olunmayacağı hakkında bir açıklık yoktur. Fakat diğer bir kısım ayetlerde, ALLAH'a ortak tanımaktan başka olan küçük-büyük günahların, içtenlikle tevbe edenlere bağışlanacağına dair müjdeler vardır. Bâzı alimler, mealleri aşağıda yazılı bu ayetlerin, katilleri şiddetli azapla tehdit eden Nisa: S. 93. ayetini neshettiklerine kanidirler. Diğer Ehli Sünnet alimleri ise, içtenlikle tevbe eden katil veya diğer büyük günah sahiplerinin bağışlanabileceklerine inanmakta ve fakat, söz konusu ayetin neshedilmeyip muhkem olduğunu kabul etmektedirler.
“Şüphesiz ki ALLAH, kendisinden başka bir ilah tanınmasını asla bağışlamaz. Ondan başkasını dileyeceği kimse için afvedip bağışlar...» [273]
“Onlar ki Allâh'dan başka bir ilah tanımazlar, ALLAH'ın haram kıldığı kişiyi haksız yere öldürmezler, zina da etmezler (has kulların yapmayacağı işlerdir bunlar) Kim bunları(n birini) işlerse, cezaya düşer. Ancak tevbe edip iman eden, iyi amel işleyenlerin günahlarını ALLAH 'u Taâlâ, sevaplara dönderir. ALLAH, bağışlayandır, acıyandır.» [274] Konuya ait şu hadisleri de yazmakta fayda görüyoruz
Eba Hureyreden gelen rivayete göre Hz. Peygamber, Nisü S. 93. ayeti hakkında şöyle demiştir :
“- Eğer ALLAH cezalandınrsa, katilin cezası ayettekidir. Yüce ALLAH, güzeli vâd ettiği zaman, o vadinden dönmez, onu yerine getirir. Azabı vâd ettiği zaman, onu bağışlayıp yerine getirmemesi de mümkündür.» [275]
Görülüyor ki sözü edilen ayet (Nisa: 93) neshe uğramamıştır. [276]
Medinede İnen Maide S. Nin Mensûh Ayetleri
46- “...Sizi Mescidi Haramdan (Hudeybiyede) engellediler diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi tecavüze götürmesin...» [277]
Bu ayet de, Tevbe S. sinin 5. Kılıç ayeti neshetmiş; Mekke feth edilmiştir.
47- “...(Yahudilerin) içlerinden birazının dışında kalanlardan daima bir hainliğe muttalı olmaktan emin kalmayacaksın, (ama) Sen yine onlara aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilk edenler sever.» [278]
Bu ayet de, meali altta yazılan ayetle neshedilmiştir :
“Kendilerine kitap verilen (Yahudi, Hirîstiyan) lerden ALLAH'a, ahiret gününe inanmayan, ALLAH'ın ve peygamberinin haram kıldığı şeyleri haram olarak tanımayan ve hak dinini din kabul etmeyenlerle, kendi hakir elleriyle cizye cizye verecekleri zamana kadar, savaşın.» [279]
Umumiyetle bu ayete, tefsir dilinde 2. Kılıç ayeti denir.
48- “...Eğer sana (kâfirler) gelirlerse, ister aralarında hükmeyle, ister onlardan yüz çevir, sana hiç bir şeyle zarar veremezler...» [280]Hasani Basrî ile Nehaî, bu ayetin neshe uğramadığına kanidirler. Ama Mücahit ve Said İbni Müseyyib ise, bu ayetin meali yazılan şu ayetle neshe uğradığını bildirmişlerdir.[281]
“...Aralarında ALLAH'ın indirdikleriyle hükmeyle, onların arzularına uyma...» [282]
Görülüyor ki Hz. Peygamber, kendisine başvuran kitap ehline, hüküm verip vermemekte serbest bırakılmıştı. Ama sonradan Maide S. 49. ayetiyle bu serbestlik kalktı ve Hz. Peygamber, ALLAH'ın indirdikleriyle hüküm vermeğe memur kılındı.
49- “ALLAH elçisi üzerinde, tebliğden başka (vazife) yoktur...» [283]
Bu ayet de “bulduğunuz yerde kâfirleri öldürün» mealindeki Kılıç ayetiyle neshedilmiş ve Hz. Peygamber, tebliğden ayrı olarak, kâfirlerle savaşmak vazifesiyle de mükellef kılınmıştır.
50- “Ey iman edenler! üzerinizde olan (vazife) nefsinizin ıslahıdır. Siz (insanlara) hayır işlemeyi ve serden kaçınmayı telkin ettiğinizde, yoldan sapan size zarar vermez. Hepinizin dönüşü ALLAH'adır. O yaptıklarınızı sizlere bildirecektir.» [284]
Ennasih vel mensûh müellifinin yorumuna göre yaptığımız bu tercüme, Hz. Peygamberin şu beyanından mülhemdir:
Rivayete göre Hz. Peygamber, mealini yazdığımız ayeti okur ve şöyle buyurur :
“- Ey insanlar! siz bu ayeti okuyorsunuz ama onun yerini değiştiriyorsunuz. Nefsim elinde olan (Allâh)a yemin ederim ki, ya hayır işlemeyi ve serden kaçınmayı telkin eder siniz veya ALLAH, musibetin hepinize genelleştirir ve yahut dualar edersiniz ama kabul görmezsiniz.» [285]
Ayeti yaptığımız tercümeye göre yorumlayanlardan bâzıları, ayetteki ilk cümle hükmünü, ikinci cümledeki hükmün neshettiğini söylemişlerdir. Gerçi ayetin birinci bölümünde iman edenlere, yalnız kendi nefislerinin ıslahından sorumlu oldukları bildirildiği halde, ikinci bölümde ise, başkalarının ıslahı için de insanlara telkinde bulunulmasına da işaret edilmektedir. Buna rağmen şu iki sebepten ayette neshetme ve neshedilme keyfiyeti kabul edilemez :
A- Aslında bu ayetin bulunduğu Maide Sûresinden önce inen Aliimran S.nin 104, 110, 114, Ârâf S.nin 107, Nahl S. nin 90, Hac S.nin 41, Lokman S. 17. ayetlerinde müminler, insanlara hayır işlemeleri ve serden kaçınmaları için telkinde bulunmaları hatırlatılmıştır. Şu duruma göre ayetteki ikinci bölümde bulunan hüküm, sonradan inmşitir, önce inen hükümlerle neshedilmez.
B- Ayni anda inen bir ayetin içinde biri birini nesneden hükümlerin bulunması bir çelişki olur ki Kur'an, bundan münezzehtir. Bir hükmün neshe uğraması ancak, onun üzerinden zaman unsurunun geçmesi ve doğan yeni ihtiyaçlara göre gelen yeni bir hükümle mümkündür.
Ayetin ikinci bölümünü, Türkçe Kur'an tercümelerinde olduğu gibi “Kendiniz doğru yolu bulunca, sapan size zarar vermez» mealinde yorumlayanlar arasında bu ayetin, meali “hayır işlemeyi ve serden kaçınmayı telkin etmek» şeklinde olan ayetlerle neshedildiğine inananlar varsa da, büyük çoğunluğu teşkil eden alimler, ayetin muhkem olup neshe uğramadığına kanidirler. [286]
51- “Ey iman edenler! birinizin karşısına ölüm çıktığında, vasiyet anında kendinizden iki âdil şahit (bulundurun) yahut yer yüzünde seferdeyken, ölüm musibeti eğer gelmişse, sizden olmayan iki kişi (şahit) olur. Şahitlerden şüphelenirseniz, namazdan sonra onları alıkoyarsınızda ALLAH'a şöyle yemin etsinler: Hakkında şahitlik ettiğimiz akrabamız da olsa, yeminimizi dünyanın hiç bir şeyine değişmeyiz, ALLAH'ın bildiğini saklamayız, yoksa büyük günah işlemiş oluruz.»[287][288]
İki Gayri Müslîmin Yalan Şahitliği
İbni Abbas (r.d.) dan rivayet edilmiştir ki,
Temimi Dari ile Adiyy Bini Zeyd, arkadaş oldukları Kureyşin Beni Sehm kolundan bir kişi, ölümünden önce bu iki arkadaşına malının vasiyetini yapmıştı. Ölünce bû şahitlerden başka -ki bunlar gayri müslimdi- müslüman bir şahit yoktu. Bunlar seferden Mekkeye dönünce, malları ölenin varislerine teslim etmişler, Ancak altın sıvanmış bir şarap maşrabayı gizlemişlerdi. Ölenin yakınları, bu maşrabayı Peygamber Efendimiz nezdlerinde dâva etmişlerdi. Onlar ise bu maşrabayı görmediklerine ve saklamadıklarına dair yemin etmişler, Peygamberimiz de onları serbest bırakmıştı.
Sonra bu maşraba, Mekkeli birisinde görülmüş, o da, maşrabayı, ölenin yanında bulunan Temimi Dari ile Adiyy Bini Zeydden satın aldığını söylemişti. Sonra bu dâva, inen şu Ayeti Kerime hükmünce hal edildi :
“Eğer o iki (gayri müslîm şahit) in aleyhinde muhakkak bir vebale hak kazanmış olduklarına bir bilgi olursa, o vakit kendilerine hak düşenden iki kişi -ki onlar buna daha layik, (ölüye de) yakındırlar- öbürlerinin (gayri müslüm şahitlerin) yerlerine “Vallahi bizim şahitliğimiz, o iki şahidinkinden daha doğrudur, biz hakkımızı aşmadık, yoksa zalimlerden oluruz» diye ALLAH'a yemin ederler. [289]
Evet Bu Ayeti Kerime nazil olunca, Resülüllâh Aleyhisselam, Ölenin iki yakınına. Ayette ta'rifedilen şekilde yemin verdirmiş ve gümüş maşraba da sahiplerine verilmiştir. [290]
Ebulkasım Hibetullah, Maide Sûresinin 106. Ayetindeki, seferde gayri müslimlerin de, şahit olabileceklerine dair olan hüküm,
“Ve eşhidu zevey adlin minkum» (sizden adalet sahibi iki şahit getirin) [291]Ayeti ile nesholmuş, seferde de, hazerde de,, gayri müslimlerin şahitliği yasaklanmıştır, diyor. [292]
Bununla beraber, kitap ehli olanların ise, yalnız yolculuk halinde vefat edecek bir müslümanın veya bir gayri müslimin yapacağı vasiyete şahitlik etmelerini, başka müslüman şahit bulunmamış olmak şartıyle makbuldür, diyenler de vardır. Nitekim Ebu Musal Eş'arî, Şa'bî, İbni Şirin, Mücahid, İbni Cübeyr, İbni Müseyyib, Şüreyh, Nahaî, Evza'î gibi meşhur müçtehitler, Hz. Ayişe ve Hz. İbni Abbasdan gelen rivayetlere dayanarak bu ayetin neshedilmediğine inanmışlardır.
Hasan ve İkrimeye göre, ayet metninde geçen “Min gayriküm» (sizden olmayan) den maksadın “kabilenizden olmayan iki müslüman şahit» demektir. Bu iki alim, ayet mealinde geçen “Onlardan (iki şahitten) şüpheye düşerseniz, namazdan sonra onları alıkoyun da ALLAH'a şöyle yemin etsinler» yolundaki beyandan bu görüşe sahib oldular. Zira onlar, namazdan sonra denince, gayri müslimin değil, namaz kılan iki Müslümanın kasdedildiğini ileri sürüyorlar. [293]
Bütün bu münakaşalra rağmen, yolculukta eğer, Müslüman iki şahit bulunmazsa, kitap ehlinden iki şahidin dinlenmesine zaruret olduğu fikri çoğunluktadır. [294] Bu durumlar, ayetin (Maide 106) neshedihnediğini gösteriyor. [295]
Enam Sûresi
İbni Abbastan (r.d.) rivayet edildiğine göre, bu sûrenin 91-93 ve 151-156. ayetleri Medinede, geri kalanları ise Mekkede inmişlerdir. [296]
52- “(Ya Muhammed) De ki, eğer ben Rabbime asi olursam, büyük günün azabından muhakkak korkarım.» [297]
Bu ayeti Kerime ile Peygamber Efendimize telkin buyurulan “korkmak» duygusu, meali altta yazılan ayetle neshedilerek kaldırılmıştır. [298]
“Muhakkak ki sana (Ya Muhammed) apaşikâr bir fethi (Mekkeyi) açtık. Geçmiş ve gelecek günahını ALLAH'ın mağfiret etmesi, senin üzerindeki nimetini tamamlaması, seni doğru yola iletmesi içindir.» [299]
Bilindiği üzere peygamberler günah işlememişlerdir ama, zelle denen sürçme hatasına düştükleri olmuştur. Başta Hz. Adem olmak üzere bütün peygamberler için geçerli olan bu sürçme hatasından, sevgili Peygamberimiz bile kurtulamamışlardır. Nitekim Aleyhisselam Efendimiz, Tebük savaşında, bâzı yalancılara" kanarak vahyi beklemeden bir kısım savaşçılara izin vermiştir. Meali altta yazılan ayet, işte bu sebeple inmiştir :
“ALLAH seni affetti. Sözlerinde sadık olanlar sana belli oluncaya ve sen o yalancıları bilinceye kadar (beklemeden) niçin onlara izin verdin.» [300]
Tatlı bir sitem taşıyan bu ayette ilk önce “ALLAH seni afvetti» diye buyurulmasmdaki ilâhî hikmeti tefsirciler, Peygamber Efendimizin fazlaca üzülmemesi içindir, diye yorumlarlar. Şüphesiz ayet, önce afvolma müjdesini vermeyip de “onlara niçin izin verdin» diye başlasaydı. Peygamberimiz pek çok üzülmüş olacaklardı. Aynı zamanda bu durum, Allâh'u Taâlânın sevgili elçisini ne derece sevip koruduğunu göstermesi bakımından büyük değer taşır.
53- “Ayetlerimiz hakkında (inkarcı sözlere) dalanları gördüğün zaman onlar, başka bir söze dalana kadar, kendilerinden yüz çevir. Eğer Şeytan (bu uyarıyı) unutturursa (o halde) hatırladıktan sonra artık, o zalimler topluluğu ile beraber oturma» “Onların (sorumluluk) hesabından hiç bir şey (Allâh'dan) sakınanların üzerine lazım gelmez.» [301]
Meali okunan 69. ayeti “Kur'an ayetleri hakkında söylenen uygunsuz sözleri, ALLAH'ın azabından korkarak ve nefretle dinleyerek oturanlar için bir sorumluluk olmadığı» şeklinde yorumlayan tefsirciler de vardır. Bununla beraber, bu 69. ayetin hükmü, meali altta yazılan ayetle neshe uğradığı, Mukatil Bn. Hayyan tarafından rivayet edilmiştir. [302]
“O (ALLAH) size kitapta (Kur'anda bildirmişti ki) ALLAH'ın ayetlerine küfür edildiğini ve onunla eğlenildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın. (Yoksa) o zaman siz de, şüphesiz onlar gibisiniz. Muhakkaktır ki ALLAH (c.c.) münafıkları da, kâfirleri de Cehennemde toplayıp yığacaktır.» [303]
Hicretten önce müslümanlar, müşriklerin daimî bir baskısı altındaydılar. Bu sebeple, onların Kur'an hakkında ki uygunsuz sözleri karşısında, her hangi bir reaksiyon göstermekten sakınan müslümanlar için hiç bir vebal olmadığı, neshe uğrayan En'am 69. ayette bildirilmişti. Fakat hicretten , sonra Medinede müslümanlar için bu gibi endişeler söz konusu olamayacağı için, Nisa: 140. ayet inmiş, Kur'an hakkında ileri geri konuşanların yanlarında oturmak yasaklanmıştır.
54- “Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen, kendilerini Dünya yaşayışı aldatmış bulunan kimseleri bırak. Sen yalnız Kur'an ile öğüt ver ki, hiç bir kimse, kazandığı (günahlar) yüzünden helake sürüklenip atılmasın...» [304]
Bu ayet de, meali altta yazılan ayetle neshe uğramış, kitap ehli olan kâfirlere karşı öğüt vermeyi kaldırıp, savaş emrini getirmiştir. [305]
“Kendilerine kitap verilenlerden, ne ALLAH'a, ne Ahiret gününe inanmayan, ALLAH'ın ve Peygamberinin haram kıldıklarını haram tanımayan, hak dini din olarak kabul etmeyenlerle, aşağılık elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.» [306]
55- “...(Ya Muhammed) sen “ALLAH» de ve sonra onları (Yahudileri) bırak ki, daldıkları batakta oynayadursunlar.» [307]
Ayeti kerimenin, mealini yazdığımız son hükmü de yine, Tevbe Sûresinin 29. ayetiyle neshe uğrayıp kaldırılmış, ehli kitap olanlara karşı, cizyeye razı oluncaya değin savaş emredilmiştir. [308]
Ayetin Nüzul Sebebi
Said İbni Cübeyr (r.d.) den rivayet edildiğine göre, Malik Bini Sayf adındaki bir Yahudi, başka yahudilerle olan bir dâvası için Aleyhisselam Efendimize gelmişti. Bu zat şişman bir din adamıydı. Onu gören ALLAH'ın elçisi.
- Tevrati Musaya gönderenin hakkı için söyle, yağla semiren din adamlarına ALLAH'ın düşmanca bakacağını Tevratta görmedin mi? dedi. Bu sözden çokça asabîleşen yahudi ise cevaben,
- ALLAH hiç bir insana hiç bir şey indirmedi ki, dedi. Bu söz üzerine orada bulunan diğer yahudiler de ona dönerek,
- Yazıklar olsun sana, demek Musaya da mı bir şey inmedi? diyerek, onu azarladılar. [309]
Bu küstah yahudi böylece, Peygamber Efendimizin mübarek yüzüne karşı “sana da bir şey inmemiştri» demek istemişti. Bunun üzerinedir ki, meali yazılan (En'am: 91) ayet indi.
56- “Kendinden başka hiç bir ilah bulunmayan Rabbinden sana vahy olana uy (ALLAH'a) ortak koşanlardan yüz çevir.» [310]
Bu ayet mealinde geçen “ALLAH'a ortak koşanlardan yüz çevir» hükmü de, diğerleri gibi Tevbe Sûresinin “ALLAH'a ortak koşanları bulduğunuz yerde öldürün» mealindeki Kılıç ayetiyle nesholup kaldırılmıştır. [311]
57- “Üzerine ALLAH'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu, muhakkak bir fisk (ALLAH'ın emrinden çıkmak) dır...» [312]
Bu ayet, kesilen hayvanlar üzerine, kesilirken ALLAH adı anılmadığmda, o hayvanın etinden yenmesi yasaklanmıştı. Böylece kitap ehlinin kesdikleri hayvan etleri de yenmiyordu. Çünkü onlar da, kesim anında ALLAH'ı anmazlardı. Fakat Kitap ehline ait olan bu yasak hükmü, meali altta yazılan ayetle neshedilip kaldırılmıştır.[313]
“Bu gün size, bütün iyi ve temiz (nimet) ler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği sizin için helâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helâldir.» [314]
Gerçi Maide Sûresi, Mushafımızda En'am Sûresinden öncedir diye düşünülerek, sonraki sırada bulunan bir ayetin, önceki sûrede bulunan diğer bir ayeti neshetmesi biraz garip görülebilir. Şu var ki, sûrelerin iniş sırasına göre En'am Sûresi 02 de, Maide Sûresi ise 108 de bulunmaktadır. Kitabımızın sonundaki cedvele bakılabilir.
58- “...El elçim de ki, bekleyin, çünkü biz bekliyoruz.» [315]
Bu ayetin yazılan bu hükmü de, Tevbe Sûresinin bilmen Kılıç ayetiyle nesholup kaldırılmıştır. Bu vesile ile şunu da belirtelim ki Tevbe S. 5. Kılıç ayetinin 124. ayeti neshettiği muteber rivayetlerde bildirilir. [316]
Bir Ayeti Hariç, Mekkede İnen A'raf Sûresi Mensûh Ayeti
Bu sûrenin Medinede inen tek ayeti “Ves'elhum» ile başlayan ayeti kerimesidir. Mensûh ayeti de şudur :
59 - “Afvi(n yolunu) tut, Şeriatla emret, cahillerden yüz çevir.»[317]
Meali yazılan bu ayeti kerimedeki afiv, yâni hoşgörülük ile, cahillerden yüz çevirmek, yâni müşriklerin davranışlarını görmezlikten gelmek hususundaki iki emir, bilinen Kılıç Ayetiyle neshedilmiş, Müslüman olmayanlara karşı savaş emri gelmiştir. Ayette geçen “Vemur bil'urfi» yâni Şeriatla emretme hükmü ise, neshedilmenıiş olup muhkem kalmıştır.
Bu ayetin tefsirinde İbni Kesir “Huzil afve» yi, İbni Abbasın (r.d.) “malının fazlasını verin» diye tefsir ettiğini yazar. Bu taktirde ayetteki “Huzil afve»nin ihtiva ettiği sadaka hükmü bu kerre, bahsi geçen zekât ayetiyle neshe uğramış olur. [318]
[227] Tf. tbni Kesir C. 1, S. 473 ve Esbabı nüzul S. 85
[228] Elizah Hnasihil Kur'an : S. 186
[229] Ennasih vel mensûb : S. 35
[230] Bidayetül Moçtehit : C. 2, S. 43, 44
[231] Ennasih vel mensûh : S, 36
[232] Elizah linasihil Kur'an : S. 187 Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 84-86.
[233] Talak: 65/1.
[234] Süneni Darimî C. 2, S. 140
[235] Nisa: 4/29.
[236] İbni Kesir Tf. C. 1, S. 479
[237] Nasih ve mensûh S. 36
[238] Nur: 24/61.
[239] İzah linasihil Kur'an : S. 189-190
[240] Nisa: 4/33.
[241] Bnnasiîı vel menaûl: S. 37
[242] Enfal: 8/75.
[243] Elizah linasihil Kur'an : S. 191.192
[244] Nisa: 4/43.
[245] Elizah linasihil Kur'an : S. 193
[246] Esbabı nüzul S. 87
[247] Maide: 5/90, 91.
[248] Esbabı Nüzul : S. 119
[249] Bakara: 2/219.
[250] İbnl Kesri Tf. : C. 2, S. 92
[251] Nisa: 4/63.
[252] Nisa: 4/64.
[253] Tevbe: 9/80.
[254] Münafıkun: 63/6.
[255] Ennasih vel raensûh : S. 37-38
[256] Nisa : 4/71.
[257] Ennasih. vel mensûîı ; S. 38
[258] Tevbe: 9/122.
[259] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 87-93.
[260] Beyzavî, Şehzade, Razıye Bak.
[261] Nisa: 4/80.
[262] Nisa: 4/81.
[263] Nasih Mensûh S. 39
[264] Nisa: 4/90.
[265] Nasih Mensûh S. 39
[266] Nisa : 4/92.
[267] Elizah linasihil Kur'an : S. 196 Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 93-95.
[268] Kazıyı Beyzavî Tf. C. 1, S. 433
[269] Kur'an Dili : C. 3, S. 2453
[270] Nisa: 4/93.
[271] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 95-96.
[272] Ennasih ve elmenaûh S. 39
[273] Nisa: 4/116.
[274] Furkan: 25/69, 70, 71.
[275] Elizah Linasihil Kur'an S. 197-212 98
[276] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 97-98.
[277] Maide: 5/2.
[278] Maide: 5/13.
[279] Tevbe: 9/29.
[280] Maide: 5/42.
[281] Ennasih ve Elmensûh S. 41
[282] Maide: 5/49.
[283] Maide: 5/99.
[284] Maide: 5/105.
[285] Ennasih vel mensûh : S. 42
[286] Elizah linasihil Kur'an S. 237
[287] Maide: 5/106.
[288] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 98-101.
[289] Maide: 5/107.
[290] Esbabı nüzul S. 121, 122
[291] Ettalak 2
[292] Nasih-mensûh S. 43
[293] İzah İinasihil Kur'an : S. 238, 239
[294] Neylül Meârib, İstılahatı Fıkhıye : C. 6, S. 286, 387
[295] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 101-103.
[296] El İtkan Fil Kur'ân : C. 1, S. 15
[297] En'am: 6/15.
[298] Ennasih vel Mensûh : S. 44
[299] Feth: 48/1, 2.
[300] Tevbe: 9/43.
[301] En'am: 6/68, 69.
[302] Tf. İbni Kesir : C. 1, S. 567 ve Ennasih : S. 45
[303] Nisa: 4/140.
[304] En'am: 6/70.
[305] Ennasih vel mensûh : S. 45
[306] Tevbe: 9/29.
[307] En'am: 6/91.
[308] Ennasih vel mensûh : S. 45 Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 103-105.
[309] Esbabı nüzul S. 126
[310] En'am: 6/106.
[311] Ennasih vel mensûh S. 45
[312] En'am: 6/121.
[313] Ennasih vel mensûh S. 46
[314] Maide: 5/5.
[315] En'am: 6/158.
[316] Ennasih vel mensûh S. 46 Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 105-107.
[317] A'raf: 7/197.
[318] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 107.