hafız_32
Fri 1 October 2010, 11:26 am GMT +0200
ASR-I SAADETTE SUFFA ASHABI
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten
(Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Bursa)
Akif Köten 1951 yılında Samsun'un Ladik ilçesinde doğdu. 1969 yıhnda Çorum I.H.L.nden, 1973 yılında İzmir Yüksek îslam Enstitüsünden mezun oldu. 1977-1982 yıllan arasında Bursa Yüksek İslâm Enstitüsünde Hadis Asistanlığı ve öğretim üyeliği yaptı. 1982 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis öğretim görevliliği yaptı. 1983 yılında "Kadı İyaz'ın Hayatı, Eserleri ve Hadis Şerh Metodu" konusunda tez vererek doktor oldu. 1992 yılında yardımcı doçent oldu. Halen aynı fakültede Hadis anabilim dalında öğretim üyeliği görevine devam etmektedir. Eserleri:
- Hz. Peygamber'in Devlet Başkanlığı
- Hz. Peygamber Döneminde Şaka ve Bazı Şakacı Sakabiler [1]
Giriş
Peygamberlere ilk inananlar genellikle, toplumun alt kesimlerini oluşturan köleler, fakirler, güçsüzler, kimsesizler... olmuştur Kur'ân'm "mustaz'aflar"[2] diye belirttiği bu zayıf insanlar, bir de çeşitli sebeplerle peygamberlere karşı direnen zengin ve güçlüler tarafından dışlanıp horlanınca, çok daha büyük zorluklara, hatta işkencelere maruz kalmışlardır. Peygamberlerin böyle insanlara sağladığı maddî ve menevî destek hem onları korumuş, hem de, benzer durumdakilerin yeni dine girmelerine imkân sağlamış, hatta onları buna teşvik etmiştir.
Her hak dinde olduğu gibi[3] islâm'ın yayılmasında da aynı durum görülmüş, Mekke'nin ileri gelenleri (Kureyş) kölelerin, azad-hlarm ve sıradan insanların, Hz. Peygamber'in yakınında bulunmalarına tahammül edememişler, hatta onların yakınlığını, yem dine girmelerini engelleyen bir mazeret olarak ilen sürmüşlerdir, îlk müslümanlardan olan Abdullah Ibn Mes'ud, Bılâl-ı Habeşi, Süheyb-i Rûmî, Habbâb b. Erett, Ammâr b. Yâsir, Mıkdat b. Es-ved gibi zayıf ve güçsüz, çoğu Mekke dışından olan mu mmler, sık sık Hz. Peygamberle buluşuyor, O'nunla oturup kalkıyorlardı ileri gelen müşriklerin hiç hoşuna gitmeyen bu durum, itirazlarına sebep oldu, şöyle dediler: "Biz gelince onları uzaklaştır, bizi yanına al, seninle oturup konuşalım, belki sana tâbi de Hz. Peygamber onların bu teklifini düşünürken —ki, Hz.Omer de böyle düşünüyordu— şu âyet nazil oldu:
"Rablerinin rızasını isteyerek sabah-akşam O'na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana,senın hesabından [4] onlara bir sorumluluk yoktur ki, onları kovarak zulmedenlerden olasın."[5]
Bu âyet-i kerîme, güçsüz müslümanların Hz. Peygamber nez-dindeki mevkiini daha da güçlendirdi ve onlarla daha fazla ilgilenmesini sağladı. Yukarıda ismi geçen sahâbiler, daha sonra Medine'de teşekkül eden Ashâb-ı SufFa'nm ileri gelenlerinden olmuş, hatta, benzer bir hâdise de Medine'de yaşanmıştır. Selmân-ı Fârisî ve Habbâb b. Erett'in naklettiğine göre, başta Uyeyne b. Hısn ve Akra' b. Habis olmak üzere, Müellefe-i Kulûb'dan[6] birkaç kişi Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek:
"Bize özel bir oturum tahsis etmeni istiyoruz ki, Araplar bizim üstünlüğümüzü görüp anlasın. Sana gelen heyetlerin bizi bu kölelerle beraber göi'melerinden utanıyoruz. Biz senin yanına gelince onları gönder, bizden uzaklaştır. Biz kalkıp gidince, onlarla istediğin kadar otur"[7] dediler. Onların şöyle dediği de nakledilir; "Yâ Rasûlallah! Sen meclisin baş tarafina otursan, (Selmân ve Bilâl'ı kasdederek) bunları ve pis kokularını (başka giyecek bulamadıkları için sadece yün hırkalar giyiyorlar, bunlar da kokuyordu) bizden uzaklaştırsan, biz de senin yakınma otursak ve seninle daha rahat konuşsak ve senden dini öğrensek (daha iyi olur)."[8] Bunun üzerine şu âyetler indi:
"(Ey Muhammedi) Rabbinin kitabından sana vahyolunam oku. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın. Sabah-akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraberliğe sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek, gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine tâbi olan kişiye uyma. De ki; Gerçek, Rabbiniz-den (gelen)dir, dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır..."[9]
Bu âyetler nazil olunca Hz. Peygamber, onları aramak üzere kalktı ve onları mescidin arkasında, —SuftVda— Allah'ı zikrederlerken buldu ve; "Ümmetimden (zayıf) bir gurupla beraberliğe sabretmeyi nefsime emretmeden beni öldürmeyen Allah'a ham-dolsun. Ölüm de sizinle, hayat ta sizinledir" dedi.[10]
islâm'a gönülden bağlanmış olan bu fakir sahâbîler, aç da kalsalar başkalarından birşey istemez, asla dilenmezlerdi. Onlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adayıp, ticaret için yeryüzünde dolaşmayanlara, hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin sanacakları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, yüzsüzlük ederek insanlardan birşey istemezler. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilir."[11]
Birinci Bölüm
SUFFA'NIN KURULUŞU VE ASHÂBI'NIN OLUŞUMU
I. Suffa Ve Ashâb-I Suffa
Evin önünde veya etrafında bulunan avlu, gölgelik ve benzeri mekanlar için kullanılan Suffa kelimesi,[12] hicretin hemen akabinde inşa edilen Mescid-i Nebevî'nin avlu kısmı, üzeri hurma dallarıyla Örtülmek suretiyle meydana getirilen gölgelik bir bölümün adı olmuştur. Medine'de yanlarında kalacak akrabaları veya evleri olmayan kimsesiz, fakir muhacirler burada barındıkları için, buranın sakinlerine Ashâb-ı Suffa, Ehl-i Suffa, fakirlikleri sebebiyle ihtiyaçları, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve diğer müslümanlar tarafından karşılandığı için de, Edyâfu'l-Islâm, Edyâfu'l-müslimîn; müslümanların misafirleri denilmiştir.[13]
II. Suffa'dan Önce Kimsesiz Muhacirlerin Barındığı Yerler
Mescidin yapılması ve avlunun Suffa haline getirilmesinden önce kimsesiz muhacirlerin kalabilmesi için Medine'nin herhangi bir yerinde bulunan muhtelif evler kullanılmıştır. Peygamberimizin hicretinden önce gelen muhacirleri ensar, imanlarına göre ağırlıyordu. Genellikle aile halinde gelenler ailelerin yanına alınırken, bekâr, kimsesiz olanlar bir yerde toplanıyordu. Ibn Cübeyr Rıhle'sinde Ammâr, Selmân ve arkadaşlarının birlikte kaldığı, Kuba'daki bir evden bahseder.[14] Abdullah Ibn Ümmi Mektûm'un Medine'ye ilk geldiğinde yerleştiği bir Dâru'l-kurrâ'dan da bahsedilir.[15]
Bu bilgiler bize, Rasûlullah'm (s.a.v.) hicretinden önce veya sonra Medine'ye gelmiş olan kimsesiz muhacirlerin Önceleri, geçici olarak, muhtelif yerlerdeki bazı evlerde, yurtlarda barındırıldıklarını gösterir. [16]
III. Suffa'ya Duyulan İhtiyaç Ve Suffa'nın Teşekkülü
Hicretin başlamasıyla Medine'de büyük bir nüfus yığılması meydana geldi. Rasûlullah (s.a.v.) Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik (muâhât) kurmak suretiyle Mekkeli her bir muhaciri Medineli bir ailenin yanına yerleştirdi. Evli olan muhacirler genellikle sığınabilecek bir yer bulabilirken bekâr, kimsesiz ve fakir olan muhacirlerin yerleştirilmesi pek kolay olmuyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi, değişik yerlerde barınan kimsesiz bu muhacirlerin çeşitli ihtiyaçlarım karşılamak da zor oluyordu, tşte bu dağınıklık, onların Suffa gibi merkezî bir yerde toplanması zaruretini doğurmuştur. Beyhakî'nin (v.h.458) naklettiğine göre, Medine'de barınağı ve hiçbir yiyeceği olmayan muhacirler çoğalınca Hz. Peygamber (s.a.v.) onları mescide yerleştirdi ve onlara "Ashâb-ı Suffa" ismini verdi. Zaman zaman Rasûlullah (s.a.v.) onlarla oturur, sohbet eder, namaz kıldırdıktan sonra Suffa'ya uğrar ve onlara şöyle derdi; "Eğer Allah (cc) katındaki değerinizi bilseydiniz, her zaman, bugün olduğu gibi fakr ve ihtiyaç halinde rızıklandırıl-mak isterdiniz.[17]
Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah Ibn Mes'ud'un gece mescidde yattığını görünce, niçin burada yattığını sorar, "yatacak başka bir yerim yok" cevabını alınca buna izin verir.
Böylece, kimsesiz sahâbîlerin ibatesi (barınması) için Mescid'in avlusu tahsis edildi, üzeri hurma dallarıyla Örtülerek güneş, yağmur ve soğuktan korundu. Çeşitli zaruretler sebebiyle
bir araya toplanan bu insanların maddî ihtiyaçları merkezî bir şekilde hal yoluna konulmuş oldu.
Bilindiği gibi Mescid-i Nebevî inşa edildiğinde Kıble, Kudüs'teki Mescid-i Aksa idi. Hicretin onyedinci ayında kıble Mescid-i Haram'a çevrilinceye kadar Ashâb-ı Suffa mescidin arka tarafında, yani güney kısmında kalıyordu. Zehebî'nin (v.h.774) ifadesine göre, kıble değişince, daha önce kuzey tarafta yapılmış olan yüksek kıble duvarının olduğu taraf Suffa haline getirildi.[18] Böylece Suffa, başlangıçta mescidin güneyindeki avluda iken, kıblenin değişmesiyle kuzey tarafa geçmiş oldu.
Hadisçiler ve tarihçiler genellikle Suffa'yı, mescidin avlusunda gölgelik bir yer olarak tarif ederler.[19] "Suffa'nm yeri hakkında Suyûtî (v.h.911) bize şu bilgileri vermektedir: Suffa, Rasûlullah'm (s.a.v.) evinin arkasında, yanlarında kalabilecek hiçbir akrabaları ve evleri olmayan garib mu minlerin barınması için hazırlanmış, Mescid-i Nebevî'nin geri kısmında bir gölgeliktir. Fakat şimdi hem mescidin, hem de evin, her ikisinin birden arka kısmının Suffa olduğu zannediliyor. Günümüzde bunların hepsi mescide dahildir."[20]
IV. Ashâb-I Suffa'nın Üyeleri
Suffa'ya sığınan sahâbîleri şu guruplara ayırabiliriz: [21]
A- Kimsesiz Muhacirler:
Bunların çoğunluğunu Mekke'den hicret edenler oluşturuyordu. Abdullah Ibn Mes'ud, Bilâl, Ammâr, Selmân-ı Fârisî, Su-heyb-i Rûmî... gibi. Mekke haricinden hicret edip,Suffa'ya yerleşen muhacirler de vardı. Yemen'in Devs kabilesinden Medine'ye hicret eden ve Suffa'ya yerleşen Ebû Hureyre de bunlardandır.[22]
B- Bekârlar:
Medine'de evleri olsa da, Hz. Peygamber'den daha fazla istifade edebilmek için evinde kalmayıp Suffa'da yatıp kalkanlar vardı.
Sayıları az olan bu gruba, Abdullah tbn Ömer'i örnek verebiliriz.[23]
C- Arap Kabilelerinden Müslüman Olup Medine'ye Göç Edenler:
Hz. Peygamber, müşrik kabileler arasında müslüman olan kimselerin Medine'ye gelip yerleşmesini tavsiye ediyordu. Medine'de tanıdığı olmayan bu muhacirler Suffa'ya yerleşiyorlar, bu arada islâm'ı daha güzel bir şekilde öğrenme şansına sahip oluyorlardı. Yeni müslüman olanların Medine'ye hicret etmelerini tavsiye etmekle Hz. Peygamber (s.a.v.), onların müşrik akrabaları tarafından ezilmemesini, İslâm'ı öğrenip daha sonra kabilesine giderek tebliğ etmesini de sağlamış oluyordu.[24]
D- Dışardan Gelen Heyetler, Elçiler:
İslâm'ı öğrenmek veya tetkik için gelen çeşitli heyetler, Medine'de tanıdıkları yoksa, genellikle Suffa'da ağırlanıyordu.[25] Meselâ, islâm'ı tetkik için gelen Sakîf heyeti, mescidde (Suffa'da) kurulan bir çadırda ağırlandı. Böylece onların, Kur'ân dinlemeleri ve cemaatle kılman namazı görmeleri sağlanmış oldu.[26] Hicretin onuncu yılında (Senetü'l-Vüfûd) elçiler, heyetler çok geldiğinden Suffa almamış olmalı ki, genellikle bu elçiler Remle Bintu'l-Hâris ve Abdurrahman b. Avf gibi sahâbîlerin bu işe tahsis ettikleri Dâru'd-Dîfân, Dâru'l-Vüfûd denilen büyük evlerinde misafir edildi.[27]
V. Suffa'nın Kadınlar Bölümü
Suffa'nın bir bölümünün kadınlara ayrıldığına dair yaygın rivayetler olmamasına rağmen kadınların, beş vakit namaz için Mescid-i Nebevî'ye devamlı olarak gelmeleri, haftanın belirli günlerinde Hz. Peygamber'in sadece onlara va'zetmesi[28] ve mescid çevresinde bazı kadınların kalışıyla ilgili rivayetler[29] bize mescidin, Suffa'mn bir kısmının da kadınlara tahsis edildiğim göstermektedir. Abdullah Ibn Ömer'den nakledilen bir hadiste açık bir şekilde "Suffatü'n-Nisâ: kadınlar bölümü" ifadesi geçmektedir. Bu hadiste, Suffatü'n-Nisâ'dan üç dirhem değerinde bir kalkan çalan hırsızın elinin Rasûlullah (s.a.v.) tarafından kestirildiği rivayet edilir.[30]
Buhârî, Kitâbu's-salât, B: 57'de "Kadının Mescidde Uyuması (yatıp kalkması)" babını açar ve burada, mescidde yatıp kalkan zenci bir cariyeyle ilgili Hz. Âişe hadisini nakleder. Rivayete göre, mesciddeki küçük bir oda veya bldan bir çadırda kalan bu cariye zaman zaman gelir, Hz. Âişe yte sohbet ederdi. Ebû Hureyre de mescidi süpürüp temizleyen, Kimsesiz zenci bir kadından bahsetmekte[31] ve onun da kıldan bir çadırı olduğunu rivayet etmektedir.
Hz. Âişe ve Ebû Hureyre'nin bahsettikleri zenci kadın aynı şahıs ise, bu iki rivayet birbirini takviye etmekte, eğer bunlar ayrı iki kadın ise, bu rivayetler, kimsesiz kadınların mescidde, yani Suffa'nm kadınlar bölümünde kalmalarının yaygın olduğunu göstermektedir. Netice olarak bütün bu rivayetler bize, Hz. Peygamber'in (s.a.v.), kimsesiz, güçsüz ve muhtaç kadınların mescidde (Suffa'da) kalabilmeleri için bir yer tahsis ettiğini ve erkekleri olduğu gibi, kadınları da —devletin— himayesine aldığını gösterir. [32]
VI. Ashâb-I Suffa'nın Sayısı
Suffa'da kalanların sayısı hakkında kesin bir rakam vermek mümkün değildir. Çünkü burada kalanlar, bazı sebeplerle azalıp çoğalıyor, yani sık sık sayıları değişiyordu. Değişik zamanlarda da olsa burada kalanların toplam sayısını ve isimlerini vermek de mümkün değildir. Ashâb-ı Suffa hakkında en geniş bilgileri verenlerden biri olan Ebû Nuaym (v.h.430) bu konuda şöyle der: "Suffa'da kalanların sayısı, değişen şartlara ve zamana göre farklılık arzediyordu. Bazan Suffa'dan ayrılanlar oluyor, sayı azalıyor; bazan da hariçten göç edenler, heyetler geliyor; sayı artıyordu. Her ne kadar zaman zaman sayılan değişse de, fakru zaruretleri devam ediyordu."[33]
Ashâb-ı Suffa'mn 10, 30, 70, 90, 400 kadar olduğu hakkında farklı görüşler vardır. Sühreverdî,[34] Zemahşerî, Ibn Teymiye, Süyûtî gibi âlimler 400, Katâde ise 900 civarında olduğunu söyle-mişlerse de,[35] Ashâb-ı Suffa arasında kimlerin bulunduğunu tes-bite çalışanlardan Hakim en-Nisâbûrî (v.h.405) 40 kadarının,[36] Ebû Nuaym el-Isbehânî ise ancak 100 kadarının isim ve terceme-i hallerini verebilmektedir.[37]
En çok yüz kadarının isimleri verilebilirken toplam sayının 400'e çıkarılma sının sebebi, zaman zaman civar kabilerleden Medine'ye gelen çeşitli heyetlerin, elçilerin Suffa'da ağırlanması, bunların da Suffa Ashâbı'ndan sayılması olabilir. Kanaatimizce Suffa'da bir anda kalanların toplam sayısı 100-200 arasında olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Zeyneb'le evlendiğinde, Ümmü Süleym'in gönderdiği düğün yemeğine Enes'i davetçi çıkarır ve ona, "filan filanı... ve karşılaştığın bütün sahâbîleri çağır" der. Enes'in daveti üzerine gelen sahâbîler Hâne-i saadet'i ve Sufîa'yı doldururlar. Bunların toplam sayısının 300 civarında olduğu, Enes b. Mâlik'ten nakledildiğine göre,[38] evin ve SufFa'mn kapasitesinin de bu kadar olduğu bildirilmektedir. Bunların yarısının Suffa'dan olduğunu düşünürsek, takriben 150 kişi eder ki, bu hâdise, bize Ashâb-ı SufFa'mn sayısı hakkında bir ipucu verebilir. [39]
VII. Suffa'dan Ayrılma
Suffa'da kalanların hepsi, Suffa'nın devamlı sakinleri değildi. Pek çok kimse, değişik sebeplerle buradan ayrılmıştı. Geçici olarak birkaç gece Suffa'da kalanların dışında, devamlı kalanlar da şu sebeplerle ayrılıyorlardı:
1- Ölüm[40]
2- Medine'deki geçici ikametin bitmesi: Yeni müslüman olan veya Islâmî bilgilerim artırmak isteyenler Medine'ye geliyor, bir süre Suffa'da kalarak öğrendiklerini öğretmek üzere kabilelerine dönüyorlardı.[41]
3- Evlenme: Suffa'da kalan bekar sahâbîler evlenince buradan ayrılıyor, yeni bir ev açıyorlardı. Böylelerinin çoğunun evlenmesine de Rasûlullah (s.a.v.) ön ayak oluyordu. Meselâ, Ashâb-ı Suffa'dan olan Rebî'a b. Ka'b el-Eslemî'yi Hz. Peygamber (s.a.v.), ensardan birinin kızıyla evlendirmiş ve O'na, maişetini temin için de bir bahçe vermişti.[42] "Bekarlarınız, en kÖtü(tehlikeli)leriniz-dir"[43] diyen Rasûlullah'ın (s.a.v.), SufTa'da kalan ve fakrından dolayı evlenemeyen pek çok bekarın evlenip ev-bark sahibi olmasına yardımcı olması çok tabiîdir.[44]
VIII. Suffa'nın Ortadan Kalkışı
Peygamberimizden sonra Suffa'nın eskisi gibi devam edip etmediğini bilemiyoruz. Kanaatimizce, Hz, Ömer devrinde, fetihlerle müslümanlar zenginleşip, herkese Beytülmâl'den maaş bağlanınca, Suffa Ashabı da normal hayat şartlarına kavuşmuş ve zamanla SufTa'ya duyulan ihtiyaç ortadan kalkmış,[45] böylece Suffa, islâm Tarihi'ndeki müstesna yerini almıştır. Diğer taraftan Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde Mescid-i Nebevî'nin, birkaç yöne birden genişletilmesiyle[46] Suffa tamamen mescidin içinde kalmış ve müstakil bir mahal olmaktan çıkmıştır. Her ne kadar Caetani, Hz. Ömer devrinde Ashâb-ı SufTa'nın sayıca hayli arttığını, mescidin genişletilme sebeplerinden birinin de bu olduğunu söylüyorsa da,[47] gösterdiği kaynak, sayısı artanların Ashâb-ı Suffa değil, cemaat olduğunu ve artan bu cemaati mescid almadığı için hicretin onyedinci yılında Hz. Ömer tarafından genişletildiğini yazmaktadır.[48]
IX. Suffa Benzeri Kurumlar
Daha Önce, Suffa'nın teşekkülünden evvel, kimsesiz muhacirlerin kaldığı bazı evlerden bahsetmiştik. Suffa tesis olunduktan sonra, himayeye muhtaç olanlann ibate ve iaşe ihtiyaçları büyük çapta karşılanmış oldu. Fakat Hz. Peygamber'in (s.a.v.) son yıllarında, bilhassa hicretin dokuz ve onuncu yıllarında Arap Yarıma-dası'nm her bir tarafından Medine'ye elçiler, heyetler gelince, Suffa bunların ağırlanmasına cevap veremediği için yeni mekanlar devreye sokulmuştur.
Muhacirlerden olmasına rağmen, yaptığı ticaretle zengin olan Abdurrahman b. Avfm, Medine'de, Dâru'l-Kübrâ denilen bir evi vardı. Medine'de muhacirlerin yaptığı ilk ev olan burada Hz. Peygamber'in (s.a.v.) misafirleri ağırlanırdı. Buraya "Dâru'd-dîfân: Misafirhane" de denirdi.[49]
Rasûlullah'a (s.a.v.) gelen elçiler ağırlandığı için.Dârul-Vüfûd: Elçiler Konağı (veya Hariciye Köşkü) denilen bir konak vardı. Remle Bintu 1-Hâris'e ait olan bu konakta; Temîm, Benî Mürre, Benî Kilâb, Benî Hanîfe,[50] Benî Uzre[51] elçileri ağırlanmışti.
Suffa bir mekan ve sakinleri olarak ortadan kalksa da, benzerleri îslâm Tarihi boyunca varlığım sürdürmüştür. Meselâ, Ibn Cübeyr Rıhle'sinde, Mediheli bekârlar için Hz. Ömer'in, Hendek kenarında yaptırdığı bir bekârlar yurdundan bahsetmektedir.
Günümüzde mevcut bazı problemlerin çözümünde, öğrenciler, yetimler, dullar, ihtiyarlar, güçsüzler... gibi insanların barınma, iaşe, eğitim ve öğretiminde Suffa'dan alabileceğimiz çok güzel örnekler olduğu kanaatindeyiz. [52]
[1] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/379-380.
[2] Enfâl sûresi, 8/26.
[3] Şu'arâ sûresi, 26/111.
[4] en-Nîsâbûrî, Ebu'l-Hüseyn Ali b. Ahmed el-Vâhidî, Esbabu n-Nuztu, Kahire, 1387/1968, II. b., 124-125.
[5] En'âm sûresi, 6/52.
[6] Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenen yeni müslümanlar.
[7] Ebû Nuaym, Hılyetü'l-Evliyâ, Beyrut 1967, c. I, s. 344.
[8] Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Câmi'u'l-Beyân, Kahire 1388/1968. III. bsk, c. XV, s. 236; en-Nîsâbûrî, a.g.e., 171.
[9] Kehf sûresi, 18/27-29.
[10] Taberî, a.g.e., XV, 236; en-Nîsâbûrî, a.g.e., 171.
[11] Bakara sûresi, 2/273.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/381-383.
[12] Cevheri, ismail b. Hammâd, es-Sıhâh Tâcu'l-Luğa ve Sıhâhi'l-Arabiyye, Beyrut 1399/1979, II. bsk, IV, 1378; Îbnu'l-Manzûr, Lisânu'l-Arab, Beyrut, tsz, IX, 195.
[13] Ahmedb. Hanbel, Müsned, II, 515; Buhârî, el-Câmi'u's-Sahîh, Rikâk-17; Tirmizî, Cami, Kıyâme, 36.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/385.
[14] İbn Cübeyr, er-Rıhle, Beyrut, 1384/1964,175
[15] Ibn Abdi'1-Berr, el-Rıhle-İstîâb fi ma'rifeti'l-Askâb, İsâbe kenarında, II, 259-260, 501-502.
[16] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/385-386.
[17] Halebî, Ali b. Burhaneddin, Însânu'l-Uyûn fi Sîreti'L-Emînfffile'mûn, Mısır 1384/1964, II, 277
[18] Halebi, a.g.e., II, 277; Dîyarbekrî, Târihu'l-Hamls, I, 347
[19] Kâdî îyaz'ın tarifi için bak, Hamîs, I, 347; İbnül-Esir, en-N i fûye fi garîbi'l-Hadls ve'l-Esır, Tah: Ahmet ez-Zâvî, Mahmud Muhammed et-Tanâhî III. 37; Dârekutni'nin tarifi için bak, Kettânî, et-Terâtîbu'l-îdâriyye, I, 474.
[20] Kettânî, a.g.e., I, 474.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/386-387.
[21] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/387-388.
[22] Muhammed İbn îsbak, Sîre, Tah: Muhammed Hamidullah, Ter: Sezai Özel, istanbul 1988, s. 342.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/387.
[23] Buhârî, Salât, 58.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/387-388.
[24] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul, 1388/1969, II, 80.
[25] Ahmed, Müsned, III, 487.
[26] Kettânî, a.g.e.,1,448.
[27] İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Dâru Sadr, 1380/1960, I, 331; Kettâni. a.g.e., I, 445-446.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/388.
[28] Buhârî, îtim, 36.
[29] Ebû Davud, Sünen, Hudûd, 12; Nesâî, Sünen, KatVs-Sârİk, 4.
[30] Hayreddin Karaman, Mukayeseli tslâm Hukuku, İstanbul, 1986,1,126.
[31] Buhârî, Salât, 72, 74.
[32] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/388-389.
[33] Ebû Nuaym, Hılyetü'l-Evliyâ ve Tabakâtü'l-Esfiyâ, I, 340, Beyrut, 1967.
[34] Sühreverdî, Avârifu'l-Ma'ârif, 61.
[35] Kettânî, a.g.e.,1,480.
[36] Hâkim, Müstedrek, III, 18.
[37] Ebû Nuaym, a.g.e., I, 347-11, 33 arası.
[38] Müslim, el-Câmi'u's-Sahîh, Nikah, 94.
[39] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/389-390.
[40] Ahmed, Müsned, 1,101; V, 252.
[41] Ahmed, Müsned, III, 487; Hakim, Müstedrek, III, 15.
[42] İbn Sa'd, a.g.e., VI, 313; İsâbe, I, 511.
[43] Ahmed, Müsned, V, 363.
[44] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/390-391.
[45] Kettânî, a.g.e., I, 476.
[46] Diyarbekrî, a.g.e., I, 347-348
[47] Caetani (Kaytanı), İslâm Tarihi, Ter: Hüseyin Câıid,İstanbul,1924,111, 89.
[48] Diyarbekrî, a.g.e., I, 347.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/391.
[49] Kettânî, a.g.e., I, 446.
[50] Kettânî, a.g.e., I, 445-446
[51] İbn Sa'd, a.g.e., I, 331
[52] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/391-392.