saniyenur
Wed 18 July 2012, 07:13 pm GMT +0200
Anne Olarak Kadının Hakları
Müslüman bir cemiyette anne olarak kadının durumu eşsizdir. O, herkesten büyük itibar ve saygıya sahiptir. Ailevî konularda onun görüş ve teklifleri büyük ağırlık taşır. Bir rivayete göre, "Cennet annelerin ayakları altındadır" buyurulmuştur. Buharî'nin naklettiği bir hadise göre, Rasûlullah'e; "Allah'ın en çok hoşnut olduğu amel hangisidir?" diye sorulduğunda, "Zamanında kılınan namaz" diye cevaplamıştır. Daha sonra: "Allah'ın en çok memnun olduğu kimlerdir?" diye sorulmuş, Rasûlullah buna da: "Anneniz ve babanız" karşılığını vermiştir.
Ebu Hureyreden nakledilmektedir ki, bir adam Peygamber'a sordu: "Benden, en fazla yakın himayeye kim lâyıktır?" Peygamberimiz: "Annen" diye cevap verdi. Adam, "Ondan sonra kim gelir?" diye sorduğunda O, "Annen" diye tekrarladı. Adam, "Daha sonrakim gelir?" diye sorduğunda mübarek Peygamberimiz: "Baban" diye cevap verdi. (Mişkat).
Kur'an, Allah'a ibadete en yakın olarak ana ve babaya iyi muamele etmeyi kabul eder: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve anaya-babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara "Öf!" deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle." (17:23). Kur'an'ın ifadelerinde kadın, erkekle yan yana zikredilmiştir: "Erkek veya kadından her kim inanarak iyi işlerden bir iş yaparsa, işte öyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." (4:124) Ve; Şüphesiz ki Allah'ın emrine boyun eğen erkeklerle Allah'ın emrine boyun eğen kadınlar, iman eden erkeklerle iman eden kadınlar, ibadete devam eden erkeklerle ibadete devam eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi olan erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, gizli yerlerini haramdan koruyan erkeklerle gizli yerlerini haramdan koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah'ı çok zikreden kadınlar!... İşte, bunlar için Allah mağfiret ve büyük mükafat hazırlamıştır." (33:35)
Kur'an'ın bu ayetleri kadın ve erkeğin nisan olarak ne ekerlerse onu biçeceklerini, bu dünyada her yaptıklarını Allah'ın görmüş olmasından dolayı her ne iyi şey yaptılarsa ondan ötürü mükafat elde edeceklerini, bu hususta erkek ve kadının tam bir şekilde eşit olduğu kesin olarak açıklanmaktadır.
Tabii görevlerini kendi ehliyet ve kabiliyetlerine göre yerine getirme hususunda kadın sosyal hayatın ve bundan da öte ailenin temel taşıdır. Kadın ve erkeğin her ikisi de birbirlerini tamamlayıcı ehliyetlere sahiptir. Ve her ikisi de aileyi kurmak ve sürdürmek konusunda birbirlerine muhtaçtırlar. Biri, diğeri olmaksızın ne mutlu ve ne de huzurlu bir hayat sürdüremez.
Kısaca bunlar İslam hukukunda kadının sahip olduğu haklardır. Buraya kadar sıralanan ifadelerden anlaşılıyor ki, İslam'ın kadına tanıdığı hak ve hukukun hiçbir sistemde benzeri yoktur. İnsan medeniyetinin bütün tarihi dönemleri, İslam hariç, dünyanın her yerinde kadının bir alçaklık, aşağılık, utanç ve günah kaynağı olarak düşünüldüğüne şahittir. Kız evlat, onu dünyaya getiren ana, baba için, sanki büyük bir kabahatmiş gibi utanç konusuydu. Hatta iş o kadar ilerlemişti ki, bazı milletlerde, özellikle cahiliyye Araplannda "kayın valide" ve "baldız" kelimeleri bir nevi "küfür" anlamına kullanılıyordu. Nitekim, bugün bile, bahsi geçen kelimelerin aynı manada kullanıldığı yerler, hâlâ rastlamak mümkündür. Birçok topluluklarda, kız evlat sahibi olmanın utancından kurtulmak için çocuklar öldürülmekteydi. Bu iş sıradan fillerdendi ve hatta gerekli görülüyordu. Sıradan vatandaşlar ve cahiller şöyle dursun, bilginler bile, uzun zaman, kadının, "insan olup olmadığı'nı tartışmış, bu suale uygun cevap bulmağa çalışmış, Allah'ın kadına kendi ruhundan bağışta bulunup bulunmadığı konusunda çekişmişlerdir. Hindu'ların dini kanunu olan "veda'lara göre kadınlar ilim tahsili yapamaz. Bu yol kendilerine kapalıdır. "Buda" daha ileri gider. Yalnız ilim yolunu tıkamakla kalmaz, kadınların kurtulamayacağını ileri sürer. Hristiyanlık ve Yahudilik için kadın, insanı günaha götüren baş müessirdir. Eski Yunan'da, ev halkı için ne ilim, ne de edeb öğrenmek sözkonusuydu. Okuma yazma gereksiz sayılıyordu. Herhangi bir ilim dalında veya fende araştırma yapmak mümkün değildi. Kadınların elde edebileceği ve öğreneceği tek şey, sadece erkekleri eğlendirmesini bilmek ve cinsel isteklerini tatmin etmenin usulleriydi. Yani kadın, ahlaksızlık dersi alıyordu. Roma, İran, Mısır ve Çin'de de durum aşağı yukarı böyleydi. Öteki medeniyet merkezleri de farklı sayılmazdı. Kadınlar, ne türlü bir alçaklık ve rezalet içinde yüzdüklerini biliyordu. Bunu kabul ediyorlardı. Bu gibi düşünceler "izzet-i nefis"lerini ortadan kaldırmıştır. İnanıyorlardı ki, dünyada herhangi bir hak ve hukukları yoktu. Varlıkları faydasız ve lüzumsudu. Sadece erkeğin gönlünü hoş etmek için yaratılmışlardı. Erkeklerin onlara zulmetmeğe ve baskı yapmağa haklan vardı. Kadın denen yaratık erkeğin her türlü baskısına ve zulmüne maruz kalmalı, bunu sineye çekip itiraz etmemeliydi. Kölelik zihniyeti o kadar ilerlemişti ki, bir kadın, kocasının kendisini "hizmetçi" diye isimlendirmesinden gurur duyar hale gelmişti. Onun dini, kocasını bir tanrı ve efendi gibi övüyor ve ona tapındırıyordu.
Bu gibi görüş ve anlayışlar üzerine, sadece pratik bakımdan değil, düşünce ve fikir alanında da, İslam büyük inkılablar meydana getirmiştir. Hem kadının, hem de erkeğin anlayışını tama-miyle değiştirmiştir. Kadına saygıyı, kadının bir "varlık" olarak kabul edilmesini, hak ve hukuku olabileceği fikrini insanların zihnine İslam sokmuştur.
Günümüz insanlarının ağzında "kadın hakları" "kadının eğitim ve öğretim meselesi", "kadının uyanışı" gibi ifadeler dolaşıp durmaktadır. Bunlar, Rasulullah tarafından, ondört asır önce ortaya atılmış bulunan ve insanların psikolojisini değiştiren sesin yankısıdır. Kainatın Efendisi, ta o zaman, kadının da erkek gibi bir "insan" olduğunu anlatmış, belli bir hak ve hukuka sahib bulunduğu gerçeğini belirtmiştir: "Allah, sizi tek bir nefisten yarattı, ondan da eşleriniz yarattı..." (4:1) Ve yine aynı surede şu ifadeler vardır:"... Erkeklere de kazandıklarından bir pay var, kadınlara da kazandıklarından bir pay var..." (4:32). Açıkça görülmektedir ki, erkek ve kadın arasında bir ayırım yapılmamaktadır, Erkeğin kendi iman, fazilet ve salih amelleri ile erişebildiği yüksek mevkilere kadın da erişebilir. "Allah onların dualarına cevap verdi: 'Ben ister kadın ister erkek, hiçbirinizin amelinden hiçbir şeyi zayi etmem. Çünkü bunlar birbirlerindendir." (3:195).
Ve yine: "Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." (4: 124). Görülüyor ki, İslâm Peygamberi hangi konularda erkeklere bilgi ve haber vermişse kadınlar için de aynı şeyleri söylemiş ve öğretmiştir. Böyle bir çalışma sonucunda oluşan fikir sistemi ve zihniyette, kadınla erkeğin eşit seviyede olacağı açıktır: "...Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır..." (2: 228).
Rasûlullah, kadınlığın bir utanç sebebi veya zillet konusu olmadığını belirten zattır; onu gerçek mevkiine yükseltmiştir. Babalara şunları hatırlatmıştır:
a- 'Kız çocuğu sizin için bir utanç konusu, haysiyet kinci bir mesele değildir. Onu iyi yetiştiriniz, güzelce bakar ve severseniz cennete gidersiniz." (Müslim).
b- "İki kız büyütüp yetiştiren(ler)le ben, kıyamet gününde (iki parmaklarını birleştirerek) şöyle olacağız. " (Müslim).
c- "Dünyaya geldikten sonra iyi bir şekilde büyütülüp yetiştirilen kız çocuğu, öteki tarafta, cehennem ateşiyle babası arasında engel teşkil eder." (Müslim).
Kocalara hatırlatılan gerçek:
a- "En büyük dünya nimeti, iyi ve salih bir hanımdır." (Nesei).
b- "Dünyada iki şey bana sevdirildi: Kadın ve güzel koku. Fakat, gözümün nuru namazdır." (Nesei).
c- "Bu dünya nimetleri içerisinde en fazla tercihe layık olanı salına bir kadındır." (İbn-i Mace).
Rasûlullah, anne olarak kadının statüsünü en iyi şekilde belirlemişti. O, Allah'tan sonra, çocuklardan dolayı en fazla hürmet ve iyi muameleye layık birinin anne olduğunu insanlığa öğretmişti: "Biz insana ana-babasını tavsiye ettik. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak (karnında) taşımıştır). Onun (memeden) ayrılması da iki yıl içinde olmuştur. (Bunların hepsi güç şeylerdir. Onun için biz insana): "Bana ve anana-babana şükret, dönüş banadır1 diye öğüt verdik." (31:14). Yine, Ahkaf suresinde şunları okuyoruz. "Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. (Ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü. Nihayet (insan), güçlü çağına erip kırk yaşına varınca: "Ya Rabbi, dedi, beni, bana ve anama-babama verdiğin nimete şükretmeğe, razı olacağın yararlı işler yapmağa sevkeyle, bana verdiğin gibi soyuma da salah ver, doğrusu sana yöneldim, ben, kendimi sana verenlerdenim" demesi gerekir." (46:15). Rasûlullah, çocuklara hitaben: "Allah ve Resulünden sonra en çok saygı duyulacak insan annedir." buyurmaktadır. Hazreti Peygamberle, ashabdan bir zat arasında geçen konuşma şöyle: "En fazla sevilecek ve saygı duyulacak insan kimdir? Kime daha fazla hürmet göstermeliyim ey Allah'ın Rasulü?" "Annene..."Tekrar aynı sual ve cevabı: "Yine annene..." "Daha sonra kim geliyor ya Rasulullah?" "Baban..." (Buhari) işte size taptaze bir ölçü daha: "Allah, anne ve babanıza karşı gelmeyi size haram kılmıştır."
Kâinatın Efendisi tarafından belirtilen gerçeklerden birisi de şudur: Kadının yaratılışı, cazibelerin çokluğuna, duyguların inceliğine, eğilimine ve yönelişine uygundur. Allah tarafından fıtratına konan cazibe, erkeği kendisine çekme hassası, kadınlık ve dişilik bakımından ayıp ve eksiklik değildir. Fıtrat ve yaratılışın gereklerine göre kadın, Özellikle böyle olmalı, erkeği kendisine çekmelidir. Onu meşru ölçüler dahilinde vücudundan faydalandırmah, erkek için bir nevi hoşlanılacak, zevk alınacak faktör olmalıdır. Eğer kadın, vücud bakımından, erkek gibi sert ve kaba olsaydı o zaman erkeği cezbe-debilir miydi? Yüce Peygamber kadının bu özelliğini Buhari'nin şu rivayetinde veciz bir cümle ile ifade etmişlerdir: "Kadınlar eğe kemiği gibidir. Eğer eğriliği doğrultmak için savaşırsan onu kırarsın. O hâlini bilerek mesut bir hayat yaşamaya gayret edin."
Bütün bunlardan, Hz. Muhammed'in, kadınla erkeğin karşılaştırılması konusunda, hem erkeğin ve hern de kadının zihniyetini değiştiren İlk ve son şahsiyet olduğu anlaşılır. O, cahiliyye düşüncesini ortadan kaldırarak yerine İnsan fıtratına uygun, ölçülü ve gerçek bir anlayış şeklini yerleştirmiştir. Bu zihniyet değişikliğini, sadece bir his ve vicdan meselesi olarak düşünmemiş, bunun için kanunlar koymuş, yepyeni bir tertip ve düzen getirmiştir. Erkekler karşısında, kadın hak ve hukukunu kanunla korumuş, onları zulümden kurtarmıştır. En önemlisi, kendilerini uyarmış olmalarıdır. Artık kadınlar, sahip oldukları hak ve hukukun şuuruna ermiş, hudutlarını iyice öğrenmiştir. Hem de kanun kuvvetiyle korunduklarını bilerek...
Allah'ın rasulü, kadın konusunda çok şefkatli ve merhametli davranıyordu. Onları koruyor, himaye ediyordu. Öyle ki, en küçük bir şikayet için huzuruna gelen bir kadınla karşılaştığı zaman çok üzülüyor, derhal sözkonusu şikayetin giderilmesiyle meşgul oluyordu. Hatta kadınlar bizzat huzurlarına varır, isteklerini kendisine iletirlerdi. Bu sebeple erkekler artık hanımlarını incitemez olmuştu. Zira biliyorlardı ki onlan incitip, haksızlık ettikleri takdirde durumu derhal Rasulullah @'a ulaştıracak ve şikayet edeceklerdi.
Abdullah b. Ömer anlatıyor: "Peygamber zamanında hanımlarımıza çıkışmaktan bile çeki-niyorduk. Çünkü Allah tarafından bu konuda yeni bir hükmün indirilebileceğini düşünürdük. Ancak Rasulullah'ın vefatından sonra açık açık konuşma imkanını bulduk." (Buhari).
Allah 'in rasulü, kadınlara karşı kötü muameleyi kesinlikle yasaklamıştı. Bir defasında Hz. Ömer, kadınların şımardıklarını ve küstahlıklarının arttığını, bu sebeple onları doğru yola getirmek için dövülmeleri konusunda Peygamber'den müsaade İstedi. Kainatın Efendisi'de, itaat etmeyen ve kocasına karşı gelen kadınların hafifçe dövülmelerine müsaade etti. Halk neye uğradığını şaşırdı. İzin çıktığı gün, yetmiş kadın evlerine kapanarak ağlamaya, yas tutmaya başladı. Ertesi sabah Peygamber'in evi kadınların hücumuna uğradı. Halkın toplanmasını emreden Rasulullah onlara şöyle dedi: "Bugün, yetmiş kadar hanım, Muhammed'in evine gelerek kocalarından yakmrmştır. Hâlâ içinizde böyle işler yapan varsa, demek ki, henüz kemâle ermemişsiniz." (İbn-i Mace).
Bu ahlâkî ve hukukî değişimin neticesi şudur:
İslam cemiyetinde kadının yeri ve derecesi öyle yükselmiştir ki, dünyanın herhangi bir toplumunda bunun örneğini görmek mümkün değildi. Müslüman kadının, ister dünya işlerinde isterse dini alanda, maddi, akli ve psikolojik bakımdan kazandığı üstünlük ve yüceliğe, başka din ve cemiyetlerde ancak erkek ulaşabilirdi. Böyle bir makam ve dereceye varması için, mücerred "kadınlık", hiç bir zaman engel teşkil etmemiş, yolu kapatmamıştır. Günümüzde bile, yeryüzü, konumuzla ilgili hususlarda pek geridedir. Gerçi Avrupa'da kadına bazı haklar tanınmış, bazı yetkiler verilmiştir. Fakat bunlar, kadına kadınlığın karşılığı olarak değil, tam tersine, onu erkek yerine koymak veya erkekleştirmek içindir. Şimdi bile, Avrupalının gözünde kadın, cahiliyye devrini aratacak derecede aşağılık bir yaratıktır. Alçaklık ve itibarsızlık içindedir, kadının gerçek durumu orada ne düşünülmüş, ne de gereği gibi anlaşılmıştır. Yani bir batılı insana göre kadın, hiçbir zaman evinin "hanımı", çocukların "annesi" veya erkeğin "karısı" değildir. Kadına bu gibi değerler için saygı gösterilmesi akıllarının köşesinden bile geçmemiştir. Eğer dış hayatta kadına karşı saygılı davranılıyorsa, bu onun "dişiliği"yle ilgilidir. Veya vücudu içindir. Yahut da, bu "dişi yaratığı" erkek yerine koymak, kısaca erkekleştirmek, erkeğin yükünü onun sırtına yüklemek içindir. Yani kadını erkek biçimine sokmaya çalışmışlardır. Doğrusunu söylemek gerekirse, erkekler hakikaten bu işi başarmıştır. Kadını, dış görünüşü itibariyle erkeğin yerine geçirmişlerdir. Eğer bir kimsenin saygı duyulacak bir tarafı varsa, bu hürmete layık yön, onun "kadın"lığı veya "erkek"ligiyle ilgili değildir. Yani bir insanın "kadın" oluşu hürmetsizlik, "erkek"liği de saygının sebebi olamaz. Böyle bir fikir yanlıştır. Çünkü erkek aklî, fikrî ve zihnî kuvvetlerini daha iyi çalıştırdığı, medeniyet ve insanlığa daha iyi hizmet ettiği, bu yolda kadından daha fazla mesai sarfettiği takdirde hürmete hak kazanabilir.
Burada dikkati çeken bir nokta vardır: Daima hor gördükleri, aşağılık bir yaratık sayıldıkları için Avrupalı kadınlar bu düşüncenin etkisi altında kalmış, kendilerini "aşağılık duygusu"na kaptırmışlardır. Bunun en büyük delillerinden biri, görüldüğü üzere Avrupa kadınlarının, erkek elbisesi giydikleri zaman böbürlenip övünmeleridir. Zira erkek elbisesi giyen kadın, psikolojik olarak kendisini farklı biri zanneder. Koltuklan kabarır. Hele son zamanlarda, bu aşağılık duygusu neticesinde erkek elbisesi giymek yaygın bir moda haline geldi. Halbuki, şimdiye kadar, soytanlar ve bazı hasta ruhlu tipler hariç, hiçbir yerde, bir erkeğin kadın elbisesi giyerek kendisini sokak, çarşı ve pazarlarda sergilediği ne görülmüş ne de duyulmuştur. Hatta batılı kadınlara göre de bir erkeğin kendisini kadınlara benzetmesi büyük ayıp sayılır. Meselâ bir erkeğin birisine karılık yapması, milyonlarca Avrupalı kadının gözünde alçaklıktan başka birşey değildir. Halbuki bir erkeğin "koca" olması veya "kocalık" yapması erkeklere göre, hiçbir önem taşımaz. Kadınlar, kendilerini erkeklere benzetmekten, erkek işi görmekten de gurur duyarlar. Fakat bir erkeğin kadınlann yapabileceği şeyleri yürütmesi hiçbir zaman hiçbir erkek için iftihar vesilesi olmadığı gibi. Gurur verici bir hareket de sayılmaz.
İşte bütün bu noktalan gözönüne alırsak, anlarız ki, Avrupa'da kadına gösterilen zahiri saygının, onun "kadın" oluşuyle ilgisi yoktur. Bu iş, yani kadına hürmet duygusu, en güzel örneğini, gerçek ölçüleriyle İslam'da bulmuştur. Kadına, medeni düzende ve toplum hayatında gerçek ve fıtri yerini İslam vermiştir. Hakiki ve doğru manada kadın, dişiliğiyle beraber yükseltilmiş ve dişiliğinin yüceliğine işaret edilmiştir. İslam nizamı, kadını kadın, erkeği de erkek olarak değerlendirmiş, her ikisine fıtratın koyduğu ölçülere uygun şekilde, birbirinden ayrı ve gerçek yerini vermiştir. Başka bir deyimle, herbiri hürmet ve değerlerine, bulunduk-lan yere göre düşünülmüş ve kıymet hükmüne bağlanmıştır. İslam için erkeklik ve kadınlık diye iki ayrı konu yoktur. Zira bunlar birbirinin tamamlayıcısı ve insanlığın ayrılmaz parçalandır. İkisi de birbirine lazımdır. Birbiri için gerekli faktörlerdir. Erkek ve kadının iş sahalan tamamiyle aynlmış, her ikisi de bu çerçeve içinde kendilerine düşen görevleri yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur. Yani her iki cinse mensub insanlar, faaliyet sahaları dahilinde, medeniyete faydalı olmaya devam edip giderler. Bunun için, ne erkeğin, sırf "erkek" oluşundan doğan bir üstünlüğü vardır ve ne de kadının, mücerred kadınlığından gelen bir alçaklık ve aşağılık söz konusudur. Böyle bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Nitekim, erkeğin "erkeklik" şerefi, insanlık yolunda, erkek kalarak, erkekçe çalışmasından ileri gelir. Kadının da, yine kadın kalmak şartıyle, cemiyet içinde faaliyet göstermesi, kendisine düşen görevleri yerine getirmesi başlı başına övünç sebebidir. Zaten ölçülere uygun, gerçek bir medeniyet nizamı, kadını kendi yerinde tutar. Ona aynlan iş çerçevesi dahilinde, medeniyetin ilerlemesi için çalışmasını sağlar. Kadına, bütün hak ve hukukunu eksiksiz olarak verir. Layık olduğu saygıyı göstermekte kusur etmez. Böylece insanlık ölçüleri korunmuş olur. Kadının eğitim ve öğretim görmesi sağlanır. İstidat ve kabiliyetleri geliştirilir. Kararlaştırılan iş çerçevesi ve çalışma alanı içinde ilerlemesi ve yükselmesi sağlanır. (Mevdudi, Purdah and the Status of Women in islam, Lahor, 1976).
İslam, kadının haklarına çocukluğundan anneliğine kadar bütün durumlarda itibar gösterip, toplumdaki fonksiyonlarına uygun ve dengeli bir şekilde bu hak ve görevleri garanti altına aldı. Kadının kendisiyle ilgili bazı hakları olduğu gibi, erkekler üzerinde de bir takım haklara sahiptir. (2:228).
Bununla birlikta kadın, erkekle eşit bazı haklara sahip ve aynı muamele ve imtiyazlara muhatap olmasına rağmen cinsler arasında bir farklılığın varlığı da vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Tabiidir ki, fiziki çalışma veya zor, sanayiinin iş hayatı bir kadın olarak onun cinsiyetini ve hayat içinde erkekten farklı özel fonksiyonunu, farklı fizikî, biyolojik ve hatta psikolojik yapısını değiştiremez. İslâm, her cinse ait ayırdedici fonksiyonları ve farklılaştırıcı rolleri, cinsler arasındaki bu tabii ayrılıkları gözönünde bulundurur. Bu yüzden kadın ve erkek arasındaki mutlak eşitlik konusunu konuşmak, son derece makul olmayan bir tartışmadır. Onların insan olarak tam eşitliği, aynı ana-babadan gelen insanlığın iki esas unsuru erkek ve kadın sebebiyle tam olarak tabii ve makûldür. Fakat onları eşit ve benzer fonksiyonlara tahsis etmek, gebelik, doğum ve emzirme gibi kadına has konularda erkeği ortak etmek, kendi fonksiyonlarını değiştirmek, fiziki yönden imkansız olması sebebiyle ihtimal dahilinde değildir. İslam bu meselede insanlığın yaratılışını bilen ve anlayan pratik bir yol üzerinde yürür. Böylece fıtratın doğru mantığına uygun eşitliğin mümkün olduğu yerde iki cins arasında eşitlik kurar ve yine fıtratın doğru mantığına göre farkın bulunduğu yerde ikisinin arasını ayırır. (Muhammed Kutub; islam, The Misunderstood Kelİgion, 1977).