saniyenur
Wed 23 May 2012, 07:29 pm GMT +0200
3- Antlaşmasız Gayri Müslim Ülkeler
Ortak çıkarları İlgilendiren meselelerde tüm gayri müslim ülkelerle olan İlişkiler dünyada daha fazla barış, iyilik ve adalete yol açacak dostluk ve yardımlaşma esasları üzerine kuruludur. "İyilik ve takva hususunda yar-
dımlasın, günah ve haddi aşmada yardımlaş-mayın, Allah'tan korkup sakının. Çünkü Allah'ın azabı pek çetindir." (5: 2). Şu ayet, İslâm Devleti'nin diğer devletlerle olan ilişkilerinin eşitlik ve adalet esaslarını ortaya kor: "Ey inananlar, Allah için adaletle şahitlik edenler olun, bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten alıkoymasın. Âdil davranın, o takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının." (5: 8). Bu ayetle Allah, müminleri kendilerinden önce gelenlerin uyguladıkları adaletsizliklere karşı uyarıp, onlara dost da olsalar, düşman da olsalar insanlar arasında her zaman adaletle hükmetmelerini emreder: "Şüphesiz, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emreder." (4: 58).
Bu ayetler insan İlişkilerinde adaletin önemini vurgular ve müminlere gerek ferdî ve kollektif,gerekse millî ve milletlerarası düzeylerde de adaletli davranmalarını emreder. Bu sebeple, savaşta ve barışta ister kendi yurttaşlarıyla, isterse diğer devletlerin yurt-taşlarıyla İlgili olan hususlarda âdil olmak, müminlerin kollektif bir müessesesi olan İslâm Devleti'nin görevlerinden biridir. Eğer devlet ilgilendiği meselelerden bîrinde adaletten kaçınacak olursa, artık o toplumda adalet kalmaz. (Ebû'l Alâ Mevdûdİ, 'The Is-lamic Law and Constitution', s. 258-253). Şu ayetle Rasul'ın kendisine de her kayıt ve şart altında adaletle davranması emrolunur: "Sana da (Ey Muhammed), Kur'an'ı, önce gelen Kitab'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heveslerine uyma!.."{5: 48). ' 'Andolsun biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab'ı ve Mizan'ı da indirdik." (57: 25). Bu suretle, İslâm'ın dış ilişkilerini yönlendiren temel prensip müslü-man ve gayri müslimlerin devlet meseleleri açısından tamamen eşit olmasıdır. Uluslararası hukuk tarihinde, yabancıların haklarını savaş ve barış esnasında ayırım ve tahdit gözetmeden ilk kabul edenler müslümanlardır. İslâm Devleti'nin temel ideolojisi tüm kâinat ve insanların yaratıcısı ve Rabbi olan Allah'ın hükümranlığı olduğundan bütün insanlara dinî tolerans ve adalet elzemdir. (Dr. Muhammed Hamidullah, 'Introduction to islam', s. 102-105).
İslâm, insanları kardeş bilir; sınıflarını, inançlarını, ırklarını, renklerini gözetmeden tüm insanlara eşit statü verir. Kur'an-ı Kerim bu evrensel insan hakları anlayışını şu ayetlerle ortaya koyar:
a- "Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratıp, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinizden korkup sakının." (4: 1).
b- "O'dûr sizi bir tek nefisten yaratan, (sizin İçin) bîr kalış yeri, bir de emanet yeri var eden." (6: 98).
c- "Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışa-sıniz diye sizi halklara ve kabilelere ayırdık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır." (49: 13).
Bu ayetler, insanın ortak nesebini ve bu yüzden de birbirleriyle eşit hak ve imtiyazlara sahip ortak kardeşliklerini herhangi bir şüpheye mahal bırakmaksızın ortaya kor. Sonra ayetler konuyu biraz daha açarak coğrafî, etnik yahut dinî farklılıklarına bakmaksızın her üyesinin eşit haklardan faydalandığı, tek bir topluluk oluşturduğu gerçeğini açıklar ki, pek çok olan bu ayetlerden ikisi şunlardır:
a- "İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah, peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi." (2: 213).
b- "İnsanlar, tek bir ümmetten başka bir şey değillerdi; sonra ayrılığa düştüler. Eğer Rab-bin'den geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilmiş (işleri bitirilmiş) olurdu." (10: 19). Tek neseb ve tek topluluk prensibini oluşturduktan sonra Kur'an-ı Kerim, insanların hepsinin yaratıcısı olan Allah'ın Rasulü'nün cihan şümul çağrısına, ırk ve dil farklarını yok eden, farklı insanlar arasında evrensel sevgi, hoşgörü ve kardeşlik sağlayan çağrısına davet eder.
a- "Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat in-, sanların çoğu bilmezler." (34: 28).
b- "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (21: 107).
c- "Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ayetler (işaretler-ibretler) vardır." (30: 22).
d- "Şüphesiz iman edenler(le) yahudiler, hı-ristiyanlar ve sâbiîler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe inanır, salih amellerde bulunursa, elbette onlara Rabb'leri katında mükâfat vardır; onlar için korku da yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." (2: 62).
e- "Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiler ve hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir." (5: 69).
Bunlar ve diğer birçok Kur'an-ı Kerim ayetleri, İslâm'ın kardeşlik açısından insanlar arasında herhangi bir engel tanımadığı ve onlara bütünüyle eşit siyasî, kültürel ve sosyal statüler verdiği gerçeğini ortaya kor. Aynı prensip, uluslararası ilişki ve münasebetlerde de onlara uygulanır. Diğer ulusları ilgilendiren meseleler mutlak adalet ve eşitlikle eie alınır. İnananlara, bütün insanlara sonuçlan her ne olursa olsun adaletle davranmalarını emreden pek çok ayet vardır. "Ey iman edenler, kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenler olun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir; çünkü Allah ikisine de sizden daha yakındır. Öyle ise adaletten dönüp nevalarınıza uymayın." (4: 135). Böylece İslâm Devleti, İslâm milletinin temsilcisi olarak yalnızca adaletli olmakla kalmayacak, diğer insanlar ve uluslar için örnek olarak adaleti ayakta tutacaktır. Ayetler açıkça göstermektedir ki, tarafgirlik,şahsî çıkar,korku yahut iltimas olmadan, adalet yalnızca Allah'ın hoşnutluğu için yapılmalı ve dost yahut dost olmayan bütün yabancı devletlerle İlişkilerindeki tavrıyla İslâm Devleti bunu sağlamalıdır.
Benzer şekilde, devletler arasındaki dostça İlişkileri ve barış unsurlarını ilerletmede her zaman ilk davranan, öncü olan İslâm Dev-leti'dir. Güvenilmez ve hain olsalar bile düşman istediği zaman müminler onlarla barış yapmak ve Allah'a güvenmekle emrolunmuş-lardır. "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et. Şüphesiz O, işitendir, bilendir. Eğer sana hile yapmak isterlerse Allah yeter." (8: 61-62). Ayet, müminlerin diğer kişi ve ülkelerle olan ilişkilerinin Allah'a güven temelleri üzerine kurulduğunu göstermektedir. Onlar savaşta ve barışta düşmanlarını cesaretle karşılarlar. Düşman barış yapmayı istediğinde, müminler onların samimiyetsizlik ve ihanetlerinden korkarak antlaşmadan kaçınmayıp tersine barış yapmayı görevleri bilirler; çünkü düşmanın niyetini sadece Allah bilir. Müminler için barışa meyleden düşmanla savaşmak yasaklanmıştır: "Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığınanlar yahut hem sizinle, hem de kendi kavimleriyle savaşmaktan göğüslerine sıkıntı basıp ta size gelenler hariç (onlar dokunulmazdır). Allah dileseydi, onları sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O halde sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar ve barış (şartları)ı size bırakırlarsa, artık Allah sizin için onlar aleyhinde bir yol kılmamıştır." (4: 90).
Müminlerin sadece kendilerine karşı saldırganlıkta bulunan ve yeryüzünde zulme sebep olan kişilere karşı savaşmasına izin verilmiştir. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. Onları nerede yakalarsanız Öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten daha kötüdür." (2: 180-181). Bu ayet müminlere "savaş araçlarının şahsî menfaat, bencillik, ulusal kazançlar ya da misilleme olmaması gerektiği; bu yüzden de ne kendilerine karşı duran ne de çalışmalarına engel olan tarafsız ülkelerle savaşmamaları" şeklinde uyarır. Böylece, İslâm devleti, bütün tarafsız ülkelerin kendi meselelerini kendilerinin belirleyip halletmesi hakkını saygıyla karşılar.
Bunların yanısıra, Rasulullah da savaşın daha insanî olmasını sağlamak amacıyla ayrıntılı emirler vermiştir. Müminler, ölü vücutları bozmamak; sebepsiz yere ürün ve meyve ağaçlarını tahrip etmemek ve hayvanları Öldürmemek; barbarlık, gaddarlık ve vandalizmin hiçbir şekline katılmamakla emrolunmuşlardır. (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, 'The Meanİng of the Qur'an). Belli başlı kuvvetlerle dostça ilişkiye girmek ve devam ettirmekle mükellef kılınmışlardır. "Allah sizi, sizinle din hususunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah sizi, ancak sizinle din hususunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım edenlerle dost olmaktan meneder. Artık kim onları dost edinirse, işte onlar zalim olanların ta kendileridir." (60: 8-9).
Sadece karşılık vermelerine izin verilmiştir: "Öyleyse, kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın; Allah'tan korkup sakının ve bilin ki Allah, (günahtan) kaçınanlarla beraberdir." (2: 194). "Eğer bir topluluğa ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin; ama sabrederseniz, andolsun ki o, sabredenler için daha hayırlıdır" (16: 126). Ayetler, müminlerin uluslar arası ilişkilerin sınıf, renk, inanç ve ırk ayırımı yapmadan insanlar arasında eşitliği araştırarak, iyi niyet ve adalet prensipleri üzerine kurulduğunu göstermektedir. Yeryüzünde ba-rış ve nizamı sağlamaya gayret ederler. Öyle ki insanlarbarış, saadet, İffet ve adalet içinde yaşamaya sahip olabilsin.
paha önce de açıklandığı gibi, müminler savaş esirleri problemine yeni bîr yaklaşım getirdiler. Allah tarafından onlara karşı makul ve ih anla davranmakla emrolundular. "İhsanın karşılığı ihsandan başkası mıdır?" (55: 60). "Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlalık vardır; onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne de bir zillet. Işie onlar cennet halkıdır; orada ebedî kalacaklardır." (10: 26). Rasulullah ve ashabı Bedir Muharebesi esirlerine yaptıkları muamele ile esirlere karşı iyilik ve cömertliğin ebedî örneğini oluşturdular. (Ayrıntılı bilgi için 'Savaş Esirleri ve Af bölümüne bakınız.).