saniyenur
Sat 9 June 2012, 08:05 am GMT +0200
AVRUPA KÜLTÜRÜNE ETKİLER
1- Bilgi
Hz.' Peygamber, ashabının hayatına yeni boyutlar kazandırmış, onlar da her alanda tüm dünya uluslarının kültür ve medeniyetlerini etkilemişlerdir. Allah'ın, yerin ve göğün derinliklerindeki, sınırsız, gizli hazinelerini arayıp bulmak için ilmin dayanacağı sağlam temelleri ortaya koymuşlardır.
İslâm bilgiye büyük önem verir ve onu insanın gelişmesinin esası, kültür ve medeniyetin büyümesinin anahtarı olarak görür. İlk gelen vahyin öğrenme ile ilgili olması, bu gerçeğin apaçık bir deIilidir:"(Ey Muhammed) Yaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren Rab-bin, en büyük kerem sahibidir." (96: 1-5). Bu ayet, değersiz düşük bir maddeden yaratılan insanın, yükselerek meleklerden dahi üstün olabileceğini, bunun da ancak araştırma, öğrenme ve bilgi sahibi olmayla mümkün olduğunu açıkça göstermektedir. Bu bilgiden herkesin istifade edebilmesi ve yaygınlaşması, nesilden nesile kültürel mirasın korunması İçin, insanın yazıyı da kullanması gereklidir. Rahman Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti." (55: 2-4)
Daha önce meleklerin reddettiği insan, yeryüzünde halife kılınmış, bilgi zenginliği ile teçhiz edilmiştir. "Ve Adem'e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. 'Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin* dedi. Cevap verdiler: 'Sen münezzehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen hem bilensin, hem Hâkim'sin. Allah, 'Ey Adem, onlara İsimlerini söyle' dedi." (2: 31-33).
İnsan hayatının her safhasında bilgi gereklidir. İnsanın önce kendini bilmesi gerekir; çünkü kendini bilmeden hiçbir şeyi bilemez. Gerçek şu ki, kişinin kendini bilmesi, Allah'ı da bilmesini sağlar: "O'nun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz." (41: 53).
Peygamber, "Nefsini bilen, Rabbini bilir." buyurmuştur. Bu bilgi şüphesiz insanın yalnız maddî ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, onun birçok problemini de içine alır. İnsanın kendisi nedir ve nereden gelmiştir? Nereye gitmektedir? Bu dünyada ne amaçla bulunmaktadır? Gerçek mutluluk nedir?
"İslâm'ın Özüne göre, her insanın İdeali olan mutluluk, Allah'ı bilmekle doğrudan ilgilidir. Bir başbakanın veya bir hükümdarın güvenini kazanmak kişiye hoş gelebilir, fakat devletin sırlarından haberdar edecek kadar kim ona yakın olabilir!" (Dr. Ahmed A. Galvaş, The Religion of islam, Cilt II, s. 208-220). Allah'ı ve O'nun sıfatlarını bilmek elzemdir, çünkü bunlarsız kişinin inançlarının ve imanının hiçbir anlamı yoktur. Sonra, gündelik hayatında Allah'ın emirlerine göre davranmalıdır. İlâhî Kanun'a uygun olarak hayatını nasıl tanzim edecektir? İşte, Allah'ı ve sıfatlarını bilmekle insan ahlâkını, inançlarını, hareketlerini saflaştırır ve fazilet sahibi olur. Bu bilgi olmadan insan ne Allah'ı ve sıfatlarını tanıyabilir, ne de O'nun yolundan gidebilir. Yine insanın, Allah'a inanmasının ve itaat etmesinin sonucunu bilmeli, inançsızlığın ve inkârın kötü sonucu hakkında da uyanık olmalıdır. Ancak bu düşünüşün sonucunda insan kendini kurtarabilir. Cahil bir kimse ise inanmak ve inkâr etmek arasındaki farkı görmez. (A. Mevdû-di, Towards Understanding islâm, s. 20-23).
Müslümanın imanı onu her alanda bilgi sahibi olmaya zorlar. Kendi yaratılışı Allah'ı bilmesini ve tanımasını sağlar; kendi sahip olduğu hikmet ve potansiyel içinde Allah'ın sıfatlarının bir yansımasını görür. Böylece, kendisini tanıyan insan, Allah'ı ve sıfatlarını da yavaş yavaş tanımaya başlar. (Dr. Ahmet Galvaş, a.g.e.) Bu, Hz. Peygamber'in açıkladığı ölümsüz hakikatin ispatıdır: "Allah insanı kendi suretinde yaratmıştır."
İslâm'ın bilgiye çok önem vermesinin sebebi budur. Allah, Peygamber'a bilgi ufkunun daha da enginleşmesi için yalvarmasını buyurmuştur: " 'Rabbim ilmimi artır' de." (20: 114). Müminlere de şöyle öğütlenmek-tedir: "İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler." (9: 22). Cahillere ise şöyle buyurul-muştur: "Bilmiyorsanız kitaplılara sorun" (16: 43).
Musa'a da, kendisine Allah tarafından bilgi verilen birinden öğrenmesi buyurulmuş-tur: "Bu arada ikisi —katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz— kullarımızdan birini buldular?' (18: 65). Sonra Allah bilgi sahiplerinin cahillere üstün olduğunu belirterek şöyle buyurur: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar." (39: 9). Ankebut Suresi'nde de şöyle buyu-rulmaktadır: "Biz bu misalleri insanlara veriyoruz, onları ancak bilenler anlayabilir." (29: 43).
"O haberi Peygamber'e veya kendilerinden buyruk sahibi olanlara götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya kadir olanlar onu bilirdi." (4: 83). Bu ayet, bilenlere danışarak hareket etmeyi öğütlemektedir.
Bilgi sahibi olmak çok Önemli olduğu için Peygamber daima öğrenmeyi buyurmuş, bunun kadın-erkek bütün müslümanlara farz olduğunu belirtmiştir.
Âlimlerin, peygamberlerin varisleri olduğunu da belirterek, Allah'ın Rasulü şöyle buyurmuştur: "Âlimlerin mürekkebi, şehidle-rin kanından daha üstündür; bir saat Allah-ın yarattıklarının hikmetini tefekkür etmek, yetmiş yıllık ibadetten daha hayırlıdır; bir saat ilimle ve bilerek hareket etmek, bin şehid namazı kılmaktan, bin gece, yatmayıp ibadet etmekten daha hayırlıdır; ilim yolunda durmadan çalışan talebeye Allah, saadet köşklerinden yüksek bir yer verecektir; her Öğrendiği şey için mükâfatlandırılacaktır; her attağı adımın karşılığım görecektir, ilim yolunda uğraşan kimseyi cennette melekler karşılayıp selamlayacaktır, tlim sahiplerinin sohbetinde bulunmak, nafile ibadetten, yüz köle azat etmekten daha hayırlıdır; kim ilimi ve ilim sahibini üstün tutarsa Allah da onu ahi-rette üstün tutar; kim âlimleri tercih ederse, beni tanır; kim Peygamber'ın öğrettiklerinin özünü kavramak isterse âlimlere kulak versin." (Emir Ali, The Spirit of islam, Londra, 1974, sh. 360-362).
Yine, Peygamber, "Gün ağarmadan kalkıp ilimden bir cüz öğrenmek, yüz rekat (nafile) namazdan; dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır; ilim bir hazinedir ve onun anahtarı sormaktır. Öyleyse sorun. Çünkü dört kişiye mükâfat vardır: Sorana, ilim sahibine, dinleyene ve onları sevenlere; âlim bir kişinin sohbetinde bulunmak, bin rekât (nafile) namazdan daha hayırlıdır!' buyurmuştur. "Ey Allah'ın Rasulü, Kur'an okumaktan da mı hayırlıdır?" diye sorulunca, Rasulullah: "İlim olmadan Kur'an insana ne verebilir?" buyurdu.
"Beni gönderen Allah tarafından verilen ilim ve gösterilen misaller belirli bir yere yağan yağmur gibidir. Bir damlası su olur ve otlar yeşerir, bereket, fışkırır. Diğer bir damla ile kuyular, hendekler dolar, insanlar Allah'ın rahmetinden nasiplenirler. Orada"n su içer, tarlalarını sular, ekin yetiştirirler. Sonra bir damla daha vardır ki ne içilir, ne de onunla ot yetişir. İlk damla, sahip olduğu ilimden faydalanan insana benzer; ikinci damla bilgisinden başka insanları faydalandıran kişi cibidir;üçüncüsü ise ikisinden de mahrum gibidir." Ve Peygamber, "İyiliği öğütleyen, iyilik işleyen gibidir!' diye ilave etmiştir. (Mu-hammed Hamidullah, Introduction to islam, s. 447).
Rasulullah şöyle buyurmaktadır: "İlim Çin'de dahi olsa gidip alınız; kim ilimden bir cüz öğrenir de onu insanlara Öğretirse, yetmiş sıddık sevabına nail olur; hikmetli bir söz işitip, onu hatırlayarak müslüman bir kardeşine Öğretmek ne güzel bir hediyedir; bir müslüman, müslüman bir kardeşine kendisine ulaşan doğru bir geleneği öğretmekten daha büyük bir fayda sağlayamaz; bir mümin, güzel bir öğüt işitir de onunla amel ederse, bu onun için bir senelik (nafile) ibadetten daha hayırlı olur; kendisine gıpta edilecek iki kişi vardır ki, birisi Allah'ın kendisine verdiği ilimle âmil olan, onu diğer insanlara öğreten kişidir."
Bütün İslâm âlimleri ve düşünürleri de aynı şekilde ilme ve İlim ile uğraşmaya büyük önem vermişler, her şeyden üstün tutmuşlardır. "İlim, mal-mülk sahibi olmaktan daha İyidir. İlim seni korur, mal-mülk ise adalete muhtaçtır; mal-mülk verdikçe azalır, ilim ise dağıttıkça artar." İbni Esved şöyle demektedir: "İlimden daha şerefli hiçbir şey yoktur. Hükümdarlar insanlara hükmeder, âlimler ise hükümdarlara." (M. Hamidullah, a.g.e., s- 447). İbni Mesud şöyle demektedir: "Ölüm size gelene dek ilime talip olun. Nefsin Yed-i Kudretinde olan Allah'a andolsun ki, Allah yolunda canlarını feda edenlere, âlimlerin derecesine bakıp, Allah'tan onlarla haşrolmayı dileyeceklerdir. Âlimler çağla-nn kandilleridir denilmiştir. Her biri kendi zamanına ışık vermiş, insanları aydınlatmışta?' Hasan Basri ise şöyle demiştir: "İlim kişiyı hayvan mertebesinden kurtarıp, insan yapar." (M. Hamidullah, a.g.e., s.447). Ayetlerin ve hadislerin bu konudaki bildirdiklerini özetlersek: İlim, yolda arkadaş, yalnızlıkta dost, dinde yol gösterici, saadet ışığı, yabancıya candan bir yakın ve Cennet yolunun göstericisidir. Onunla Allah bir kavmi yükseltir, dünyaya önder yapar, iyiliğe yöneltir. Karada ve denizde her şey ona sığınır, hatta denizdeki balıklar, böcekler, ormanlardaki yaratıklar, davarlar, gökteki yıldızlar ondan yardım diler. Bilgi ile Ölü bir kalp canlanır. Karanlıkta kalmış gözlerin ışığıdır ilim. Onunla insan yüksek mertebelere ulaşır. Tefekkür, ilim yolunda çalışmak, oruç, namaz gibi birer ibadettir. Onunla Allah'a uyulur, kulluk edilir, Allah'ın Bir'liği anlaşılır. İnsanın imanı onunla kuvvet bulur.
İlim olmadan neyin meşru, neyin gayri meşru olduğu anlaşılmaz.
Kur'an-ı Kerim, göstermektedir ki, bütün peygamberlerin hedefi, insanlara neyin yanlış, neyin doğru olduğunu öğretmek, böylelikle insanların doğru yolda gitmelerini sağlamak ve yeryüzünde âdil ve dürüst bir sistem kurmak olmuştur. (57: 25). Rasulullah da aynı maksatla gönderilmiştir. "Kitapsız kimseler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'durT (62: 2). İnsanın iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etmesini şüphesiz ki bilgi sağlar. Ve mümin ancak ilmi ile Allah'ın rızasını kazanabilir. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim'de "Bilmiyorsanız, kitaplılara sorun." buyurulmak-tadır (16: 43). Rasulullah da bir hadis-i şeriflerinde bir âlim, şeytana karşı bin cahil âbidden daha güçlüdür, buyurmaktadır.
İnanç, dinî ilimleri bilmeyi gerekli kılıyorsa, ibadet de dünyevî ilimleri bilmeyi gerektirir. Namaz kılarken Mekke'ye yönelir ve belirli vakitlerde namaz kılınır. Bu, coğrafya ve astronomi ilimlerinden haberdar olmakla mümkündür. Oruç tutmak için de şafağın doğması, güneşin batması gibi tabiat olaylarını bilmek gereklidir. Hacc farizasını yerine getirmek için Mekke'ye giden yolların ve vasıtaların bilinmesi gereklidir. Zekâtın verilmesi, mirasın dağıtılmasının hesaplanması için matematik bilmek gereklidir. Aynı şekilde, Kur'an-ı Kerim'i tarihî gerçeklerin ışığında, anlamak ve işaret ettiği ilimleri kavramak gerekir. Şurası bir gerçek ki, Kur'an-ı Kerim'İ mütalâa etmek İçin öncelikle onun dilini bilmek gereklidir. Kur'an-ı Kerim'i hakkıyla anlamak için tarih, coğrafya ve diğer ilimlere sahip olmak lâzımdır MuhammedHamidul-lah, a.e.g. s. 44).
İslam, ahlâk, ilahiyat, tarih, astronomi ve arkeolojiden, tıp, fizik, ekonomi ve psikolojiye kadar hemen bütün ilim dallarını kuşatır: "islâm'daki ibadet anlayışına hiçbir dinde rastlamak mümkün değildir. Yüce Yaratan'ı, insana en iyi ve açık şekilde tanıtır." (Hammudah Abdalati, islam in Focus, s. 108-109). Müslümanın Allah inancı bilgiye ve araştırmaya dayanır. Bu inanç, ona bilgi kapılarını aralamış ve gücünün yettiği kadar ilerlemesini sağlamıştır: "Ufkunu genişletmek, bilgi dağarcığını arttırmak isteyen serbest düşünceli bir kişiye İslâm hiçbir kısıtlama getirmemiştir. Aksine, rasyonel ve deneysel bütün ilmî metodlan kullanmaya çağırmıştır. Bu çağrı, İslâm'ın insanın entellektüel yeteneklerine ne kadar büyük önem verdiğinin, zihnini sıkı zincirlerden ve sınırlamalardan kurtarmasını istediğinin bir göstergesidir. Kişiyi yükseltmek ve fizik ve metafizik, ilmî ve felsefî, sezgisel ve deneysel, organik ve diğer bütün düşünce alanlarında özgüven ve İlâhî Hâkimiyet ile ufkunun genişlemesini ister. Allah'a iman, insanın zihnini, besler, entellektüel hayatını verimli ve üretken yapar. İnsanın ruhsal ve entellektüel faaliyetleri, yukarda belirtildiği üzere, İslâm'ın öğretilerine uygun şekilde düzenlenirse, kişinin iç dünyasını huzur kaplar ve sağlıklı bir yapıya sahip olur. Kişinin dünyası emniyette olduğu vakit dış dünyası da aynı şekilde sağlıklı olur." (H. A. islam in Focus, s. 108-109).
İnsana araştırma ve inceleme kapılarım açan ve ona düşünce ve hareket alanlarında bitmez tükenmez fırsatlar sunan, bilme ve iğrenme arzusudur. İslâm'ın ilk yıllarında, müslümanlann ilim ve sanat alanındaki başarıları bunun en kuvvetli delilidir. Nereye gîttîlerse yanlarında bilgiyi de götürmüşler ve o ülkelerin medeniyetlerini, kültürlerini zenginleştirmişlerdir. Avrupa ve dünyanın diğer ülkeleri ilim ve fen alanında yaptıkları ilerleme ve gelişmeyi İslâm'a borçludurlar; fakat ne yazık ki şimdi ilim onların elinde yanlış bir yol izlemektedir. Gerçek şu ki, bilgi yalnız inanç ve ibadet ile sınırlı değildir, hayatın bütün alanlarını kuşatır. Tabiat kanunları ve Allah'ın yarattıklarının hikmeti, bu kanunlann tanınması ve kontrol altına alınması ile bilginin ilişkisi, dinî inanç ve ibadetlerle olan ilişkisi kadar önemli bir yer tutar! Fakat imandan temelini almayan bir bilgi bu tanımlanan bilginin dışındadır. Tabiat kanunlarını inceleyen ilimlerle, meselâ astronomi, biyoloji, fizik, kimya vs. gibi bütün ilimler imanın temelinin sıkı ve kuvvetli bir münasebeti vardır. Bütün bu ilimler Allah'ın varlığının apaçık birer delilleridir. Allah inancından uzak insanların başıboş arzularının kontrolü altına girmeyi temenni ederler.
İlmî gelişmelerin görüldüğü süre içinde Avrupa'daki durum böyle idi.
Kilise ile bilginler arasında ayrılıkların oluşu ve bilimin ve Öğrenmenin Tann'dan uzaklaşıp yanlış bir yol tuttuğu bir dönem yaşanmaktaydı.
Bu ayrılık bilim ve sanat dalları dahil hayatın bütün sahalarında tesirini göstermiş ve ardında silinmez izler bırakmıştı. Batı'da bütün bilim dallan dine karşı nefret taşıyarak gelişmiş ve hep karşı olmuşlardır." (Seyyid Kutub, Me'alimu fi't-Tariq, sh. 323-324)