- Bahçıvan Olmanın Engin Huzuru

Adsense kodları


Bahçıvan Olmanın Engin Huzuru

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Tue 27 September 2011, 06:08 pm GMT +0200
Bahçıvan Olmanın Engin Huzuru



Kasım 2007 - 107.say


Ahmet ALEMDAR kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Her insanın hayatı kendi bahçesidir. Bu bahçede yalnız da değildir. Koruyup gözetmesi, ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği başkaları da vardır. Bahçıvanı iyi olan bahçelerde güller biter, güzel kokular yayılır. Peki ya bizim bahçemizde?..

Tolstoy’un kaleme aldığı eserlerden birinin başlığı “İnsan Ne İle Yaşar?” sorusudur. Bu kitabında yazar kendi manevi dünyasındaki dönüşümleri anlatmaktadır. Öyle ki söz konusu başlık metin ilerledikçe
“İnsan Ne İçin Yaşar?”a dönüşmektedir. Tolstoy’u Allah’ın varlığını kavramasına götüren olay, bir kadının başka çocuklara gösterdiği samimi ve derin sevgisidir. Der ki: “...Kadın kendisinin olmayan çocuklara
duyduğu sevgiyi gösterip ağlayınca, içindeki Tanrı’yı gördüm. O anda ‘insan ne ile yaşar’ anladım. O an, Tanrı’nın son dersini verdiğini ve beni bağışladığını anladım. O anda üçüncü kez gülümsedim.”

İnsanın ne ile veya ne için yaşadığı sorusu, bu dünyadaki varlığının anlamı ve değeriyle yakından ilgilidir. Tolstoy, kadında gördüğü merhametin ancak Allah’tan gelebileceğini anlamıştır ve şahit olduğu bu olaydaki rahmetin genişliğine bakarak Allah’ın kendisini de affettiği sonucuna varmıştır. İnsan sadece kendi kendisi için mi yaşar? Veya bir başka ifadeyle insan bu dünyada kendi kendisi için mi vardır? İnsan kendisi dışındaki varlıklara ilgi duyduğu ve onları sevdiği ölçüde, kalbindeki ilâhi makamı deşifre etmiş olmaktadır. Yaratıcının rahmet dolu fiilleriyle çevresini kucaklayan insan, yeryüzündeki halifelik görevini yerine getiriyor demektir. (En’am, 165; Fâtır, 39)

Başkalarının İyiliğini Düşünenler

Birbirlerine yardım eden insanlarda kıskançlık ve rekabete dayalı çekişmeler olmaz. Bunun içindir ki İslâm’da müslümanın muhtaç olanlara yeterince yardım etmesi, yardım edemeyen kişinin ise güler yüz ve tatlı dil ile o kişiyi sevindirmesi çok sevaptır. Muhammed Bâkır Hazretleri: “Dünyada insana en iyi yardımcı, din kardeşlerine iyiliktir.” buyurmuştur.

İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmek ten daha çok sevaptır. Zira cennetin yüksek derecelerine kavuşmanın bir yolu da mallarımızdan geçer. Hayır ve iyilik kurumları, okullar, aşevleri, hastaneler yapmak, acizlere, fakirlere ve kimsesizlere yardım etmek, çeşmeler, köprüler yapmak, mal ve servet ile olur.

Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Allah Tealâ, bazı kullarını başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak, onlara yardımcı olmak için yaratmıştır. İhtiyacı olanlar bunlara başvurur. Bunlar için ahirette azap korkusu olmayacaktır.” buyurmuştur. Tabii ki bu hadisteki ihtiyaç kavramını sadece maddi anlamda düşünmemek, psikolojik ve toplumsal ihtiyaçları da göz önüne almak gereklidir. İnsanların ihtiyaçlarını
gidermede, imkanlarımızın ötesinde çaba sarf ediyor isek o zaman, İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin şu müjdesine nail olabiliriz:

“Allah Tealâ’nın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir. Allah kullarına ‘ıyâlim’ demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allah, bu kullarından bazısının nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsanda bulunmuş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip şükretmek, Rabbinin kullarına hizmet etmeyi ve onları yetiştirmeyi saadet ve şeref bilmek gereklidir.”

İsâr ve Diğergâmlık


Cömertliğin bir üst derecesi, diğergâm olmaktır. Diğergâmlık cömertlikten kat kat daha büyük faziletleri barındıran duygu ve davranış bütünlüğüdür. Çünkü diğergâmlığın temelinde Kur’an-ı Kerim’de geçen “isâr” ilkesi vardır. İslâm Tarihi, her dönemde isâr ilkesiyle hareket etmiş nice insanların menkıbeleriyle doludur.

Peygamber Efendimiz s.a.v. dönemindeki en büyük diğergâmlık örnekleri, müslümanların Medine’ye hicreti sonrasında yaşanmıştır. Ensar’ın sahip oldukları her şeylerini Mekke’den gelen müslüman kardeşleriyle
paylaşmaları aşağıdaki ayette övülmektedir: “Muhacirlerden önce, Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara
verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını kendi nefislerine tercih ederler. “ (Haşr, 9)

Ebu Hüreyre r.a.’dan gelen bir rivayete göre: Bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna bir adam geldi ve açlıktan takatinin kesildiğini söyledi. Rasulullah s.a.v. hanımlarına bu adama bir şeyler vermeleri için haber gönderdi. Hanımları evlerinde sudan başka bir yiyecek bulunmadığını söyleyince Rasul-i Ekrem s.a.v.:

– Bu gece bu adamı kim misafir edecek, dedi. Bunun üzerine Ensar’dan Ebu Talha olduğu rivayet edilen kişi:

– Ya Rasulallah, ben misafir ederim, dedi. Onu evine götürdü.

Evde hanımına yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sordu. Karısı da yalnızca çocukların yiyeceği kadar bir şey bulunduğunu söyledi. O da:

– Öyleyse onları bir şeyle avut, sofraya gelmek isterlerse uyut. Misafirimiz eve gelince lambayı söndür, ona kendimiz de yiyormuş gibi gösterelim, dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu. Kendileri karanlıkta yiyormuş gibi davrandılar ve aç yattılar. Sabah olunca ev sahibi Peygamberimiz s.a.v.’in yanına gitti. Rasulullah s.a.v Efendimiz ona:

– Bu gece misafirinize karşı yaptığınız davranıştan Allah razı oldu, buyurdu. Allah Tealâ da onlar hakkında yukarıdaki ayet-i kerimeyi (Haşr, 9) indirdi. (Riyâzü’s-Salihîn, I, 586-587)

Mutluluk Yolu


Mutluluk, hayatta oynadığımız rollerde gizlidir. S. Maugham’in “Hayatta devamlı mutluluk ancak başkaları için yaşamakla elde edilebilir.” dediği gibi, eğer sürekli olacak bir mutluluğu istiyorsak, karşılaştığımız insanlar için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Böylece bu dünyada kendi kendimizle değil, diğer insanlarla birlikte olduğumuz duygusunu yaşamış oluruz.

Müminlerin hakikatte kemâle ermesi için Peygamberimiz s.a.v.’in ısrarla vurguladığı temel mesajlarından biri, canlılarla olan her ilişkimizde merhameti göz ardı etmemek ve kendimizi nasıl kayırıyorsak başkalarını daha fazla kayırmaktır.

Yermük Savaşı’nda meydana gelen şu olay, Peygamber Efendimiz’in diğergâmlık ilkesiyle yetiştirdiği sahabenin vardığı kemâl noktasını ortaya koyar:

Hz. Huzeyfe r.a. şöyle anlatıyor:

“Yermük Savaşı’nda, yaralılar arasında kalan amcamın oğlunu aramak üzere savaş alanında geziyordum. Yanımda biraz su vardı. Hava da çok sıcaktı. Amcamın oğlunu buldum. Su isteyip istemediğini sordum. Başıyla, isterim, dedi. Tam suyu içireceğim sırada öteden birisi, “Ah su!” diye inledi. Amcazadem gitmemi ve suyu ona içirmemi işaret etti. Gittim, baktım ki Asım’ın oğlu Hişam. Tam ona su vereceğim sırada başka birisi “Su!” diye inledi. Hişam da suyu içmedi ve beni ona gönderdi. Arayıp buldum, fakat kendisine suyu ulaştırıncaya kadar o şehit olmuştu. Hemen Hişam’ın yanına koştum, o da şehit olmuştu. Bari suyu amcamın oğluna içireyim diye onun yanına gittim, fakat o da şehit olmuştu. Nihayet su elimde kaldı. Allah hepsine rahmet etsin.”

Bu güzel insanlar kendilerini adeta bir bahçıvan gibi hissetmişlerdi. İçinde yaşadıkları dünya bahçesinde önce hangi bitki veya ağaç sulanması gerekiyorsa, ellerindeki suyu oraya ulaştırmak temel hedefleriydi. Çünkü onlar, dünyayı cennet bahçesi haline getirmenin ancak böyle mümkün olacağını biliyorlardı. İnsan ahlâken ne kadar iyi olursa olsun, bir bahçesi yok ise kendisi de yok olmaya mahkûm olabilir.

Hepimiz tahsis edilen bahçeden sorumlu bir bahçıvan gibi, toprağımıza ektiğimiz tohumlar için çapa yapmalı, onları kendimiz susamış olsak bile kendi özsuyumuzla sulamalıyız. İşte o zaman, Rasim Özdenören’in “Gül Yetiştiren Adam”ı gibi varoluş sorumluğunu yerine getirmiş oluruz. Böylece kendi yaşadığımız zaman diliminde bu dünya cennetinde nice güllerin evrenin her tarafında Muhammedî kokuları yaydığını temaşa edecek ve kendini bahçedekilere feda eden bir bahçıvan olmanın engin huzuruyla bizi Rabbimize götürecek bir sefere çıkabileceğiz.


İsâr Kavramı


İsâr kavramı, başkasını herhangi bir beklentimiz olmaksızın kendimize tercih etmeyi ifade eder. Yani bir kimsenin, kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi başka bir muhtaca vermesi, onu kendine tercih etmesi, başkasınıkendinden daha çok düşünmesi demektir.

Bu kavram sadece verme ile ilgili değil, aynı zamanda bir müslüman kardeşimizin maddi veya manevi alanda bizden daha önde olmasını istemektir.Camiye girerken bile başkalarının önce girmesi için yolu açmak,
ön safta namaz kılmanın sevap olduğunu bildiğimiz halde bir başka kardeşimizi bu sevaba layık görmek de isâr çerçevesinde düşünülebilir. İnsan ancak bu yaklaşımla nefsindeki kıskançlığı yok edebilir; diğer müslümanları gerçek bir gönüldaş olarak görebilir.

İnsan, ancak kendisi dışındaki varlıklara ilgi duyduğu, yakınlaştığı ve onları sevdiği ölçüde, kalbindeki ilâhi makamı ortaya çıkarabilir.



Kula Hizmet Edince Ne Olur?



Varlık dünyasında insanın yaratılmışların en şereflisi olabilmesi için, kendi varlığının sınırlarını aşması gereklidir. Yani hayatın merkezinde Yüce Allah’ın varlığı olduğunu düşünerek diğer insanlara hizmet etmeyi, onların ihtiyaçlarını karşılamayı, “Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!” (Fâtiha, 5) ayetinde buyrulduğu üzere Allah’ın rızası için, O’na kulluk için yaptığını ifade eden kişi, Allah’a yakınlaşıyor demektir.

İnsanın kendi varlığını Allah’a adaması, O’nun diğer kulları ve yaratılmış diğer varlıkları için hizmet etmeyi düşünmesi, nefsinin kendisine fısıldadığı şeytanî etkilerden arınabilmesinin yolunu da açacaktır. Bu yola girebilmek için ise, Allah Rasulü ve onların yolundan giden nice aşıkların yaptığı gibi insanın aşka sarılması gerekir. Çünkü insanın kendisini başkaları için feda etmeye yönelten temel
faktör aşktır. Tolstoy’un dediği gibi, “Hayatını sevdikleri için feda edenlerin aşkından başka aşk yoktur; aşk, ancak kendi kendimizin feda edilişi olduğu zaman bu isme layıktır.” Hâce Alaeddin Attar k.s. Hazretleri, “Kendinizi öne çıkarmayıp kardeşinizi nefsinize tercih ediniz.” demektedir.

Cömertlik, insanın imkanları ölçüsünde kendisinde fazla olanı vermesidir. Allah’a ulaşmak için ibadetlerinde hassas davranan insanın, O’nun özel yakınlığını kazanabilmesi için cömertliğin de ötesine geçmesi
beklenir. Bu kişi, kendisinin ihtiyacı olduğu halde başkasını kendi nefsine tercih etme duygusuyla hareket etmelidir.