- Balyoz Hudson’daki senaryoları hatırlatıyor

Adsense kodları


Balyoz Hudson’daki senaryoları hatırlatıyor

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 4 July 2012, 01:28 pm GMT +0200
“Balyoz” Hudson’daki senaryoları hatırlatıyor
Murat YILMAZ • 60. Sayı / SİYASETNAME


Asker sivil bürokrasinin, halka yönelik baskıcı vesayet ve tahakküm anlayışından kaynaklanan problemler, Türkiye’nin gündemini teşkil ediyor. Son olarak ortaya çıkan Balyoz Darbe Planları, milliyetçi muhafazakâr çoğunluğa karşı tertip anlayışının tezahürlerinden biri. Darbe planıyla anılan emekli Orgeneral Çetin Doğan atfedilen ordudaki mezhepçi yapılanmayla beraber düşünüldüğünde, merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve Hasan Celal Güzel tarafından 28 Şubat döneminde ifade edilen Baasçı diktatörlük endişesinin boşuna olmadığı görülüyor.

Halkın dinî inanç ve yaşayışını irtica olarak kabul ederek bunu bir tür iç tehdit olarak gören zihniyetin, kendi halkına karşı darbe planlaması Türkiye tarihinde nerdeyse bir gelenek oluşturuyor. Dinî cemaatlere yönelik provokasyonlarla yapay bir irtica tehdidi oluşturarak, sonra da bunu gerekçe göstererek darbe yapmaya yönelmek 27 Mayıs’tan bu yana tatbik edilen bir usul. Balyoz Darbe Planları yayınlandıktan sonra, önce Çetin Doğan bilahare Genelkurmay Başkanlığı bu planları, bir tatbikat olduğu teviliyle doğruladı. Genelkurmay açıklamasında şöyle deniyor:

"Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programı'nda bulunmaktadır. Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır."

Burada geçen “gerginlik dönemi” ifadesi tipik bir kontrgerilla kavramlaştırması olan gerilim stratejisini çağrıştırıyor. Jens Mecklenburg bu kavramsal çerçeveyi şöyle çiziyor: “Gerilim stratejisi, politik sağ ve solu, bir ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen, kendilerini ve toplumu imha eden iki uç olarak göstermeyi hedefleyen bir konsepttir. Özellikle İtalya’da, ama Türkiye’de de politik ve askeri elit bu stratejiden yararlanmıştır. Kaosun alternatifi olarak, sol ve sağ radikallere karşı sertlik ve kararlılıkla hareket etmesi gereken ‘güçlü devlet’ sunulmaktaydı, buna demokratik oyun kurallarının zaman zaman devre dışı bırakılması da dahildi.” (Gladio: NATO’nun Gizli Terör Örgütü, s.9)

Ortaya çıkan darbe planlarının Baasçı ideolojiyle çok benzeştiği görülüyor. Sünni çoğunluğa karşı bir azınlık. Dışarıya kapalı bir ekonomi, her alanda militarist bir yönetim ve Türkiye’yi 1920’lere döndürme çabası. Planın işbirliği yapılması düşünülen sivil ayağında yer alan kadroların, Batılı imajının sadece bir imajla sınırlı kaldığı apaçık bir diktatörlük rejimi taraftarı oldukları ortaya çıkıyor. Bu ideolojik anlayışın, iktidara gelmek için Fatih ve Beyazıt camilerini bombalamak, cemaati kışkırtmak, PKK ve El-Kaide’nin bombalı saldırılar yapmasını temin etmeyi hesaplaması kayda değer. Hükümeti zor durumda bırakmak amacıyla iç gerginlik stratejisini Yunanistan’la gerginliğe dönüştürmek gibi araçlarla önce sıkıyönetim sonra darbeyi düşünebilmesi ne kadar ölçüsüz olduklarını gösteriyor.

Tabloyu daha da vahim kılan durum bu planların 29’u general olmak üzere 169 subayın katıldığı seminerler marifetiyle hayata geçirilme kararının alınmasıdır. Planın uygulanması meselesine gelince; El- Kaide’ye mal edilen İstanbul bombalamaları, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul’daki evinin üzerinde alçak uçuş yapan savaş uçakları gibi hadiseler teşebbüslerin olduğunu ama dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök marifetiyle planın akim kaldığı anlaşılıyor. Planın akim kalması belki rahatlatıcı ama öte yandan böyle bir planın hesabının sorulmamış olması da bir o kadar rahatsız edici.

Tabii meselenin bir de dış boyutu var. Bütün ulusalcılılık iddiasına rağmen, darbeciler, Türkiye’nin menfaat ve bağımsızlığını tehlikeye sokacak büyük hatalardan kaçınamıyorlar. Tıpkı Osmanlı’yı hükümetten, meclisten ve padişahtan habersiz Birinci Dünya Savaşı’na soktukları gibi Türkiye’yi de darbe yapmak için Yunanistan’la savaşın eşiğine getirmekten çekinmiyorlar. Bütün hadiselerin ABD’nin Irak harekatı ve ABD askerlerinin Türkiye’den Irak’a geçişine izin veren 1 Mart 2003 tezkiresi öncesinde yaşanması bilhassa dikkat çekici. Uluslararası ayakları olan El- Kaide örgütünün yine bu dönemde İstanbul’da eylemler yapması, bu çevrelerin ABD’deki neo-conlar ve İsrail şahinleriyle ilişkisini akıllara getiriyor. Akla gelen bir başka konu da, 2007’deki Cumhurbaşkanlığı krizi öncesinde ABD’de Hudson Enstitüsü’nde Genelkurmay temsilcilerinin de katıldığı Türkiye’yle ilgili “dehşet senaryoları”dır. Bu benzerlikler akla şu soruyu getiriyor: Acaba Balyoz Darbe Planı da ABD’deki enstitülerde tartışıldı mı?