- Anlaşmanın Bozulması

Adsense kodları


Anlaşmanın Bozulması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
selsebil
Fri 10 April 2009, 05:23 pm GMT +0200
Anlaşmaya rağmen    Bekr kabilesinden bir grup Hu za'a kabilesi ile aralarında varolan kan davasını sürdürü yorlardı. Arar (r.)'ın Suriye'ye gitmesinden   kısa bir sürt? sonra Bekr'in bir kolu bir gece Huza'aya baskın yaptı vp onlardan birini öldürdü. Meydana gelen çatışmada —çatışmanın bir bölümü haram bölgede yapılmıştı— Kureyş-liler müttefiklerine silah vererek yardım ettiler. Gece ka­ranlığında bir veya    iki Kureyşli de    çatışmaya katıldı Huza'a kabilesinin Beni Ka'b kolu, derhal Medine'ye Pey gamber (s.a.v.)'e haber veren ve yardım İsteyen bir grup delege gönderdiler. Peygamber   (s.a.v.)     onlara kendisine güvenebileceklerini söyledi ve onları   ülkelerine geri gön­derdi. Onlar gittikten sonra Aişe've gitti. Yüzünden çok si­nirli olduğu anlaşılıyordu. Gusül etmek İçin bir miktar su istedi. Suyu üstüne dökerken Aişe (r.) O'nun: «Eğer Ka'b oğullarına yardım etmezsem, ben de yardım edilmeyeyim.»[1] dediğini duyuyordu.

O sırada Mekke'liler olayların muhtemel sonuçlarını düşünerek tedirgin oluyorlardı. Bu nedenle eğer gerekirse Peygamber (s.a.v.)'i yatıştırmak üzere Ebu Süfyan'ı gön­derdiler. Ebu Sufyan yolda geri dönen    Huza'au elçilere

rastladı ve çok geç kalmış olmaktan korktu. Peygamber (s.a.v.)'in esrarlı halini görünce korkusu daha da arttı. «Ey Muhammed», dedi, Hudeybiye anlaşmasında ben yok­tum. Müsaade et de şimdi bu anlaşmayı güçlendirelim ve uzatalım.» Peygamber (s.a.v.) onun ricasını şu soruyla cevapladı: «Sizli tarafınızdan hiç onu bozan oldu mu?» Ebu Süfyan tedirgin bir şekilde: «Allah saklasın!» dedi. Peygamber (s.a.vJ: «Biz de aynı şekilde Hudeybiye'de yap­tığımız anlaşmaya aynı süre için uyuyoruz. Onu değiştir­meyeceğiz. Onun yerine başka bir anlaşmayı da kabul et­meyeceğiz» dedi. Daha fazla söyleyecek birşeyi olmadığı anlaşılıyordu. Bu nedenle Ebu Süfyan kendisine yardım etmesi ümidiyle kızı Ümmü Habibe'ye gitti. Onbeş yıldan-beri görüşmüyorlardı. Odada oturulacak en iyi yer Pey­gamber (s.a.v.)'in kilimiydi, Ebu Süfyan oraya oturmaya niyetlendiğinde kızı kilimi hemen onun altından çekti. Ba­bası: «Küçük kızım», dedi. «Bu kilim mi benden daha de­ğerli, yoksa ben mi bu kilime oturmayacak kadar değerli­yim?» Kızı: «Bu Peygamber (s.a.v.)'in kilimi», «Sen ise bir putperestsin ve temiz değilsin» dedi. Daha sonra şunları ekledi: «Babacığım sen Kureyş'in büyüğüsün ve onların li­derisin. Nasıl oldu da İslâm'a girmedin ve nasıl oldu da, ne gören ne de duyan taşlara tapıyorsun1?» Ebu Süfyan: «Allah Allah!» dedi. «Muhammed'in dinine uymak için atalarımın taptığı şeylerden mi vazgeçeceğim?" Kızından hiçbir yardım göremeyeceğini anlayan Ebu Süfyan, an­laşmayı yenilemek için aracı olmalarını istediği Ebu Be­kir (r.) ve diğer Sahabilere gitti. Çünkü Peygamber acık-Ça söylemediği halde o, bir önceki çatışma nedeniyle an­laşmanın bozulduğundan artık emindi. Fakat bu aynı za­manda anlaşmanın tekrar yenilenmesine yardım edebilir­di. Yani eğer nüfuzlu bir adam iki grup arasında tekor teker genel bir himaye açıklaması yaparsa kan dökülmesi­ne engel olunabilirdi. Ebu Süfyan bu seçeneği Ebu Bekr'o önerdi. Fakat o sadece: «Ben Allah'ın Resûlü'nün verdiği himaye sınırları içinde himaye verebilirim» dedi.

Diğerleri de hemen hemen aynı cevabı verdiler. Ebu Süfyan son olarak iki kardeş olan Haşim ve Abd uş-Sems-in torunları oldukları İçin akrabalık bağlarına güvenerek Ali (r.)'nin evine gitti. Fakat Ali şu cevabı verdi: «Yazık­lar olsun sana Ebu Süfvan! Allah'ın Resulü senin teklifini geri çevirmeye karar verdi. Hiç kimse onun aleyhinde ol­duğu bir konu hakkında Ondan olumlu bir ricada buluna­maz.» Çünkü sahabe Kur'an'da Peygamber'e de şöyle den­diğini biliyorlardı: «iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen Allah'a tevekkül et.» (Ali îmran 159).

Onlar Peygamber'in birşeye karar verdiğinde artık onu o karardan vazgeçirmenin imkansız olduğunu dene­yimlerinden biliyorlardı. Ebu Süfyan şimdi de kucağında Öasan'la yerde oturan Fatuna (r.)'ya dönmüştü: «Ey Mu-hammed (s.a.v.)'in kızı!» dedi. «Küçük oğluna, tek tek in­sanlar arasında himaye kurmasını emret ki, sonsuza dek Arapların başkanı olabilsin.» Fakat Fatıma (r.) çocukla­rın himaye edenıiyeceklerini söyledi. Ebu Süfyan tekrar Ali (r.)'ye döndü. Ve ne yapması konusunda ondan yalva-rarak yardım istedi. «Başka çaresi yok» dedi Ali: «Sen kal­kıp tek tek insanlar arasında himaye kurmalısın. Sen Ki-nane'nin başkanısın.» Ebu Süfyan; «Bu bana birşey ka­zandırır mı?» diye sordu. «Vallahi zannetmem» dedi. Fa­kat bence yapabileceğin başka birşey yok». Bunun üzerine Ebu Süfyan» Mescid'e gitti ve yüksek sesle: «Dinleyin, ben insanlara teker teker himaye veriyorum. Muhammed' in de beni onaylamaktan geri kalacağını zannetmiyorum» de­di. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve: «Ey Muham­med (s.a.v.) benim verdiğim himayeyi reddedeceğini zan­netmiyorum» dedi. Fakat Peygamber (.a.vvi sadece şu ce­vabı verdi: «Ey Ebu Süfyan bu senin düşüncen»[2]. Bunun üzerine Umeyye lideri Mekke'ye çok "üzgün ve hayal kı­rıklığı içinde döndü.

Peygamber (s.a.v.) sefer hazırlıklarına başlanmasını emretü. Ebu Bekr kendisinin de sefere hazırlanmasının ge­rekin gerekmediğini sordu. Peygamber (s.a.v.) ona hazır­laması gerektiğini ve Kureyş'e karşı sefere çıktıklarını söy­ledi. Ebu Bekr (r.): «Anlaşma süresinin bitmesini bekle­memiz gerekmez mi?» dedi. Peygamber: «Onlar bize iha­net ettiler ve anlaşmayı bozdular» dedi. «Ben de onların üstüne yürüyeceğim. Fakat sana söylediğim şeyi bir sır olarak sakla. İsteyen Allah'ın Resulünün Suriye için hazırlandığını zannetsin, isteyen Taif, isteyen de Havazin üzerine yürüyeceğimi düşünsün. Allah'ım Kureyş'in bizi görmemesini ve yaptığımız hazırlıktan haber almamasını sağla. Böylece onları aniden ülkelerinde bastırabilelim.» Bu duasına cevap olarak, gökten Hâtib adındaki bir Mu­hacirin sırrı öğrendiğini ve uyarmak üzere Kureyş'e bir mektup gönderdiğini bildiren bir haber geldi. Hâtib mek­tubu Mekke'ye gitmekte olan Muzeyneli bir kadına ver­mişti. Kadın mektubu saçlarının arasına saklamıştı. Pey­gamber Zübeyr Cr) ve Ali (r.)'yi onun arkasından gön­derdi. Ali (r.) ve Zübeyr fr.) mektubu kadının çantasın­da bulamayınca, onu, üzerini aramakla tehdit ettiler. Bu­nun üzerine kadın mektubu verdi. Onlar da Peygamber'e götürdüler. Peygamber (s.a.v.) mektubu yazanı yanma ça­ğırttı. -Ey Hâtib, bunu niçin yaptın?» diye sordu. Hatib: «Ey Allah'ın Resulü, ben gerçekten Allah'a ve Resulüne inanıyorum. Ben ne imanımı değiştirdim, ne de onun yeri­ne gönlüme birşey yerleşti. Fakat ben Mekke'de nüfuzu ve gücü akrabaları olmayan bir adamım. Onların arasında yaşayan oğlum ve ailem için onların desteğini kazanmak istedim» dedi, Ömer (r.): «Ey Allah'ın Rasulü bırak da ka­fasını uçurayun. Bu adam bir münafık» dedi. Fakat Pey­gamber (s.a.v.) ona: «Ey Ömer, Allah'ın Bedir savaşma katılanlara bakıp da: 'ne isterseniz yapın, çünkü sizi affet­tim' demediğini de biliyorsunuz?»[3] dedi.

Peygamber (s.a.v.) yardımlarına güvenebileceği bazı kabilelere de gelecek ayın, yani Ramazanın başında Me­dine'de bulunmalarını haber veren elçiler gönderdi. Be­deviler bu isteğe samimice karşılık verdiler. Kararlaştırı­lan gün geldiğinde, o zamana kadar Medine'den yola çı­kan en büyük ordu meydana geldi. Hiçbir sağlıklı Müslü­man geride kalmamıştı. Muhacirler yediyüz kişiydiler ve üçyüz atları vardı. Ensar ise dörtbin kişiydi ve beşyüz atla­rı vardı. Yola çıktıktan sonra orduya katılan kabilelerle birlikte toplam onbin kişi oluyorlardı. Atlılar, develerle yolculuk ettiler. Ve atlarını yedeklerinde götürdüler. Saha­beden çok yakın olan birkaç kişi hariç hiç kimse düşma­nın kim olduğunu bilmiyordu.

Yan yola geldiklerinde, Abbas, Ümmü'1-Fadl ve oğulla­rıyla karşılaştılar. Abbas artık Mekke'den aynlıp Medine'­de yaşamaya başlama zan anının geldiğine karar vermişti. Peygamber (s.a.v.) onlara da sefere katılmalarını teklif et­ti. Onların bu teklifi kabul etmesi en çok Peygamberce birlikte gelen Meymune'yi sevindirmişti.

Ümmü Seleme (r.) de Peygamber'le birlikteydi. Ver­dikleri molalardan birinde ona iki Kureyşlinin onu görmek istediği söylendi. Onlardan biri üvey kardeşi yani babası ile Peygamber (s.a.v.)'in halası Atik'in oğlu Abdullah idi. Diğeri ise Peygamber'in en büyük amcası Haris'in oğlu şair Ebu Süfyan idi. Bir zamanlar Halime onu da emzir-mişti. Ebu Süfyan yanında küçük oğlu Cafer'i de getir­mişti. Gelenlerin ikisi de vahy'den önce Peygamber'e çok yakındılar, fakat vahy gelmeye başlayınca ona sut çevir­mişlerdi. Şimdi ise ondan af dilemeye gelmişlerdi. Ve Ümmü Seleme (r.)'den aracı olmasını istiyorlardı. Ümmü Seleme (r.) Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve «karının kardeşi, yani halanın oğlu ve senin süt kardeşin olan amcanın oğ­lu buradadır» dedi Fakat Peygamber (s.a.v.); «Onlan gör­mek için ben çağırmadım. Kardeşim yani Ümmü Sele-me'nin kardeşi bana söyleyeceğini Mekke'de söyledi[4]. Amcamın oğluna gelince, o bana leke getirdi.»    cevabını

verdi. Ebu Süfyan şiirlerinde onu taşlamişti. Ümmü Sele-me onlar için yalvardı fakat bunun bir faydası olmadı. Bunu Ebu Süfyan'a haber verince o; «Ya beni görmeyi ka­bul edecek, ya da ben oğlumun elinden tutup çöle gidece­ğim, açlık ve susuzluktan ölenen kadar ilerleyeceğim, sen —Peygamber'i kastediyordu— akrabalık bağımız bir yana, en çok üzülen kişi olacaksın» dedi. Ümmü Seleme Cr.) bunları Peygamber fs.a.v.)'e anlattığında, Peygamber onlara acıdı[5]. Ve onları çadırında kabul etmeye razı oldu. îkisi de onun çadırına gelip Müslüman oldular.

Yolculuk sırasında Peygamber s.a.vJ yolun kenarın­da, yeni doğmuş yavrularını emziren yere uzanmış bir di­şi köpek gördü ve adamlarından birinin onu rahatsız et­mesinden korktu. Bu nedenle, Demre'li Cu'eyle'ye herkes yoldan geçene kadar köpeğin yanmda beklemesini söyledi[6]. Peygamber s.a.v.)'in bu adama Amr adını vermesine rağ­men, Cuayl adı hâlâ onun için geçerliydi.

Kudeyd'de orduya, Beni Süleym'den dokuzyüz atlı da­ha katıldı. Onların sözcülerinden biri: «Ey Allah'ın Resu­lü» dedi. «Sen bizi iki yüzlü zannetti yorsun, oysa biz senin dayılarınız. sözcü kendi kabilelerinden olan Haşim'in an­nesi Atike'yi kastediyordu «Bu nedenle bizi sınaman için geldik. Biz savaşta sebat sahibi, çatışmada cesur ve eğer üzerinde sağlam duran adamlarız.»

Medine'den yola çıkan ana kuvvet gibi onlar da ken­di bayrak ve flamalarını getirmişlerdi, fakat bunlar he­men açılmamış, sarih duruyorlardı. Peygamber'den bay­raklarını açmak için izin İstediler ve ondan aralarında bir sancaktar seçmesini rica ettiler. Fakat sancakların açılma zamanı henüz gelmemişti. Çünkü onlara henüz nereye git­tikleri bile söylenmemişti.

Yola çıkarken Peygamber s.a.v bir adam göndere­rek tüm orduya şu ilânı vermesini emretmişti! «Kim oru­cunu tutmak isterse bırakın tutsun, kim de orucunu açmak isterse bırakın açsın.» Bamazanda yolculuk sözkonu-su olduğunda, Ramazandan sonra tutmak şartıyla oruç aç­ma izni verilmişti. Peygamber ve çoğu kişi haram bölgeye yaklaşmcaya kadar oruçlarını bozmadılar. Yaklaştıkları zaman Peygamber oruç açma emri verdi. Merr ez-Zeh-ran'da konakladıkları zaman, oruç bozma sebeplerinin düş­mana karşı guçlu olmak olduğunu orduya açıkladı. Bu, if­tar edilen yer konusunda birçok kişinin kafasında merak uyandırdı. Merr ez-Zehran'dan Mekke'ye bir günde uzun yolculuk yaparak veya kolayca iki günde ulaşılabilirdi. Fakat anlaşmaya bakıldığında, Kureyş'le karşı saldırıya geçmeleri imkânsız görünüyordu. Kamp kurdukları yer aynı zamanda düşman Havazin kabilelerinin yerleşim böl­gesine giden yol üzerindeydi. Yoksa Peygamber (s.a.v.) Hicaz'ın kuzeyindeki bostanına sahip olduktan sonra şim­di de güney bostanını Lât'm tapmak merkezi olan Taif'i mı ele geçirmek istiyordu?

«Düşman kim1?» sorusunun ağızdan ağıza dolaştığını duyan Ka'b ıbn Malik gönüllü olarak Peygamber'e gidip düşmanın kim oldugumı sormaya karar verdi. Fakat ona doğrudan sormaktan çekindiği için çadırın önünde oturan Peygamber'e gitti. Onun yanına diz çökerek bu sefer için yazdığı birkaç beyti okudu. Bu beyitlerde adamların kılıç­larını çekme noktasına geldiklerine-, kendi aralarında düş­manın kim olduğunu soruşturduklarına, ve eğer kılıçların dili olsa onların da aynı soruyu soracaklarına değiniliyor­du. Fakat Peygamber'in cevabı gülümseme oldu. Ve Ka'b hiçbir şey elde edemeden adamların yanma döndü,

Onların karşılaşacakları şeyi arzulamaları, Kureyş'in ve Havazin'in aynı soruya cevap araştırmalarıyla karşı­laştırıldığında sadece kuru bir meraktan öteye gitmiyor­du Büyük Havazin kabilesi, Necd çölünün güney ucunda­ki tepeliklere yayılmış'bir kabileydi. Taif de bu tepeler­den birinin üzerindeydi. Taif'te yaşıyan ve oradaki tapi-nngı koruyan Sakîfiler Havazin kabilesine Yesrib'den on-bın kişilik bir ordunun yola çiktıgını ve her ihtimale karşı ha/.ır olmaları gerektiğini haber vermişlerdi. Havazin boylarının çoğu bu habere cevap verdi ve Taif'in kuzeyindeki avantajlı bir bölgeye asker yığmaya başladılar.

Rureyşliler İse Mekke'den çok Taif'in tehlikede olduğu­nu düşünmeyi tercih etmelerine rağmen anlaşmayı bozduk­larının farkındaydılar. Peygamber'in anlaşmayı reddetme­siyle birlikte, bu, onları hemen hemen ümitsizlik noktası­na getirdi. Peygamber (s.a.v.) bunun farkındaydı. Bu ne­denle, onların korkusunu daha da arttırmak için karanlık bastırdığında herkesin dağılmasını ve birer ateş yakmasını emretti. Mescid'i Haram civarında onbin kamp ateşinin yandığı görülüyordu. Muhammed'in (s.a.v.) ordusunun, korktuklarından daha büyük olduğunu bildiren haberler Mekke'ye ulaştı. Acele bir meclis toplantısından sonra Ku­reyşliler Ebu Süfyan'ın tekrar Peygamberle görüşmek tek­lifini kabul ettiler. Onunla birlikte, Bedir savaşını durdur­mak için elinden geleni yapan Hatice'nin yeğeni Hâkim ve Hudeybiye'de Peygamber (s.a.v.)'e yardım eden ve an­laşmanın bozulmasından sonra kabilesinden bazı adamlar­la birlikte Medine'ye giden Huza'ah Hudeyl de gittiler Kampa yaklaştıklarında, beyaz bir katarın üstünde kendile­rini karşılamaya gelen bir adam gördüler. Bu adam yolda Mekke'ye mesaj gönderebileceği bir adam bulabileceği ümidiyle kamptan ayrılan Abbas'tı. Ona göre, Kureyşliler çok geç kalmadan Peygamber'e bir delege göndermeliydi­ler. Birbirlerini farkettiklerinde selâmlaştılar. Abbas on­ları Peygamber'in çadırına götürdü. Ebu Süfyan: «Ey Mu-hammed (s.a.v.)» dedi, «Sen akrabalarına karşı bir kısmı tanınan bir kısmı tanınmayan bir sürü insanla geldin» Peygamber (s.a.v.) onun sözünü keserek «ihanet eden siz­siniz. Hudeybiye anlaşmasını siz bozdunuz. Beni Ka'b'a da saldırdınız. Böylece Allah'ın haram bölgesine ve Mescidi­ne tecavüz ettiniz» dedi. Ebu Süfyan konuyu değiştirme­ye çalıştı ve: «Sen asıl kızgınlık ve stratejini Havazin'e yö­neltmeliydin. Çünkü onlar sana akrabalık yönünden uzak ve düşmanlıkta daha aşındırlar» dedi. «Ümit ederim ki,» dedi Peygamber (s.a/v.h «Rabbim bana bunların hepsini lütfedecek-Mekke'nin fethini,    orada İslam'ın    zaferini ve

Havazin'in bozgununu Yine ümit ederim ki, onların aile­lerini esirler ve mallarını da ganimet olarak bahşedecek» Daha sonra o üç adama dönerek: «Allah'tan başka ilah ol­madığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet edin» dedi. Bunun üzerine Hakim ve Hudeyl hemen Müs­lüman oldular, fakat Ebu Süfyan sadece «Allahtan başka ilah yoktur» dedi ve sustu. Şehadetin ikinci bölümünü de tekrarlaması söylendiğinde «Ey Muhammed (s.a.v.) nef­simde bununla ilgili hâlâ bir tereddüd var; ona biraz müh­let ver» dedi. Bunun üzerine Peygamber amcasına onları kendi çadırına götürmesini söyledi. Şafakta kampta sabah ezanı okunuyordu. Ebu Süfyan bu sesi duyunca şaşırmıştı. «Bu da nesi?» dedi, Ebu Süfyan. Abbas: «Namaz» dedi. Ebu Süfyan: «Günde kaç defa namaz kılıyorlar?» diye sordu. Beş defa olduğunu söyleyince: «Tanrım bu çok fazla!» dedi. Daha sonra adamların, Peygamber'in abdest suyundan bir damla alabilmek için itişip kakıştıklarını gördü. «Ey Fadl'm babası, buna benzer bir bağlılık görmedim» dedi Abbas: «Yazıklar olsun!» «imana gel!» dedi. Ebu Süfyan: «Beni ona götür» dedi. Namazdan sonra Abbas onu tekrar Peygamber'e götürdü ve Ebu Süfyan orada kelime-i şeha­detin tamamını söyledi. Abbas Peygamber'i kenara çeke­rek: «Ey Allah'ın Resulü, Ebu Süfyan'm şeref ve ihtişama ne denli önem verdiğini bilirsin. Bu yüzden ona birşeyler lütfet» dedi. «Peki» diyen Peygamber Umeyyeli liderin ya­nına gitti ve ona Kureyş'e döndüğünde şöyle demesini söy­ledi: «Kim Ebu Süfyan'm evine girerse güvenliktedir, kim kendi kapısını kitleyip içerde kalırsa güvenliktedir ve kim Mescid'e girerse güvenliktedir.»

 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] W. 791

[2] M, 807-8-  W. 794

 

[3] I.I. C00.10

[4] Bak. Böl. XXI

[5] W. 811

[6] V/. 804