hafız_32
Fri 1 October 2010, 09:46 pm GMT +0200
ASRI SAADETTE ORDU VE SAVAŞ STRATEJİSİ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa AĞIRMAN
(Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi, Öğretim Görevlisi, Erzurum)
Mustafa Ağırman 1954 yılında Erzurum'un Oltu ilçesinde doğdu ilkokulu dışarıdan bitirdi. 1972 yılında Sakarya Î.H.L.den, 1976'da İstanbul Yüksek tslâm Enstitüsünden mezun oldu. 1981'de Erzurum Yüksek îslâm Enstitüsüne asistan olarak girdi. 1983'de Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak atandı. 1992 yılında "Hz. Peygamber'in Sauaş Stratejisi" konulu teziyle doktor unvanını aldı. Halen A.Ü. İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.[1]
I. İslâm Devletinin Oluşması
A) Mekke Dönemi :
1- Vahyin Başlaması Ve Tebliğ
Rasûlullah (s.a.v.)'a, vahiy yoluyla Kuran inmeğe başladığı[2] andan itibaren, islâm'a davet başladı.[3] Hz.Peygamber (s.a.v.) ilk olarak islâm'ı aile fertleri ve yakın arkadaşlarına tebliğ etti. Kendisine îslâm ordusunun ilk mayasını oluşturacak olan seçkin bir grup iman etti.[4] O, insanlara; Allah'ın birliği, nefislerin temizlenmesi, safların birleştirilmesi, islâm yararına kişisel çıkarlann go-zardı edilmesi çağrısında bulunuyordu.[5] Bu davet gizli yapılıyordu, iş çok sıkı tutuluyordu.
islâm'ı kabul edecek olanlara, Hz.Peygamber (s.a.v.) şu teklifi yapıyordu :
"Allah'tan başka ilah (tanrı) olmadığına, O'nun tek olup, ortağı olmadığına şehadet ederek, Lât ve Uzza ilahlarını inkâr edeceksin"[6]
Bu kelimeleri söyleyen müslümanlar, artık bütün işlerinde Allah'ın hakimiyetini kabul ediyorlar ve bütün ilahları reddettiklerini ilan ediyorlardı.
Davet gizlice yürütülüyor ve müslüman olanların sayısı artıyordu. Mekke'nin her tarafında islâm konuşulmaya başlandı. Gizli tebliğden istenilen netice hasıl olunca Yüce Allah şu iki âyetle tebliğin açığa vurulmasını emretti:[7]
" (Ey Muhammed) artık sana emredileni açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir. "[8]
" En yakın akrabalarını uyar. Sana uyan müminleri kanatlarının altına al."[9]
Bu ayeti kerimeler nazil oluncaya kadar, islâm gizlice tebliğ edilmiş ve bu gizlilik üç sene sürmüştü.[10] Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
" Bana peygamberlik verilmesi üzerine kavmim, hoşlanmadığım kerih sözler söyleyince sustum. Fakat Cebrail (a.s.) gelerek şöyle dedi: " Ya Muhammed, Rabbinin sana emrettiği şeyi yapmazsan, seni cezalandırır."[11]
Cebrail'in bu ikazı üzerine Hz.Peygamber, Hz. Ali vasıtasıyla yakın akrabalarını bir yemeğe çağırdı; onları Islama davet etti. Hz.Peygamber daveti açığa vurunca müşrikler de düşmanlıklarını izhar ettiler. Yakınları, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in davetini alay ve istihzayla karşılayıp yanından uzaklaştılar.[12]
Müşrikler alay etse de, istemese de, karşı koyup düşmanlık etse de Allah, nurunu tamamlayacaktır :
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister."[13]
Müslümanların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Müşrikler de düşmanca tutumlarım ileri seviyelere götürüyorlardı. Başlangıçta Kureyş, müslümanları isyancı bir grup olarak kabul ediyor; onları böyle değerlendiriyordu. Bundan dolayı da, müslümanlar-dan kimsesizlerin, musta'zaflarm, savunma gücü olmayanların can ve malına tecavüzü mubah saymaktaydılar. Müslümanların sayısı arttıkça onlar da işkencenin dozajını artırıyorlardı. Daha da ileri giderek bir iki müslümanın şehid olmasına bile sebep oldular.[14]
2- Mekke Devletinin İslama Tepkisi:
Davetin açığa vurulmasından sonra meydana gelen Mekke Devletinin tepkisini şu şekilde maddeleştirebiliriz :[15]
a) Alay Etme :
islâm davetinin başlaması ile Mekke ahalisi müminler ve müşrikler diye iki gruba ayrıldılar. Sayı bakımından çok olan müşrikler aynı zamanda maddî bakımdan da kuvvetliydiler. Fakat ahlâkları bozuk, değer yargıları seviyesiz ve hatta kendi dinlerine karşı bile laubali bir davranış içindeydiler. Müslümanlar azdı; üç yıl içinde sayıları kırkı bile bulmamıştı. Fakat imanları kuvvetli, seciyeleri yüksekti.
Müşrikler, davetin açığa vurulmasından sonra, Hz.Muham-med (s.a.v.)'i " gökten haber veren işte budur " diye birbirlerine göstererek eğlendiler. Mülümanlan alaya aldılar.[16] Onların alaylarına karşılık Yüce Allah şöyle buyurdu:
" O alay edenlere karşılık biz sana yeteriz. "[17]
b) Hakaret:
Hz. Peygamber (s.a.v.), insanları ilk Önce ilahları reddetmeye davet ediyordu.[18] Zaten O, putları ve putçuluğu yıkmak için gönderilmişti. Putlarla ilgili âyetler nazil olmaya başlayınca müşrikler daha da hırçınlaştılar:
" Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız Cehennem'in H nusU-nuz. Siz ( odun gibi ) oraya gireceksiniz"[19] ayeti nazil olunca, Mü'minlerle müşrikler arasındaki münasebetin ikincisi yan' hakaret dönemi başlamış oldu.[20]
Müşriklerin müslümanlara karşı ateş püskürmeleri kendi aleyhlerine oluyor, islâm iyice duyulmuş oluyordu. Hemen her nıüslüman hakaretten nasibim alıyor, hatta Hz.Peygamber (s.a.v.)'e bile ağır hakaretler ve galiz küfürler yapılıyordu.[21] Bu hakaretler neticesinde saflar iyice netleşiyordu. [22]
c) İşkence :
Saflar hem iyice belirginleşiyor, hem de müslüman olanların sayısı artıyordu. Mekke'de tutuşan iman meş'alesini söndüreme-yen müşrikler, çeşitli hile ve tuzaklara başvurdular. Hz.Peygam-ber (s.a.v.)İ himayesinde bulunduran Ebû Talib'e çeşitli teklifler götürdüler. İslâm'ı sulandırmak istediler. Hz.Muhammed (sa.v.)'e dünyalık menfaatler sundular, fakat O yüce insan bunları elinin tersi ile itti.[23]
Bu konuda istediklerini elde edemeyince, " Sen bizim taptıklarımıza tap, biz de senin ibadet ettiğine ibadet edelim; böylece müşterek bir noktada birleşelim " dediler.[24] Bu çirkin tekliflerinin cevabım Allah verdi:
" De ki: Ey kâfirler ! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.[25]
Müşriklerin reislerinden gelen "sentez" teklifi bu şekilde reddedildi. Bu reisler, menfaatleri yüzünden puta tapıcılıkta ısrar ediyorlardı. Müslümanlığı tehlikeli görüyorlar, bu dinin ilerlemesine mani olmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.
Müşriklerin elebaşlarının ellerinden gelen de işkenceydi. Yıldırma politikalarının işkence safhasını açtılar. Kabilesi kuvvetli olanlara pek dokunamıyorlar, fakat kimsesizlere, hususiyle köle ve cariyelere son derece işkence ediliyordu. Kimi, yakıcı kumlar üzerine yatırılır, göğüslerine ağır taşlar bastırılır veya kızgın demirlerle vücutları dağlanır; kimi aç, susuz bırakılarak müslü-manlıktan vazgeçmesi için zorlanırdı.[26]
işkenceler arttıkça, tebliğ daha hızlı bir şekilde ilerliyordu. İşkence ve tebliğ karşılıklı hızlanırken, müslümanlardan kabilesi kuvvetli olanlar da işkenceden nasiblerini alıyorlardı.[27]
Müşriklerin baskısı çok artınca, Hz.Peygamber, müslüman-larm Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi. Bisetin beşinci senesinde onaltı kişilik bir kafile Habeşistan'a hicret etti. Bisetin yedinci yılında da doksan kişilik bir kafile aynı ülkeye muhacir olarak gitti.[28]
Bisetin altıncı senesinde Hz.Hamza ve Hz.Ömer'in müslüman olması ile müslümanlar biraz olsun kuvvet bulmuş, müşrikler ise istediklerini elde edememenin üzüntüsüne düşmüşlerdi.[29]
d) Ambargo :
Hz.Hamza ve Hz. Ömer'in müslüman olması, müşrikleri çileden çıkardı. O zamana kadar, Erkam b. Ebi'1-erkam'm evinde gizlice ibadet yapan ve sohbet eden mülümanlar, şimdi Ka'be'de açıktan namaz kılmaya başladılar.[30]
Habeşistan hicretiyle de, oraya giden müslümanlar, emniyete kavuşmuş ve diledikleri gibi yaşama hürriyeti elde etmişlerdi. Üstelik islâm, her tarafta duyulup şüyu buldu. Habeşistan kralı Necâşî, müslümanları geri isteyen Mekke- Şehir Devletinin elçilerini kabul etti; ama isteklerini yerine getirmedi. Bu kabul esnasında, müslümanlar, krala da islâm'ı anlatma imkânı buldular.[31]
Tevhid inancına karşı alay, hakaret ve fiili işkence uygulayan Mekke'liler, bu hadiselerden sonra sosyo- ekonomik bir müeyyideye başvurarak müslümanlar aleyhine ambargoya karar verdiler.
islâm tarihinde, Haberu's-Sahife diye geçen bu hadise, Mekke devrinin yedinci yılında Muharrem ayında vuku buldu. Müşriklerin ileri gelenlerinden kırk kişi toplanmış, müslüman-larla her türlü alış verişi kesmeye, kız alıp vermemeye, onlarla konuşmamaya ve her türlü muameleye son vermeye, ayrıca her rastladıkları yerde zulüm ve işkenceye devam etmeye karar vermişlerdi. Bu kararı bir sahifeye yazıp Ka'be'nin duvarına astılar. Ayrıca bu kararları kesinlikle yerine getireceklerine dair de yemin ettiler.
Üç sene kadar devam ettiği rivayet edilen bu ambargo, müslümanlar için çok sıkıntılar getirdi. Açlık ve susuzluktan çocuklar Ölüyordu; dayanılması çok zor olan günler geçirdiler. Müşriklerin saldırı ihtimali her an için varid olduğundan, gece gündüz ellerinde silah, nöbet tutuyorlardı. Hz.Peygamber, İslâm'ı anlatacak bir tek muhatap dahi bulamıyordu.
Ebû Talib mahallesindeki bu muhasara, Biset'in onuncu yılında Hişâm b. Amr'ın gayretleriyle kaldırıldı. Sahife yırtılıp atıldı ; hükümleri de geçersiz sayıldı.[32]
e) Şiddet Politikası :
Müslümanlar üç yıl süren bu muhasaradan kurtulduktan sonra sevinmişlerdi. Fakat bu sevinçleri çok sürmedi. İki büyük acı Hz.Peygamber (s.a.v.)'i de müslümanları da çok üzdü. O'nu himaye eden amcası Ebû Talib seksen yaşında vefat etti. Üç gün sonra da Hz.Hatice vefat etti.
Mekke devrinin onuncu senesine rastlayan bu iki ölüm hadisesinin meydana geldiği seneye üzüntü yılı manasına"Senetu 1-hazen"denildi.[33]
Artık Hz.Peygamber (s.a.v.)'i himaye edecek kimse kalmadı. Yeni bir devir, şiddet devri başladı. Bu devirde müşriklerin yaptıkları, vahşet derecesini buldu.
Ebû Talib'in ölümünden sonra, Ebû Leheb Haşimoğulları'na kabile şefi oldu. Kendisi çok azılı bir îslâm düşmanı idi. Karısı Ümmü Cemil ile birlikte Hz.Peygamberin geçtiği yollara diken döker ve O yüce insanın ayağına diken batmasından zevk alırdı. Bu ikisi hakkında zaten bir sûre nazil olmuş ve onların akıbetini beyan etmişti:[34]
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya. Ne malı, ne de kazandığı, onu (Allah'ın kahrından) kurtaramadı. Alevli bir ateşe girecektir (o). Karısı da odun hamalı olacak. Boynunda hurma lifinden (örülmüş) bir ip ( bulacaktır)."[35]
Bu devirde müşrikler şimdiye kadar yaptıklarının hepsini toptan yapıyorlardı. Alay, hakaret ve fiili işkence doruk noktaya çıkmıştı.[36] İşte böyle bir ortamda Hz.Peygamber, islâm'ı Mekke'nin dışında bir şehir halkına tebliğ etmek için Taife gitti. Ta-if te de aynı muamele ile, hatta daha şiddetlisiyle karşılaştı. Taif-liler O'nu dinleme yerine, kovdular, taşladılar; sokak serserilerini peşine taktılar, mübarek ayakları kan-ter içinde kaldı, istediği neticeyi alamadan Taiften geri döndü.[37] " Taifliler, ayaklarına gelmiş nimeti teptiler; istikbalin Medinesi olma imkânım inatları yüzünden elden kaçırdılar.[38]
Hac mevsiminde, Arap yarımadasından kalabalık insanlar gelir Mekke'ye toplanırlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.) kendini onlara arzetti; islâm'ı tebliğ etti. Çadırlarda insanları ziyaret edip davasını anlattı. Müşrikler de O'nu arkadan takip edip, anlattıklarını silmeye çalışıyorlar ; O'nun davasını ters-yüz ediyorlardı.[39]
3- Akabe Bey'atleri
Kendisi ve müslümanlar için sığınak arayan Hz.Peygamber (s.a.v.), işte bu esnada Akabe'de Yesrib'den gelen bazı kişilerle karşılaştı. Onları islâm'a davet etti. Bu insanlar da kendilerine yapılan daveti kabul ettiler. Hz.Peygamber, bazı konular üzerine onlarla ahidleşip bey'atlerini aldı. İslâm tarihinde Akabe Bey'at-leri, diye meşhur olan ve Hicret'e başlangıç teşkil eden hadisenin kapısı aralanmış oldu.
İslâm Tarihi kaynakları Akabe Bey'atleri'nin üç sefer yapıldığını bildirirler. Birinci Akabe'de altı kişi oldukları rivayet edilen Yesribliler, ertesi sene on iki kişi oldular. Memleketlerine geri dönerken Hz.Peygamber'in görevlendirdiği Mus'ab b. Umeyr'i de muallim olarak götürdüler. Bir sene sonra yetmiş üç erkek iki kadın olmak üzere yetmiş beş kişi Hz.PeygamberXs.a.v.)'e bey'at etti. Bu bey'ate iştirak eden Ka'b b. Malik isimli sahabî, Hz.Peygam-ber (s.a.v.)'in on iki tane nakib seçtiğini rivayet etmektedir.[40]
Bu konuda geçen rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz.Peygamber, nakibler ve muallim vasıtasıyla Yesrib'i Islâmlaştırmış ve hicrete hazır hale getirmişti. Son-Akabe Bey'atinde de Yesribli müslümanlar, Mekkeli müslümanları memleketlerine davet ettiler.[41]
Bu insanlar islâm'a öyle gönül vermişlerdi ki, bunlardan Ab-bas b. Ubâde şöyle dedi:
"Ya Rasulallah, eğer istiyorsan, kılıçlarımızla, seni taciz eden Mekkelilere savaş açalım ". Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
"Henüz bununla emrolunmadık, kervanlarınıza dönün."[42] Hz.Peygamber (s.a.v.), Akabe Bey'atleri ile, Mekke dışında kendine tabi olanların ilk kez yönetimini üstleniyordu. Bu, Rasûlullah(s.a.v.)'m askeri başarısıdır.[43]
4- Hicret
Akabe Bey'atleri başarı ile neticeye ulaştıktan sonra Hz.Peygamber, müslümanlarm Yesrib'e hicret etmelerine izin verdi.
Müslümanlar da mallarını ve ailelerini Mekke'de bırakıp muhacir oldular.[44]
" Mekke'den Yesrib'e hicret eden bu müslümanlara, Ensar dediğimiz Yesribli müslümanlar kapılarını açıyor, onları seve seve misafir ediyorlardı. Zaten bunun için onlara ensar, yardımcılar denmişti. Ensar, hemen kendi aralarında bir teşkilat kurarak Mekke'den gelen muhacirleri yerleştirmiş, onları kardeş olarak ekmeklerine, çorbalarına, evlerine ortak yapmışlardı."[45]
"Mekke'de, işkence altında veya hapiste olan müminlerden başka sadece Hz.Ebû Bekir ve Hz.Ali kalmıştı. Diğer bütün müslümanlar hicret etmişti."[46]
Bu sırada Darü'n-Nedve'de toplantılar yapılıyor; müşrikler durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Ortaya atılan görüşler içerisinde " Muhammed (s.a.v.)'in Öldürülmesi gerekir " fikri kabul gördü. Onlar bu konuları görüşürken Allah da Rasulüne hicret emri vermişti. Yol arkadaşı olarak Hz.Ebû Bekir'i alan ve çok güzel taktikler uygulayan Hz.Peygamber salimen Yesrib'e ulaştı. Artık bundan sonra orası Medinetun-Nebi, kısaca Medine oldu.[47]
" Rasûlullah (s.a.v.)'in Medine'ye hicreti, komutanın ordu birlikleriyle garnizonda birleşmesi demektir."[48] Kısaca hicret, cemaatten devlete geçiş hareketidir. [49]
B) Medine Dönemi
Mekke'den Medine'ye hicret eden müslümanlar çeşitli zorluklarla karşılaştılar. Bu zorlukların izalesinde Ensar'ın büyük yardımları görüldü. Müslümanların hepsini Medine'ye yolcu ettikten sonra kendisi de hicret eden Hz.Peygamber (s.a.v.) Medine'de bir îslâm devletinin temelim attı.[50]
1- Mescid
Hz.Peygamber, Medine'de ilk iş olarak Mescid'in yapımım ele aldı.[51] Hemen yerini belirleyip çalışmaları başlattı. Ashab'm çalışmasına kendisi de bedenen iştirak etti. Temelleri taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma gövdelerinden, tavam hurma yapraklarından, zemini kum ve çakıldan müteşekkil bir bina vücuda getirildi. Mescidin doğu tarafında da Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ikamet edeceği odalar yapıldı.[52]
Mescid sadece namaz kılmak; ibadet etmek maksadıyla yapılmadı. Medine islâm Devleti burdan yönetilecekti." Bu binanın tamamlanmasıyla İslâm'da ilk askerî karargâh da kurulmuş oldu."[53]
" Hz.Peygamber (s.a.v.) camisini komutanlık merkezi ittihaz etti. Onda askeri birlikler tadat olunur ( sayılır ) avlusunda Cihâd toplantıları yapılırdı. Orada sâdık mücahidler Cihâd aşkıyla yanar, orada kararlar, emirler, nasihatler verilirdi. Hz.Peygamber (s.a.v.) orada ashabına danışır, görüşlerini alırdı; çünkü onların işi müşavereye dayalıydı.
Hz.Peygamber (s.a.v.), ashabım maddî ve manevî yönden teçhiz etmek için, onları Mescidde yetiştirirdi. Karargâhı olan Mes-cidde, müminleri Allah yolunda savaşa teşvik eder, savaşta sebat edip, firar etmemelerini emrederdi. Onları tefrika ve çekişmelere düşmemeleri için uyarırdı. Onlara nizam ve itaati emreder, içlerine sevgi, dostluk ve kardeşliği yerleştirirdi.
Savaşa çıkacak olan ordu, Mescidden hareket ederdi. Sancak, bayrak ve askeri nişanlar Mescidde verilirdi. Silah ve mühimmat orada dağıtılırdı. Bir tehlike belirdiğinde, ashab mescidde toplanır; mücahidler gaza veya seriyyeden dönünce mescide gelirlerdi. Yaralıların yaralan mescidde sarılır; müslümanlar cihâd hükümlerini mescidde öğrenirlerdi.
Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanında, asker ve komutanların kışlası mesciddi. Askeri ıstılah olarak kışla, komutanın kendilerine emirlerini iletmek ve yapmaları gerekenleri bildirmek için askerini topladığı yerdir. Müslümanlar dahilî ve haricî bir tehlike karşısında kalınca, müezzin " Toplu namaz ! ... Toplu namaz !... " diye müslümanları camiye çağırırdı. Bunun üzerine bölük bölük mücahidler, gruplar halinde veya münferiden, müezzinin çağrısına icabet etmek üzere camiye koşarlardı. Camiye koşan bu müslümanlar tam techizatlı olup, beraberlerinde getirdikleri atlarını, develerini caminin dışına bağlarlardı. Ordunun aniden taarruza geçmesi ve tehlikenin üzerine beklenmedik anda varılması için gerekli levazım ve teçhizat hemen dağıtılırdı. Bütün bunlar, bir tek komutanın, yani Hz.Peygamber (s.a.v.)'in sevk ve idaresinde ve bir tek gayenin tahakkuku için yapılırdı^'lslâm'ı ve müslümanları savunma."[54]
" Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ordusu camide kuruldu, camide büyüyüp orada yüceldi; camide ayakta durdu, camide eğitim gördü; çünkü Allah bütün yeryüzünü tertemiz bir cami yaptı. İslâm'ı ve müslümanları korumak için ilk mücahid ordusu, Medine-i Mü-nevveredeki Rasûlullah (s.a.v.)'in mescidinden hareket etti."[55]
2- Kardeşlik
Hz.Peygamber (s.a.v.), Muhacirun ile Ensar arasında bir kardeşlik bağı oluşturdu. Taraflar, her türlü hayat şartlarında birbirlerine yardımcı olacaklar, birbirlerini kollayacaklardı.[56]
Kurulan îslâm Devletine bunlar sahip çıkacaklar, İslâm'ı etrafa bunlar yayacaklardı. " Bu kardeşlik, iki müslüman grubu bir araya getirip, onlara tek komutanın direktifi doğrultusunda, aynı amacı taşıyan kimseler olma özelliğini kazandırıyordu."[57] Hz.Peygamber (s.a.v.) bu esnada yaptırdığı bir nüfus sayımı ile Medine'de binbeşyüz tane müslüman olduğunu da tesbit etti.[58]
3- Anayasa
Hz.Peygamber (s.a.v.), Ensar ve Muhacirûn arasında bir kardeşlik tesis ederken, Medine'de yaşayan müslümanlarla gayr-i müslimler arasında da bir vatandaşlık antlaşması yaptı.[59] Bu vesika, aynı zamanda insanlık tarihinin ilk yazılı anayasası oldu. Bu anayasa ile Medine halkı bir düzene sokuldu; canları, malları korunarak, dinlerinde serbest bırakıldı.
Bu anayasa ile müslümanlar, yahudiler, hristiyanlar ve müşrik araplar, îslâm Devletinin tebaasını oluşturmuş oluyorlardı. Anayasanın konumuzla alakalı birkaç maddesi şöyledir:[60]
1- Bismillahirrahmanirrahim. Bu kitap ( yazı ), Peygamber Muhammed (s.a.v.) tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber Cihâd edenler için ( olmak üzere tanzim edilmiş) dir.
2- Işte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet ( camia ) teşkil ederler.
16- Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızm ve onlara muarız olanlarla yardımlaşılmaksızm, yardım ve muzaheretimize hak kazanacaklardır.
23- Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah'a ve Muhammed (s.a.v.)'e götürülecektir.
37- ( Bir savaş vukuunda ) Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve müslümanlarm masrafları da kendi üzerinedir...
37 b- Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm ika edemez; muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.
44- Onlar ( Müslümanlar ve Yahudiler ) arasında, Yesrib'e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.[61]
4- Devlet
Bu şekilde Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hicretten sonra Medine'de değişik toplulukları biraraya getirip müşterek yaşama için Anayasa yapması; meydana getirilen statüye " devlet" sıfatını kazandırmış oluyor.
Bugünkü hukuk kitapları devleti " belirli bir toprak parçası üzerinde yerleşen ve bir üstün otoriteye tabi olan insan topluluğudur. Devlet başka bir deyimle milletin hukukî ve siyasî şahsiyet kazanması dır"[62] diye tarif etmektedirler.
Bu tarifin ışığı altında devletin üç unsuru vardır :
1-) Devletin beşerî unsuru (insan topluluğu)
2-) Devletin fizikî unsuru ( ülke)
3-) Devletin hukukî unsuru ( egemenlik).
" Beşerî ve fizikî unsur devletin mevcudiyeti için şarttır. Hakimiyet unsuru ise devleti diğer topluluklardan ve benzerlerinden ayırır."[63]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in kurduğu devlette bu unsurlar eksiksiz olarak vardır, insan unsuru çok renkli bir şekilde kendini gös-teremektedir. Medine ve çevresi bu devletin fizikî unsurudur. Hakimiyet de Allah ve Rasulüne aittir.
Bu devlet kısa zamanda dahilî problemlerini halletmiş, kendini dış düşmanlara karşı müdafaya koyulmuştur.[64]
5- Başkent
Hz.Peygamber (s.a.v.), Mekke döneminde iken kendisine ve davasına sahip olacak bir topluluğun ve bir şehrin arayışı içerisindeydi. Bu maksatla, kendini barındırmalarını ve Kureyş'e karşı kendine yardım etmelerini ümit ederek Taife gitti. Taifliler müs-lümanhğı kabul ederlerse Kureyş'i sindirebilirlerdi. Ama kabul etmediler.[65]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in bu arzusunu, Akabe'de bey'at edip söz veren Medineli müslümanlar gerçekleştirdi. O da, hicretten sonra Medine Şehrini kendi devletine başkent ittihaz etti.
Medine Şehri îslâm Devletinin başkenti olduğu gibi etrafındaki arazi de devletin topraklarını teşkil ediyordu. Hz.Peygamber (s.a.v.), hicretten sonra Medine'yi Haram bölge ilan etti. Ashaptan
Ka'b b. Malik (r.a.)'ı göndererek, kendisinin işaret ettiği tepelere islâm Devletinin o günkü hudutlarım işaret etmek üzere duvarlar, sınır taşları inşa ettirdi.[66]
Etraftaki müslümanların bu şehire toplanmalarını ve bir güç meydana getirmelerini söyledi. Hz.Peygamber (s.a.v.), bu üstün siyaseti ile başkentteki nüfus yoğunluğunu müslümanlar lehine değiştirdi.
Kabilelere gönderdiği mürşidlere ve askeri birlik komutanlarına verdiği emirlerle, yeni müslüman olanların Medine'ye gelip yerleşebileceklerini her tarafa iletti.[67]
Ensar, Mekke fethinden sonra O'nun Mekke'de kalacağını düşünüyor ve üzülüyordu.[68] Halbuki Hz.Peygamber (s.a.v.), daha Müellefe-i kulub durumunda olan müslümanîann bulunduğu bir şehri merkez edinmeyi şimdilik uygun görmüyordu. Hatta Mek-ke'dekilerin bile Medine'ye yerleşmelerine müsaade ediyor ve orayı tahkim ediyordu. Hemen vefatının akebinde çıkan irtidat hadiselerini, Medineli müslümanların bastırması, O'nun askeri dehasını gösteren bir delildir. [69]
II. Siyaset ( Strateji)
Medine'de islâm Devletini kuran ve bu Devletin başkanı olan Hz.Muhammed (s.a.v.)'in gayesi ve hedefi islâm'ı yaymaktı. O, siyasetini bu esasa göre ayarladı. Daha doğrusu Allah, O'nu bu nok-ta-i nazara göre yönlendirdi. Devlet bir barış havası içerisinde ve coşkun karşılamalarla kuruldu.[70]
Bir devlet ne kadar barıştan yana olursa olsun, düşmanlar da aynı şekilde hareket etmiyorsa savaş kaçınılmaz olur. Düşmanlara karşı uyanık ve hazırlıklı olmak gerekir. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hayatında savaş, ilk Önce müdafaa harbi olarak başlamıştır. Yüce Allah, Medine'deki müslümanları, düşmanın saldırgan planından korumak için onlara, hicretin ikinci yılında şu ayet-i kerime ile savaş izni verdi:[71]
"Elbette Allah, inananları savunur. Allah hiçbir hain ve nankörü sevmez. Kendileriyle savaşılan (mümin) lere, (savaşma ) izn(i) verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. "[72]
Savaş hakkında ilk nazil olan ayet budur.[73] Bu ayet savunma savaşma izin veriyor. Tedricen nazil olan ayetler,[74] Hz.Peygamber (s.a.v.)'i taarruz savaşı yapmaya şevketti. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaşlarının savunma mı taarruz mu olduğu konusunda muasır islâm alimlerinden Said Ramazan el-Bûtî, savaşı davetin içinde bir merhale olarak kabul ederek şunları ileri sürüyor :
" islâm daveti, Resulullah (s.a.v.)'m hayatında, bisetinden vefatına kadar dört devre geçirdi.
1. Devre : Gizli davettir ki bu üç yıl sürdü.
2. Devre : Savaş olmadan yalnızca dil ile yapılan açıktan davettir ki, bu da hicrete kadar devam etti.
3. Devre : Haddi aşanlar ve kötülüğe başvuranlarla savaşmakla birlikte, açıktan davettir ki, bu da Hudeybiye musalahası-na kadar devam etti.
4. Devre : Allah'a davet yolunda engel olarak çıkan veya müşriklerden, inkarcılardan ve puta tapanlardan - daveti duyduktan sonra - Islama girmekten kaçman herkesle savaşarak, açıktan yapılan davettir ki, bu dönem, Islâmdaki Cihâd hükmünün ve islâm şeriatının, üzerinde karar kıldığı ve son şeklini aldığı dönemdir."[75]
Said Ramazan, üçüncü devreyi savunma savaşı, dördüncü devreyi de taarruz savaşı olarak kabul etmektedir. Bu görüşüne delil olarak da, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in, Kureyza oğulları dönüşü "Bundan sonra biz onlara savaş açacağız, artık onlar bize savaş açamıyacaklar "[76] hadis-i şerifini zikretmektedir.[77]
Kendisi aynı zamanda bir erkân-ı harb olan Mahmud Şit Hat-tab ise şunları ileri sürüyor :
" Rasûlullah (s.a.v.)'in hayatını askerî yönden dört döneme ayırmak mümkündür ; Toparlanma dönemi, akideyi savunma dönemi, atılım dönemi ve nihayet gelişme dönemi.
1) Toparlanma Devresi: Hz.Peygamber (s.a.v.)'in, peygamber olarak gönderilişinden, Medine'ye hicret ve orada iyice yerleşip karar kılıncaya kadarki zamandır.
2) Akideyi Savunma Devresi: Bedir savaşı ile Hendek savaşı arasında geçen zamandır. Bu dönemde müslümanlann sayısı çoğalmış, inançlarım savunabilir duruma gelmişlerdi.
3) Hücum Devresi: Hendek savaşından Huneyn savaşma kadarki zamandır. Bu dönemde islâm bütün Arap yarımadasına yayılmış, müslümanlar Arap beldelerinde hatırı sayılır bir güç haline gelmişler ve Islama karşı çıkabilecek bütün güçleri bertaraf etmişlerdir.
4) Tekâmül Devresi: Huneyn savaşından Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefatına kadar süren dönemdir. Bu dönemde yapılan Te-bük seferi, Büyük islâm Devletini ortaya çıkaran bir seferdir."[78]
Her iki müellifin görüşlerini mezcettiğimiz zaman oi'taya şöyle bir yorum çıkar:
Hz.Peygamber (s.a.v.), Mekke döneminden itibaren üstün ve isabetli bir siyaset takip etmeye başladı. Zamanı, şartlan, düşmanının gücünü, müslümanlann durumunu nazar-ı itibara alarak stratejisini tayin etti. Bu stratejinin Mekke dönemindeki mümeyyiz vasfı tedbir idi, diyebiliriz. Bu döneme sabır dönemi de denmektedir.
Medine döneminde bu ikisi, devlet otoritesi ile beraber birleşerek, uzun vadeli strateji neticesinde islâm'ın yayılmasını neticelendirmiştir.
Hicretten sonra Medine'de islâm Devletini kuran Hz.Peygamber (s.a.v.), münafıklar ve yahudilere karşı üstün bir siyaset takip etti. Yahudiler, kendi kazdıkları kuyuya düştüler. Hz.Peygamber (s.a.v.), onların ittifak etmelerini siyasî yolla engelledi.
Kuvvetlerini ve birliklerini dağıttı. Anayasa maddelerine uymayan ve islâm aleyhine aleni propaganda yapanlarına asla müsaade etmedi ; cezalarını hemen verdi.[79]
Yahudiler, daha çocukluğundan itibaren Hz.Muhammed (s.a.v.)'e düşman olmuşlar ve hayatı boyunca O'nunla mücadele etmişlerdir.
Hz.Muhammed (s.a.v.) , her şeyden önce bir peygamber olduğu için, yahudilerin bu menfî tutumlarına karşı onlara nasihat etmiştir. Fakat onlar, nasihat ve ikazdan anlamadıklarından ve bir de islâm Devletine ve müslümanlara ihanet ettiklerinden dolayı, Rasûlullah (s.a.v.) onlara karşı savaş açmıştır.
Yapılan savaşlarda Kaynuka oğullan ve Nadir oğullan Medine'den sürülmüştür. Bu hadiseleri gözleriyle gören ve mezkur iki kabilenin ihanetlerini kabul eden Kurayza oğulları, geçmişten hiçbir ders ve ibret almayarak onların yaptığından daha büyük bir ihanet yapmışlardır. Hendek savaşında müşriklerle gizliden anlaşıp müslumanları arkadan vurmanın planlarım yapan Kurayza oğullarının ihaneti, Rasûlullah(s.a.v) tarafından haber alınmış ve Hendek savaşından sonra Kurayza oğullarının cezası verilmiştir.
Tarih boyunca ihaneti kendilerine bir meslek haline getiren ve peygamberler katleden yahudiler, Medine îslâm Devletini kinlerinden dolayı yıkmak isterlerken Rasûlullah (s.a.v.)'in takibet-tiği üstün strateji neticesinde kendileri mağlup oldular.[80]
Münafıklar, islâm birliğini, ümmeti el altından parçalamak istiyorlardı. Liderleri Abdullah b. Ubeyy b. SelüTün bütün planları boşa çıkıyordu. Hz.Peygamber (s.a.v.), Mekke döneminde müşriklerin planlarını akamete uğratan üstün bir cemaat reisi,[81] Medine döneminde de münafık ve yahudilerin sinsice planlarını bozan muktedir bir devlet başkanıdır.[82]
islâm Devletinin nizamî bir ordusu yoktu. Belki de böylesi daha iyiydi. Çünkü, herkes, Cihâdın faziletinden nasibini almış oluyordu. Hem o zaman nizamî bir ordu, devletin başına değişik problemler açabilirdi; maddî bakımdan da yük olabilirdi.
Müslümanlar ilk önce seriyyelerle [83]askeri cihada alıştırıldı. Seriyyeler Cihâd ordusunun mektebidir. Fertlerin mesuliyet altına girmeleridir. Askeri ve komutanlarını yetiştiren acemi eğitimidir.
Hz.Peygamber (s.a.v.), Medine döneminde çok hummalı bir faaliyetin içindedir. On senelik kısa bir zamanda on dokuz [84] gazveye katılmış, kırk yedi seriyye göndermiştir. Mahmut Şit Hattâb ise gazvelerin sayısını yirmi sekiz olarak belirtmektedir. Bunların dokuzunda düşmanla karşılaşma gerçekleşmiş, on dokuzunda ise fiili çartışma olmamıştır.[85]
Bu gazvelerde ilk hedef Kureyş, yani islâm'la mücadele eden Mekke Devleti idi. Kureyş kendine çok güvenmesine rağmen, İslâm Devleti karşısında tutunamadı.
Hz.Peygamber (s.a.v.) davasını sulh ile yaymak istiyordu. Sahabenin itirazına ve şartların ağırlığına rağmen Hudeybiye mu-salahasınm yapılmasını temin etti.[86] Bu musalahadan sonra İslâm daha çok yayıldı.
Devrin süper güçlerinden korkmadı. Onları resmi mektuplarla islâm'a davet etti.[87]
Kendisi hayatta iken istikbalin ordu komutanlarını yetiştirdi. Bazen seferlere iştirak etmedi. Sahabeden kabiliyetli olanları komutan tayin etti. Dönüşte, askeri ve komutanı dinleyerek onların başarılarını takdir edip, eğriliklerini de düzeltti.[88]
O, fildişi kulesinden Devlet idare edip, ordular sevkeden bir başkan değildi. Bizzat işin içindeydi. Sadece bir teorisyen değil, teori ve pratik insanıydı.
En sıkıntılı günlerde bile ashabına, istikbal hakkında müjdeler veriyordu.[89] Bu yol ve metodla işin başarıya ulaşacağını kabul ettirmişti onlara. O, hiçbir komutana benzemediği gibi, O'nun tebaası ve askerleri de başka ordulara benzemiyordu. O'nun savaş taktikleri de apayrıydı, işte şimdi biz, o taktikleri sıralayacağız. [90]
[1] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/19-20.
[2] İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1971,1, 256; İbn Sa'd Ebi Abdillah Muhammed, et-Tabakatu'l-Kübrâ, Beyrut, 1970,1,194-199.
[3] İbn Sa'd, Tabakât, I, 199; İbn Kayyım, Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdu'l-Me'âd fi Hedyi Hayri'lîbad, Mısır, 1970,1, 33-34.
[4] İbn Hişâm, Sîre, I, 257; îbn Kayyım, a.g.e., 34.
[5] Hattâb, Mahmud Şît, er-Resâlu'l-Kâid, Beyrut, 1974, s.63.
[6] İbn İshâk, Muhammed b. İshak, Siretü'bnu tshak, Konya, 1981, s.118.
[7]İbn Hişâm, Slre, I, 280, 281; Taberî, Ebû Cafer Muhammed, Târihu'l-
Ümem ve'l-Mülük, Beyrut, 1967, II, 304.
[8] K.K., Hicr Sûresi, 94.
[9] K.K, Şuarâ Sûresi, 214-215.
[10] îbn İshâk, Sîre, 126; Taberî, Tarih, II, 402; Ebu'1-Fidâ, Imâduddin İsmail, el-Muhtasar fi Akbâri'l-Beşer, Beyrut, ts.,1,116.
[11] İbn îshâk, Sîre, 126.
[12] Ibn Hişâm, Sîre, I, 282; İbn Sa'd, Tabakât, I, 200.
[13] KK, Tevbe Sûresi, 32.
[14] İbn Kesîr, Ebu'1-Fidâ İsmail, es-Sîretun-Nebeviyye, Beyrut, 1976,1, 492-498.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/21-23.
[15] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/23.
[16] îbn İshâk, Sîre, 254; Süheylî, Ebu'l-Kasım Abdurrahman, er-Ravdu'l-Ünüf, Mısır, 1971, II, 163-166.
[17] K.K., Hicr Sûresi, 95.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/23.
[18] ibn İshâk, Sîre, 118.
[19] K.K., Enbiyâ Sûresi, 98.
[20] Konrapa, M.Zekâi, Hz.Peygamber'in Hayatı, İstanbul, 1983,s. 26.
[21] İbn Hişâm, Sîre, I, 282.
[22] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/23-24.
[23] İbn îshâk, Sîre, 187-188; Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar, 1,117.
[24] Taberî, Tarih, II, 419; Süheylî, a.g.e., II, 108-109.
[25] K.K., Kâfırûn Sûresi, 1-6.
[26] İbn İshâk, Sîre, 169-177; İbn Hişâm, Sîre, I, 339-343; Süheylî, a.g.e. II, 67-69; İbn Kesîr, Sîre, I, 492-496.
[27] İbn Kesîr, Sîre, I, 439; Diyarbekrî, Hüseyn b. Muhammed b. el-Hasen, Târîhu l-Hamîs, Beyrut, ts.,I, 298.
[28] İbn İshâk, Sîre, 154-159; İbn Hişâm, Sîre, I, 344-355; ibn Sa'd, Tabakât, I, 203-208; İbn Kesîr, Sîre, I, 3.
[29] îbn İshâk, Sîre, 151,160-165; İbn Hişâm, Sîre, I, 311-312,366-373 ; İbn Kesîr, Sîre, I, 445.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/24-25.
[30] İbn İshâk, Sîre, 165.
[31] Ayn. eser, 195-198.
[32] îbn Hişâm, Sîre, II, 14-21; Süheylî, a.g.e.,I,122-125; îbn Kesîr, Sîre, II, 43-44.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/25-26.
[33] îbn îshâk, Sîre, 227; Îbn Hişâm, Sîre, II, 57-60; Süheylî, a.g.e.I, 166-167; îbn Kesîr, Sîre, II, 122-138.
[34] îbn Hişâm, Sîre, I, 380,381; Zehebî, Muhammed b. Ahmed, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1988, s. 83.
[35] K.K., Leheb Sûresi, 1-5.
[36] îbn Hişâm, Sîre, I, 381-389; îbn Kesîr, Sîre, II, 83-89,148.
[37] Müslim, Cihâd, 111; îbn Hişâm, Sîre, I, 60; îbn Kesîr, Sîre, II, 149-152; Süheylî, a.g.e.,1,162.
[38] Önkal, Âhmed, Rasûlullah'm îslâma Davet Metodu, Konya, 1981, s. 94.
[39] îbn Hişâm, Sîre, II, 63-67; Süheylî, a.g.e.,1,173; îbn Kesîr, Sîre, II, 163.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/26-27.
[40] İbn Hişâm, Sîre, II, 73-111; Süheylî, a.g.e.,1,184-210; îbn Kesîr, Sîre, II, 178-209.
[41] Hattâb, a.g.e-.s. 67,68.
[42] İbn Sa'd, Tabakât, I, 223; Ayrıca Akabe Bey'atları için bakınız : Hamidul-lah, Muhammed, Hz.Peygamber'in Savaşları (Trc. Salih Tuğ), İstanbul 1972, s. 22-28.
[43] Hattâb, a.g.e.,s. 68.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/27-28.
[44] îbn Sa'd, Tabakât, I, 226; ibn Kesîr, Sîre, II, 215; Zehebî, Sîre, 212.
[45] Sırma, İhsan Süreyya, îslâmt Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, İstanbul 1984, . 124.
[46] Ay. es.125.
[47] Buhârî, îcâre, 3; ibn Hisara, Sîre, II, 124; Süheylî, a.g.e.,1, 243; İbn Kesîr, Sîre, II, 232.
[48] Hattâb, a.g.e.,s.69.
[49] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/28-29.
[50] Hicretten sonra kurulan îslâm Devleti konusunda geniş bilgi için bkz.: Ha-midullah, Muhammed, îslâm Peygamberi (Trc. Salih Tuğ), İstanbul 1980, 1,189-229.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/29.
[51] İbn Hişâm, Sîre, II, 141; İbn Kesîr, ebu'1-Fida İsmail, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1977, III, 214.
[52] Bkz. Buhârî, Salât, 48; Müslim, Mesâcid, 9; Nesâî, Mesâcid, 12; Semhûdî, Nureddin Ali b. Ahmed, Vefâu'l-Vefâ bi Ahbâri Dâri'l-Mustafa, Beyrut, 1955,1,332-333.
[53] Hattâb, a.g.e.,s. 70.
[54] Hattâb, Peygamber Ordusunun Tarihi (Trc. İhsan Süreyya Sırma), îstan-bul, 1983, s. 19-20.
[55] Ayn. es.s. 38.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/30-31.
[56] ibn Sa'd, Tabakât, I, 238-239; îbn Kesîr, el-Bidâye, III, 226-229; Sırma, Mekke Dönemi, 135.
[57] Hattâb, a.g.e.,s.71.
[58] Buhârî, Cihâd, 181; Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1,198.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/31.
[59] Bu andlaşmamn tamamı şu eserde mevcuttur : Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku's-Siyâiyye, Beyrut, 1969, s.41-47.
[60] Bu maddelerin tercemesi Salih Tuğ'a aittir.
[61] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 224-228.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/32.
[62] Eroğlu, Hamza, Devletler Umumi Hukuku, Ankara 1984,. 98.
[63] Ay. es.s.98.
[64] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/32-33.
[65] îbn Kayyım, a.g.e.,11, 52; Mevdûdî, Hz.Peygamberin Hayatı, II, 536-542.
[66] Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Hacc, 456-458; Tirmizî, Menâkıb, 67; îbn Mâce, Menâkib, 104; Semhûdî, Vefa, I, 97.
[67] Müslim, Cihâd, 3; Ebû Dâvûd, Cihâd, 82; Tirmizî, Siyer, 48; Îbn Mâce, Cihâd, 37.
[68] İbn Hişâm, Stre, IV, 141-143; Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar, 1,147; Diyarbekrî, Harnîs, II, 115.
[69] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/33-34.
[70] Bkz. Buhârî, Salât, 48; Müslim, Mesâcid, 9; Nesâî, Mesâcid, 12; Semhûdî, a.g.e.,1, 322.
[71] İbn Kesir, Sîre, I, 354; İbn Kayyim, a.g.e.,II,65.
[72] K.K.,Hacc Sûresi, 38-39.
[73] İbn Kesîr, Sîre, II, 354; îbn Kayyim, a.g.e.,11, 65.
[74] Bkz.K.K.,Nisâ Sûresi, 75-76; Bakara Sûresi, 190-193; Enfâl Sûresi, 39; Ayrıca bkz. el-Umerî, Ekrem Ziya, el-Muctemeu'l-Medeni, Medine, 1984, s. 18-23.
[75] Bûtî, Said Ramazan, Fıkhu's-Slre, Dimeşk, 1977, s. 167.
[76] Buhârî, Afegâzî, 31.
[77] Bûtî, a.g.e.,8.167.
[78] Hattâb, a.g.e.,s.9.
[79] Buhârî, Meğâzî, 15-16; Müslim, Cihâd, 119; Ebû Dâvûd, Cihâd, 169; Taberî, Tarih, III, 91; Süheylî, a.g.e.,145.
[80] Daha geniş bilgi için bkz. Sırma, İhsan Süreyya, Yahudi Meselesi, İstanbul 1984.
[81] Önkal, a.g.e.,43-86.
[82] Ayn.es.93-133.
[83] İbn Kesîr, Sîre, II, 338; îbn Kayyım, a.g.e.II, 92.
[84] Buhârî, Meğâzî, 1; Müslim, Cihâd, 144-148.
[85] Hattâb, Peygamber Ordusunun Tarihi, 34.
[86] Buhârî, Meğâzî, 37; Müslim, Cihâd, 90-91-92; İbnul-Esîr, İzzüddin Ebi'l-Hasen,el-Kâmil fı't-Tarih, Beyrut, 1965,11,200.
[87] Buhârî, Cihâd, 100-101; İbn Sa'd, Tabakât, I, 258; Ebu'1-Fidâ, el-Muhta-sar, 1,141.
[88] İbn Hişâm, Sîre, IV, 24; İbn Kayyim, a.g.e. II, 175.
[89] Buhârî, Cihâd, 62; Buhârî, Humus, 8.
[90] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/34-38.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa AĞIRMAN
(Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi, Öğretim Görevlisi, Erzurum)
Mustafa Ağırman 1954 yılında Erzurum'un Oltu ilçesinde doğdu ilkokulu dışarıdan bitirdi. 1972 yılında Sakarya Î.H.L.den, 1976'da İstanbul Yüksek tslâm Enstitüsünden mezun oldu. 1981'de Erzurum Yüksek îslâm Enstitüsüne asistan olarak girdi. 1983'de Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak atandı. 1992 yılında "Hz. Peygamber'in Sauaş Stratejisi" konulu teziyle doktor unvanını aldı. Halen A.Ü. İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.[1]
Birinci Bölüm
DEVLET VE SİYASET
I. İslâm Devletinin Oluşması
A) Mekke Dönemi :
1- Vahyin Başlaması Ve Tebliğ
Rasûlullah (s.a.v.)'a, vahiy yoluyla Kuran inmeğe başladığı[2] andan itibaren, islâm'a davet başladı.[3] Hz.Peygamber (s.a.v.) ilk olarak islâm'ı aile fertleri ve yakın arkadaşlarına tebliğ etti. Kendisine îslâm ordusunun ilk mayasını oluşturacak olan seçkin bir grup iman etti.[4] O, insanlara; Allah'ın birliği, nefislerin temizlenmesi, safların birleştirilmesi, islâm yararına kişisel çıkarlann go-zardı edilmesi çağrısında bulunuyordu.[5] Bu davet gizli yapılıyordu, iş çok sıkı tutuluyordu.
islâm'ı kabul edecek olanlara, Hz.Peygamber (s.a.v.) şu teklifi yapıyordu :
"Allah'tan başka ilah (tanrı) olmadığına, O'nun tek olup, ortağı olmadığına şehadet ederek, Lât ve Uzza ilahlarını inkâr edeceksin"[6]
Bu kelimeleri söyleyen müslümanlar, artık bütün işlerinde Allah'ın hakimiyetini kabul ediyorlar ve bütün ilahları reddettiklerini ilan ediyorlardı.
Davet gizlice yürütülüyor ve müslüman olanların sayısı artıyordu. Mekke'nin her tarafında islâm konuşulmaya başlandı. Gizli tebliğden istenilen netice hasıl olunca Yüce Allah şu iki âyetle tebliğin açığa vurulmasını emretti:[7]
" (Ey Muhammed) artık sana emredileni açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir. "[8]
" En yakın akrabalarını uyar. Sana uyan müminleri kanatlarının altına al."[9]
Bu ayeti kerimeler nazil oluncaya kadar, islâm gizlice tebliğ edilmiş ve bu gizlilik üç sene sürmüştü.[10] Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
" Bana peygamberlik verilmesi üzerine kavmim, hoşlanmadığım kerih sözler söyleyince sustum. Fakat Cebrail (a.s.) gelerek şöyle dedi: " Ya Muhammed, Rabbinin sana emrettiği şeyi yapmazsan, seni cezalandırır."[11]
Cebrail'in bu ikazı üzerine Hz.Peygamber, Hz. Ali vasıtasıyla yakın akrabalarını bir yemeğe çağırdı; onları Islama davet etti. Hz.Peygamber daveti açığa vurunca müşrikler de düşmanlıklarını izhar ettiler. Yakınları, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in davetini alay ve istihzayla karşılayıp yanından uzaklaştılar.[12]
Müşrikler alay etse de, istemese de, karşı koyup düşmanlık etse de Allah, nurunu tamamlayacaktır :
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister."[13]
Müslümanların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Müşrikler de düşmanca tutumlarım ileri seviyelere götürüyorlardı. Başlangıçta Kureyş, müslümanları isyancı bir grup olarak kabul ediyor; onları böyle değerlendiriyordu. Bundan dolayı da, müslümanlar-dan kimsesizlerin, musta'zaflarm, savunma gücü olmayanların can ve malına tecavüzü mubah saymaktaydılar. Müslümanların sayısı arttıkça onlar da işkencenin dozajını artırıyorlardı. Daha da ileri giderek bir iki müslümanın şehid olmasına bile sebep oldular.[14]
2- Mekke Devletinin İslama Tepkisi:
Davetin açığa vurulmasından sonra meydana gelen Mekke Devletinin tepkisini şu şekilde maddeleştirebiliriz :[15]
a) Alay Etme :
islâm davetinin başlaması ile Mekke ahalisi müminler ve müşrikler diye iki gruba ayrıldılar. Sayı bakımından çok olan müşrikler aynı zamanda maddî bakımdan da kuvvetliydiler. Fakat ahlâkları bozuk, değer yargıları seviyesiz ve hatta kendi dinlerine karşı bile laubali bir davranış içindeydiler. Müslümanlar azdı; üç yıl içinde sayıları kırkı bile bulmamıştı. Fakat imanları kuvvetli, seciyeleri yüksekti.
Müşrikler, davetin açığa vurulmasından sonra, Hz.Muham-med (s.a.v.)'i " gökten haber veren işte budur " diye birbirlerine göstererek eğlendiler. Mülümanlan alaya aldılar.[16] Onların alaylarına karşılık Yüce Allah şöyle buyurdu:
" O alay edenlere karşılık biz sana yeteriz. "[17]
b) Hakaret:
Hz. Peygamber (s.a.v.), insanları ilk Önce ilahları reddetmeye davet ediyordu.[18] Zaten O, putları ve putçuluğu yıkmak için gönderilmişti. Putlarla ilgili âyetler nazil olmaya başlayınca müşrikler daha da hırçınlaştılar:
" Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız Cehennem'in H nusU-nuz. Siz ( odun gibi ) oraya gireceksiniz"[19] ayeti nazil olunca, Mü'minlerle müşrikler arasındaki münasebetin ikincisi yan' hakaret dönemi başlamış oldu.[20]
Müşriklerin müslümanlara karşı ateş püskürmeleri kendi aleyhlerine oluyor, islâm iyice duyulmuş oluyordu. Hemen her nıüslüman hakaretten nasibim alıyor, hatta Hz.Peygamber (s.a.v.)'e bile ağır hakaretler ve galiz küfürler yapılıyordu.[21] Bu hakaretler neticesinde saflar iyice netleşiyordu. [22]
c) İşkence :
Saflar hem iyice belirginleşiyor, hem de müslüman olanların sayısı artıyordu. Mekke'de tutuşan iman meş'alesini söndüreme-yen müşrikler, çeşitli hile ve tuzaklara başvurdular. Hz.Peygam-ber (s.a.v.)İ himayesinde bulunduran Ebû Talib'e çeşitli teklifler götürdüler. İslâm'ı sulandırmak istediler. Hz.Muhammed (sa.v.)'e dünyalık menfaatler sundular, fakat O yüce insan bunları elinin tersi ile itti.[23]
Bu konuda istediklerini elde edemeyince, " Sen bizim taptıklarımıza tap, biz de senin ibadet ettiğine ibadet edelim; böylece müşterek bir noktada birleşelim " dediler.[24] Bu çirkin tekliflerinin cevabım Allah verdi:
" De ki: Ey kâfirler ! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.[25]
Müşriklerin reislerinden gelen "sentez" teklifi bu şekilde reddedildi. Bu reisler, menfaatleri yüzünden puta tapıcılıkta ısrar ediyorlardı. Müslümanlığı tehlikeli görüyorlar, bu dinin ilerlemesine mani olmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.
Müşriklerin elebaşlarının ellerinden gelen de işkenceydi. Yıldırma politikalarının işkence safhasını açtılar. Kabilesi kuvvetli olanlara pek dokunamıyorlar, fakat kimsesizlere, hususiyle köle ve cariyelere son derece işkence ediliyordu. Kimi, yakıcı kumlar üzerine yatırılır, göğüslerine ağır taşlar bastırılır veya kızgın demirlerle vücutları dağlanır; kimi aç, susuz bırakılarak müslü-manlıktan vazgeçmesi için zorlanırdı.[26]
işkenceler arttıkça, tebliğ daha hızlı bir şekilde ilerliyordu. İşkence ve tebliğ karşılıklı hızlanırken, müslümanlardan kabilesi kuvvetli olanlar da işkenceden nasiblerini alıyorlardı.[27]
Müşriklerin baskısı çok artınca, Hz.Peygamber, müslüman-larm Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi. Bisetin beşinci senesinde onaltı kişilik bir kafile Habeşistan'a hicret etti. Bisetin yedinci yılında da doksan kişilik bir kafile aynı ülkeye muhacir olarak gitti.[28]
Bisetin altıncı senesinde Hz.Hamza ve Hz.Ömer'in müslüman olması ile müslümanlar biraz olsun kuvvet bulmuş, müşrikler ise istediklerini elde edememenin üzüntüsüne düşmüşlerdi.[29]
d) Ambargo :
Hz.Hamza ve Hz. Ömer'in müslüman olması, müşrikleri çileden çıkardı. O zamana kadar, Erkam b. Ebi'1-erkam'm evinde gizlice ibadet yapan ve sohbet eden mülümanlar, şimdi Ka'be'de açıktan namaz kılmaya başladılar.[30]
Habeşistan hicretiyle de, oraya giden müslümanlar, emniyete kavuşmuş ve diledikleri gibi yaşama hürriyeti elde etmişlerdi. Üstelik islâm, her tarafta duyulup şüyu buldu. Habeşistan kralı Necâşî, müslümanları geri isteyen Mekke- Şehir Devletinin elçilerini kabul etti; ama isteklerini yerine getirmedi. Bu kabul esnasında, müslümanlar, krala da islâm'ı anlatma imkânı buldular.[31]
Tevhid inancına karşı alay, hakaret ve fiili işkence uygulayan Mekke'liler, bu hadiselerden sonra sosyo- ekonomik bir müeyyideye başvurarak müslümanlar aleyhine ambargoya karar verdiler.
islâm tarihinde, Haberu's-Sahife diye geçen bu hadise, Mekke devrinin yedinci yılında Muharrem ayında vuku buldu. Müşriklerin ileri gelenlerinden kırk kişi toplanmış, müslüman-larla her türlü alış verişi kesmeye, kız alıp vermemeye, onlarla konuşmamaya ve her türlü muameleye son vermeye, ayrıca her rastladıkları yerde zulüm ve işkenceye devam etmeye karar vermişlerdi. Bu kararı bir sahifeye yazıp Ka'be'nin duvarına astılar. Ayrıca bu kararları kesinlikle yerine getireceklerine dair de yemin ettiler.
Üç sene kadar devam ettiği rivayet edilen bu ambargo, müslümanlar için çok sıkıntılar getirdi. Açlık ve susuzluktan çocuklar Ölüyordu; dayanılması çok zor olan günler geçirdiler. Müşriklerin saldırı ihtimali her an için varid olduğundan, gece gündüz ellerinde silah, nöbet tutuyorlardı. Hz.Peygamber, İslâm'ı anlatacak bir tek muhatap dahi bulamıyordu.
Ebû Talib mahallesindeki bu muhasara, Biset'in onuncu yılında Hişâm b. Amr'ın gayretleriyle kaldırıldı. Sahife yırtılıp atıldı ; hükümleri de geçersiz sayıldı.[32]
e) Şiddet Politikası :
Müslümanlar üç yıl süren bu muhasaradan kurtulduktan sonra sevinmişlerdi. Fakat bu sevinçleri çok sürmedi. İki büyük acı Hz.Peygamber (s.a.v.)'i de müslümanları da çok üzdü. O'nu himaye eden amcası Ebû Talib seksen yaşında vefat etti. Üç gün sonra da Hz.Hatice vefat etti.
Mekke devrinin onuncu senesine rastlayan bu iki ölüm hadisesinin meydana geldiği seneye üzüntü yılı manasına"Senetu 1-hazen"denildi.[33]
Artık Hz.Peygamber (s.a.v.)'i himaye edecek kimse kalmadı. Yeni bir devir, şiddet devri başladı. Bu devirde müşriklerin yaptıkları, vahşet derecesini buldu.
Ebû Talib'in ölümünden sonra, Ebû Leheb Haşimoğulları'na kabile şefi oldu. Kendisi çok azılı bir îslâm düşmanı idi. Karısı Ümmü Cemil ile birlikte Hz.Peygamberin geçtiği yollara diken döker ve O yüce insanın ayağına diken batmasından zevk alırdı. Bu ikisi hakkında zaten bir sûre nazil olmuş ve onların akıbetini beyan etmişti:[34]
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya. Ne malı, ne de kazandığı, onu (Allah'ın kahrından) kurtaramadı. Alevli bir ateşe girecektir (o). Karısı da odun hamalı olacak. Boynunda hurma lifinden (örülmüş) bir ip ( bulacaktır)."[35]
Bu devirde müşrikler şimdiye kadar yaptıklarının hepsini toptan yapıyorlardı. Alay, hakaret ve fiili işkence doruk noktaya çıkmıştı.[36] İşte böyle bir ortamda Hz.Peygamber, islâm'ı Mekke'nin dışında bir şehir halkına tebliğ etmek için Taife gitti. Ta-if te de aynı muamele ile, hatta daha şiddetlisiyle karşılaştı. Taif-liler O'nu dinleme yerine, kovdular, taşladılar; sokak serserilerini peşine taktılar, mübarek ayakları kan-ter içinde kaldı, istediği neticeyi alamadan Taiften geri döndü.[37] " Taifliler, ayaklarına gelmiş nimeti teptiler; istikbalin Medinesi olma imkânım inatları yüzünden elden kaçırdılar.[38]
Hac mevsiminde, Arap yarımadasından kalabalık insanlar gelir Mekke'ye toplanırlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.) kendini onlara arzetti; islâm'ı tebliğ etti. Çadırlarda insanları ziyaret edip davasını anlattı. Müşrikler de O'nu arkadan takip edip, anlattıklarını silmeye çalışıyorlar ; O'nun davasını ters-yüz ediyorlardı.[39]
3- Akabe Bey'atleri
Kendisi ve müslümanlar için sığınak arayan Hz.Peygamber (s.a.v.), işte bu esnada Akabe'de Yesrib'den gelen bazı kişilerle karşılaştı. Onları islâm'a davet etti. Bu insanlar da kendilerine yapılan daveti kabul ettiler. Hz.Peygamber, bazı konular üzerine onlarla ahidleşip bey'atlerini aldı. İslâm tarihinde Akabe Bey'at-leri, diye meşhur olan ve Hicret'e başlangıç teşkil eden hadisenin kapısı aralanmış oldu.
İslâm Tarihi kaynakları Akabe Bey'atleri'nin üç sefer yapıldığını bildirirler. Birinci Akabe'de altı kişi oldukları rivayet edilen Yesribliler, ertesi sene on iki kişi oldular. Memleketlerine geri dönerken Hz.Peygamber'in görevlendirdiği Mus'ab b. Umeyr'i de muallim olarak götürdüler. Bir sene sonra yetmiş üç erkek iki kadın olmak üzere yetmiş beş kişi Hz.PeygamberXs.a.v.)'e bey'at etti. Bu bey'ate iştirak eden Ka'b b. Malik isimli sahabî, Hz.Peygam-ber (s.a.v.)'in on iki tane nakib seçtiğini rivayet etmektedir.[40]
Bu konuda geçen rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz.Peygamber, nakibler ve muallim vasıtasıyla Yesrib'i Islâmlaştırmış ve hicrete hazır hale getirmişti. Son-Akabe Bey'atinde de Yesribli müslümanlar, Mekkeli müslümanları memleketlerine davet ettiler.[41]
Bu insanlar islâm'a öyle gönül vermişlerdi ki, bunlardan Ab-bas b. Ubâde şöyle dedi:
"Ya Rasulallah, eğer istiyorsan, kılıçlarımızla, seni taciz eden Mekkelilere savaş açalım ". Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
"Henüz bununla emrolunmadık, kervanlarınıza dönün."[42] Hz.Peygamber (s.a.v.), Akabe Bey'atleri ile, Mekke dışında kendine tabi olanların ilk kez yönetimini üstleniyordu. Bu, Rasûlullah(s.a.v.)'m askeri başarısıdır.[43]
4- Hicret
Akabe Bey'atleri başarı ile neticeye ulaştıktan sonra Hz.Peygamber, müslümanlarm Yesrib'e hicret etmelerine izin verdi.
Müslümanlar da mallarını ve ailelerini Mekke'de bırakıp muhacir oldular.[44]
" Mekke'den Yesrib'e hicret eden bu müslümanlara, Ensar dediğimiz Yesribli müslümanlar kapılarını açıyor, onları seve seve misafir ediyorlardı. Zaten bunun için onlara ensar, yardımcılar denmişti. Ensar, hemen kendi aralarında bir teşkilat kurarak Mekke'den gelen muhacirleri yerleştirmiş, onları kardeş olarak ekmeklerine, çorbalarına, evlerine ortak yapmışlardı."[45]
"Mekke'de, işkence altında veya hapiste olan müminlerden başka sadece Hz.Ebû Bekir ve Hz.Ali kalmıştı. Diğer bütün müslümanlar hicret etmişti."[46]
Bu sırada Darü'n-Nedve'de toplantılar yapılıyor; müşrikler durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Ortaya atılan görüşler içerisinde " Muhammed (s.a.v.)'in Öldürülmesi gerekir " fikri kabul gördü. Onlar bu konuları görüşürken Allah da Rasulüne hicret emri vermişti. Yol arkadaşı olarak Hz.Ebû Bekir'i alan ve çok güzel taktikler uygulayan Hz.Peygamber salimen Yesrib'e ulaştı. Artık bundan sonra orası Medinetun-Nebi, kısaca Medine oldu.[47]
" Rasûlullah (s.a.v.)'in Medine'ye hicreti, komutanın ordu birlikleriyle garnizonda birleşmesi demektir."[48] Kısaca hicret, cemaatten devlete geçiş hareketidir. [49]
B) Medine Dönemi
Mekke'den Medine'ye hicret eden müslümanlar çeşitli zorluklarla karşılaştılar. Bu zorlukların izalesinde Ensar'ın büyük yardımları görüldü. Müslümanların hepsini Medine'ye yolcu ettikten sonra kendisi de hicret eden Hz.Peygamber (s.a.v.) Medine'de bir îslâm devletinin temelim attı.[50]
1- Mescid
Hz.Peygamber, Medine'de ilk iş olarak Mescid'in yapımım ele aldı.[51] Hemen yerini belirleyip çalışmaları başlattı. Ashab'm çalışmasına kendisi de bedenen iştirak etti. Temelleri taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma gövdelerinden, tavam hurma yapraklarından, zemini kum ve çakıldan müteşekkil bir bina vücuda getirildi. Mescidin doğu tarafında da Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ikamet edeceği odalar yapıldı.[52]
Mescid sadece namaz kılmak; ibadet etmek maksadıyla yapılmadı. Medine islâm Devleti burdan yönetilecekti." Bu binanın tamamlanmasıyla İslâm'da ilk askerî karargâh da kurulmuş oldu."[53]
" Hz.Peygamber (s.a.v.) camisini komutanlık merkezi ittihaz etti. Onda askeri birlikler tadat olunur ( sayılır ) avlusunda Cihâd toplantıları yapılırdı. Orada sâdık mücahidler Cihâd aşkıyla yanar, orada kararlar, emirler, nasihatler verilirdi. Hz.Peygamber (s.a.v.) orada ashabına danışır, görüşlerini alırdı; çünkü onların işi müşavereye dayalıydı.
Hz.Peygamber (s.a.v.), ashabım maddî ve manevî yönden teçhiz etmek için, onları Mescidde yetiştirirdi. Karargâhı olan Mes-cidde, müminleri Allah yolunda savaşa teşvik eder, savaşta sebat edip, firar etmemelerini emrederdi. Onları tefrika ve çekişmelere düşmemeleri için uyarırdı. Onlara nizam ve itaati emreder, içlerine sevgi, dostluk ve kardeşliği yerleştirirdi.
Savaşa çıkacak olan ordu, Mescidden hareket ederdi. Sancak, bayrak ve askeri nişanlar Mescidde verilirdi. Silah ve mühimmat orada dağıtılırdı. Bir tehlike belirdiğinde, ashab mescidde toplanır; mücahidler gaza veya seriyyeden dönünce mescide gelirlerdi. Yaralıların yaralan mescidde sarılır; müslümanlar cihâd hükümlerini mescidde öğrenirlerdi.
Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanında, asker ve komutanların kışlası mesciddi. Askeri ıstılah olarak kışla, komutanın kendilerine emirlerini iletmek ve yapmaları gerekenleri bildirmek için askerini topladığı yerdir. Müslümanlar dahilî ve haricî bir tehlike karşısında kalınca, müezzin " Toplu namaz ! ... Toplu namaz !... " diye müslümanları camiye çağırırdı. Bunun üzerine bölük bölük mücahidler, gruplar halinde veya münferiden, müezzinin çağrısına icabet etmek üzere camiye koşarlardı. Camiye koşan bu müslümanlar tam techizatlı olup, beraberlerinde getirdikleri atlarını, develerini caminin dışına bağlarlardı. Ordunun aniden taarruza geçmesi ve tehlikenin üzerine beklenmedik anda varılması için gerekli levazım ve teçhizat hemen dağıtılırdı. Bütün bunlar, bir tek komutanın, yani Hz.Peygamber (s.a.v.)'in sevk ve idaresinde ve bir tek gayenin tahakkuku için yapılırdı^'lslâm'ı ve müslümanları savunma."[54]
" Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ordusu camide kuruldu, camide büyüyüp orada yüceldi; camide ayakta durdu, camide eğitim gördü; çünkü Allah bütün yeryüzünü tertemiz bir cami yaptı. İslâm'ı ve müslümanları korumak için ilk mücahid ordusu, Medine-i Mü-nevveredeki Rasûlullah (s.a.v.)'in mescidinden hareket etti."[55]
2- Kardeşlik
Hz.Peygamber (s.a.v.), Muhacirun ile Ensar arasında bir kardeşlik bağı oluşturdu. Taraflar, her türlü hayat şartlarında birbirlerine yardımcı olacaklar, birbirlerini kollayacaklardı.[56]
Kurulan îslâm Devletine bunlar sahip çıkacaklar, İslâm'ı etrafa bunlar yayacaklardı. " Bu kardeşlik, iki müslüman grubu bir araya getirip, onlara tek komutanın direktifi doğrultusunda, aynı amacı taşıyan kimseler olma özelliğini kazandırıyordu."[57] Hz.Peygamber (s.a.v.) bu esnada yaptırdığı bir nüfus sayımı ile Medine'de binbeşyüz tane müslüman olduğunu da tesbit etti.[58]
3- Anayasa
Hz.Peygamber (s.a.v.), Ensar ve Muhacirûn arasında bir kardeşlik tesis ederken, Medine'de yaşayan müslümanlarla gayr-i müslimler arasında da bir vatandaşlık antlaşması yaptı.[59] Bu vesika, aynı zamanda insanlık tarihinin ilk yazılı anayasası oldu. Bu anayasa ile Medine halkı bir düzene sokuldu; canları, malları korunarak, dinlerinde serbest bırakıldı.
Bu anayasa ile müslümanlar, yahudiler, hristiyanlar ve müşrik araplar, îslâm Devletinin tebaasını oluşturmuş oluyorlardı. Anayasanın konumuzla alakalı birkaç maddesi şöyledir:[60]
1- Bismillahirrahmanirrahim. Bu kitap ( yazı ), Peygamber Muhammed (s.a.v.) tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber Cihâd edenler için ( olmak üzere tanzim edilmiş) dir.
2- Işte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet ( camia ) teşkil ederler.
16- Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızm ve onlara muarız olanlarla yardımlaşılmaksızm, yardım ve muzaheretimize hak kazanacaklardır.
23- Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah'a ve Muhammed (s.a.v.)'e götürülecektir.
37- ( Bir savaş vukuunda ) Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve müslümanlarm masrafları da kendi üzerinedir...
37 b- Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm ika edemez; muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.
44- Onlar ( Müslümanlar ve Yahudiler ) arasında, Yesrib'e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.[61]
4- Devlet
Bu şekilde Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hicretten sonra Medine'de değişik toplulukları biraraya getirip müşterek yaşama için Anayasa yapması; meydana getirilen statüye " devlet" sıfatını kazandırmış oluyor.
Bugünkü hukuk kitapları devleti " belirli bir toprak parçası üzerinde yerleşen ve bir üstün otoriteye tabi olan insan topluluğudur. Devlet başka bir deyimle milletin hukukî ve siyasî şahsiyet kazanması dır"[62] diye tarif etmektedirler.
Bu tarifin ışığı altında devletin üç unsuru vardır :
1-) Devletin beşerî unsuru (insan topluluğu)
2-) Devletin fizikî unsuru ( ülke)
3-) Devletin hukukî unsuru ( egemenlik).
" Beşerî ve fizikî unsur devletin mevcudiyeti için şarttır. Hakimiyet unsuru ise devleti diğer topluluklardan ve benzerlerinden ayırır."[63]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in kurduğu devlette bu unsurlar eksiksiz olarak vardır, insan unsuru çok renkli bir şekilde kendini gös-teremektedir. Medine ve çevresi bu devletin fizikî unsurudur. Hakimiyet de Allah ve Rasulüne aittir.
Bu devlet kısa zamanda dahilî problemlerini halletmiş, kendini dış düşmanlara karşı müdafaya koyulmuştur.[64]
5- Başkent
Hz.Peygamber (s.a.v.), Mekke döneminde iken kendisine ve davasına sahip olacak bir topluluğun ve bir şehrin arayışı içerisindeydi. Bu maksatla, kendini barındırmalarını ve Kureyş'e karşı kendine yardım etmelerini ümit ederek Taife gitti. Taifliler müs-lümanhğı kabul ederlerse Kureyş'i sindirebilirlerdi. Ama kabul etmediler.[65]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in bu arzusunu, Akabe'de bey'at edip söz veren Medineli müslümanlar gerçekleştirdi. O da, hicretten sonra Medine Şehrini kendi devletine başkent ittihaz etti.
Medine Şehri îslâm Devletinin başkenti olduğu gibi etrafındaki arazi de devletin topraklarını teşkil ediyordu. Hz.Peygamber (s.a.v.), hicretten sonra Medine'yi Haram bölge ilan etti. Ashaptan
Ka'b b. Malik (r.a.)'ı göndererek, kendisinin işaret ettiği tepelere islâm Devletinin o günkü hudutlarım işaret etmek üzere duvarlar, sınır taşları inşa ettirdi.[66]
Etraftaki müslümanların bu şehire toplanmalarını ve bir güç meydana getirmelerini söyledi. Hz.Peygamber (s.a.v.), bu üstün siyaseti ile başkentteki nüfus yoğunluğunu müslümanlar lehine değiştirdi.
Kabilelere gönderdiği mürşidlere ve askeri birlik komutanlarına verdiği emirlerle, yeni müslüman olanların Medine'ye gelip yerleşebileceklerini her tarafa iletti.[67]
Ensar, Mekke fethinden sonra O'nun Mekke'de kalacağını düşünüyor ve üzülüyordu.[68] Halbuki Hz.Peygamber (s.a.v.), daha Müellefe-i kulub durumunda olan müslümanîann bulunduğu bir şehri merkez edinmeyi şimdilik uygun görmüyordu. Hatta Mek-ke'dekilerin bile Medine'ye yerleşmelerine müsaade ediyor ve orayı tahkim ediyordu. Hemen vefatının akebinde çıkan irtidat hadiselerini, Medineli müslümanların bastırması, O'nun askeri dehasını gösteren bir delildir. [69]
II. Siyaset ( Strateji)
Medine'de islâm Devletini kuran ve bu Devletin başkanı olan Hz.Muhammed (s.a.v.)'in gayesi ve hedefi islâm'ı yaymaktı. O, siyasetini bu esasa göre ayarladı. Daha doğrusu Allah, O'nu bu nok-ta-i nazara göre yönlendirdi. Devlet bir barış havası içerisinde ve coşkun karşılamalarla kuruldu.[70]
Bir devlet ne kadar barıştan yana olursa olsun, düşmanlar da aynı şekilde hareket etmiyorsa savaş kaçınılmaz olur. Düşmanlara karşı uyanık ve hazırlıklı olmak gerekir. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hayatında savaş, ilk Önce müdafaa harbi olarak başlamıştır. Yüce Allah, Medine'deki müslümanları, düşmanın saldırgan planından korumak için onlara, hicretin ikinci yılında şu ayet-i kerime ile savaş izni verdi:[71]
"Elbette Allah, inananları savunur. Allah hiçbir hain ve nankörü sevmez. Kendileriyle savaşılan (mümin) lere, (savaşma ) izn(i) verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. "[72]
Savaş hakkında ilk nazil olan ayet budur.[73] Bu ayet savunma savaşma izin veriyor. Tedricen nazil olan ayetler,[74] Hz.Peygamber (s.a.v.)'i taarruz savaşı yapmaya şevketti. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaşlarının savunma mı taarruz mu olduğu konusunda muasır islâm alimlerinden Said Ramazan el-Bûtî, savaşı davetin içinde bir merhale olarak kabul ederek şunları ileri sürüyor :
" islâm daveti, Resulullah (s.a.v.)'m hayatında, bisetinden vefatına kadar dört devre geçirdi.
1. Devre : Gizli davettir ki bu üç yıl sürdü.
2. Devre : Savaş olmadan yalnızca dil ile yapılan açıktan davettir ki, bu da hicrete kadar devam etti.
3. Devre : Haddi aşanlar ve kötülüğe başvuranlarla savaşmakla birlikte, açıktan davettir ki, bu da Hudeybiye musalahası-na kadar devam etti.
4. Devre : Allah'a davet yolunda engel olarak çıkan veya müşriklerden, inkarcılardan ve puta tapanlardan - daveti duyduktan sonra - Islama girmekten kaçman herkesle savaşarak, açıktan yapılan davettir ki, bu dönem, Islâmdaki Cihâd hükmünün ve islâm şeriatının, üzerinde karar kıldığı ve son şeklini aldığı dönemdir."[75]
Said Ramazan, üçüncü devreyi savunma savaşı, dördüncü devreyi de taarruz savaşı olarak kabul etmektedir. Bu görüşüne delil olarak da, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in, Kureyza oğulları dönüşü "Bundan sonra biz onlara savaş açacağız, artık onlar bize savaş açamıyacaklar "[76] hadis-i şerifini zikretmektedir.[77]
Kendisi aynı zamanda bir erkân-ı harb olan Mahmud Şit Hat-tab ise şunları ileri sürüyor :
" Rasûlullah (s.a.v.)'in hayatını askerî yönden dört döneme ayırmak mümkündür ; Toparlanma dönemi, akideyi savunma dönemi, atılım dönemi ve nihayet gelişme dönemi.
1) Toparlanma Devresi: Hz.Peygamber (s.a.v.)'in, peygamber olarak gönderilişinden, Medine'ye hicret ve orada iyice yerleşip karar kılıncaya kadarki zamandır.
2) Akideyi Savunma Devresi: Bedir savaşı ile Hendek savaşı arasında geçen zamandır. Bu dönemde müslümanlann sayısı çoğalmış, inançlarım savunabilir duruma gelmişlerdi.
3) Hücum Devresi: Hendek savaşından Huneyn savaşma kadarki zamandır. Bu dönemde islâm bütün Arap yarımadasına yayılmış, müslümanlar Arap beldelerinde hatırı sayılır bir güç haline gelmişler ve Islama karşı çıkabilecek bütün güçleri bertaraf etmişlerdir.
4) Tekâmül Devresi: Huneyn savaşından Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefatına kadar süren dönemdir. Bu dönemde yapılan Te-bük seferi, Büyük islâm Devletini ortaya çıkaran bir seferdir."[78]
Her iki müellifin görüşlerini mezcettiğimiz zaman oi'taya şöyle bir yorum çıkar:
Hz.Peygamber (s.a.v.), Mekke döneminden itibaren üstün ve isabetli bir siyaset takip etmeye başladı. Zamanı, şartlan, düşmanının gücünü, müslümanlann durumunu nazar-ı itibara alarak stratejisini tayin etti. Bu stratejinin Mekke dönemindeki mümeyyiz vasfı tedbir idi, diyebiliriz. Bu döneme sabır dönemi de denmektedir.
Medine döneminde bu ikisi, devlet otoritesi ile beraber birleşerek, uzun vadeli strateji neticesinde islâm'ın yayılmasını neticelendirmiştir.
Hicretten sonra Medine'de islâm Devletini kuran Hz.Peygamber (s.a.v.), münafıklar ve yahudilere karşı üstün bir siyaset takip etti. Yahudiler, kendi kazdıkları kuyuya düştüler. Hz.Peygamber (s.a.v.), onların ittifak etmelerini siyasî yolla engelledi.
Kuvvetlerini ve birliklerini dağıttı. Anayasa maddelerine uymayan ve islâm aleyhine aleni propaganda yapanlarına asla müsaade etmedi ; cezalarını hemen verdi.[79]
Yahudiler, daha çocukluğundan itibaren Hz.Muhammed (s.a.v.)'e düşman olmuşlar ve hayatı boyunca O'nunla mücadele etmişlerdir.
Hz.Muhammed (s.a.v.) , her şeyden önce bir peygamber olduğu için, yahudilerin bu menfî tutumlarına karşı onlara nasihat etmiştir. Fakat onlar, nasihat ve ikazdan anlamadıklarından ve bir de islâm Devletine ve müslümanlara ihanet ettiklerinden dolayı, Rasûlullah (s.a.v.) onlara karşı savaş açmıştır.
Yapılan savaşlarda Kaynuka oğullan ve Nadir oğullan Medine'den sürülmüştür. Bu hadiseleri gözleriyle gören ve mezkur iki kabilenin ihanetlerini kabul eden Kurayza oğulları, geçmişten hiçbir ders ve ibret almayarak onların yaptığından daha büyük bir ihanet yapmışlardır. Hendek savaşında müşriklerle gizliden anlaşıp müslumanları arkadan vurmanın planlarım yapan Kurayza oğullarının ihaneti, Rasûlullah(s.a.v) tarafından haber alınmış ve Hendek savaşından sonra Kurayza oğullarının cezası verilmiştir.
Tarih boyunca ihaneti kendilerine bir meslek haline getiren ve peygamberler katleden yahudiler, Medine îslâm Devletini kinlerinden dolayı yıkmak isterlerken Rasûlullah (s.a.v.)'in takibet-tiği üstün strateji neticesinde kendileri mağlup oldular.[80]
Münafıklar, islâm birliğini, ümmeti el altından parçalamak istiyorlardı. Liderleri Abdullah b. Ubeyy b. SelüTün bütün planları boşa çıkıyordu. Hz.Peygamber (s.a.v.), Mekke döneminde müşriklerin planlarını akamete uğratan üstün bir cemaat reisi,[81] Medine döneminde de münafık ve yahudilerin sinsice planlarını bozan muktedir bir devlet başkanıdır.[82]
islâm Devletinin nizamî bir ordusu yoktu. Belki de böylesi daha iyiydi. Çünkü, herkes, Cihâdın faziletinden nasibini almış oluyordu. Hem o zaman nizamî bir ordu, devletin başına değişik problemler açabilirdi; maddî bakımdan da yük olabilirdi.
Müslümanlar ilk önce seriyyelerle [83]askeri cihada alıştırıldı. Seriyyeler Cihâd ordusunun mektebidir. Fertlerin mesuliyet altına girmeleridir. Askeri ve komutanlarını yetiştiren acemi eğitimidir.
Hz.Peygamber (s.a.v.), Medine döneminde çok hummalı bir faaliyetin içindedir. On senelik kısa bir zamanda on dokuz [84] gazveye katılmış, kırk yedi seriyye göndermiştir. Mahmut Şit Hattâb ise gazvelerin sayısını yirmi sekiz olarak belirtmektedir. Bunların dokuzunda düşmanla karşılaşma gerçekleşmiş, on dokuzunda ise fiili çartışma olmamıştır.[85]
Bu gazvelerde ilk hedef Kureyş, yani islâm'la mücadele eden Mekke Devleti idi. Kureyş kendine çok güvenmesine rağmen, İslâm Devleti karşısında tutunamadı.
Hz.Peygamber (s.a.v.) davasını sulh ile yaymak istiyordu. Sahabenin itirazına ve şartların ağırlığına rağmen Hudeybiye mu-salahasınm yapılmasını temin etti.[86] Bu musalahadan sonra İslâm daha çok yayıldı.
Devrin süper güçlerinden korkmadı. Onları resmi mektuplarla islâm'a davet etti.[87]
Kendisi hayatta iken istikbalin ordu komutanlarını yetiştirdi. Bazen seferlere iştirak etmedi. Sahabeden kabiliyetli olanları komutan tayin etti. Dönüşte, askeri ve komutanı dinleyerek onların başarılarını takdir edip, eğriliklerini de düzeltti.[88]
O, fildişi kulesinden Devlet idare edip, ordular sevkeden bir başkan değildi. Bizzat işin içindeydi. Sadece bir teorisyen değil, teori ve pratik insanıydı.
En sıkıntılı günlerde bile ashabına, istikbal hakkında müjdeler veriyordu.[89] Bu yol ve metodla işin başarıya ulaşacağını kabul ettirmişti onlara. O, hiçbir komutana benzemediği gibi, O'nun tebaası ve askerleri de başka ordulara benzemiyordu. O'nun savaş taktikleri de apayrıydı, işte şimdi biz, o taktikleri sıralayacağız. [90]
[1] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/19-20.
[2] İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1971,1, 256; İbn Sa'd Ebi Abdillah Muhammed, et-Tabakatu'l-Kübrâ, Beyrut, 1970,1,194-199.
[3] İbn Sa'd, Tabakât, I, 199; İbn Kayyım, Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdu'l-Me'âd fi Hedyi Hayri'lîbad, Mısır, 1970,1, 33-34.
[4] İbn Hişâm, Sîre, I, 257; îbn Kayyım, a.g.e., 34.
[5] Hattâb, Mahmud Şît, er-Resâlu'l-Kâid, Beyrut, 1974, s.63.
[6] İbn İshâk, Muhammed b. İshak, Siretü'bnu tshak, Konya, 1981, s.118.
[7]İbn Hişâm, Slre, I, 280, 281; Taberî, Ebû Cafer Muhammed, Târihu'l-
Ümem ve'l-Mülük, Beyrut, 1967, II, 304.
[8] K.K., Hicr Sûresi, 94.
[9] K.K, Şuarâ Sûresi, 214-215.
[10] îbn İshâk, Sîre, 126; Taberî, Tarih, II, 402; Ebu'1-Fidâ, Imâduddin İsmail, el-Muhtasar fi Akbâri'l-Beşer, Beyrut, ts.,1,116.
[11] İbn îshâk, Sîre, 126.
[12] Ibn Hişâm, Sîre, I, 282; İbn Sa'd, Tabakât, I, 200.
[13] KK, Tevbe Sûresi, 32.
[14] İbn Kesîr, Ebu'1-Fidâ İsmail, es-Sîretun-Nebeviyye, Beyrut, 1976,1, 492-498.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/21-23.
[15] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/23.
[16] îbn İshâk, Sîre, 254; Süheylî, Ebu'l-Kasım Abdurrahman, er-Ravdu'l-Ünüf, Mısır, 1971, II, 163-166.
[17] K.K., Hicr Sûresi, 95.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/23.
[18] ibn İshâk, Sîre, 118.
[19] K.K., Enbiyâ Sûresi, 98.
[20] Konrapa, M.Zekâi, Hz.Peygamber'in Hayatı, İstanbul, 1983,s. 26.
[21] İbn Hişâm, Sîre, I, 282.
[22] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/23-24.
[23] İbn îshâk, Sîre, 187-188; Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar, 1,117.
[24] Taberî, Tarih, II, 419; Süheylî, a.g.e., II, 108-109.
[25] K.K., Kâfırûn Sûresi, 1-6.
[26] İbn İshâk, Sîre, 169-177; İbn Hişâm, Sîre, I, 339-343; Süheylî, a.g.e. II, 67-69; İbn Kesîr, Sîre, I, 492-496.
[27] İbn Kesîr, Sîre, I, 439; Diyarbekrî, Hüseyn b. Muhammed b. el-Hasen, Târîhu l-Hamîs, Beyrut, ts.,I, 298.
[28] İbn İshâk, Sîre, 154-159; İbn Hişâm, Sîre, I, 344-355; ibn Sa'd, Tabakât, I, 203-208; İbn Kesîr, Sîre, I, 3.
[29] îbn İshâk, Sîre, 151,160-165; İbn Hişâm, Sîre, I, 311-312,366-373 ; İbn Kesîr, Sîre, I, 445.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/24-25.
[30] İbn İshâk, Sîre, 165.
[31] Ayn. eser, 195-198.
[32] îbn Hişâm, Sîre, II, 14-21; Süheylî, a.g.e.,I,122-125; îbn Kesîr, Sîre, II, 43-44.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/25-26.
[33] îbn îshâk, Sîre, 227; Îbn Hişâm, Sîre, II, 57-60; Süheylî, a.g.e.I, 166-167; îbn Kesîr, Sîre, II, 122-138.
[34] îbn Hişâm, Sîre, I, 380,381; Zehebî, Muhammed b. Ahmed, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1988, s. 83.
[35] K.K., Leheb Sûresi, 1-5.
[36] îbn Hişâm, Sîre, I, 381-389; îbn Kesîr, Sîre, II, 83-89,148.
[37] Müslim, Cihâd, 111; îbn Hişâm, Sîre, I, 60; îbn Kesîr, Sîre, II, 149-152; Süheylî, a.g.e.,1,162.
[38] Önkal, Âhmed, Rasûlullah'm îslâma Davet Metodu, Konya, 1981, s. 94.
[39] îbn Hişâm, Sîre, II, 63-67; Süheylî, a.g.e.,1,173; îbn Kesîr, Sîre, II, 163.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/26-27.
[40] İbn Hişâm, Sîre, II, 73-111; Süheylî, a.g.e.,1,184-210; îbn Kesîr, Sîre, II, 178-209.
[41] Hattâb, a.g.e-.s. 67,68.
[42] İbn Sa'd, Tabakât, I, 223; Ayrıca Akabe Bey'atları için bakınız : Hamidul-lah, Muhammed, Hz.Peygamber'in Savaşları (Trc. Salih Tuğ), İstanbul 1972, s. 22-28.
[43] Hattâb, a.g.e.,s. 68.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/27-28.
[44] îbn Sa'd, Tabakât, I, 226; ibn Kesîr, Sîre, II, 215; Zehebî, Sîre, 212.
[45] Sırma, İhsan Süreyya, îslâmt Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, İstanbul 1984, . 124.
[46] Ay. es.125.
[47] Buhârî, îcâre, 3; ibn Hisara, Sîre, II, 124; Süheylî, a.g.e.,1, 243; İbn Kesîr, Sîre, II, 232.
[48] Hattâb, a.g.e.,s.69.
[49] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/28-29.
[50] Hicretten sonra kurulan îslâm Devleti konusunda geniş bilgi için bkz.: Ha-midullah, Muhammed, îslâm Peygamberi (Trc. Salih Tuğ), İstanbul 1980, 1,189-229.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/29.
[51] İbn Hişâm, Sîre, II, 141; İbn Kesîr, ebu'1-Fida İsmail, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1977, III, 214.
[52] Bkz. Buhârî, Salât, 48; Müslim, Mesâcid, 9; Nesâî, Mesâcid, 12; Semhûdî, Nureddin Ali b. Ahmed, Vefâu'l-Vefâ bi Ahbâri Dâri'l-Mustafa, Beyrut, 1955,1,332-333.
[53] Hattâb, a.g.e.,s. 70.
[54] Hattâb, Peygamber Ordusunun Tarihi (Trc. İhsan Süreyya Sırma), îstan-bul, 1983, s. 19-20.
[55] Ayn. es.s. 38.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/30-31.
[56] ibn Sa'd, Tabakât, I, 238-239; îbn Kesîr, el-Bidâye, III, 226-229; Sırma, Mekke Dönemi, 135.
[57] Hattâb, a.g.e.,s.71.
[58] Buhârî, Cihâd, 181; Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1,198.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/31.
[59] Bu andlaşmamn tamamı şu eserde mevcuttur : Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku's-Siyâiyye, Beyrut, 1969, s.41-47.
[60] Bu maddelerin tercemesi Salih Tuğ'a aittir.
[61] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 224-228.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/32.
[62] Eroğlu, Hamza, Devletler Umumi Hukuku, Ankara 1984,. 98.
[63] Ay. es.s.98.
[64] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/32-33.
[65] îbn Kayyım, a.g.e.,11, 52; Mevdûdî, Hz.Peygamberin Hayatı, II, 536-542.
[66] Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Hacc, 456-458; Tirmizî, Menâkıb, 67; îbn Mâce, Menâkib, 104; Semhûdî, Vefa, I, 97.
[67] Müslim, Cihâd, 3; Ebû Dâvûd, Cihâd, 82; Tirmizî, Siyer, 48; Îbn Mâce, Cihâd, 37.
[68] İbn Hişâm, Stre, IV, 141-143; Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar, 1,147; Diyarbekrî, Harnîs, II, 115.
[69] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/33-34.
[70] Bkz. Buhârî, Salât, 48; Müslim, Mesâcid, 9; Nesâî, Mesâcid, 12; Semhûdî, a.g.e.,1, 322.
[71] İbn Kesir, Sîre, I, 354; İbn Kayyim, a.g.e.,II,65.
[72] K.K.,Hacc Sûresi, 38-39.
[73] İbn Kesîr, Sîre, II, 354; îbn Kayyim, a.g.e.,11, 65.
[74] Bkz.K.K.,Nisâ Sûresi, 75-76; Bakara Sûresi, 190-193; Enfâl Sûresi, 39; Ayrıca bkz. el-Umerî, Ekrem Ziya, el-Muctemeu'l-Medeni, Medine, 1984, s. 18-23.
[75] Bûtî, Said Ramazan, Fıkhu's-Slre, Dimeşk, 1977, s. 167.
[76] Buhârî, Afegâzî, 31.
[77] Bûtî, a.g.e.,8.167.
[78] Hattâb, a.g.e.,s.9.
[79] Buhârî, Meğâzî, 15-16; Müslim, Cihâd, 119; Ebû Dâvûd, Cihâd, 169; Taberî, Tarih, III, 91; Süheylî, a.g.e.,145.
[80] Daha geniş bilgi için bkz. Sırma, İhsan Süreyya, Yahudi Meselesi, İstanbul 1984.
[81] Önkal, a.g.e.,43-86.
[82] Ayn.es.93-133.
[83] İbn Kesîr, Sîre, II, 338; îbn Kayyım, a.g.e.II, 92.
[84] Buhârî, Meğâzî, 1; Müslim, Cihâd, 144-148.
[85] Hattâb, Peygamber Ordusunun Tarihi, 34.
[86] Buhârî, Meğâzî, 37; Müslim, Cihâd, 90-91-92; İbnul-Esîr, İzzüddin Ebi'l-Hasen,el-Kâmil fı't-Tarih, Beyrut, 1965,11,200.
[87] Buhârî, Cihâd, 100-101; İbn Sa'd, Tabakât, I, 258; Ebu'1-Fidâ, el-Muhta-sar, 1,141.
[88] İbn Hişâm, Sîre, IV, 24; İbn Kayyim, a.g.e. II, 175.
[89] Buhârî, Cihâd, 62; Buhârî, Humus, 8.
[90] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/34-38.