- Ballar balına ermek

Adsense kodları


Ballar balına ermek

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 30 June 2012, 12:04 pm GMT +0200
Ballar balına ermek
Elif TUNCA • 63. Sayı / SİNEMA


Tam da Sezai Karakoç’un “Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği” dediği noktadayız. Peyami Gürel’in “Kuun” tablolarında resmettiği o zamansız, mekânsız iklimde, ilk sözümüzü verdiğimiz elest bezminde… Ney’in, ayrılıklardan şikayet ettiği makamda…

Bu sayfalarda daha önce dilimiz döndüğünce şerhlerini düştüğümüz Yusuf Üçlemesi’nin ilk iki halkasından, Yumurta ve Süt’ten sonra Bal’da sıra. Bir yerde mevzuun ‘öz’ünü veren Bal’ın, daha önce orta yaşlarını ve ergenliğini seyrettiğimiz Yusuf’un çocukluğuna gitmesi manidar; zira en önemli soruları o zaman sorar ve en mühim meseleleri o zaman kafaya takarız. Bal aynı zamanda Yusuf’un daha önce görmediğimiz babasıyla ilişkisini de ilk kez nazara veren film. Basında elbette daha çok Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı kazanmasıyla yer buldu. Ödülle ilgili haberleri, yorumları hatta Yumurta’ya düşman olup da Altın Ayı’lı Bal’a ‘âşık oldu’klarını anlatanların yazılarını okumuşsunuzdur. O yüzden biz bütün bunların dışında sadece filme bakıp yönetmenin, bizzat kendisini bir rüya olarak tasarladığı ve bizi de dahil ettiği bu filmi/hâli hayra yormaya çalışalım.

Yusuf Üçlemesi, malum, Hz. Yusuf kıssasından mülhem. Babası Hz. Yakup’tan rüya tâbir ilmini tevarüs eden, kardeşlerinin hasedi yüzünden kuyulara atılan, köle diye satılan, zindanlara sürülen ve nihayet Mısır’a sultan olan Hz. Yusuf’un kıssasından... Hz. Yusuf’un, zindandayken bir an Müsebbib’ül Esbab’tan değil de sebeplerden medet umması, şair Yusuf’un genel karakter özelliği olarak çıkıyor karşımıza Bal’da. Okula yeni başlamış, babası evde ‘Oku’ dediğinde takvim yapraklarını takır takır okuyan ancak okulda kekeleyen Yusuf, kaderin planlarından habersiz sürekli kendi planlarını hayata geçirip neticeye hemen ulaşma derdinde. Ama her hamlesi boş çıkıyor, nasibiyle nefsi sürekli çatışıyor. Babasının peşinden gitmek ister, oysa babasını gizlice takip ettiğinde okul arkadaşı ve komşu çocuğu İdris’e babasının gösterdiği ilgiden incinecektir. Gözünü gönlünü kendisine hasreden annesinin birlikte çay toplama çağrısını ise reddeder. Okuldan dönüp ahıra girdiğinde katıra su verir, oysa katır saman yiyecektir ve kovayı devirdiğinde Yusuf’un okul çantası içindekilerle birlikte sırılsıklam olur. Arkadaşları gibi kırmızı kurdele takabilmek için ezberlediği okuma parçasını okumak ister, oysa öğretmeni başka bir yerden okutur. Buna mukabil öğretmeni başka bir çocuğun kalemtıraşını fark etmeden ona verdiğinde ses etmez, İdris’in defterini alıp yapmadığı ödev için ‘aferin’ alır ve İdris’in kulağı çekilirken pek de rahatsız görünmez. Ve bir türlü katıl(a)madığı teneffüs oyunlarını pencereden/çerçeveden seyrederken bir sesin çağrısına kapılacak, hem şiirle hem de gönlüne düşen ilk ateşle karşılaşacaktır. Bunun nişanesi de saçtan düşen bir beyaz kurdele… Ve hem kırmızı hem de beyaz kurdele için ömrü boyunca mücadele edecek, tökezleyip duracaktır Yusuf…

Oysaki babası onu tam donanımlı yetiştirmektedir. Arıcılığın, tabiatın, rüyaların ve insanlığın dilini öğretmektedir Yusuf’a. Ve eğittiği atmacayla okul-ev arasındaki yolda Yusuf’un yalnız, rehbersiz kalmamasını sağlayan da odur. Arı gibi çalışıp didinip derleyip bal gibi bir öz sunma gayretindedir Yusuf’a. (Ki aslında yönetmenin yaptığı da bundan farklı değildir; hem Yumurta hem Süt hem de Bal, farklı gıdaların, ‘işlenmek’ten öte ‘özümsen’miş bir sunumu, bir ‘yeniden üretimi’dir nihayet.)

Ancak ‘kopuş’ gerçekleşir ve Kara Uçurum’a kovan yerleştirmeye giden Yakup bir daha dönmez. Annesi bu esnada Yusuf’u, Miraç kandili vesilesiyle anneannesine gönderir. Yusuf orada Miraç’ın hikâyesinin anlatıldığı bir sohbet sürerken Mevlana’nın, kuyuda aksini görenin hikâyesini anlattığı gibi bahçedeki kovaya yansıyan ay’a dalar. Aksin peşine hatta içine düşer Yusuf, kafasını kovaya sokar. Ama kendisi ıslandığıyla kalır; ay’a bir şey olmadığı gibi aksi de Yusuf çekildiğinde tekrar yekpare olarak görünmeye devam eder.

Okuldan eve döndüğü bir gün, kapıda annesine başsağlığı dileyenleri gördüğünde kendini, babasının, babasıyla ikisinin mekânına, ormana vurur. Birkaç gün önce kaybolan atmaca birden belirip onu ormanın daha da içlerine taşır ve yeniden kaybolur. Yusuf, atmacayı biraz aradıktan sonra bir ağaç dibinde uyuyakalır. Aslında –üçlemeden tanıdığımız kadarıyla söyleyebiliriz ki– hayatı boyunca yapacağı gibi… Yusuf her ‘kayboluş’unda ‘uyku’ya sığınacak, gerçeğin ötesindekiyle, mecazla, şiirle avunacaktır. Onun şiirleri, uykudaki sayıklamalarıdır aslında. Başından sonuna rüya olan bu dünya hayatında yapıp ettiklerimizin bir sayıklama olması gibi tıpkı… Rüyamızın tâbiri, ballar balına ermek olur inşallah…

Bal
Yön: Semih Kaplanoğlu
Oyn: Bora Altaş, Tülin Özen, Erdal Beşikçioğlu