- Arabistandaki diğer İran sömürgeler

Adsense kodları


Arabistandaki diğer İran sömürgeler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Fri 14 January 2011, 02:36 pm GMT +0200
Arabistandaki Diğer İran Sömürgeleri

Temîm Kabilesi

653. Bahreyn bölgesi başkanı Münzir, bir kısmı çölde göçebe hayatı sürdüren Temîm kabilesine mensuptu. Arabistan’ın en doğusunda yaşayan bu kabile, bugün bilmediğimiz nedenlerden ötürü, Yarımadanın en Batısında bulunan Mekke şehrinin yönetiminde belli bir etkiye sahipti. Gerçekten, Arafat’ta toplanan hacıların yerine getirmeleri gereken dini görevlerden Temimliler sorumluydu; İcâze yani dini törenlerin artık bittiğini ilan etme yetki ve ayrıcalığı da onlara verilmişti.752 Aynı şekilde, Mekke’nin banliyösünde bulunan büyük Ukaz fuarında hakemlik göreviyle de onlar ilgileniyorlardı.753

654. Suheylî’nin754 verdiği bilgiye göre, Utarid et-Temîmî bir defasında İran İmparatoru Şiruye’nin huzuruna çıkarak, kendisinden kuraklık dönemi boyunca kabilesinin hayvanlarını bir süre İran topraklarında otlatma izni istemiş, Şiruye de kabilenin, topraklarında kaldığı süre içinde iyi davranacağına ve otlatma mevsiminden sonra buradan hemen ayrılacağına dair güvence istemiştir. Bedevî töreleri gereğince, Utarid ok ve yayını İmparator’a sunmuş, bu duruma şaşıran İmparator’a, çevresindeki saray erkânı, bir Bedevî’nin bu yaydan daha sağlam bir güvencesi olamayacağını açıklamak durumunda kalmışlardır. Birkaç ay sonra Utarid, konukseverliği dolayısıyla İmparator’a teşekkür etmek ve Arabistan’ın daha iç bölgelerine dönüp gitmeden önce onun iznini almak için tekrar huzuruna çıkmış, bu arada güvence olarak bıraktığı yayını geri istemeyi de unutmamıştır. Utarid’in ve kabilesinin güzel davranışlarından etkilenen İmparator, kendisine bir kraliyet kaftanı hediye etmiştir. Bedevi bu armağana çok memnun olmuş ve onu büyük törenler esnasında sırtında taşımıştır. Aynı şeyi Resulullah (AS)’i ziyareti sırasında da yapmıştır. Ancak, Peygamber’in kendisini uyarıp azarlamasına bakılırsa, kaftan muhtemelen ipekten dokunmuştu. Bu konuya ilerde değineceğiz.

655. Aynı kaynak (Suheylî, II, 335), Temim kabilesinin sarık ve kumaşlardan yapılmış bir putları olduğunu, buna safran vb. kokular sürdüklerini ekler. Temimliler, “hac” amacıyla bu putu ziyaret ederlerdi. Öyle görünüyor ki, şair ez-Zibrikan bu puta bekçilik ve hizmetçilik yapmakta idi.

656. Bu kabilenin İslam’ı kabul edişi, çok merak uyandırıcı koşullarda gerçekleşmiştir. H. 9 yılında Resulullah (AS), Zâtu’l-Eştât gölü çevresinde otlayan sürülerin yıllık vergilerini tahsil etmek üzere, Huzâa kabilesi nezdinde bir memur göndermişti. Temimli birkaç aile (özellikle Benû Enbâr), görüldüğü kadarıyla bir kuraklık ve kıtlık yüzünden, aynı yerde konuk olarak bulunmaktaydı. Huzaalılar daha önceden Müslüman olmuşlar ve vergilerini itirazsız ödüyorlardı. Vergi tahsildarı Temimlilerin de aynı ödemede bulunmalarını istedi. Onlar ise, henüz İslam’ı kabul etmedikleri için bunu reddettiler ve hemen silahlarını kuşandılar. Tahsildar, olaydan Resulullah (AS)’i haberdar etmek amacıyla Medine’ye döndü. Bu arada, Huzâalılar, Resulullah (AS)’ın temsilcisini tehdit etmenin doğuracağı sonuçlardan korkarak, bu uygunsuz misafirlerini ülke dışına çıkarmak zorunda kaldılar. Enbarîler başka koruyucular aradılarsa da, Medine’den gelen askerî bir birlik onlara yetişip, 11 erkek, 11 kadın ve 30 çocuğu esir alarak, hepsini Medine’ye götürdü. Diğerleri ise kaçıp kurtuldu.755 Temimiler, Enbarlılar ve diğerleri bir araya gelerek savaş tutsakları arasında kız kardeşi Safiye’nin de bulunduğu el-A’ver ibn Beşşâme başkanlığında önemli bir elçi heyetini Resulullah (AS)’ın huzuruna gönderdiler. Elçi heyetini oluşturanlar arasında, Mekke’nin fethi sırasında İslam ordusu saflarında olduğu göz önünde tutulursa en azından bir yıldır Müslüman olan el-Akra ibn Hâbis,756 Şiruye’nin kaftanını giyen Utarid, şair Zibrikan ve diğerleri bulunuyordu. Bunların karşılanışı gerçekten görmeye değerdi. Bu sert ve haşin tabiatlı Bedeviler Medine’ye gelir gelmez Resulullah (AS)’ın evinin kapısı önünde bağırıp çağırmaya başlayarak, dışarı çıkmasını ve kendilerini hemen kabul etmesini istediler. Ayrıca, kime karşı olursa olsun saygı göstermek ya da bu saygıyı geri almak gücünde olduklarını eklediler. Muhammed (AS) dışarı çıkarak onlarla bir süre yumuşak bir dille konuştu ve daha sonra öğle namazını kılmak üzere mescide geçti. Namazdan sonra kendilerini huzuruna kabul etti. Utarid hemen ayağa kalkarak bir konuşma yaptı: Temimlilerin kendi içlerinden krallar çıkardığını, zengin oldukları kadar cömert de olduklarını, sayılarının çok ve kendilerinin de güçlü olduklarını sayıp döktü. Bu bedevîlere özgü bir meydan okuma idi. Muhammed (AS), Medine’li kâtibi Sâbit ibn Kays’dan bu sözlere bir cevap vermesini istedi. Kendisi yüksek ve gür sesiyle ün yapmıştı. Doğaçlama yaptığı konuşmasında Sâbit, Allah’ın kendilerine krallara karşılık çok daha iyi ve güzel, hayırlı şeyler verdiğini, bunların da bir Peygamber, bir Kutsal Kitap (Kur’an) ve her iki dünya için geçerli iyilikler içeren bir din olduğunu dile getirdi. Ve şöyle ekledi: “Sizin yaptıklarınızın aksine, bizler bu Peygamberin izinden gidiyor, onu canlarımız ve mallarımız pahasına koruyor ve ona karşı çıkanla mücadele ediyoruz.”

657. Daha sonra Temimli şair Zibrikân ayağa kalkarak, kabilesinin sahip olduğu erdemleri sayıp döktü. Ona cevap vermek için de Hasan bin Sâbit çağrıldı. Onun hemen doğaçtan söylediği şiir de az etkileyici ve gösterişten uzak değildi. Temimliler aralarında görüşmek üzere bir kenara çekilip, birbirleriyle şöyle konuştular: “Onların hatipleri bizimkinden daha iyiydi, şairleri de öyle; sesleri de çok tatlı ve yumuşaktı; üstelik Muhammed, kendisine sert ve haşin davranmamıza rağmen, bizden daha kibar ve nazik.” Ve İslam’ı kabul etmeye karar verdiler. Daha sonra Resulullah (AS)’ın huzuruna girerek, tutsaklarının bağışlanmasını rica ettiler. Muhammed (AS), elçilik heyetinden Sabire ibn Amr adlı Temimlinin, kararını kabul edeceğini önceden belirterek, bu konuda hakemlik yapmasını istedi. Bu hakem, tutsakların yarısının kurtulmalık bedeli alınmaksızın salıverilmesine, diğer yarısının ise örf ve adete uygun olarak fidyelerinin ödenerek salıverilmelerine karar verdi. İbn Hişâm,757 bu askerî sefer sırasında, Resulullah (AS)’ın hanımı Ayşe’nin kendisine şöyle söylediğini ekliyor:

        “Ey Allah’ın Resulü! Ben bir süre önce İsmail’in soyundan gelen (Arap) bir köle azat etme adağında bulunmuştum.”

        Bunun üzerine Resulullah (AS) şu karşılığı verdi:

        “İşte! Birazdan gelecek olan Temimlilerden istediğin herhangi birini azat edebilirsin!”

        Nitekim, müminlerin annesi Ayşe, savaşta tutsak edilenler Medine’ye gelince bu adağını yerine getirmiştir (Resulullah (AS) bunlardan sadece Ayşe’nin seçtiği birini köle durumuna getirmiş ve böylece o adağını yerine getirebilmiştir). Elçi heyetinin başkanının kız kardeşini ise, Muhammed (AS) bir fidye almaksızın ona iade etmiştir.758 Resulullah (AS), ayrıca heyet üyelerinin her birine, hatta develerine bakan çocuğa bile çok cömert bir biçimde armağanlar vermiştir.

658. Olay böylece bir dostluk havası içinde tatlıya bağlanmış ve İslam, Temimlilerin yurdu olan Basra körfezi bölgesinde yayılmaya başlamıştır.

659. Tarihî kaynaklar bize, Resulullah (AS) tarafından Temimlilere gönderilmiş en az dokuz mektup olduğundan söz ederler.759 Ama ne yazık ki bu mektuplardan çoğunun metinleri muhafaza edilmemiştir. Kendilerine mektup gönderilen iki kişiye, yani Katade ibn el-A’ver ve Huseyn ibn Müşmit’e Muhammed (AS) bir takım arazi imtiyazları (tımar) vermiştir; Ahmer ibn Muâviye’nin ise bütün malları için güvence vererek, bu aileye zarar verecek olanların sert bir biçimde cezalandırılacağını ilan etmiştir. Temim kabilesinden Kayle bint Mahramad adlı bir kadına gönderilen mektup oldukça dikkat çekicidir:

        “Resulullah (AS), kırmızı bir deri parçası üzerine aşağıdaki satırları yazmıştır: Kayle ve Kayle’nin kızları durumundaki kadınlardan hiçbiri sahip oldukları haklardan yoksun bırakılamaz ve hiçbiriyle zor kullanarak nikah yapılamaz. Sonuç olarak her itaat eden mümin kendi payına düşeni alacaktır. Bu kadınlar iyilik yapsınlar ve kötülüklerden kaçınsınlar.”760

660. Bu mektubun hangi koşullar altında yazıldığını bilmiyoruz. Ancak, bu Kayle’nin bir başka olayda daha karşımıza çıkması oldukça anlamlıdır: Temimli olmasına rağmen, bu kadın, başka kabileye (anlaşıldığına göre Bekr ibn Vâil’e) mensup biri ile nikâhlanmıştı. O sıralarda İslam’ı kabul etmiş olan bu kabileden bir heyet, Dahnâ çölünün tamamının bu kabileye tımar olarak verilmesini Resulullah (AS)’den istemişlerdi. Bu durum Temimlilerin çıkarlarına ters düşmekteydi. Bu durumu gören Kayle büyük bir gayretle işe müdahale ederek, Resulullah (AS)’i böyle bir haksız uygulamadan vazgeçirmeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu.761

661. Yine, Temimli el-Ahsem ibn Sayfî, Resulullah (AS)’ın huzuruna bizzat çıkmak istiyordu; ancak yakınları, kendisinin çok yaşlı olduğunu ve yollarda bazı tehlikelerle karşılaşabileceğini söyleyerek kendisine engel oldular. O da oğlu aracılığıyla, aşağıdaki mektubu gönderdi:

        “Allah’ım! Senin adınla başlarım. (Allah’ın) Bir kul(un)dan (başka) bir kul(un)a! İmdi, Sana ulaşmış olan şeye bizi de ulaştır; zira biz, seninle ilgili olarak, aslını bilmediğimiz bazı haberler aldık. Eğer sen doğru yola eriştirilmiş biriysen, bize de rehberlik et; ve eğer sana bazı şeyler öğretilmişse, nimetlendirildiğin şeyleri bizimle paylaş. Selâm!”

        Resulullah (AS)’ın bu mektuba şöyle cevap verdiği rivayet edilir:

        “Allah’ın Elçisi Muhammed’den, el-Ahsem ibn Sayfî’ye! Allah’ın selâmı üzerine olsun. Sana Allah’ın övgülerini bildiririm. Gerçekten de Allah bana, kendisinden başka hiçbir tanrı olmadığını, kendisinin Tek ve Bir olduğunu, hiçbir eş ve ortağının bulunmadığını (kullarına) söylememi emretti. Ben de aynı şekilde insanların bunu ifade etmeleri uyarısında bulunuyorum. Yaratılanların hepsi Allah’ın yarattıklarıdır ve her şey O’na aittir. Onları Allah yaratmıştır. Onlara ölümü tattıracak olan da, onları tekrar diriltecek olan da Allah’tır. Gidiş O’nadır. Ben sizi önceki peygamberlerin davetiyle çağırıyorum. Gerçekten sen (bu) büyük olay hakkında sorguya çekileceksin, ve kuşkusuz sen daha sonra bu olayın aslını öğreneceksin.”762

662. Ancak şunu belirtelim ki, çok eski kaynaklar bu mektuplaşma olayından söz etmemektedirler

663. Temimliler konusunu, Muhammed (AS)’ın vefatından sonra bu kabile içinde bir dinden dönme olayına rastlandığını belirterek bitirelim: Bu kabile bir süre, peygamber olduğunu iddia eden Secahî adlı bir kadın tarafından yönetilmiştir. Bir süre sonra bu kadın, Benû Hanife kabilesinden ve yine sahte peygamberlik davası güden Müseyleme ile evlenince, artık peygamberlik iddiasından vazgeçmiştir. Bu kadın daha sonra tekrar Müslüman olmuş ve uzun bir süre yaşadıktan sonra vefat etmiştir. Secâhî’nin bu sözde peygamberlik olayı, İslam tarihinde oldukça dikkat çekici bir konudur. Bu olay, bize Arap kadınının o dönemdeki konumu hakkında bir değerlendirme yapma imkânı vermektedir.

Bekr ibn Vâ’il Kabilesi

664. Bahreyn bölgesinin İran etkisinde kalan komşuları arasında Büyük Bekr ibn Vâ’il kabilesi de bulunuyordu. Bunlar yarımadanın en kuzeyinde, Basra’nın Kuzey-Batısında yerleşmişlerdi. İslam’dan önce bu kabile cengâver ve savaşçı özelliğiyle tanınmaktaydı: Taglib, Bekr’in kardeşiydi ve Bekr ile Taglib arasındaki kardeş kavgası, İslam-öncesi Arabistan’ının en uzun ve en kanlı savaşları arasında yer almaktadır. Sasaniler, diğerlerinin yanı sıra bu kabileye de baskı ve zulüm uygulamışlar ve onları İran’ın azılı düşmanı haline getirmişlerdi. Bu durumda, Resulullah (AS)’ın onlarla ilgilenmiş olmasına ve kendilerine bir dine davet mektubu yazmasına şaşmamamız gerekir.763 İbn Sa’d’in ayrıca belirttiğine göre,764 Benu’l-Katib kabilesinden biri (yani Dubey’etu’bn Rebîa) çıkıncaya kadar hiç kimse bu mektubu okumamıştı. Kaynaklar bu mektuba ne gibi bir tepkide bulunulduğunu açıklamamakla birlikte, şurası kesindir ki, bu kabilenin Şeybân kolundan Hureys ibn Hassân, Bekr ibn Vâilleri temsil etmek üzere bir heyetin başında Resulullah (AS)’ın huzuruna çıkarak, ona halkının İslam’ı kabul ettiğini bildirmiştir.765 Yine, yukarıda anlatıldığı biçimde, Temimlilerin aleyhine olmak üzere, bütün Dahnâ çölünün tımarının kendilerine verilmesini isteyen de bu Hureys’dir. İbnu’l-Esir bize Resulullah (AS)’ın, Bekr ibn Vail kabilesinin Amir ibn Zuhl koluna mensup ‘Adî ibn Şerâhil lehine766 bir mektup gönderdiğini söyler, ama mektubun içeriğinden söz etmez. Burada söz konusu edilen şey, her halde servetin güvence altına alınması ya da tımarlı bir arazinin bağışlanması olmalıdır.

665. İbn Hanbel’de geçen bir hadiste,767 Bekr ibn Vâil kabilesine mensup birinin Resulullah (AS)’ın huzuruna çıkarak:

        “Benim halkım üzerine öşür vergisi koy”

        demesi üzerine, Resulullah (AS) şu cevabı vermiştir:

        “Hayır! Öşür vergileri Yahudi ve Hıristiyanlar üzerine konulan vergilerdir; Müslümanlar için öşür vergisi yoktur”

        Acaba burada ticari mallardan alınan gümrük vergileri ya da madenlerden alınan vergiler mi kastediliyordu? Zira Müslümanlar bu tür mallar üzerinden sadece 1/20 oranında (beşte bir) vergi ödüyorlardı.

666/1. Son olarak şu konuya dikkat çekelim: Resulullah (AS)’ın vefatından birkaç ay sonra, Müslümanlığı kabul eden Şeybanîler İran egemenliğine karşı topyekün bir isyan hareketi başlattılar. Bu kabilenin elde ettiği ilk başarılar, Halife Ebû Bekir’i buraya takviye birliklerinin yanı sıra en başarılı Müslüman komutanlardan Hâlid ibn Velîd’i gönderme konusunda da ikna etti. Acaba bu duruma bakarak, Şeybanîlerin ve Bekr ibn Vâil kabilesinden bazı kolların İranlılara karşı izlenecek politika konusunda Resulullah (AS)’ın sağlığında kendisinden bir takım kesin talimatlar aldığı sonucunu mu çıkarmak gerekir?

Benû Taglib Kabilesi


666/2. Yukarıda adı geçen Bekr ibn Vâil’in kardeşinin soyundan gelen Taglib oğulları Hıristiyan idiler. Onların Resulullah (AS)’a karşı izledikleri barışçı ve yumuşak tutuma bakarak, şu müphem anlatıma bir açıklık getirmek mümkün olacaktır: Resulullah (AS), Benû Tagliblerin bazı Hıristiyan soplarıyla bir anlaşma imzalamıştı. Buna göre:

        “Onlar kendi Hıristiyan dinlerinde kalmakta serbest olacaklar, ama bundan böyle kendi çocuklarını vaftiz edemeyecekler” idi.

        Ama Taglibliler daha sonra bu anlaşmayı bozdular (Bk. Ebû Ya’lâ’dan naklen İbn Hacer, Metâlib, Nº 1072; İbn Sa’d, Tabakât, II/i, Elçiler bölümü). Anlaşmanın imtiyaz konusuyla ilgili maddesi hakkında ayrıntılı bilgi yoktur ve rivayet bazı kuşkular içermektedir. Zira Kur’an, Zimmi statüsündeki gayrı müslim ve Hıristiyanlara karşı zaten hoşgörülü bir yaklaşım sergilemektedir ve Resulullah (AS) de Yemen, Umân vs. bölgelerindeki Hıristiyanlara karşı aynı tarzda davranmamıştır.

Abdu’l-Kays Kabilesi

667. Abdu’l-Kays kabilesi Bahreyn’in güneyinde oturmakta ve Temimlilerle birlikte bu bölgenin nüfusunu oluşturmaktaydı. Taglib kabilesine mensup bir şair olan Ahnes ibn Şihâb, Abdu’l-Kaysların bir kolu olan Lukayz ailesi hakkında şöyle bir şiir yazmıştı:

        “Bahreyn ve bütün bu sahillerin sahibi işte bu Lukayz’dır,

        Onlara Hindistan tarafından müthiş bir istila gelse bile…”768

668. Bu şiir onların geçmişlerinin ne denli eskiye dayandığını yeterince dile getirmektedir. İbn Hanbel’de geçen bir hadise göre,769 Muhammed (AS) gençliğinde Basra körfezi üzerindeki Abdu’l-Kaysların ülkesine yaptığı uzun süreli seyahatleri daima taze bir anı olarak saklamıştı. Bu hadiste Hacer şehrinden ve el-Muşakkar kalesinden bahsedilmekte ve Muhammed’in şu sözüne yer verilmektedir:

        “Zâre adlı su kaynağının karşısında durdum.”

        Şimdilerde Hacer, Riyad ve Zahran arasında bayındır bir şehir olan el-Hufûf’a dönüşmüştür. El-Müşakkar ise, şehrin dışında ve muhtemelen oraya yakın bir yerdeki Kâra dağı üzerinde bulunuyordu. Zâre adlı su kaynağı bugün de aynı adla varlığını sürdürmekte ve Kuveyt yolu üzerinde, uçsuz bucaksız bir vahada, Zahran’ın kuzeyinde on kilometre öteden görünmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için, “Sur les traces du Saint Prophète dans son voyage en Arabie de l’Est (Resulullah (AS)’ın Doğu Arabistan seyahatinin izleri hakkında)”, (France-Islam, Paris, Nº 93-95, 1975) ve “Les voyages du Prophète avant l’Islam (İslam’dan önce Peygamber’in seyahatleri)”, Festschrift Henri Laoust (Bulletin d’Etudes orientales/Şarkiyat İncelemeleri Bülteni), Şam, 1977, C. 90, s. 221-230) adlı makalelerime bakılabilir.

669. Makrızî’nin verdiği bilgiye göre,770 H. 3 yılında cereyan eden Uhud Savaşı sırasında Abdu’l-Kays kabilesinden bir grup insan Medine’ye gelmişti. Belki de bir hububat kervanı söz konusu idi. Aynı yazar,771 H. 5 yılında, Resulullah (AS)’ın Benû Musta’liklere karşı düzenlediği askerî sefer sırasında, Abdu’l-Kayslardan biri yolda kendisine rastlamış ve İslam’ı kabul etmişti. Daha sonra İslam bu kabile içinde önemli ilerlemeler kaydetmiş olmalıdır ki, H. 8 yılında Muhammed (AS) bu kabileyi, İbn Sa’d’in bize bildirdiğine göre,772 Bahreyn’de oturan kimseler aracılığıyla, Medine’ye 20 kişilik bir heyet göndermeleri için davet etmiştir. Kaynakta açıklandığına göre, heyetin tamamı gayrı müslimlerden oluşuyordu. Hatta aralarında Hıristiyan biri de vardı. Heyetle ilgili diğer ayrıntıları Buhârî’den çıkarıyoruz:773

        a) Bir gün Resulullah (AS) hiç adeti olmayan bir saatte namaz kılmaya başladı. Zevcesi Umm Seleme’nin hayret ederek sebebini sorması üzerine şu cevabı verdi:

        “Abdu’l-Kays heyetinin gelerek ihtida ettikleri haberini vermeleri, öğle namazından sonra kıldığım nafile (diğer Müslümanlar için sünnet) namazlarımı kılmamı engellemişti. Şimdi onları tamamlıyorum.”

        b) Medine’de inşa edilen Mescit’ten sonra, içinde Cuma namazlarının kılınmasına izin verilen ilk mescit, Abdu’l-Kaysların ülkesindeki (bugünkü el-Hufûf) Cuvâsa şehrinde inşa edilen camidir.

        c) Abdu’l-Kayslar Resulullah (AS)’ın huzuruna girdiklerinde, onlara şöyle hitap etti:

        “Ey cemaat! Hoş geldiniz! Sizler ne onur kırıcı bir duruma ne de pişmanlığa uğrayacaksınız.”

        Bunun üzerine topluluk şu cevabı verdi:

        “Ey Allah’ın Elçisi! Bizi senden ayıran ve bizi alıkoyan, aradaki putperest Mudar kabilesinin topraklarıdır. Haram Aylar dışında bizler istediğimiz zaman senin huzuruna gelemiyoruz. O halde sen bize İslam’ın temel esaslarını öğret ki bunlar Cennet’e girmemiz için yeterli olsun ve kendi bölgemizdeki gayrı müslimler arasında bunları tebliğ edebilelim.

        O da şöyle cevap verdi:

        “Sizlere şu dört şeyi emrediyor ve dört şeyi de yasaklıyorum:

        Allah’ın Bir’liğine iman etmek koşuluyla;

        1. Günlük namazları kılmanızı,

        2. Zekât vergisini vermenizi,

        3. Ramazan ayı boyunca oruç tutmanızı,

        4. Ganimet malların beşte birini Devlet Hazinesine teslim etmenizi emrediyor ve alkollü içkileri size yasaklıyorum.

670. Buhârî tarafından nakledilen bu son hadis, bize hem Rebi’alıların bir kolu olan bu kabile ile Mudarlı komşuları arasında bir savaş halinin var olduğunu, hem de İslam’dan önce bu insanların ekonomik ve toplumsal hayatında alkollü içkilerin ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

671. İbn Sa’d’in verdiği bilgiye göre,774 Cuvâsa’da müstahkem bir kale vardı ve buranın Müslüman valisi, Resulullah (AS)’ın vefatından sonra ortaya çıkan dinden dönme hareketleri sırasında asilere karşı bu kaleye kapanarak kendisini savunmuştu. Yazar, ayrıca el-‘Alâ ibn el-Hadramî adındaki bu Müslüman valinin yukarıda adı geçen 20 kişilik heyetle birlikte Medine’ye geldiğini ve görevi başında bulunmadığı süre içinde kendisine Münzir ibn Sâve’nin vekalet ettiğini belirtir.775 Resulullah (AS)’ın Abdu’l-Kayslara gönderdiği bir mektubun metni elimizde bulunmaktadır776

        “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla!

        Bu, Allah’ın Elçisi Muhammed’den Abdu’l-Kayslar ve Bahreyn ile çevresindeki topraklarda oturanlara hitaben gönderilmiş bir yazıdır: Sizlerin İslam’a bağlanarak ve Allah’a ve O’nun Elçisine iman ederek benim huzuruma geldiğinizi ve O’nun dininin hükümlerine tabi olmayı kabul ettiğinizi (beyan ederim). O halde, sizlerin hoşunuza gitsin ya da gitmesin, Allah’a ve O’nun Resulüne itaat etmeniz, namazlarınızı kılmanız, zekatlarınızı ödemeniz, Beytullah’ı (Ka’be’yi) haccetmeniz ve Ramazan ayında oruç tutmanız (koşuluyla) bunu kabul ediyorum. Kendi aleyhinize de olsa, daima Allah rızası için adaletle hükmediniz. (Yine ben) içinizdeki zenginlerin malları üzerinden belirli miktarların alınıp aranızdaki yoksullara dağıtılmasını (size tavsiye ederim). Bu (zekat) vergi(si) Allah ve Resulünün Müslümanların malları üzerinden tanzim edecekleri, farz kılınan miktarlarda yılda bir kez tahsil edilecektir.”

672. Bu kabile ile ilgili bir başka belge daha olmakla birlikte, bu ikisinden hangisinin daha eski olduğunu ayırt etmek güçtür. İkinci belgeden söz etmeden önce, alıcısının adının bazı sorunlara neden olduğunu belirtmek gerekiyor. Yegane başvuru kaynağımız olan İbn Sa’d’e göre777 bu belge “Abdu’l-Kaysların en büyüğüne” gönderilmiştir. Ancak İbn Sa’d’in neşrinde tercihan kullanılan bir başka el yazması nüshada ise “el-Ekber ibn Abdu’l-Kays” ibaresi kullanılmaktadır. Oysa bu ailenin soy kütüğü kayıtlarında el-Ekber adına rastlanmaz. Ayrıca bu, Arapça’da insanlar için kullanılan özgün bir ad da değildir. Bence bu ismin Lukayz ibn Abdu’l-Kays şeklinde okunması uygun olur ki, hem el yazmalarındaki olası yazım hatalarından, hem de tarihi gerçekler bakımından bunun böyle olması gerekir. Zira, yukarıda adı geçen 20 kişilik heyet arasında, Abdu’l-Kaysların Lukayz adlı güçlü koluna mensup bazı kişilere rastlamaktayız.778 Söz konusu belge aşağıda verilmiştir:

        “Allah’ın Elçisi Muhammed’den el-Ekber (Lukayz) ibn Abdu’l-Kays’a: Onlar, Allah’ın ve O’nun Elçisinin eman ve himayeleri sayesinde, Cahiliye döneminde (İslam’ı kabul etmelerinden önce) işledikleri cürüm ve cinayetlerden muaf tutulmuşlardır. Ancak, yaptıkları anlaşmalara bağlı kalmakla yükümlüdürler ve buna karşılık, onların hububat yolları kesilmeyecek, yağmur sularıyla yeşeren otlaklar kendilerine yasaklanmayacak ve olgunluk dönemine gelmiş meyveleri toplamalarına engel olunmayacaktır. Onların arazileri, denizleri, yerleşik hayat süren insanları, göçebeleri ve memleketlerinden (askerî sefer amacıyla) çıkan herkese karşı, Peygamberin güvenli memuru el-‘Alâ ibn el-Hadramî sorumlu olacaktır. Bahreyn ahalisi her türlü tehlikeye karşı el-‘A’lâ’nın eman ve himayesinde olacak, herhangi bir tecavüz ve şiddete karşı ondan askerî destek sağlayacaklardır. Bu onları Allah’ın güvence ve emniyeti altına alacaktır. Onlar Muhammed’e karşı sözlerinden caymayacaklar ve herhangi bir yere baskın düzenlemeye kalkışmayacaklardır. İslam ordusu kendilerine ganimetten bir pay ayıracak, onlar hakkında hüküm verirken eşitliğe ve tutum ve davranışlarda ılımlı davranmaya özen gösterecektir. Her iki taraf da anlaşma hükümlerinde kendiliğinden bir değişikliğe gitmeyecektir. Allah ve Resulü buna şahit olsunlar.”779

673. Bu metinde aydınlatılması gereken çok sayıda karanlık nokta bulunmaktadır. İşte bu konuda bizim ne düşündüğümüz: Öncelikle “Cahiliye döneminde işledikleri cürüm ve cinayetler”i ele alalım. Bu konuda akla ilk gelen, Müslümanlara karşı işlenmiş kötü davranışlar gelir ki, Resulullah (AS), Müslüman oldukları için bunları bağışlamıştır. Burada muhtemelen, yukarıda sözünü ettiğimiz Münzir ibn Sâve’ye karşı isyan hareketi kastedilmektedir. Daha sonra gelen “hububat yolları, yağmur sularının yeşerttiği otlaklar, meyvelerin toplanması” gibi ifadeler, bu belgeleri inceleyen herkesi zor durumda bırakmıştır. Caetani, “hububat yolları” ile, yaz mevsiminde Abdu’l-Kaysların İran hükümetinin izniyle sürülerini otlattıkları Fırat vadisinin bazı bölümlerinin kastedildiğini ifade etmektedir.780 Aynı yazara göre, “yağmur sularıyla yeşeren çimenlikler”, sürü hayvanlarının kış aylarını geçirdiği Arabistan’ın iç kesimlerindeki otlakları kapsamaktadır. “Meyvelerin toplanması (harîm)” deyimiyle ilgili olarak hiçbir yorum yapmamakta, sadece deyimin Wellhaussen’in “geheiligten Früchte” şeklindeki Almanca karşılığını “frutti consecrati” şeklinde İtalyanca’ya çevirmekle yetinmektedir. Kanaatimizce bütün bu terimler vergilerin toplanmasında uygulanan yöntemlerle ilgilidir. Bu son deyimi Arapça’daki harîm şeklinde değil de, cerîm şeklinde okumak gerekir ki, zaten Müslüman botanikçi Dineveri’ye göre781 bu sözcük “toplama” anlamını taşımaktadır. (Bu iki sözcüğü birbirinden ayıran sadece  harfine konulan noktadır). Belazurî782 ise şu ayrıntı üzerinde durmaktadır: “(Müslüman vali) Bahreyn halkı ile, onların yeterince çalışmaları ve meyveleri kendileriyle paylaşmaları konusunda anlaşmıştı.” Muhtemelen burada Devlete ait hurmalıklar ve bahçeler söz konusu edilmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla Resulullah (AS) her halde, Abdu’l-Kaysların, meyveler toplanır toplanmaz, vergi memurlarının gelmelerini beklemeksizin bunlardan yararlanmalarına izin vermişti. “Yağmur sularıyla yeşeren çimenlikler” ise sürü hayvanları üzerine konan vergilerle ilgili bir deyimdir. Resulullah (AS), aynı şekilde, vergi memurlarının gelişini beklemeksizin bu otlaklardan yararlanmalarına izin vermiştir. Başka birçok kabile için olduğu gibi, Resulullah (AS), Abdu’l-Kaysların, vergi toplamak amacıyla gelen memurlarla aynı haklara sahip olacaklarını beyan etmiştir. “Hububat yolları” ifadesi, bize göre, tahıl ürünlerinin ihraç edilmesiyle ilgili bir konudur: Kabilenin zirai vergileri ödemesi gerekiyordu, ancak vergi tahsildarlarının gelmesini beklemeksizin, istedikleri zaman tahıl ihraç etmeleri engellenmemişti. Vergiye tabi mahsul miktarı hususunda Resulullah (AS) onların dürüstlüğüne güveniyordu.

674. Anlaşılması oldukça güç konulardan biri de savaşlar ve bunlardan elde edilen ganimetlerdir. Kuşkusuz Müslüman vali, düşman üzerine asker sevki konusunda merkezden talimat almaktaydı. Ama, acaba burada söz konusu olan İranlılar mı, yoksa putperest Arap kabileleri mi idi? İslam öncesi baskın savaşlarında Abdu’l-Kayslar, kuşkusuz elde ettikleri ganimetin tamamını kendilerine ayırıyorlardı. Bu kabileden Müslüman ordusu ya da askeri birlikleriyle beraber savaşa katılanlar, Kur’an’da yer alan bir hükme göre,783 ganimetin beşte birini Devlet Hazinesi’ne teslim etmekle yükümlü olup, ancak kalanını sefere katılanlarla paylaşmak durumunda idiler.

675. Resulullah (AS)’ın Abdu’l-Kaysların bir kolunun temsilcisi sıfatıyla Muşemric ibn Hâlid es-Sa’di’ye bir su kaynağı bağışladığını biliyoruz.784 Bu bağış olayını gösteren metin elimizde değildir. Yine, Abdu’l-Kaysların gönderdiği heyette yer alan Şubeyb ibn Kurra ve Suhâr ibn el-Abbas’a verilen, ancak içeriğini bilmediğimiz diğer iki mektubun metni de elimize geçmemiştir.

Benû Hanîfe Kabilesi

676. O sıralarda Arabistan’ın en güçlü kabilelerinden biri olan Benû Hanîfe (Hanîfe Oğulları) kabilesi Necd bölgesinde yaşamaktaydı. Bölge oldukça verimli topraklara sahipti. Öyle ki, Halife Ömer (RA) zamanında, buradaki tek bir devlet merasında otuz bin develik bir sürü bulunmaktaydı. Ayrıca burada uçsuz bucaksız ormanlara rastlamak da mümkündü.785 Bugün artık izi kalmayan, ancak vaktiyle Riyâd yakınlarında kurulu olduğu sanılan Yemame şehri, bu Benû Hanîfe kabilesinin ana yerleşim bölgesi idi. Burası aynı zamanda Arabistan’ın tahıl ambarı idi786 ve Mekkeliler geniş ölçüde tahıl ithalatını bu bölgeden yapıyorlardı.787 Hal böyle olunca, Benû Hanîfe’nin un ve pişmiş hurmadan yapılmış bir puta tapmaları bizi şaşırtmamalıdır. Bir kıtlık sırasında bu kabile mensupları bu devasa putu yıkıp yiyecek olarak kullanmışlar ve bu olay, hasım kabileden bir şaire şu hiciv dolu dizeleri yazma fırsatı vermişti:

        “Hanîfeler tanrılarını devirip yediler

        O kıtlık ve kuraklık esnasında;

        Tanrılarından hiç mi hiç korkmadılar,

        Başlarına ne felaketler gelecek diye!”788

677. Aşağıda değineceğimiz olay, bu kabilenin sahip olduğu üstün niteliklerin yanı sıra, kusurlarını da sergilemesi bakımından oldukça yeterlidir: Kilâb kabilesinden biri, çok güzel bir kadın olan karısı ile birlikte Benû Hanîfe kabilesinden Umeyr ibn Sulmâ’nın yanına sığındı. Umeyr’in erkek kardeşi Kurayn, çok geçmeden kadına sarkıntılık etmeye başladı. Zavallı mültecinin elinden, karısına o gençle konuşmayı yasaklamaktan başka bir şey gelmiyordu. Bu duruma sinirlenen delikanlı, ağabeyi Umeyr’in bir ara yok olmasını fırsat bilip, Kilablı adamı öldürdü. Maktulün kardeşi olayı haber alınca Benû Hanîfe topraklarına gelip, sığınma hakkı veren adamın babasının kabrini ziyaret etti ve öldürme olayını şikayet konusu edinen bir şiiri mezarın başında okudu. Umeyr seyahatten dönüp, kardeşinin işlediği cinayeti ve ayrıca babasının kabri başında bir şikayet şiirinin okunduğunu öğrenir öğrenmez, öz kardeşi olan katili derhal yakalayıp, öldürülen kişinin kardeşine intikamını alması için teslim etti. Ailenin diğer fertleri araya girerek, katilin serbest bırakılması için tazminat tespit etmek üzere öldürülen şahsın kardeşi ile görüşmeler yaptılar, hatta kan bedelini, bu tür olaylarda ödenen miktarın iki katına çıkardılarsa da, çabaları sonuç vermedi. Kilablı adamın kendisine teslim edilen esirle birlikte güven içinde yurduna dönmesi için, Umeyr onlara bizzat eşlik etti. Sonra kendi kardeşini bir hurma ağacına bağlayıp, Kilablıdan izin aldı ve ona: “Madem ki sen kan bedelini kabul etmek istemiyorsun, senden bir iyilik yapmanı rica ediyorum: Ben buradan ayrılıp kendi evime gidene kadar bekle, daha sonra esirine ne istersen onu yap, ancak bir daha asla karşıma çıkma!”789

678. İran hükümdarlarının kabile başkanlarına karşı lütufkar tutumları nedeniyle, bu bölgede İran etkisi oldukça yaygındı. Ancak Benû Hanîfeler henüz bir Devlet halinde yapılanmaktan uzak idiler. İslam’ın ortaya çıkmasından kısa bir süre önce, Yemame, Kinde hükümdarı Muâviye ibn Hucr’un başkenti idi. Kendisi, babasının hükümdarlığının bir başka varisi olan kardeşinden ayrılmış bulunuyordu.790 Yemame bölgesinde, Muşakkar’da kurulan yıllık fuar, Araplar arasında önemli bir yere sahipti ve 10 Muharrem’den itibaren 20 gün boyunca kurulu kalırdı.791 Ka’be’yi hac ziyareti Benû Hanîfeleri oraya çekmekle birlikte,792 Mekkeli Kureyşliler arasında Yemame ve Umân’a gelip yerleşenler de vardı.793

679. İbn Hişâm, Benû Hanîfe kabilesinden Sumame ibn Usal ve Havza ibn Ali için “Yemame’nin iki hükümdarı” ifadesini kullanır.794 Acaba bunlar birlikte hükmeden, ortak iki hükümdar mı idi? Her ne ise, bu Sumame, Resulullah (AS)’ın hicretinden önce Mekke’yi ziyaret etmişti. Resulullah kendisini İslam’a girmeye davet ettiğinde Sumame ona şu cevabı verdi: “Eğer bir daha bu teklifi yinelersen, seni öldürürüm.”795 Hatta daha sonra Resulullah (AS)’ın kendisine gönderdiği bir elçiyi öldürmek istemiş ve amcasının araya girmesiyle bundan vaz geçmiştir.796 Buraya gelen bir İslam askerî birliği Sumame’yi kıskıvrak yakalayıp Medine’ye getirdi ve Mescid-i Nebevî’deki bir sütuna bağladı. İbn Hişâm’a göre,797 devriye birliğindekiler onu tanımıyorlardı. Muhammed (AS) onu görür görmez, kendisine saygı gösterilmesini emredip, derhal bu pisboğaz esirine kendi evinden yemek gönderdi. Zira bir deveden bir defada sağılan süt ona yetmiyordu. Resulullah (AS) onun yanından her geçişinde kendisini İslam’a davet ediyor, ancak Sumame’nin cevabı hiç değişmiyordu: “Eğer beni öldürürsen zaten kanı dökülmesi gereken bir katili (zû dem) öldürmüş olacaksın; eğer kan bedeli kabul etmek istiyorsan, ne istersen iste (veririm).” (Sumame’nin burada kimin dökülen kanına göndermede bulunduğunu bilmiyoruz.) Muhammed (AS) onun bu sözlerine hiçbir şey söylemeden, oradan uzaklaşıp gidiyordu. Sumame bu arada mescitte olup bitenleri ve İslam dininin ne anlama geldiğini gözlemliyordu. Üç gün sonra o yine aynı cevabı yineleyince, Resulullah (AS) hiçbir fidye almaksızın kendisinin serbest bırakılmasını emretti. Sumame mescitten çıkıp, Baki koruluğunda güzelce banyo yapıp temizlendikten sonra Muhammed (AS)’ın huzuruna geldi ve İslam’ı kabul ettiğini kendisine bildirdi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu:

        “Şimdiye kadar sen benim için dünyanın en iğrenç insanı idin, şimdi ise seni herkesten çok takdir ediyorum.”

        Akşam olunca hizmetçiler her zamanki gibi ona yemeğini getirdiler ve sonunda kendisine getirilen şeylerin çoğunu yemeyip bıraktığını görünce hayret ettiler. Durumu Resulullah (AS)’a anlattıklarında şöyle buyurdu:

        “Buna hiç şaşmayınız! Mümin olan bir mide ile, kâfir ise yedi mide ile yemek yer.”

        Daha sonra Sumame Medine’den ayrılıp ülkesine döndü. Yolu üzerinde Mekke’ye uğradı ve orada herkesin gözü önünde İslami kurallara göre namaz kılarak herkesi şaşırttı. Mekkeliler onu öldürmek için hemen kıskıvrak yakaladılar. Ancak içlerinden birinin, Mekkeliler için Yemame’den gelecek olan hububatın ne denli gerekli olduğunu hatırlatması üzerine kendisini serbest bıraktılar. Sumame ise onlara şöyle dedi:

        “Bundan sonra, Muhammed (AS) izin vermediği sürece benim ülkemden bir tek tane bile tahıl alamayacaksınız.”

        Gerçekten, bir süre sonra Mekke’de kıtlık belirince, halk, hasımları olan Resulullah (AS)’a müracaat ederek, ambargonun kaldırılması için yalvarmak zorunda kaldılar. O da isteklerini kabul etti. Bu olay H. 6 yılı başlarında meydana gelmiştir.798 İbn Hişâm’da geçen ve H. 7 yılının başlarında “Yemame’nin iki hükümdarına” bir elçi gönderilmesi ile ilgili bilgiler, belki de Resulullah (AS)’ın Sumame aracılığıyla Havza’ya gönderdiği elçiye işaret etmektedir. Zira Sumame, Havza ile aynı bölgede ikamet ediyordu ve İslam’ı kabul etmişti.

680. Salît ibn Amr adlı muhacir, Habeşistan’dan döndüğünde, Resulullah (AS), “Yemame’ye sık sık gidip geldiği için”,799 Havza’ya götürülecek davet mektubu için onu görevlendirmiştir. Aynı kaynağın ifadesine göre “Tarihçi Vesîme, Sasani imparatorunun Havza’ya bir kraliyet tacı gönderdiğini nakletmektedir. Müslüman elçi kendisine şöyle demiştir: “-Ey Havza! Sen şu anda çok gülünç konumda bir başkansın ve Cehennem’e gitmeleri mukadder insanların efendisisin. Gerçek başkan, iman ederek kendisini emniyet altına alan ve züht ve takva ile gıdalanan kimsedir” vs. İran İmparatorunun verdiği ve üzerinde değerli bir taş bulunan başlık dolayısıyla Havza’ya Zu’t-Tâc (Tac sahibi) unvanı verilmişti.800 Havza, Şosroes’in müttefiki idi ve kendi bölgesinden geçen İran ticaret kervanlarını koruyup gözetiyordu. Tarihî kaynaklarda, Resulullah (AS)’ın kendisine gönderdiği mektubun metni ile, Havza’nın buna verdiği cevap muhafaza edilmiş bulunmaktadır. Havza cevabi mektubunda şöyle yazıyordu:

        “Senin beni kabul etmeye davet ettiğin şey ne kadar mükemmel ve güzel bir şey! Oysa ben halkımın şairi ve hatibiyim. Araplar da bana saygı gösterirler. O halde sen (elinde bulundurduğun) iktidarın bir bölümüne beni de ortak yap ki senin yolundan gideyim.”801

681. O sırada Medine’ye gelen elçiler el-Hâris’in kızı Remle’nin evinde konaklıyorlardı. Burada kendilerine sabah ve akşam yemeği çıkarılır ve “bazen et ve ekmek, kimi zaman ekmek ve süt, kimi zaman da ekmek ve eritilmiş tereyağı yahut hurma”802 ikram edilirdi. Suhaylî’ye göre,803 heyetin en önemli temsilcisi olan Müseylime o sırada 148 yaşında idi; Resulullah (AS)’ın henüz doğumundan öncesine kadar, Müseylime, kendi yurdunda Rahmânu’l-Yemâme adıyla tanınırdı. Resulullah (AS)’ın Havza ile olan yazışmalarından tabii ki haberdardı. Bununla birlikte aynı ayrıcalıkların kendisine de tanınmasını istedi. Muhammed (AS)’ın hemen önünde bir hurma dalı bulunuyordu. Onu kaldırıp, Müseylime’ye şöyle dedi:

        “Benden tek bunu bile istesen, onu sana vermeyeceğim.”804

        Görüşmeler sırasında Müseylime’nin adamları kendisini bir tür perde ile örtülü tutuyorlardı. Bu tuhaf adet, kendisinin sıradan insanlarca görülemeyecek kadar büyük bir kişilik olduğunu göstermeye yönelikti. İbn Hişâm’da geçen ve İbn Sa’d’in eserinde de tekrarladığı bir başka anlatıma göre, Müseylime, adı geçen konakta Resulullah (AS)’le hiç görüşmemiş, ancak görüşmeler tamamlanıp heyette bulunanlar İslam’ı kabul ettiğinde, Resulullah (AS) o sırada hazır bulunanların her birine hediyeler vermiş, ayrıca her zamanki gibi, gelmeyen üye olup olmadığını da sormuştu. Kendisine, develere ve eşyalara göz kulak olması için yaşlı başkanı konak yerinde bıraktıkları söylenince: “Böyle bir kimse daha az bir saygı ve hürmete layık görülmemelidir” şeklinde açıklamada bulunarak, diğerlerine verdiği hediyelerden ona da göndermiştir. Yemame’ye dönen Müseylime, kendisinin de Allah’ın bir elçisi olduğu, hatta bunun Muhammed tarafından da kabul edildiği iddiasını yaymıştır (O, bu iddiasını, kendi yokluğu sırasında Resulullah (AS)’ın ona hediyeler gönderip, hakkında söylediği birkaç söze dayandırıyordu). Müseylime, kendisine vahy edildiğini öne sürdüğü ve aslında Kur’an’ın gülünç birer taklidi durumundaki sözlerini etrafa yayıyordu. Ayrıca, yumurtayı bir şişenin dar ağzından geçirmek vs. gibi “mucizeler” de gösteriyordu.805 Halk kitleleri için onun yaptığı en ilgi çekici şey, herhalde içki yasağını kaldırmak ve zinayı serbest bırakmak gibi İslam’da yaptığı “reformlar” (!) idi. Hatta, İbn Hişâm’a göre günlük beş vakit namazı da yürürlükten kaldırmıştı.806 Suhaylî ise, aksine, adını da verdiği ve bir takım maceralarını aktardığı bir müezzini olduğundan söz eder.807 Anlaşılan, Müseylime başlangıçta sadece namazların sayısını azaltmakla yetinmiş ve daha sonra bunları tamamen yürürlükten kaldırmıştır.

682. Müseylime, Muhammed (AS)’e sadece peygamberlik konusunda ortaklık iddiasında bulunuyordu. Yine kendisine yazdığı mektuplardan birinde,808 “Kureyşlilerin adaletten şaşmayan insanlar olduklarını” ekleyerek, onun bu peygamberlik iddiasını kabul etmesini, ayrıca İslam topraklarının yarısının kendisine verilmesini istemişti. Cevap kısa ve netti:

        “Allah’ın Elçisi Muhammed’den yalancıların en yalancısı (Kezzâb) Müseylime’ye:

        Allah’ın selâmı dosdoğru yol üzerinde bulunanlara olsun! Hemen ilave edeyim ki yeryüzü Allah’a aittir. Onu kulları arasından dilediğine verir; bütün işlerin sonunda kurtuluş, Allah’tan hakkıyla korkup çekinenlerindir.”

683. Muhammed (AS), o bölgedeki memurlarına konu ile yakından ilgilenmeleri talimatını vermiş, ancak kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Böylece, bu dinden dönme hareketiyle kararlı bir şekilde mücadele etme işi, Resulullah (AS)’ın halifesi Ebû Bekir’e nasip olmuştur. Kanlı savaşlar birbirini izlemiş ve sonunda, büyük komutan Hâlid ibn Velîd bölgede barış ve düzeni tekrar sağlamıştır. Yüzelli yıl gibi efsanevî yaşına rağmen Müseylime, yukarıda da değindiğimiz gibi, Temimli Secahî ile evlenmiş ve onun sayesinde askerlerinin sayısını artırmıştı. Ama sonunda yine kendi savaşçılarından bir bölük tarafından öldürüldü. Bu arada, sadık bir mümin olan Sumame’nin bölgede yaptığı hizmetlerin bu karışıklık döneminde pek büyük bir değer taşıdığını da hatırlatalım. Vakıdî,809 Sumame’nin İslam lehine çalışmaya teşvik amacıyla Müseylime’ye gönderdiği mektuba eserinde yer vermektedir.

684. Benû Hanîfe’nin bir diğer başkanı Mücca’a ibn Murâha da az rastlanan kişiliklerden biridir. Kabilesi içinde, Resulullah (AS)’den timar elde edebilmiş yegane kimsedir.810 Kardeşi, Benû Zuhl kabilesi tarafından öldürülmüştü. Resulullah (AS), ona bir yazı yazarak, bu kabilenin cezalandırılacağına ve elde edilecek ganimetle, kardeşinin ölümünden dolayı Mucca’a’nın uğradığı zararın karşılanacağına dair söz verdi.811 Mucca’a, Muhammed (AS)’ın vefat etmesi üzerine, dinden çıkan mürtedlerle birlik oldu ve kendisini kuşatma altına alan komutan Hâlid ibn Velîd’i kandırarak, onunla istisnaî bir barış anlaşması yapmayı başardı.812 Şöyle ki, kabilesindeki tüm savaşçılar kılıçtan geçirilmiş ve müstahkem kalede sadece kadın ve çocuklar kalmıştı. Mucca’a onlara askerî elbiseler giydirip silahla donattı. İslam ordusu ise, savaşacak daha çok düşman askeri olduğunu sanarak, uzlaşma yoluna gitti. Halife Ebû Bekir, yeniden hidayete ermesi üzerine kendisini bağışlamıştır.

‘Umân (Oman)Kabilesi

685. Doğu Arabistan sahillerinin en güneyinde bulunan Umân, o devirde Mekke’li tüccarlar için büyük bir cazibe merkezi haline gelmişti. H. 3. yüzyılda yaşamış büyük İslam botanikçisi Dineverî, sık sık bu bölgeye özgü bitkilere göndermede bulunur; günümüzde de Bureymî bölgesinde petrol izine rastlanmıştır. Resulullah (AS) döneminde burada Ceyfer ve Abd adında iki kardeşin ortak hükümdarlığına tanık olmaktayız.813 Babaları el-Culandâ, İran İmparatoru tarafından Umân hükümdarı olarak tanınmış (belki de tayin edilmiş) idi. Arabistan’ın en büyük fuarlarından ikisi, bu bölgedeki Daba ve Suhar liman şehirlerinde kurulurdu. İbn el-Kelbî’nin naklettiğine göre:814

        “İran hükümdarları Umân’ın başkanlarını Benu’l-Mustekbir ailesi içinden seçerek tayin ediyorlardı. Bu başkanlar, söz konusu fuar bölgelerinde, Dûmetu’l-Cendel’deki diğer başkanlarınkine benzer bir tavır sergiliyorlar ve sonuç itibarıyla ticarî mallar üzerinden öşür (onda bir) vergisi tahsil ediyorlardı. Umân’daki Suhar fuarı için ise, Recep ayının ilk günü Bahreyn’deki el-Muşakkar fuarından ayrılıp, aynı ayın 20. günü Suhar’a gelinirdi. Fuar beş gün sürerdi. Müstekbir’in oğlu Culandâ burada vergileri tahsil ederdi. Daha sonra Daba fuarı gelirdi ki, burası Arabistan’ın en büyük iki limanından biridir. Sind (bugünkü Pakistan), Hind ve Çin gibi hem Doğu’dan hem de Batı’dan gelen birçok tüccar burada buluşurlardı. Daba fuarı Recep ayının son günü faaliyete geçerdi. Buradaki ticari işlemler sadece satılan ürünün fiyatının belirlenmesi ve bunun kabul edilmesi şeklinde yürütülürdü. El-Culandâ ibn el-Müstekbir, Suhar’da yaptığı gibi, burada da öşür vergilerini toplar ve diğer bölgelerdeki hükümdarlar gibi hareket ederdi.”

686. Arap vakanüvislerinin çok hoşlandığı ve el-Culandâ’nın kızı olan bir prensesin başından geçen bir fıkra vardır. Bu prenses, çok sevdiği bir kaplumbağa ile oynardı. Bir gün onu mücevherleriyle süsleyip sahile oynamaya götürdü. Kaplumbağa ansızın denize dalıp gözden kayboldu. Şaşkına dönen prenses kıyıya koştu ve bir yandan da adamlarına şöyle bağırarak, iki eliyle denizin suyunu boşaltmaya başladı: Bana yardım etmeye gelin: neredeyse birkaç avuç su kaldı.”815

687. Deniz ticareti ile uğraşan bir liman şehri olduğu için, Adavla’da, adavlî816 denilen bir de gemi inşa tezgâhının bulunması bizi şaşırtmaz. İran hükümdarı Erdeşir Bâbakân, deniz kuvvetlerini, Umân’daki Şihr şehrinde oturan ve Ezd kabilesine mensup Araplar arasından devşirme usulüyle oluştururdu. Bu, İslam’dan altı yüzyıl (aslında dört yüzyıl) önce meydana gelmiş bir olaydır. Umân’daki el-Mazûn şehrinde ise Yahudiler otururdu. Bu bölgenin denizcileri de sadece onlar arasından çıkardı.”817

688. İranlılar Ninova’da ağır bir yenilgiye uğrayınca, Umân hükümdarlığının İran’ın başkenti Ktesifon’la bağları fiilen kopmuş oldu. Umân’ın İran’la olan bağlarını çözüp Medine’deki yeni siyasal yapıya kolayca bağlandığı göz önüne alınırsa, Sasanilerin diğer Arap bağımlı bölgelerine göstermedikleri güzel davranışları bunlardan da esirgedikleri sonucunu çıkarabiliriz.

689. Diğer komşu hükümdarlara yaptığı gibi, Resulullah (AS) (H. 7 yılında) Umân’a da bir dine davet mektubu yazarak, bu konuda Amr ibnu’l-As’ı görevlendirdi. Mekke’nin önde gelen tüccarlarından olan Amr, İslam’dan önce de Mısır ve Habeşistan’a sık sık giderdi. Muhtemelen Umân’daki fuarlara da katılmıştı ve tıpkı Necâşî’yi tanıdığı gibi, bu ülkenin hükümdar ailesini de şahsen tanımaktaydı. Resulullah (AS)’ın gönderdiği mektup şöyle idi:

        “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın adıyla. Allah’ın Elçisi Muhammed’den, el-Culandâ’nın iki oğlu Ceyfer ve Abd’e:

        Selam, hakikat yoluna tabi olanlar üzerine olsun!

        Sizin her ikinizi İslam’ın davetine çağırıyorum. İslam’a tabi olun ki kurtuluşa eresiniz. Zira ben, Allah’ın tüm canlıları uyarmak üzere ve vaadini kafirler üzerinde tamamlaması için tüm insanlığa gönderdiği Elçisiyim. İmdi, eğer her ikiniz de İslam’ı kabul edecek olursanız, her ikinizi de iş başında tutacağım. Ancak, her ikiniz de aksine İslam’ı kabul etmeyi reddederseniz, bu durumda ikinizin de krallığı sizden uzaklara yok olup gidecektir. Süvarilerim ülkenizde karargâh kuracaklar ve benim Peygamberlik vasfım her ikinizin krallığına galip gelecektir! Ubey ibn Ka’b tarafından yazıldı.”

Mühür: Allah

Resulü

Muhammed818

690. Elçi Amr, İslam Hükümeti’nin Umân’daki Özel Vâlisi görevini üstlenmenin yanı sıra, bölgedeki Müslüman halkın vergilerini toplama ve bunlar arasında çıkacak anlaşmazlıkları çözmekle de görevlendirilmişti. Ancak, anlaşıldığı kadarıyla, gayrı müslimlerin işlerini idare etme görevi, yerli başkanlara bırakılmıştı.819

691. Bu mektup, sadece sert ve tehdit edici dili ile değil, aynı zamanda bölgedeki “ortak hükümdarlık” olgusunu kabul etmesi bakımından da oldukça dikkat çekici idi. Muhammed (AS)’ın siyasi bir kargaşa içindeki Arabistan’da kurmaya çalıştığı Devlet, bir bakıma konfederal bir yapıya sahipti. İslam’ın gelişiyle, eski başkanlar bazı siyasal haklarını merkezî otoriteye bırakmışlar, kimileri ise önceden olduğu gibi durumlarını korumayı sürdürmüşlerdi.

692. Bu mektuba gönderilen cevabî yazı elimizde mevcut değildir. Ancak her iki hükümdar da İslam’ı kabul etmiş ve Özel Vali Amr’ın bu bölgede yeni dini yayma işini kolaylaştırmışlardır. Onların dinlerini değiştirmede gösterdikleri samimiyet, cereyan eden başka olaylarla da doğrulanmıştır. Nitekim, Muhammed (AS) vefat ettikten sonra, bu iki hükümdara komşu ülkelerde dinden dönme hareketleri baş gösterdiyse de, bunlar İslam’a bağlılıklarını sürdürmüş ve barış ve düzenin sağlanmasında çok yardımları dokunmuştur.820

693. Önceki bölümlerde, Resulullah (AS)’ın “Allah’ın kulları, Umân prensleri ve Umân’lı Asbâz’a” hitaben yazdığı ve vergilerden, değirmenlerden vb. bahseden bir mektuptan söz etmiştik. Ebû Ubeyd’in verdiği bilgiye göre,821 Asbazlılar İran kökenli idiler. Mektupta geçen İbadullah (Allah’ın kulları) deyimi Benû Abdullah ibn Dârim kabilesine işaret etmektedir. Mektuptaki Umân’lı Asbâz deyiminden ise bölgedeki Ezd’leri anlamamız gerekiyor. Bunlar hakkında fazla bir şey bilinmemektedir.

694. Yine, aynı bölgeden çıkmış olan ve Tâc Sahibi (Zu’t-Tâc) lakabını taşıyan Lâkît ibn Mâlik adlı birinden söz edilmektedir. Taberî’ye göre,822 Muhammed (AS)’ın vefatından sonra bu kişi sözde peygamberliğini ilan etmiştir. Onun hakkında bilinenler bundan ibarettir.

Semâve

695. Kuzey Arabistan’da, Fırat ırmağının batı sahillerinde uzanan Semâve bölgesinde, o sıralarda adı değişik biçimlerde telaffuz edilen bir kabile oturmaktaydı: Di’il, Du’al, Du’il. (İlk Arapça dilbilgisi kitabını yazan Ebu’l-Esved bu kabileye mensuptur.)

696. İbn Sa’d’in belirttiğine göre,823 “Allah’ın Elçisi, Semâve hükümdarı Nufâse ibn Ferveti’d-Du’ilî’ye bir mektup yazmıştır.” Yazar, bu mektubun ne konusu ne de sonucuyla ilgili bir bilgi vermez. Ancak elimizde başka bir kaynak bulunmamaktadır. Muhtemelen, Nufâse, Resulullah (AS)’ın bu ilahî davetini hiç dikkate almamıştır.

Yemen

697. Arap yarımadasının güney-batısında, İran etkisinin hissedildiği en uzak bölge Yemen idi. Daha önce de birçok vesile ile gösterdiğimiz gibi, Mes’ûd adı da verilen Arabistan’ın bu bölgesi, art arda gelen çok sayıda yabancı istilasına ve işgallerine maruz kalmıştı. Birkaç bin yıllık geleneğe sahip,824 bağımsız yerli hükümdarlıklara bölünmüş, kendine özgü bir güç ve kültür sahibi olan Yemenliler, asla yabancı egemenliğine boyun eğmemişlerdir.825 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Habeşliler sonunda bu ülkeyi işgal etmişlerdir. Babu’l-Mendeb’in ötesinden gelen bu siyahilere karşı tek başlarına kendilerini koruyamayacaklarını gören Yemenliler, İran hükümdarı Şosroes nezdinde, sözcülerinin hükümdarın huzurunda söylediği gibi bu “kargalara” karşı yardım istemek üzere bir elçi heyeti gönderdiler. Bizanslılara karşı galip gelmiş bir hükümdar olarak o, böyle bir isteği yerine getirebilecek belki de yegane kişi idi. Şosroes biraz tereddüt etti ise de, sonunda siyasal, dinsel vb. nedenlerle hapishanelerde tutuklu bulunan kimselere, Yemen’e gidip orada savaşmaları koşuluyla kendilerini serbest bırakacağı vaadinde bulundu. Komutan Vihriz ordunun başına getirildi. Ebrehe’nin halefi olan başkan, Yemenlilerin desteğinin nelere yol açabileceğini düşünmekten aciz biri idi ve sonuçta, deniz yolu ile gelen istilacılar, kolayca ülkeyi işgal ettiler. İktidarı ele geçirdikten sonra da, yerli başkan Seyf ibn Zî Yazan’a ülkeyi teslim edip oradan ayrılmaları düşünülemezdi. Böylece, buraya gelip yerli halk arasına karışan bu İranlılara, Araplar, Ebnâ (oğullar) adını vermişlerdir.

698. İran’ın başkenti Ktesifon’la Yemen’in başkenti San’a arasındaki ilişkiler herhalde meydana gelen bu siyasal olaylardan olumsuz etkilenmiştir. H. 6 yılında Yemen’deki İranlı vali Bâzân (ya da Bâzâm) adını taşıyordu. Daha önce anlattığımız bir “efsane”ye göre, Bâzân’ın, Resulullah (AS)’ın Medine’de kendisine mucizevi bir biçimde bizzat kendi oğlu tarafından öldürüleceğini bildirmesi üzerine nasıl İslam’ı kabul ettiğini yazmıştık. Bu anlatımın bütünüyle uydurma olmadığı ve tamamen tarihsel bazı gerçekler içerdiğine inanmak durumundayız. Zira Bâzân bir kere tarihe mal olmuş bir kişiliktir. Arap asıllı olmamasına rağmen, İslam’ı kabul etmesi üzerine Resulullah (AS) tarafından Yemen valiliğine getirilmiştir. Bir süre sonra vefat ettiğinde ise, Muhammed (AS), onun yerine oğlu Şehr’i atamıştır. Resulullah (AS)’ın vefatı üzerine ortaya çıkan dinden dönme olayları sırasında, Yemenli “isyancılar” ile “dönmeler” onun komutasındaki İslam ordusunu bozguna uğratmışlar, hatta Şehr’i savaş meydanında öldürmüşlerdir.

699. Tarihi belgelerden anlaşıldığına göre, Bâzân’ın Medine’ye gönderdiği ve her halde yanlarında siyasal bir belge de bulunan iki elçi, Yemen’deki İran aleyhtarlarına karşı Medine’den yardım talebinde bulunmuşlardı. Ninova bozgunuyla, Yemen’deki İranlıların Ktesifon’dan herhangi bir yardım alma umutları da suya düşmüştü. Bu bakımdan, Resulullah (AS)’dan yardım alabilmek için, bu İranlıların İslam’a girmekten başka çarelerinin kalmaması bizleri şaşırtmamalıdır. O dönemde İslam’ı kabul eden tek topluluk onlar değildi. Kur’an, insanların art arda İslam’a girmeleri dolayısıyla Muhammed (AS)’i şöyle kutlamaktadır:

        “Allah’ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbine hamd ederek O’nu tesbih et ve O’ndan bağışlanma talebinde bulun. Çünkü O, gerçekten tövbeleri en çok kabul edendir.”826

700. Böylece Yemen’de İran aleyhine öyle bir “milliyetçilik” duygusu alevlendi ki, Muhammed (AS)’ın vefatından sonra isyana kalkışanlardan biri tarafından, henüz karar vermemiş olan kabilelere hitap eden ve onları ayaklanmaya davet eden bir mektupta şu satırlar gözümüze çarpmaktadır: “Ebnâlar (İranlılar) aramıza sızmış asalaklardır; onları yurdumuzdan çıkarıp kovmak için bizimle işbirliği yapın!”827

701. Alışılagelmiş politikasını sürdüren Muhammed (AS), İslam’ı çok üstün niteliklere sahip bir halk yığınının gönlüne nakş etmek üzere, Yemen’de büyük bir eğitim faaliyetine girişti. Onun bu konudaki şu hadisi herkesçe bilinmektedir:

        “Hikmet Yemen’lidir, iman Yemen’lidir.”828

        Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz. Biz yine o dönemde İslam’a girmiş İranlılar hakkında birkaç ayrıntıyı hatırlatalım. Medine’de Selman adında İranlı biri vardı. Bir takım maceralardan sonra, İslam’dan önceki dönemde bazı Arap kabilelerince tutsak edilmiş ve nihayet Medine’li Yahudilere satılmıştı. H. 4 yılına doğru Muhammed (AS)’ın huzuruna çıkarak, İslam’a girdiğini bildirdi829 ve kendisinin azat edilmesini istedi. Ancak Yahudi olan efendisi, bir miktar altın paranın yanı sıra, onun dikmiş olduğu hurmalardan olmak koşuluyla bir miktar da hurma karşılığında azat edilmesine razı oldu. Selman’ın ücretinin ödenebilmesi için, Benû Suleym kabilesinin altın madenlerinden gelen zekat vergisi kullanılmış ve bir mucize sonucu, yeni dikilen hurma fidanları bir yıl sonra meyve vermişti. Sonunda Selman hürriyetini elde etmiş ve Resulullah (AS)’ın en yakın arkadaşlarından biri olmuştur. Hadislerden öğrendiğimize göre, H. 5 yılında cereyan eden Hendek Savaşı sırasında, bir hendek kazılarak bunun arkasında savunma savaşı yapma düşünce ve önerisini de Selman ortaya atmıştı.. Bu olaylar sırasında Muhammed (AS), “Selmân benim ailemdendir” açıklamasında bulunmuştur. Ne olursa olsun, büyük İslam fıkıh bilgini Sarahsî’nin eserinden aldığımız aşağıdaki ifade830 bize oldukça ilginç görünmektedir:

        “İslam’ı kabul eden İran kökenli Müslümanlar, namaz kılarken okuyabilmeleri için, hemşehrileri Selmân’dan, Kur’an’ın bazı önemli surelerini Farsça’ya tercüme etmesini istemişlerdi. Selmân da Kur’an’ın ilk suresi olan Fâtiha’yı tercüme edip onlara göndermiştir.”

        Başka bir kaynakta ise,831 Selmân’ın Resulullah (AS)’le istişare ettikten sonra tercüme işine başladığı belirtilmektedir. Kaynaklarda söz konusu kişilerin Yemen’li Ebnâlar mı yoksa Bahreyn ya da Umân’lı diğer İranlılar mı olduğu bildirilmeyip, ancak Arap olmayanların namaz sırasında okunması gereken Kur’an surelerini ezberleyinceye kadar bu tercümelere geçici olarak izin verildiği vurgulanmaktadır.

702. Muhammed (AS)’ın dünya hayatının son yılı, kendisi için pek de mutlu olaylarla dolu olmamıştır. Bu süre içinde, bir takım maceracılar kendilerinin peygamber olduğu iddiasına kalkışmışlardır. Bunlardan el-Esved adında biri (ki gerçek adı Abdullah ibn Ka’b Zu’l-Hımâr’dır), kendisini Mazhic kabilesine peygamber olarak kabul ettirmiş, hatta Necran halkı kendisine işbirliği yapma vaadinde bulunduğu için, San’a’yı ele geçirmişti. Başından geçen onca olayın yanı sıra, bir İranlıyı da öldürtmüş ve onun Azad adlı karısını zor kullanarak elde etmişti. Resulullah (AS), Temimli ve Kayslı bazı kabile başkanlarına mektup yazarak, Yemen’deki Müslümanların yardımına koşup gelmelerini istedi. Yine bu konuda “Necran bölgesindeki Arap olan ya da olmayan ahaliye” de ayrı ayrı mektuplar gönderdi. Azad, samimi bir Müslüman kadındı. El-Esved’in öldürülmesi için gönderilen Müslüman fedailere destek oldu. Başarı haberi, Medine’de hasta yatağında yatmakta olan Resulullah (AS)’a ulaştığında, bu, onun aldığı son sevinçli haberlerden biri olmuştur. El-Esved’e karşı girişilen mücadelede seçkin bir yer işgal eden İranlılar arasında Şehr’in oğlu Amir, Firûz ve Dâzue’yi de görürüz. Yemen özel valisi Muaz da, bütün sadık insanları kendi çevresinde toplamayı başarmış ve Medine’den gelen talimatlara göre hareket ederek, Merkezî hükümetin vekilliğini tam anlamıyla yerine getirmiştir.832


752 Suheylî, I, 85.

753 Merzukî, Ezmine, II, 167.

754 Suheylî, II, 334.

755 A.y., II, 334; Makrızî, İmtâ’, I, 434-39.

756 İbn Hişâm, s. 877-78.

757 A.y., s. 983; Buhârî, 64/68/1.

758 Makrızî, I, 434-39.

759 Vesâ’ik, Nº 141-49.

760 A.y., Nº 142; (Ikd, I, 137: “Vesayet” bölümü. A.y., Nº 142.

761 A.y., Nº 142.

762 A.y., Nº 141/a, b; Sellâm el-İşbilî, ez-Zehâ’ir, s. 210.

763 Vesâ’ik, Nº 139.

764 İbn Sa’d, I/II, s. 31. (Bk. İbn Hanbel, IV, 332.

765 Vesâ’ik, Nº 142.

766 A.y., Nº 140.

767 IV, 322.

768 Süleyman Nedvî’den naklen, ‘Arbôn kî jahâzrânî, s. 30.

769 İbn Hanbel, IV, 206.

770 Makrızî, I, 169.

771 A.y., s. 196.

772 İbn Sa’d, I/II, s. 54.

773 Buhârî, 64/49, Nº 1-4.

774 İbn Sa’d, IV/II, s. 78.

775 A.y., s. 77.

776 Ömer el-Mavsılî, Vesîle, VIII, Vr. 31/b-32/a; Vesâ’ik, Nº 72/a.

777 Vesâ’ik, Nº 72; İbn Sa’d, I/II, s. 32 ve Anmerkungen.

778 Suheylî, II, 334, bk. yukarıdaki § 667.

779 Vesâ’ik, Nº 72.

780 Caetani, Yıllık No: 8, § 186, n. 2.

781 Kitabu’n-Nebât, Uppsala 1953, bk. “cerîm” maddesi.

782 Belazurî, Fütûh, s. 78.

783 Enfâl: 8/41.

784 Vesâ’ik, Nº 75, 73, 74.

785 İslam Ansiklopedisi, bkz. “Necd” maddesi.

786 Taberî, I, 1919.

787 İbn Hişâm, s. 997-98.

788 Lisân, “Te-Be-Ayn” maddesi; Ebû Zeyd el-Belhî, el-Bed’ ve’t-Tarih, IV, 31-32.

789 Mahabbar, s. 351-52.

790 A.g.e., s. 369.

791 A.g.e., s. 268.

792 İbn Hişâm, s. 283.

793 Muhabbar, s. 168-169.

794 İbn Hişâm, s. 971.

795 İbn Hacer, İsâbe, Nº 961.

796 İbn Sa’d, V, 401.

797 İbn Hişâm, s. 996.

798 Diyârbekrî, Tarih el-Hamîs, II, 3.

799 Suhaylî, II, 253.

800 İbn Dureyd, İştikâk, s. 209; İbn Abd Rabbih, ‘Ikd, (Buldan baskısı), II, 67.

801 Vesâ’ik, Nº 68.

802 İbn Sa’d, I/II, s. 56.

803 Suhaylî, II, 340.

804 İbn Sa’d, I/II, s. 56; İbn Hişâm, s. 945-46.

805 Suhaylî, II, 340.

806 İbn Hişâm, s. 946.

807 Suhaylî, II, 340-41.

808 Vesâ’ik, Nº 205-206.

809 Vâkıdî, Ridde (elyazması nüsha), s. 76; Vesâ’ik, Nº 283/7.

810 Vesâ’ik, Nº 69.

811 A.g.e., Nº 70.

812 A.g.e., Nº 71.

813 Bk. “Le Règne conjoint (Birleşik hükümdarlık)” adlı makalem, RSO, 1953, s. 99-104.

814 Muhabbar’dan naklen, s. 265-66. Ayrıca bk. ilerdeki § 1593-1596.

815 İbn Sîde, Muhassas, IX, 146; Lisân, “Kaf-Dâl-Fe” maddesi.

816 Lisân, bkz. “Ayn-Dâl-Lâm” maddesi.

817 A.g.e., “Mim-Zel-Nûn” maddesi.

818 Vesâ’ik, Nº 76. Keşfedilen mektup orijinali için, bk. § 702/2 vd.

819 İbn Sa’d, I/II, s. 18.

820 Taberî, I, 1977-78.

821 Ebû Ubeyd, Emvâl, § 54.

822 Taberî, I, 1977.

823 Vesâ’ik, Nº 55.

824 İstanbul’da Eski Şark Eserleri Müzesi’nde sergilenen 7515 sayılı eserde, Sebelilerden kalma bir kitabe göze çarpmaktadır. Bu kitabe, Habeş hükümdarı Gadarat ile Hadramut kralı Yed’ab arasında imzalanan bir ittifak anlaşmasının anısına dikilmişti.

825 Jacques Rykmans’ın L’Institution monarchique en Arabie Méridionale (Güney Arabistan’da Monarşik Yapı)” adlı eserinde (Louvain, 1951, s. 317) yazdığına göre, Yemen’in Habeşlilerce ilk işgali 370, ikincisi ise 575 yıllarına rastlar. Lippens ise, Expédition en Arabie Centrale (Orta Arabistan’a Sefer, s. 100) adlı eserinde, bu bölgede bulduğu Grekçe bir kitabeden bahseder. Kitabede şu satırlar yer almaktadır: “Ya Rab! Beni kurtar!” Kuşkusuz, burada Romalıların burayı işgal ettikleri dönem söz konusu edilmektedir.

826 Nasr: 110/1-3.

827 Taberî, I, 1977-78.

828 Buhârî, 61: 74, 68: 25.

829 Selman henüz Arapça konuşamıyordu. Ancak İslam’a girmek istediği zaman, kendisine tercümanlık eden Yahudi onu yanılttı. Fakat, hadisi rivayet edenin eklediğine göre, Resulullah (AS) gelen bir vahiyle gerçeği öğrendi (bk. Sarahsî, Mebsût, XVI, 89).

830 Sarahsî, Mebsût, I, 37.

831 Ferid Vecdî, el-Edilletu’l-İlmiyye alâ cevâzi’l-Me’ânî’l-Kur’ân ilâ Lugati’l-Ecnebiyye (1. bs), s. 58 (en-Nihâye ve’d-Dirâye’den