- Asırların Dilinden Işık Süvarileri

Adsense kodları


Asırların Dilinden Işık Süvarileri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Mon 12 July 2010, 10:10 pm GMT +0200
Asırların Dilinden Işık Süvarileri


Bir insan, bütün hayatını başkaları uğruna nasıl feda edebilir? Eminim ki bu soruyu duyan birçok kişi: ‘Bu devirde böyleleri kaldı mı?’ diyecektir. Günlük meşgalelerin arasında pek fark edemiyoruz belki, ama çocuklarımızın geleceği için dünyanın dört bir yanında varlıklarını feda etmiş yiğitler; akıncılar misâli, anadan, yârdan, serden geçerek kalb ve zihinleri aydınlatan ışık erleri var. Sibirya’nın -50 derece soğuğunda veya Afrika’da 40–50 derece sıcağın hüküm sürdüğü ülkelerde yeni bir dirilişin soluklarıyla, yanık gönülleri gülşene çeviren alperenler var.

Bu destansı tablolar layıkıyla nasıl anlatılmalı? Zihinlerdeki peşin hükümler, kalblerdeki düşmanlıklar nasıl kırılmalı? Bunun cevabını bulmak, bu gönül erlerinin ortaya koydukları muhteşem destanın yeni nesillere aktarılması için elzem değil midir?

Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Velî, Fuzûli, Bâki, Şeyh Gâlip, Âkif ve diğer büyük söz ustaları çağımızda yaşamış olsalardı, bu destansı tabloları nasıl anlatırlardı?
Bu yiğitleri gelecek nesillere ulaştırmak adına hangi muhteşem eserleri verirlerdi? İsterseniz gözlerimizi kapayalım ve maziye doğru bir seyahate çıkalım.
Bakın! Şu karşımızdaki nur yüzlü sima; Derviş Yunus ne diyor:

Gönüllerde gül misâli,
Açar Sen’in bu erlerin.
Bülbül gibi daldan dala,
Uçar Sen’in bu erlerin.

Şefi Sen’sin, Sen’de berat,
Meftunların geçer sırat,
Kevserinden âb-ı hayat,
İçer Sen’in bu erlerin.

Halk içinde dilden dile,
Bahçelerde gülden güle,
Derviş misâl ilden ile,
Geçer Sen’in bu erlerin.

İsmin gelir, nurlar yağar,
Cümle âlem aşka doyar,
Şu dünyada diyar diyar,
Göçer Sen’in bu erlerin.

Yunus yanar aşkın ile,
Gül yolunda döner küle,
Reyhanını kızgın çöle,
Saçar Sen’in bu erlerin.

Yunus, hey koca Yunus! Yine gönlümüzü gülşene çevirdin. Büyük velînin ellerinden öpüp, seyahatimize devam edelim. Şu ağacın altında oturan ak sakallıyı gördünüz mü? Bu kişi, muhteşem gazel ve kasidelerin sahibi Fuzûli. Leylâ ile Mecnûn’u, Su Kasidesi’ni yazan büyük edîp. O da geleceğimizin haberini almış. Işıktan sözleriyle ışık erlerini anlatıyor:

Bu erler ki aşk oduna, öylesine yanmışlar,
Yoluna ol Habib’in bin canla inanmışlar.
Gayretlerin cümlesi vuslat-ı Ahmed için,
Meftun olup ahrete dünyadan usanmışlar,
Az meyletse gözleri diyarına haramın,
Dünyayı üstlerine yıkılacak sanmışlar.
Susuzluktan kırılıp cümle âlem yanarken,
Ateş-i aşk badesin içe içe kanmışlar.
Bataklık ortasında derler ki, açmaz bir gül,
Karanlık dehlizlerde gülzâre bulanmışlar.
Dırahşan simalardan süzülen aşk teridir
Cehle kör olmuş, lâkin ol Hakk’a uyanmışlar.
Dök gönlünü Fuzûli, bu erler huzurunda,
Medhlerin işitince, ar edip utanmışlar.

Büyük şairin ellerini öpüp veda ettikten sonra, gelin bir başka dev kamete uğrayalım. Izdırapla geçen yılların muzdarip şairine. Hep bir Âsım bekleyen, yüreği yaralı, gözleri ceyhun, hayatını İslâm uğruna feda etmiş bir büyük âlime, mütefekkire. Millî şairimiz demekle her zaman iftihar ettiğimiz Mehmet Akif’e. Taceddin Dergâhı’nda, sedirin üstüne oturmuş, gözleri ufuklarda, sağlığında dünyanın dört bir yanına dağılmış olduklarını göremediği Âsımları için, devrimizin alperenleri için, tarihe not düşüyor. Bu büyük kametin kalbinden damlayan aşk nağmeleri neymiş görelim:

Âsım! Bu gelen sen misin, yoksa hayalin mi?
Rüyalarımda gördüğüm, o en son hâlin mi?
Hasretinle yıllar yılı bekleyip durduğum,
Şu masum millet için ne hayaller kurduğum,
O menba-ı cesaret, cevval, cesur, özü şanlı,
Sen misin söyle bana, o yiğit delikanlı?
Söyle ki ruhumun bitmez ızdırabı dinsin.
Kaç asırlık bipayan nevhalar ki tükensin.
At üstünden toprağı, dirilsin artık ölü.
Gülsün artık bu demde bahçemizin bülbülü.
Çehrende bir gül, çehrenizde güller,
Birazcık üfleyin ki ateşe döner küller.
Ateş-i aşk gerek bize, çerağını yakmalı,
Muzdarip gönüllere su misali akmalı,
Diyerek, akıncı cedlerinden ilham ile,
Bendini yıkıp taşmış, benzeyen coşkun sele,
Şark, garp, cenup, şimal, dört bir yanda atlılar,
Her biri berk gibidir rüzgârdan kanatlılar.
Bu ay yüzlü simadan aşk yağar yeryüzüne.
Bin bir ümit yangını bakınca nur yüzüne.
Kâinat semasına bir güneş ki doğuyor,
Rahmetin şuaları karanlığı boğuyor.
Ey millet! Bu gençler ki beklediğin erlerdir.
Leylini nehar eden mukaddes yiğitlerdir.
Dört bir yana dağılır bu ışık süvariler,
Canlanır o an sanki Müslimler, Buhariler.
Bastıkları topraklar, gülşenlere çevrilir,
Cehaletin putları ilimlerle devrilir.
Dillerinde kelâmlar, ellerinde kalemler,
Yeni bir dirilişin muştusuyla âlemler,
Bayram yapar Şark’ın tâlih-i makûsunda,
Bütün akvam-ı beşer, bu hâli izleyip dursun da.
Görsün medeniyyet denilen hakikat nedir.
Garp ki anlasın hâlini, hâlâ yerlerdedir.
İnsanlık denen o âli mefhumun aslı,
Anlaşılır ancak idrak etmekle bu faslı.
Sonunda görürüm ki yıllar yılı milletin,
Çekmekten yorulduğu bitmeyen bir zilletin,
Devası bu gençlerin eliyle mümkün ancak,
Vefakâr sine gerek bunları anlayacak.
Bildim ki bu doğan sensin ufkuma, Âsım!
Dindi artık muştunla dinmez dediğim yasım.

Ellerinden öpüp, yaralı şairimize de veda ediyoruz. O’nu ümit gözyaşları içinde bırakıp gitmek bize zor geliyor. Bir milletin ızdırabını bütün benliğiyle hissetmiş bir insanın, bu asrın alperenlerini görüp de ümitlenmemesi mümkün müdür?

* Yazıda şairlerimize atfedilen şiirler, yazarımız Ahmet Buğra Bey tarafından, o büyük şairlerimizin şiir teknikleri ve üslûpları taklit edilerek kaleme alınmıştır.