- Başörtüsü yasağı çözülmeye mahkûmdur

Adsense kodları


Başörtüsü yasağı çözülmeye mahkûmdur

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 21 June 2012, 04:18 pm GMT +0200
Başörtüsü yasağı çözülmeye mahkûmdur
Hilal KAPLAN • 69. Sayı / GÜNDEM


Cumhuriyet kurulduktan sonra şimdilere "aydın Türk kadını" ya da "Cumhuriyet kadını" diye anılan kadın imgesi makbul olan tek kadın öznelliği olarak tasdik ve takdim edildi. Tayyörlü, saçları açık ama toplu, Batılı görünen ama geleneklerine bağlı bu kadın imgesi elbette ki bir toplumsal mühendislik çabasının eseriydi ve her toplumsal mühendislik çabası gibi başarısız oldu. Yaklaşık 40 yıldır süren bir başörtüsü yasağına rağmen kadın nüfusumuzun hâlâ yüzde 70'i başörtülüyse, durup düşünmenin vakti gelmiştir: Başörtülü kadınlar, Türkiye'nin bir gerçeğidir. Atılacak her özgürlük adımına toplumun belli kesimlerinin korkuları olabilir. Kürt meselesinde bölünme, Alevi meselesinde dindarların ayrışması gibi korkular var. Esas olan bu korkuları yok saymadan ama aynı zamanda temel hak ve özgürlükleri korku sahiplerine kurban etmeden hareket etmektir. Bu anlamda başörtüsü yasağı çözülmeye mahkûmdur.

Siyasal simge argümanının içi öyle boş ki. Bir kere siyasal olan hayattan dışlayabileceğimiz ya da dışlamamız gereken bir şey midir? İnsan, bizatihi siyasal bir varlıktır. Her hareketimiz, giyim tarzımız, konuşurken seçtiğimiz kelimeler, vb. hepsinin siyasal bir anlamı olabilir. Bu anlamda başörtüsünün de çağrıştırdığı siyasal anlamlar olabilir ama bu anlamlar traşlı bir erkeğin ya da Gucci çanta akan bir kadının çağrıştırdığı siyasal anlamdan farklı değil. Başörtüsü, laik düzene sahip dünyanın hiçbir ülkesinde ve siyaset literatüründe de “siyasal simge” olarak anılmıyor, “dinî simge” olarak ele alınıyor ki bence ikisi de doğru. Ancak “laikçiler”in “siyasal” kelimesinin siyaset felsefesindeki karşılığı üzerine de pek kafa yormadıklarını düşündüğümden siyasal simgeyle sadece parti güdümlü bir anlamı yakalamaya çalıştıklarını tahmin ediyorum ki en çok başörtülü kadın tabanına sahip parti BDP iken, meclisteki tüm parti tabanlarında başörtülü kadınlar yer alırken, bu argümanın da ikna edici hiçbir tarafı yok.

Mahalle baskısı korkusu sebebiyle başörtülü kadınların eğitim veya çalışma hakkını kısıtlamayı savunmak, bir ihtimale milyonlarca kadının hayatını kurban etmek, ortada suç yokken cezayı peşinen vermektir. Bununsa ne hukukla ne de hakkaniyetle bağdaşır bir yönü var. Her toplumsal grup mahalle baskısını bir şekilde uygular. Ancak mahalle baskısıyla mücadele etmenin yol ve yöntemi vardır. Hukuka başvurabilir, hakkınızı arayabilirsiniz. Ancak mahalle baskısını engellemek için devlet baskısını savunduğunuzda ortaya şöyle adaletsiz bir durum çıkıyor: Devlet baskısıyla mücadele edemezsiniz. Devlet, baskıyı sistematik ve örgütlü bir biçimde vatandaşlarına uygular, üstelik baskıyı yapan özne devlet erki olunca yapılan her tür baskı da meşru hale gelir ve mücadele yollarınız tıkanmış olur. Kaldı ki mahalle baskısının laikçi hassasiyetlere sahip gruplarda daha fazla olduğunu düşünüyorum. Toplumun geneline baktığınızda bir ailede başı açık kadınlarla başörtülü kadınları bir arada bulmak şaşırılacak bir durum teşkil etmez. AKP içinde eşlerinin başı açık olan bakanlar ve milletvekilleri mevcut. Aynı şeyi örneğin CHP için söyleyebilir miyiz? Bülent Arınç, gelininin başının açık olmasını problem etmiyor ki olması gereken bu. Ancak örneğin Hayrunnisa Gül'ün elini sıkmayı bile reddeden Kemal Anadol'un başı örtülü bir gelini nasıl karşılayacağını tahayyül edebiliyor musunuz?

Başörtüsü tartışmalarında en büyük kaybeden CHP oldu. Önce “iktidara gelirsek çözeriz” dediler ancak bu söz bile halkı heyecanlandırmaya yetti. Bu yüzden Erdoğan'la Kılıçdaroğlu görüşmesi gerçekleşti. Fakat bu görüşmeye de ön şartlarıyla (seçim barajının indirilmesi, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması, YÖK Kanunu'nda değişiklik) beraber geldiler. Ön şartlara baktığınızda 2008 yılında “laiklik elden gidiyor” diye AYM'ye gidip yasağın kalkmasını engelleyen CHP'nin laik düzenle alakalı hiçbir ön şart önermediğini gördük. Şimdi de 29 Ekim resepsiyonuna gitmeyeceklerini ısrarla dile getiriyorlar. CHP, her kafadan ayrı bir sesin çıktığı, halk nezdinde ciddiyetini hızla kaybeden bir parti görünümünü veriyor. YÖK'e yönelik eleştirilerinin yüzde birini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na yöneltmemeleri de bu ciddiyetsizliği artıran bir etken oldu. Mecliste meselelerin özgür biçimde tartışılmasına ket vurmaya engel olmaya çalışan bir savcıya bile söyleyecek iki sözleri yoksa özgürlük alanının genişlemesine katkıda bulunmaya çalışanlara karşı da en azından susmayı deneseler fena olmaz.