- Başörtüsü Neyin Sembolü?

Adsense kodları


Başörtüsü Neyin Sembolü?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 12 November 2010, 02:29 pm GMT +0200
Başörtüsü Neyin Sembolü?

Ahmet Taşgetiren


Yugoslavya'da sosyalist Tito yönetimi zamanı...

Yönetim federatif bir yapı arz ediyor ve Kosova'yı, Makedonya'yı, Bosna'yı, Sırbistan'ı içine alıyor. Bu topraklarda önemli bir Müslüman topluluk yaşıyor.

Tito, sosyalizm projelerini uygulama çerçevesinde bir gün Müslüman kadınlara yönelik “ref'i tesettür” kanunu çıkarıyor.

“Ref'i tesettür”, “Tesettürün kaldırılması” demek. Kadınlar tesettürden çıkacak ve sosyalizmin uygarlaştırma projelerine katılacaklar!!!

Bu kanunun, Makedonya'nın Tetova şehrindeki tepkilerini o günleri yaşayan bir Müslümandan bizzat dinledim.

-Aynı sokakta oturan Müslüman hanımlar birbirleriyle helalleştiler, dedi. Artık sokağa çıkmayacaklardı ve belki de ölünceye kadar birbirlerini göremeyeceklerdi. Öylesine bir travma yaşamışlar, öylesine tedirgin olmuşlardı.

***

Bir başka olayı, Franz Fanon, Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi isimli kitabında anlatır:

1960'lara kadar Cezayir Fransız sömürgesidir.

Fransızlar “Batı eksenli uygarlaştırma projesi” çerçevesinde, en başta, “kadınları çarşaftan çıkarma” uygulamasını başlatmışlardır. Havuçları ve sopaları vardır. Projeyi öncelikle “Eşi başörtülü memurlar” üzerinden yürütürler. Eşini çarşaftan çıkaran memur terfi eder, diğerleri aşağılanır. Eşinin başını açanlar için özel “Çarşaftan çıkma” törenleri düzenlenir.

Buna Cezayir'li kadının tepkisi, sömürgeci ile savaşa bizzat katılmak olur.

Franz Fanon, Cezayirli kadınların bu destanını anlatır.

***

Maraş'ı, Sütçü İmam'ı bilmeyen yoktur.

Bu bir Türkiye tecrübesidir.

Bu defa Fransız işgal askeri olarak gelir, şehre yerleşir, yerli Ermeni çeteleriyle birlikte devriye gezmeye başlar.

Bir devriye grubu, Uzunoluk hamamından çıkan çarşaflı ve peçeli kadınları görür. Onları taciz eder ve “Peçenizi çıkarın, güzel yüzünüzü görelim” derler. Kadınlar direnir. İtiş kakışı Sütçü dükkanındaki dede görür, gelir, tabancasını ateşler ve malum...

Milli Mücadele'de, Maraş'ı “Kahraman” yapacak mücadelenin fitili ateşlenmiş olur...

Aziziye Kahramanı Nene Hatun, bir sembol Anadolu kadını olarak başörtülüdür.

Milli Mücadele'nin, kağnı çeken, mermi üreten, çocuğunun kundağına kurşun saran bütün kadınları başörtülüdür. Ve hiç şüphesiz, Fransız askerleri onlara saldırsa, onların yapacağı şey, canı pahasına örtüsünü korumaktır.

Bugün, aradan 80 yıl geçtikten sonra, çocuğunu askere gönderen, sonra şehid naşı olarak karşılayan ve tabutlar üzerine kapanan annelerin pek pek çoğu da başörtülüdür.

***

Bugünün Türkiyesinde birileri, Tetova'daki kadınların başlarını açmamak için birbiriyle helalleşip eve kapanmalarını, Cezayir'li kadınların kocalarının terfilerine mani olmasını, Maraşlı kadınların “güzel yüzlerini Fransızlardan esirgemeleri”ni anlamsız bir direniş olarak görebilir.

“O kadınlar sömürgecilerin ya da despotların istediklerini yapsalardı bu ülkeler çok daha erken çağdaşlaşırdı” diye düşünebilir.

Bugün, birileri, başka erkekler tarafından arzulanmayı, bunun için de vücudunu sergilemeyi çağdaşlık göstergesi olarak kabul edebilir.

Bugün birileri için, cinselliğin en ilkel biçimde sergilenmesi normal, “Saçının telini göstermemek” anlaşılmaz bulunabilir.

Ama, “Müslüman kadın”ın tesettür algısı böyle...

Ya da tesettür, böylesine derin bir vakıa halinde nüfuz etmiştir Müslüman kadının ve toplumların yüreğine...

Bugün Türkiye'de, “Neden tesettürde - başörtüsünde bu derece yoğunlaşılıyor? Memleketin başörtüsünden başka sorunu yok mu?” sorusunu soran herkes, tesettürün toplumsal ve kültürel derinliğini anlamamış demektir.

İşin kötüsü, başörtüsü karşıtı politikaların varıp, yukarda zikrettiğim sömürgeci politikalarla bütünleştiğinin farkında değil, demektir.

Gerçekte İslam ülkelerinde yürütülen “İslam'ı azaltma” politikalarının tamamı, bu toplumlar nezdinde, sömürgeci politikalarla birlikte değerlendirilmiştir. İslam toplumları, bu tarz politikaların kurgulayıcılarına hep;

-İslam'dan hangi zararı gördünüz, sorusunu sormuştur.

Aslında asıl sorulması gereken sorular, “Başörtüsü yasağının mantığı nedir? Bu yasak, hangi İslam ülkesinin hangi sorununa denk düşmektedir? Ve kadınlar başını açtığında hangi İslam ülkesinin hangi sorunu çözülmüş olacaktır?” sorularıdır.

Başörtüsü yasağı ile Türkiye'ye, on yılları kapsayan bir gerilim ortamı getirildiği bir vakıadır.

Bu yasak olmasaydı, Türkiye'nin bu kadar on yılının, bu ölçüde bir tartışma – gerilim ile geçirmeyeceği de bir vakıadır.

O zaman niye bu yasak?

Bunun cevabı, gayet açık, o da şu ki, İslam'la ilişkide sorun yaşıyoruz.

İslam'ı nereye koyacağımızı bir türlü kestiremiyoruz.

Sonra, Kur'an'ı nereye koyacağız?

Sonra, Allah ile ilişkileri ne yapacağız?

Hani deyim yerindeyse;

Tüm bunları -haşa- atsak atılmıyor, satsak satılmıyor.

Çünkü İslam, bu ülkenin toprağına karışmış, bu toplumun damarlarında bir hayatiyet unsuru gibi gezinmeye başlamış.

Kur'an, bu milletin hayat kitabı olmuş.

Allah, bu milletin mutlak Rabbi, mutlak mabudu, mutlak sığınağı olmuş...

Bu durumda sorun “Milleti ne yapacaksınız?” sorununa dönüşmüş.

Evet, milleti ne yapacaksınız?

Millet, Allah'tan kopmuyor, millet Kur'an'dan kopmuyor, millet İslam'dan kopmuyor.

Böylesine bir bütünleşme içinden milletle söz konusu değerler dünyasını nasıl ayıracaksınız?

Türkiye bunun sancısını yaşıyor.

Etle tırnaktan öte bir bütünleşmenin üzerindeki ayrıştırma operasyonunun sancısını yaşıyor Türkiye.

Bunun içinden çıkılamaz.

Zaten çıkamıyoruz.

***

Tesettür bir insani durum.

İnsanın olduğu her yerde var.

Medeni bütün toplumlar bir şekilde örtünüyor.

İslam ve önce gelen diğer tüm semavi dinler, mü'minlerden bir şekilde örtünmelerini istiyor.

Kur'an'ın bu alandaki hükmü, 14 küsur asırdan beri böyle anlaşılmış, böyle yaşanmış ve hücrelere böyle nüfuz etmiş.

Ayrıca, tesettür baş örtmeden, giyim kuşamdan öte, İslam'ın hem kadın hem erkek dünyasına getirdiği, ve cinselliğin bağırgan biçimde ortaya sergilenmesini engelleyen bir mahremiyet çerçevesidir.

İslam'ın oluşturduğu hayat tarzının önemli bir boyutudur.

Evet, insanın en önemli fıtri yönelişlerinden olan cinsellik alanına getirilen bütüncül ölçülerin bir parçasıdır.

Tesettür ile oynamak demek, bir Müslüman toplumun bütün yaşama tarzı ile oynamak ve onu sarsmak demektir.

Ayrıca tesettür ölçülerini değiştirme iradesi, ya “Yeni bir din yorumu” anlamına geliyor ya da, dindar insanlara dışardan bir baskı anlamına...

Hangisi olursa olsun, bunlar kabul edilemez.

“Yeni bir din yorumu” ise, bunun, diyelim, laiklik açısından tutarlılığı olamaz. Hangi laik anlayış, bir dini yeniden yorumlama hakkını verir bir yönetime? Bu, açık biçimde dinle bağlantılı bir icraat değil midir? Bir dinin yorumunu, o dinin müntesibi olan alimler (ulema) yapacakken, laiklik adına hareket eden kurumların veya kişilerin din yorumu yapması kabul edilebilir mi?

Dindar insanlara baskıya gelince...

Buna, bugünün özgürlükçü dünyasında kimin hakkı olabilir?

Sonra böyle bir baskıyı meşru görmek, dinin ve dindarın hangi hayat alanında özgür olabileceği sorusunu gündeme getirmez mi? Hakim irade, gelsin ve canının istediği her yere burnunu soksun. Bu, hangi insan hakları çerçevesi ile bağdaşır?

Tesettürsüzlük asla evrensel bir kural değil.

Standart bir “çağdaş açılma sınırı” da bulunmuyor. Yani “Hangi açık kıyafet çağdaşlığın sembolüdür?” sorusunun cevabı da yok. Onun için, tesettürden çıkma dayatması, tamamen keyfi bir çağdaşlık yorumunun ürünü. İnsanlardan bu keyfi yoruma tabi olup, kendi dini değerlerinden vaz geçmelerini beklemek makul görülemez.

Şunu da belirtmek gerekiyor ki, laik uygulamanın dinle ilişkisini, başörtüsü gibi toplumun en hassas olduğu bir alana hasretmek, belki de laikliği en savunulamaz alana sürüklemektir.

Son söz şu olsun:

Türkiye, bu sorunu, daha çok toplum – devlet ilişkileri zedelenmeden çözmelidir.

Türkiye, İslam'la en sağlıklı ilişkiyi kurmalıdır. Çünkü İslam, Türkiye'nin olmazsa olmazıdır, Türkiye'nin ruhunu besleyen ana enerji kaynağıdır.
Ana Sorun: Din ve Laiklik Yorumu

Türkiye'de yaşadığımız sancının önemli boyutu, “Laiklik yorumu”nda toplanıyor.

Aslında bütün dünyada laiklik yorumu tartışmalı.

Türkiye'de ise konu, “Türkiye'ye özgü şartlar” gerekçesiyle daha bir tartışmalı....

Laiklik dünyada neden tartışılıyor?

İnsan ve toplumların en önemli aidiyetlerini oluşturan “dini alan”la ilgili düzenlemeler öngörmesi sebebiyle... Çünkü bu düzenlemeler, genelde “sınırlama” niteliği taşıyor ve insanlar, en temel aidiyet alanında sınırlamalardan rahatsız oluyor.

“Türkiye'ye özgü şartlar” ifadesi, laikliğin Türkiye'de dini alanı daha çok sınırlaması çerçevesinde kullanılıyor.

Çünkü Türkiye'de halkın dini İslam ve İslam, toplumsal hayata ilişkin ölçüler getiriyor.

-İnsanlar bu ölçülere uysunlar mı, uymasınlar mı, ne kadar uysunlar ne kadar uymasınlar?

Laiklikle ilgili tartışmalar biraz da şu eksende ortaya çıkıyor:

-Laiklik din ile ilgili olarak neyi sınırlasın?

Verilen cevaplardan birisi şöyle:

-İnsanlar bir dini yaşarken, başka dinden olan birisinin özgürlük alanına müdahale etmesin.

-İnsanlar, aynı dinden olan ancak din içinde farklı yorum yapanlara da müdahale etmesin.

-Devlet de bir din adına hareket etmesin, empozede bulunmasın.

Diğer cevap ise şu şekilde:

-Din, yani ilahi irade, artık toplumla ilgili ölçü koyma iddiasından vaz geçsin. Bu alanı insana bıraksın. İnsan da akıl ve bilimle kendi yolunu çizsin.

Laikliğin birinci yorumu, genelde daha az tartışılıyor. Ve “özgürlük” hassasiyetini öne çıkaran bir disiplin halinde algılanıyor. (Burada da İslam'ın farkı, “insanları hayra çağırma, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmanın bir dini görev olmasında ortaya çıkıyor.)

İkinci yorum ise, ilke olarak din ile problemli bir yaklaşımı sergiliyor. Dini alanı, hemen hiç sınır olmaksızın daraltmayı hedefliyor. Din, bir “kalp olayı”, “çok özel alan” haline indirgeniyor. İnsanın yaratıcı ile ilişkisine bile kendine özgü bir sınırlamayı öngörüyor. Bu yorumda “İnsan hayatında din ne kadar olacak?” sorusunun bile net cevabı yok. Çünkü o alan, kamu iradesi tarafından müdahaleye açık bir alan olarak görülüyor.

Türkiye'de hangi laiklik yorumu egemen?

Başından itibaren Türkiye Cumhuriyeti'nin bu noktadaki çizgisi tam netleşmiş değil. Laiklik, en temel ilke olarak kutsanmış ama, “çerçevesi ne olsun?”da farklılıklar ortaya çıkmış. Bir yandan din ile iç içe bir Cumhuriyet, bir yandan devlete bağlı din telakkisi, bir yandan devlet eliyle din reformu baskısı, bir yandan daha özgürlükçü yorumlar... dönem dönem yaşanmış...

Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü ile ilgili kararının gerekçesindeki yorum, ikinci şıkka daha yakın. “Kamusal alanda dini dışlayan” çok daha problemli bir ilişki tarzını gündeme getirmiş.

Görülen o ki, yargıda, siyasette, bürokraside farklı yorumlar var, ayrıca her birimin kendi içinde de yorum farklılıkları mevcut.

Mesela, Anayasa Mahkemesi'nin üye yapısı değişirse, laiklikle ilgili yorumların da değişebileceği ihtimalinden söz ediliyor. Nitekim, başörtüsü ile ilgili karara muhalif kalan üyelerin değerlendirmeleri, çok farklı bir laiklik perspektifine işaret ediyor.

Şimdi bu konu ile ilgili en önemli soruya dönelim:

-Millet laiklik yorumu yapabilir mi?

Galiba, tartışmalarda en az akla gelen soru bu...

Acaba sebep ne?

Yoksa hiçbirimiz, laiklik yorumunu milletin yapabileceğini düşünmüyor muyuz?

Belki de bir kısmımız “milletin buna hakkı olmadığı” gerekçesiyle, bir kısmımız ise “bu hakkı millete vermezler” gerekçesiyle... bu soruyu sormaktan imtina ediyoruz.

Toplumun yüzde 75'inin “Hayatın her alanında başörtüsüne özgürlük istiyor olması” ortalığı sarsan tartışmalarda neden hiçbir anlam taşımıyor?

Şu sorduğumuz soru, aynı zamanda “Demokratik bir laiklik” yorumu arayışı değil midir? Yani anayasanın iki temel ilkesi olan demokrasi ve laiklik arasında uyum...

Yoksa laiklik yorumunda “demokrasi” arayışına mahal yok mudur?

Yoksa laiklik yorumunda jakoben dil baskın mı olmalıdır?

Bana göre Türkiye, önemli bir bilinçlenme sürecinden geçiyor. Bu sorular da, o bilinç ikliminin ürünleri...

Toplum soracak, soracak, soracak...

Herkes de durduğu noktanın izahını yapacak. Başka çare yok. Dünya artık böyle bir dünya... Ben yaparım, sen sineye çekmeye mecbursun, dünyası değil.