- Asr-ı saadette mizah

Adsense kodları


Asr-ı saadette mizah

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Fri 1 October 2010, 11:00 am GMT +0200
ASR-I SAADETTE MİZAH


Yrd. Doç. Dr. Akif Köten
 

(Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Bursa)

Akif Köten 1951 yılında Samsun'un Ladik ilçesinde doğdu. 1969 yılında Çorum t.H.L.nden, 1973 yılında İz­mir Yüksek îslam Enstitüsünden mezun oldu. 1977-1982 yılları arasında Bursa Yüksek îslâm Enstitüsünde Hadis Asistanlığı ve öğretim üyeliği yaptı. 1982 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis öğretim görevliliği yaptı. 1983 yı­lında "Kadı îyaz'ın Hayatı, Eserleri ve Hadis Şerh Metodu" konusunda tez vererek doktor oldu. 1992 yılında yardımcı doçent oldu. Halen aynı fa­kültede Hadis anabilim dalında öğretim üyeliği görevine devam etmektedir. Eserleri:

- Hz. Peygamber'in Devlet Başkanlığı

- Hz. Peygamber Döneminde Şaka ve Bazı Şakacı Sahabiler. [1]

 

Birinci Bölüm


MİZAH KAVRAMI


I. Mizaha Olan İhtiyaç Ve Mizahın Faydaları
 

Melekler veya hayvanlar gibi tek yönlü bir varlık olmayan insanın hem melekî, hem de hayvanı yönleri vardır. Bunun için özellikleri, ihtiyaçları, tatmin yolları., çok değişik ve komplikedir. Mülevven mizacının tabiî bir sonucu olarak insanın, devamlı bir hal üzerind.e kalması veya uzun bir süre aynı hali sürdürmesi 'mümkün değildir. Onun tabii özelliklerinden biri de yorulma, bık­ma, usanma...dır. Bu durumlarda insan, Önceden yaptıklarının zıddını veya daha değişik şeyleri yapmak suretiyle dinlenir, hal değiştirir. Mesela, bedenen yorulup sıkıldığı zaman istirahat ede­rek dinlenmesi ne kadar normal ise, ciddi işlerde yorulup sıkıldığı zaman mizah yapması, şakalaşması, birşeyler terennüm etmesi de o kadar tabii ve ihtiyacıdır. Dinlenen kişi tekrar çalışma gücü­ne eriştiği gibi, ruhen bunalan insan da bazan yaptığı veya kendi­sine yapılan mizahla rahatlamış olarak görevlerim yapma gücüne erişir.

Rasûlullah'm (s.a.v.) meclisinde duyduğu dinî hazzı dışarıda devam ettiremediği için, imanında zaaf olduğunu zannederek Hz. Peygamber'e gelen ve bu hareketiyle münafıklaştığını zanneden Hanzala'ya Peygamber Efendimiz'in cevabı şöyle olmuştu: «in­san bir zaman böyle, bir zaman da şöyle olabilir.» Bu hâdise bize gösteriyor ki, Hanzala gibi vahiy kâtibi ve gayretli bir sahabi dahi, Hz. Peygamberin yanında hissettiği duygulan, hayatın dağdağa­sı içinde zaman zaman unutabiliyor ve kendisini dünyevi meşga­lelere kaptırabiliyor. Demek ki insandaki bu hal değişikliği nor­maldir. Fakat aslolan, insanın bu hale takılıp kalmaması ve dinî duyguları hepten unutmaması dır. Günün değişik zamanlarında namazın beş defa tekrar edilmesinin hikmetlerinden biri de, gün­lük meşgalelere dalan insanoğluna dinî duyguyu bu sıklıkla hatır­latması olsa gerektir.

Sahabe, Hz. Peygamber'in sohbetlerine büyük bir aşkla katı­lıyor ve O'nu (s.a.v.) pür dikkat dinliyordu.[2] Bu meclislerin verdiği üstün manevi haz ve sahabenin iştiyakına rağmen Hz. Peygam­ber, onları usandırmamak için ancak fasılalarla ve belirli zaman­larda va'zu nasihatta bulunuyordu.[3] Rasûlullah'm (s.a.v.) bu uy­gulaması da insanların, kalben ve zihnen yorulmalarının, usan­malarının gayet tabii olduğunu göstermektedir.

Gittikçe ağırlaşan hayat şartlarıyla maddeten .ve manen daha büyük sıkıntılara maruz kalan insanların, bu sıkıntılardan biraz olsun kurtulmasında ve rahatlamış olarak ciddi işlere tek­rar dönebilmesinde mizah, espiri, şakalaşma... gibi tabii davra­nışların müsbet etkisi olacağı kanaatindeyiz. «Zaman zaman kalpleri dinlendiriniz.»[4] hadisi de herhalde bunu ifade etmekte­dir. Buharî senedi hasen olarak değerlendiren bu hadise, yukarı­da geçen Hanzala hadisini şahid göstermektedir.[5]

Usanan yorulan zihinleri rahatlatma hususunda, Hz. Ali'nin tavsiyesi de şöyledir: «Bedenler yorulduğu gibi gönüller de yoru­lur, usanır. Kalplerinizi dinlendirin; ona ulaşacak hikmet yolları­nı arayın. Nefis oyun ister, oyalanmaya meyyaldir, yanlış şeyleri yapmak ister, tembelliğe yatkındır, rahatı arzular, çalışmaktan nefret eder... eğer nefsini çok arzularsan yıpratırsın, başıboş bıra­kırsan hepten rezil edersin»[6] Hz. Ali'nin bu tesbit ve tavsiyesi de gösteriyor ki, nefsi arzularından tamamen uzaklaştırmak onu öl­dürür; zaten bu mümkün değildir, isteklerinin tamamım yapmak ise, onu kontrolden çıkarır ve sefih bir hale sokar. Öyleyse onu za­man zaman dinlendirmek, eğlendirmek, neşelendirmek... lazım-dırki, bu şevkle insan, tekrar aslî görevlerini yerine getirebilsin.

İnsan tabiatında mevcut olan mizah duygusu, bu rahatlama­yı sağlayan yollardan biridir. Aşırı, kırıcı ve haram yollarla yapıl­madığı zaman mubah olan ve zaman zaman Hz. Peygamber'in yapmış olması cihetiyle de sünnet olan mizahı, mekârim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini beyan eden Rasûlullah (s.a.v.)'m tamamen terketmesi zaten düşünülemezdi. Ne var ki, günümüz­de çizilen ve gerçek Islâmî bilgiler yerine gelenekten kaynaklanan bir müslüman tipi var ki, buna göre müslüman; asık suratlı, her zaman ciddi, gülmeyen, güldürmeyen, eğlenmeyen bir kimsedir. İslâm'ı iyi bilmeyen cahil-dindar müslümanlar ile, islâm hakkın­daki bilgileri gayet sığ ve yanlış olan günümüz aydınlarının zihin-lerindeki müslüman tipi, maalesef böyledir. Halbuki Hz. Peygam­ber ve ashabının günlük hayatlarına baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığı, yeri geldikçe mizah, espri, şaka, gülme, güldür­me, eğlence... gibi davranışların en güzel bir şekilde icra edildiği görülecektir.

Fıtratın gereği olan davranışların, ferd ve toplum üzerinde müsbet etkileri olacağı tabiidir. En azından bu davranışlar, bir ih­tiyacı giderdiği için insanları rahatlatmaktadır. Mizah da böyle­dir. Yerinde ve ölçülü yapılan bir şaka, muhatabı da aynı şekilde rahatlatır ve taraflar arasında sevgi iletişimi meydana getirece­ğinden sosyal bünyenin sağlamlaşmasına da katkıda bulunur. «Allah (c.c.)'ın rahmetiyle sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır gi­derlerdi...»[7] ayeti, sert ve asık suratlı olmanın meydana getireceği sosyal çözülmeyi açıkça belirttiği gibi, yumuşaklık, güler yüzlük... vb. şeylerin de toplayıcı özelliklerini dile getirmektedir.

Hz. Peygamber'in müminin mümine tebessümünü îslâmî Toplumun çimento görevindeki dinamiği olan sadakanın çeşitle­rinden biri olarak sayması[8] da, tebessümü doğuran faktörlerden biri olan mizahın sosyal yapıya müsbet etkisini göstermektedir. Bazı sosyal-psikolojik tecrübî araştırmalar, mizah duygusuna sa­hip olmayı, en fazla sevilen kişilik özelliklerinin başta gelenlerin­den birisi olduğunu ortaya koymaktadır.[9]

Mizahın eğitime de büyük bir katkısı vardır. Çünkü mizahla anlatım öğrenmeyi, terbiyede takib edilecek böyle bir yol da eğiti­mi kolaylaştırır. Kabiliyetleri varsa, eğitim-öğretimle meşgul olanların buna ehemmiyet vermesi gerekir. Hz.Peygamber'in sünnetinde, bilhassa çocuklara karşı davranışında bunun pek çok örneklerini görmekteyiz.[10]

 

II. Mizah Nedir? Nasıl Olmalıdır?
 

MZH kökünden türemiş olan mizah kelimesi, ciddiyetin zıd­dı, şaka anlamındadır.[11] Şaka, gülüşmeye vesile olsun diye, karşı­sındakini kırmaksızm şaşırtmak veya aldatmak üzere söylenilen söz veya yapılan davranıştır.[12] Mizahda muhatabın sevgi ve şef­kat duygularını çekme ve iltifat hisleri bulunur. Alay, istihza, kü­çümseme... vb. davranışlara dönüşmemesi için mizah ve şakada, karşısındakini incitme arzusu bulunmamalıdır.[13]

Mizah ve şakanın yemekteki tuz gibi olması gerekir. Lüzu­mundan fazla yapılan veya dozu kaçırılan mizah, insanın vakar ve mürüvvetini zedeler. Eskilerin deyimiyle latife (şaka) latîf olmalı­dır. Mizah ve şakanın tamamen tecedilmesi, sertlik ve asık su-ratlılık ise sünnete ve Siret-i Nebeviyye'ye aykırıdır.[14] Mizah yap­mak veya mizah sever olmak kişiyi, kaba ve sert mizaçlı insanlar­dan ayırır.[15] Araplar bir kişiyi övecekleri zaman,-"güler yüzlü", ye­receklerinde de "asık suratlı" diye tavsif ederlerdi.[16] Genellikle neşeli, güler yüzlü, şakacı insanlar sevilir; öfkeli, asık suratlı ka­ba, sert insanlar da sevilmez. Hz.Peygamber'in bazan şakalaştığı-nı, şakaya izin verdiğini fakat başkalarım maddeten ve manen ra­hatsız eden ağır şakalara müsaade etmediğini görüyoruz. Bir de­fasında Ebu Hüreyre; "Ya Rasûlallah sen bize şaka mı ediyorsun?" demiş. O da (s.a.v.) "Evet, ben şaka yaparım, fakat sadece doğruyu söylerim" diye cevap vermişti.[17]

Hz. Peygamberin sünnetine baktığımızda, dinen mubah görülen mizahda şu özelliklerin bulunması gerektiğini görmekte­yiz:

a) Mizah dostane duygularla yapılmalı, yapanı ve muhatabla-rı rahatlatmah, öfkelendirmemelidir. Zaman zaman kalblerin dinlendirilme siyle ilgili hadis ve müminin diğer müminlere karşı nasıl davranması gerektiğini açıklayan hadislerin umumi ifadele­rinin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz.

b) Mizah; alay, istihza, küçümseme, hakaret, korkutma... kasdıyla olmamalıdır. Müslümanın eliyle ve diliyle hiçbir müslü-manı rahatsız etmemesi hadisi,[18] alay ve istihzayı nehyeden ayet[19] ve hadisler bu tür mizah ve şakaları yasaklamaktadır. Uyu­yan bir sahabinin ipini diğerleri şaka niyetiyle aldığında Hz.Pey-ganıber; «Bir müslümanın diğerini korkutması helal değildir»[20] buyurmuştur. Savaş öncesinde hendek kazarken uyuya kalan Zeyd b. Sabit'in silahı arkadaşları tarafından alınıp korkutulunca Hz. Peygamber, böyle bir şakayı doğru bulmamış ve benzer davra­nışları yasaklamıştır.[21]

Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi şaka, başkasının korku-tulmasma —bilhassa savaş öncesi bir ortamda— sebep olursa caiz değildir. Bu hadislerde yasaklanan mizah değil, bu yolla başkala­rının korkutulmasıdır. «Kardeşinle münakaşa etme, (alaya ala­rak) onunla şakalaşma»[22] hadisi de böyledir. Yani, şaka niyetiyle de olsa başkasıyla alay edilmesi doğru değildir.

c) Mizah ve şakada yalan unsuru bulunmamalıdır. Yaptığı mizahlarda doğruyu söylediğini belirten Hz. Peygamber bu konu­da şöyle demektedir:

«Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar ol­sun»[23]

«Kul şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münakaşa etmeyi bırakmadıkça iyi bir mü'min olamaz.»[24]

«Şaka da dahil, yalan söylemeyene cennette bir köşk garanti ederim»[25]

Ancak, şaşırtıcı ifadeler, tevriye... vb. bu hükmün dışındadır. Mesela, cennete girmek için dua etmesini isteyen ihtiyar kadına, «Sen bilmiyor musun, cennete ihtiyarlar girmez» diye şaka yaptı­ğında kadın üzülünce, bu haliyle değil de genç olarak gireceğini söylemesi[26] böyledir. Burada yasaklanan şakayla da olsa yalan söylenmesidir, yoksa mizahın kendisi yasaklanmamaktadır. [27]

 

III. Mizaha Hasredilen Bir Eser
 

Gerek islâm öncesinin cahiliyye Afap Kültürü, gerekse islâm'dan sonraki Arap Kültüründe mizah, nükte, şaka... gibi un­surların önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber ve ashabından nakledilen bazı hadis ve haberlerde de bunların örneklerine rast­lamaktayız. Nitekim, hemen her hadis mecmuasında az da olsa, bunlara ait örnekler bulmak mümkündür. Hadis mecmualarında dağınık olarak bulunan bu tür haberler de dahil olmak üzere mi­zah ve gülmeceyle ilgili hikaye ve bilgilerin toplandığı ilk eser, -bildiğimize göre— ez-Zübeyr Ibnu Bekkar'ın (H. 176-256/ M.789-870) Kitâbu'l-Fükâhati ve'1-Mizah'ıdır.[28]

ez-Zübeyr ile çağdaş olan Câhız (H. 255) da , Kitabu'l-Haya-van ve el-Buhela'smda, Ibn Kuteybe ed-Dîneverî (H.276) Kitâbu'l'Hayauân'mda mizah da dahil pek çok folklorik malzeme toplamışlardır. Bunları, Ibn Abdirabbih (H. 328) el-Ikdu'l-Ferîd, Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehab en-Nüveyri (H. 732) Nihâyetü'l-Ereb fi Fünûni'l-Edep, Kalkaşendî (H. 821) Subhu'1-A'şâ, el-Makkarî (H. 1041) Nefhu't-Tıb... gibi müellifler takib etmiştir.

Sika bir ravi olan ez-Zübeyr, uzun süre Mekke kadılığı da yapmıştır.[29] Günümüze intikal etmeyen bu eserden ve muhteva­sından bahseden kaynaklardan tesbit edebildiklerimize göre,

ez-Zubeyr kitabında şu şakalara yer vermiştir:

a) Sahabi Nuayman'ın arkadaşı Süveybit'i köle diye satması ve Ebu Bekir'in O'nu kurtarması ve Hz. Peygamberin buna uzun süre gülmesi.[30]

b) Nuayman'm Hz. Peygambere hediye ettiği şeylerin parası­nı Ödetmesi.[31]

c) Nuayman'm arabinin devesini kesmesi, bedelim Hz. Pey­gamber'in ödemesi.[32]

d) Nuayman'm Mahreme'ye yaptığı oyunlar.[33]

e) Nuayman'm, Ebu Süfyan'a takılması.[34]

Cari Brockelmann'ın Geschishte der Arabischen Literatur-Supplenmentband (GAS) adlı eserinde, ez-Zübeyr'e Mizahu'n-Nebi isimli bir eser daha izafe edilmekte ve Kastallani'nin (H. 923) Irşâdu's-Sârî'de bundan bahsettiği bildirilmektedir.[35] Fakat Kastallânî'nin burada bahsettiği eöer, Kitabu'l-Fükâheti ve'l-Mizah'tıv.[36]

 

İkinci Bölüm


HZ. PEYGAMBERİN VE SAHABESİNİN MİZAHLARI
 

I. Hz. Peygamber'in Şakaları
 

Peygamberlerin görevi ilahî emirleri insanlara tebliğ etmek, açıklamak, öğretmek, örnek olmak, kabul ettirmek için her türlü gayreti göstermektir. Risalet görevini başarıyla ifa edebilmeleri için insanlar tarafından sevilmeleri, sevimli olmaları gereklidir, îlahi bir rahmet olarak verilen bu yumuşaklıkla Hz. Peygamber [37]etrafındakilere gayet sıcak ve sevgiyle davranmış, hatta, başta ço­cuklar olmak üzere onlara zaman zaman şaka dahi yapmıştır.[38] Esasen şaka bir zeka işidir. Ancak zeki insanlar latîf şakalar ya­pabilir. Hiç şüphesiz insanların en zekisi olan Hz. Peygamberin, şaka yapmaması veya şakayı hoş görmemesi zaten düşünülemez. O'nun (s.a.v.) bu yakınlığından cesaret almış olmalı ki bazı saha-biler de Hz. Peygamber'e şaka yapabilmiştir. Bunun pek çok örne­ği vardı. Hz. Peygamber'in onlara sıcak davranması ve zaman zaman şaka yapması, kendisine yapılan şakalara gülmesi veya mukabele etmesi sahabenin, imanın bir gereği olan Peygamber sevgisini, dine bağlılıklarım artırmış, böylece risalet görevinin ifasında, —az da olsa— böyle davranışların etkisi olmuştur.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) bu vasıflarını iyice tanımayan bazı kişi­ler, mizah, espri, şaka... vb. lerinin mürûeti (kişiliği) zedeleyen bir nakisa olduğu kanaatine varmışlardı, işte bu kanaatte olanlar­dan biri Süfyan b. Uyeyne'ye (H. 198) "mizah bir ayıp mıdır?" diye sorunca cevaben, "Ne ayıbı bilakis sünnettir. Çünkü Hz. Peygam­ber; "Ben mizah yaparım, ama daima doğruyu söylerim" buyurur" demiştir.[39] Hz. Peygamber'in siretiyle ilgili eserinde Ibnu'1-Kay-yım (H. 751); "Allah Rasulü (s.a.v.) şakalaşır ve şakalarında sadece doğruyu söylerdi. Tevriyeli konuşur, tevriyesinde de yine yalnız hakikati söylerdi" [40] demektedir.

Hz. Peygamberin mizahlarını iki grupta toplayabiliriz: [41]

 

A- Hz. Peygamberin Çocuklarla Şakalaşması
 

On yıl hizmetinde bulunduğu için Hz. Peygamber'i çok iyi ta­nıyan Knes b. Malik O'nun (s.a.v.) çocuklarla en çok şakalaşanbir kimse olduğunu bildirir. Bu şakalara şu örnekleri verebiliriz: [42]

 

1) Hz. Hasan Ve Hüseyin'le Şakalaşması
 

Hz. Peygamberin en çok şakalaştığı çocuklar şüphesiz ki to­runları Hasan ve Hüseyin idi. Hasan ve Hüseyin'in ellerinden tutar, ayaklarını ayaklarına koyar, göğsüne çıkarır ve göğsündey-ken onları öperdi.[43] Bazan onları omuzuna bindirirdi.[44] Hz. Pey­gamber ashabla birlikte bir yemeğe giderken yolda oynamakta olan Hüseyin'e rastladı, topluluğun önüne geçerek kollarını açtı ve onu çağırdı. Gelmek istemeyen Hüseyin sağa sola kaçtı, Hz.Peygamber de gülerek onu yakalayıncaya kadar arkasından koştu, yakalayınca, bir elini çenesinin altır-a, diğerini ensesine koyarak onu öptü ve ona dua etti.[45] Cabir'in anlattığına göre Hz. Peygamber Hasan ve Hüseyin'i sırtına bindirmiş, dört el üzerinde yürümekte ve, «Deveniz ne güzel deve, siz de ne iyi binicilersiniz» diyerek onları taşımaktadır.[46] Hz. Peygamber genellikle torunu Hasanı «luka: yaramaz, haylaz" diye çağırırdı.[47] Bu misallerden de anlaşılacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.) torunlarıyla hem fiilen, hem de sözle şakalaşmıştır. [48]

 

2) Hz. Enes'le Şakaları
 

Hz. Peygamber zaman zaman Enes'in ailesini ziyaret ederdi. Birgün kardeşini çok üzgün görünce sebebini sordu, onlar da çok sevdiği ve devamlı oynadığı kuşunun öldüğünü söylediler. Hz. Peygamber, küçük bir çocuk olmasına rağmen ona taktığı lakapla: «Ya Ebâ Umeyr! Mâ faale'n-nugayr: Ey Ebu Umeyr! Ne oldu Nu-gayr?» diyerek şakalaştı, üzüntüsünü hafifletti. Daha sonraları her gördüğünde böyle diyerek onunla şakalaşırdı.[49]

2- On yaşından itibaren Hz. Peygamber'in hizmetinde bulu­nan Enes'e bazan, "Ya zelüzüneyn: Ey iki kulaklı" diye şaka ya­par,[50] bazan da kakülünü çekerek şakalaşırdı.[51]

3- Birgün Rasûlullah (s.a.v.) kovadan ağzına su almış ve beş yaşındaki Mahmud İbnu'r-Rebi'in yüzüne püskürtmüştü.[52] Ömrü boyunca Mahmud bu hadiseyi aziz bir hatıra olarak nakletmiştir. [53]

 

B- Sahabilerle (Yetişkinlerle) Şakalaşması
 

Ashabını çok seven Rasûlullah (s.a.v.), bu sevgisinin bir izha­rı olarak bazan onlara şaka yapardı. Mesela:

1- Bir defasında Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in hareketini tam anlayamamış, O'ndan böyle birşey beklemiyor olmalı ki, yap­tığı karşısında; "Bize şaka mı ediyorsun ya Rasûlallah?" diye sor­muş, Rasûlullah (s.a.v.) da; "Evet, ben şaka yaparım, fakat sadece doğruyu söylerim" cevabım vermiştir.[54]

2- Hz. Peygamber'in kendisini bir deveye bindirmesini iste­yen bir sahabiye cevabı, "Evet seni bir deve yavrusuna bindire­yim" olunca adam taaccüb eder ve, "Ben yavru deveyi ne yapayım" der. Adamın şaşırdığını gören Hz. Peygamber, —zaten maksadı budur— tebessüm ederek; "Bütün develer, bir ana devenin yavru­su değil midir?" demek suretiyle şaka yaptığım ihsas eder.[55]

3- Enceşe, Veda Haccı dönüşünde Rasûlullah'm (s.a.v.) ha­nımlarını taşıyan develeri sürmektedir. Yanık sesi ve hızlı ritmiy­le söylediği şarkılar develeri koşturunca Rasûlullah (s.a.v.); "Ey Enceşe! yavaş sür billurları (kırmayasm)" diyerek hanımların na­zik olduklarım, bu süratten incinebileceklerini ima suretiyle şaka yapar.[56] Bu hadisi Enes'ten rivayet eden Ebu Kılabe der ki; "Hz. Peygamber öyle bir söz söyledi ki, sizden biri bunu söyleseydi, bundan dolayı onu alaya alırdınız." Ebu Kılabe'nin bu açıklamaya ihtiyaç duyması, o devirde Hz. Peygamberin bu tür şakalarından tam haberdar bulunulmadığı veya normal karşılanmadığını gös­termesi yönünden önemlidir.

4- Cennete girmek için dua etmesini isteyen ihtiyar ensârî ka­dına Rasûlullah (s.a.v.); "Sen bilmiyor musun, ihtiyarlar cennete girmez" deyince, kadın üzüntüsünden ağlamaklı hale geldi. Hz. Peygamber gülerek: "Sen hiç, 'Onları (kadınları) bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır" [57]ayetini okumadın mı?"[58] dedi. Onun Cennete bu haliyle değil de, genç bir kız olarak gireceğini Hz. Peygamber böyle bir şakayla bildirmiştir.

5- Hz. Peygamber ensardan birini çağırttı, adam saçlarından sular damlayarak gelince. "Herhalde işini aceleye soktuk" dedi.[59]

6- Rasûlullah (s.a.v.) bir kadına, kocasının gözünde ak oldu­ğunu söyler. Kadın üzgün bir halde kocasına gelir ve Hz. Peygam­berin kendisi hakkında söylediklerini aktarınca adam bunun bir hastalık değil, herkesin gözünde bulunan beyaz kısım olduğunu belirtir.[60] Zaten Hz. Peygamber'in kasdettiği de budur. [61]

 

II. Sahabenin Hz. Peygamber'e Yaptığı Şakalar
 

Saygı ve sevginin değişik tezahür yollarından biri olan mizah ve şaka, sahabe tarafından kendisine yapıldığında Hz. Peygam­ber, tebessümle veya mukabil bir şakayla cevap verirdi. Hatta bu konuda biraz ağır şakalar da yapsalar yine tebessümle karşılardı, ileride daha genişçe ele alacağımız gibi, Nuayman'ın şakaları ge­nellikle böyle idi. Bu tür şakalara şu Örnekleri verebiliriz:

1- Hz. Peygamber'in odasına girmek için izin isteyen Hz. Ebu Bekir, kızı Âişe'nin yüksek sesle bağırdığını işitir, içeri girince te'dib için üstüne yürür, fakat Rasûlullah (s.a.v.) önüne durarak onu korur. Ebu Bekir; "Rasûlullah'a karşı niçin bağırıyorsun?" diye kızını azarlar ve öfkeli bir şekilde dışarı çıkar. O çıkınca Hz. Peygamber, "Gördün mü, seni bu öfkeli adamın elinden kurtar­dım" diye takılır, aradan zaman geçer bir gün Ebu Bekir yine eve gelir, ortalığı sakin görünce; "Ha şöyle, beni kavganıza soktuğu­nuz gibi sulhünüze de ortak ediniz." der, Rasûlullah (s.a.v.) da ona; "Biz de öyle yaptık, öyle yaptık" diye cevap verir.[62]

2- Hz. Peygamber zaman zaman hammlanyla şakalaşır, aynı şekilde hanımları da O'na (s.a.v.) şaka yaparlardı. Hanımları için­de en çok ilgi duyduğu da Hz. Âişe idi.

Gerek gençlik ve güzelliği, gerekse bilgi ve zekası yönüyle ez-vac-ı tâhirât arasında temayüz eden Hz. Âişe'nin, Hz, Peygam­ber'e karşı bazı muamele ve şakalarında ileri gittiği olurdu. Bir defasında, annesinin de bulunduğu bir sırada, Hz. Peygamber'in huzurunda yaptığı bir şakada biraz ileri gitmiş olmalı ki annesi: "Ya Rasûlallah! Bu mahalle insanlarının bazı şakaları ok torbasındandır (ok gibi kesindir)" dedi; Buna cevaben Hz. Peygamber de; "Bilakis bizim şakalarımız, bu mahalle insanlarıdır" dedi. [63]Hadisedende anlaşılacağı gibi, Hz. Âişe'nin yaptığı mizah biraz sertçe olmuş, fakat Rasûlullah (s.a.v.) buna pek alınmamış, kendi­sinin de onlara böyle şakalar yaptığını dile getirmiştir.

3- Tebuk gazasında Avf b. Malik, küçük deri bir çadırda bulu­nan Hz. Peygamber'in yanma gelir, selam verir, selamını aldıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.); "içeri gir" der. "Bütün vücudumla mı yoksa yansıyla mı Ya Rasûlallah?" deyince; "Evet, bütün vücu­dunla" der.[64]

4- Hz. Ömer, Hasan ve Hüseyin'i Hz. Peygamber'in iki omuzu-na oturmuş halde görünce onlara; "Altınızdaki at ne kadar kıy­metlidir?" diye şaka yapar. Her ne kadar Hz. Ömer, Hasan ve Hü­seyin'e hitap etmişse de Rasûlallah (s.a.v.) Hz. Ömer'e; "Onlar da ne iyi binicidirler" diye karşılık verir.[65]

5- Buna benzer bir şakayı da Ibn Abbas nakleder. Hüseyin'i Hz. Peygamber'in omuzunda gören birisi ona: "Ne iyi bir bineğe binmişsin" deyince Rasûlullah (s.a.v.) "O da ne iyi binicidir" diye cevap vermiştir.[66]                                   

6- Birgün Hasan ve Hüseyin kaybolur, uzun aramalardan sonra onları Hz. Peygamber, çok korkmuş bir halde bulur, öper. okşar ve her ikisini birer omuzuna oturtarak getirmektedir. Bu durumu gören Selman, belki de onları bulmanın sevinciyle; "Ne mutlu size, bineğiniz ne de güzelmiş" diye şakalaşır. Rasûlullah (s.a.v.) da ona; "Onlar da ne iyi binicidirler! Babaları ise onlardan da hayırlıdır"[67] diye cevap verir.

Son üç misalde de görüldüğü gibi Hz. Peygamber, ata benzeti­lerek kendisine şaka yapılmasına kızmamış hatta onlara, ilgili bir benzetme ile cevap vermiştir.

Şakaları kendi kültürü içinde değerlendirmek lazımdır. Me-sala bir müslümanm hoşlanıp güldüğü bir şaka başka bir din men­subunun hoşuna gitmeyebilir veya bunun zıddı da olabilir. Aynı dine mensub farklı milletleri, hatta aynı milletin değişik bölgele­rindeki insanları aynı şaka güldürmeyebilir. Dahası, bir milletin güldüğüne diğeri kızabilir. Bir de, şakada dil unsuru dikkate alın­malıdır. Mesela Arap Dili ve Kültüründeki bir şaka, başka bir dili çevrildiği zaman aynı espri kalmıyabilir veya tamamen yanlış an laşılabilir. Bu nedenle, bilhassa Hz. Peygambere bazı sahabilerb yaptığı şakaları değerlendirirken bu unsurlara dikkat etmek ge rektiği kanaatindeyiz. Mesela bazı sahabilerin, omuzlarında Ha san ve Hüseyin'i görünce Hz. Peygamber'i ata, deveye, bineğe.,, benzetmeleri böyledir. Türk Kültüründe deve benzetmesi, hoş karşılanmaz, hatta hakaretâmiz bir ifade olarak değerlendirilir. Fakat Arap kültüründe at ve deve benzetmesi gayet normaldir Böyle bir anlayıştan dolayı bir sahabi latife yapmak için Rasûlullah'ı (s.a.v.), ata veya deveye benzetebilmekte, bunda her­hangi bir sakınca görmemektedir. Hz. Peygamber'in de tebessüm­le karşıladığı bu şakayı müslüman bir Türk de böyle değerlendir­meli ve O'na (s.a.v.) hürmetsizlik gibi görünmemelidir. Allah ve Rasûlünü herşeyden daha çok seven sahabenin, hürmetsizlik ifa­de edecek bir şekilde şaka yapması düşünülemez. Diğer taraftan, hakaret, istihza, alay geçmek... gibi maksatlarla Rasûlullah?. (s.a.v.) yapılan şakajar, velevki arkasından olsun, haramdır.[68]


[1] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/453-454.

[2] Buharı, Um, 27.

[3] Buharî, İlim, 11-12.

[4] Kudai, Ebu Abdullah Muhammcd b. Saleme, Müsnedü'ş-Şibah, Tah: Ham-di Abdülmecid es-Silefı, 2. bsk, Beyrut 1407/1987,1, 393.

[5] Münavi, Muhammed Abdurrauf, el-Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1391/1972. 4.40-41. Acluni, İsmail b. Muhammed. Keşfu'L-Hafa, 3. bsk. Beyrut 1351,1, 435.

[6] en-Nüveyri, Şihabuddin Ahmedb. Abdulvehhab, Nihayetil'l-Ereb -Edeb, Kahire tsz. 4,1-2.

[7] Al-i îmran, 3/159.

[8] Tirmizi, Birr, 36

[9] Fredman, Jonatban L. ve arkadaşları, Sosyal Psikoloji, çev: Ali Dönmez Ara yay. İstanbul 1989,150.

[10] Daha geniş bilgi için bkz. İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980,159-162.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/455-458.

[11] Firuzabadi, el-Kamusu'l-Muhit, 1. 249; î. Manzur, Lisanu'l-Arap, 2. 593.

[12] Tuğlacı, Pars, Okyanus Ansiklobedik Sözlük, 2. bsk. İstanbul, 1978, 6, 2708.

[13] Zebidi, Tacu'l-Aras, Mısır 1306, 2, 222.

[14] Zebedi, a.g.e., a.y.

[15] İbn Manzur, a.g.e., 2, 593.

[16] en-Nüveyri, a.g.e., 4,2.

[17] Tirmizi, Birr, 57; Buhari, el-Edebu'l-Miifred. B. 133, H. 265.

[18] Buhari, îman, 4.

[19] Hucurat, 49/14.

[20] Ebu Davud, Ede6, 93, H. 5004.

[21] Ebu Davud, Edeb 93, H. 5003; Tirmizi, Fiten, 3.

[22] Tirmizi, Birr, 58.

[23] Darimi, İstizan, 66; Tirmizi, Zühd; 10, Ebu Davud, Edeb, 88, H. 4990

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 352, 364.

[25] Ebu Davud, Edeb, 8, H. 4800.

[26] en-Nüveyrî, a.g.e., 4, 3.

[27] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/458-460.

[28] Kehhâle, Ömer Rıza, Mucemu'l-Müelifin, 4. 180; GAS, 1, 318.

[29] er-Razî, Abdurrahman 1, Ebi Hatim, Kitahu'l-Cerhi ve't-Tadil, 3, 585; el-Hatib el^Bağdadi, Tarihu Bağdat, 8, 369; İbn Hacer el-Askallanî, Tehzi-bu't-Tehzib, 3, 312-313.

[30] îbn Abdftber, el-îstiab, 4,1527; îbn Hacer, el-îsabe, 3, 223.

[31] İbn Abdilber, a.g.e., 4,1529; îbn Hacer, a.g.e., 6, 464, 645.

[32] İbn Abdilber, a.g.e., 4,1528; İbn Hacer, a.g.e., 6, 464.

[33] İbn Abdilber, a.g.e., 4,1529; İbn Hacer, a.g.e., 6, 465.

[34] îbn Hacer, a.g.e., 4, 465.

[35] GAS, 1,318.

[36] el-Kastallani, İrşadü's-Sari, 9, 500.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/460-461.

[37] Âl-iİmran, 3/159.

[38] Kadı İyaz, eş-Şifa, 1, 71.

[39] Hüveyri, a.g.e., 4, 2.

[40] İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Zadu'l-Mead, 1, 58.

[41] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/463-464.

[42] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/464.

[43] Buharı, el-Edebu'l-Müfred, B. 124, H. 249; B. 134, H. 270.

[44] Tirmizi, Menakıb, 50.

[45] îbn Mace, Mukaddime, 11.

[46] Heysemî, Nureddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeıı'z-Zevaid ve Menbeu'l-Feıcid, Beyrut, 1967, 2. bsk. 9,182 (Taberani'den zayıf bir senedle.)

[47] Buharı, Buyu, 49; Libas, 60; Müsned, 2, 331; 2, 532.

[48] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/464.

[49] Müsned, 3,188; Tirmizi, Birr, 57.

[50] Tirmizî, Birr, 57; Ebu Davud, Edeb, 92, H. 5002.

[51] Ebu Davud, Tereccül, 15, h. 4196.

[52] Buharı, îlim, 18.

[53] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/464-465.

[54] Tirmizî, Birr, 57; Buhari, a.g.e., B. 133, H. 265.

[55] Tirmizî, Birr, 57; Ebu Davud, Edeb, 92, H. 4998.

[56] Darimî, İstizan, 65; Buharı, a.g.e., B. 133, H. 264.

[57] Vakıa, 56/35,36.

[58] en-Nüveyrî, a.g.e., 4, 3.

[59] Buharî, Vüdu, 34.

[60] en-Nüveyrî, a.g.e., 4, 3.

[61] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/465-466.

[62] Ebu Davud, Edeb, 92, H. 4999.

[63] Buharî, a.g.e. B. 133, H. 167.

[64] Ebu Davud,Edeb, 92, H. 5000; Ibn Mâce,Fiten, 25.

[65] Heysemi, a.g.e., 9, 181-182.

[66] Tirmizî, Menakib ,31.

[67] Heysemi, a.g.e., 9,182 (Taberani'den zayıf bir senedle).

[68] İbn Teymiyye, es-Sârim, 527-528.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/466-468.