- Amanı Bilir misiniz?

Adsense kodları


Amanı Bilir misiniz?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 16 September 2011, 02:15 am GMT +0200
"Aman"ı Bilir misiniz?


Nisan 2007 - 100.sayı

T. Ziya ERGUNEL kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

“Ten gemidir bu cihânda ömr kurmuş bâd-bân
Bu denizde âşinâ bilmeyene yoktur amân.”

[Bu dünyada vücut bir gemidir. Ömür (de bu gemide) yelken açmış (gidiyor). Yüzme bilmiyorsa (yol aldığı) bu denizde kurtuluşu yoktur.]

Yukardaki beyit, bir ara Kayseri-Sivas mıntıkasında müstakil bir beylik de kuran 14. asır şairlerinden Kadı Burhaneddin’e ait. İlk bakışta çok bilinen bir tabloyu resmediyor gibi. İnsanın bedeni, maddi vücudu bir gemi, dünya da deniz. Ömür dediğimiz şey, vücut gemisinin dünya üzerindeki muvakkat bir yolculuğundan ibaret. Fakat eğer gemiyi hedefe doğru yüzdürmeyi bilmiyorsanız, batar, helâk olursunuz.

Dünyanın deniz gibi düşünülmesi, hem sathından geçip gitmek gerektiğine, hem tehlikesine işarettir. Söz konusu tehlike ise fizikî bir ölüm değil, dünyaya gark olarak ebedî saadet yurduna ulaşmaktan mahrum kalmaktır. Yüzme bilmiyorsanız, yani bu dünyanın üzerinden nasıl geçilip gidileceğine dair bir maharet kesbetmemişseniz, sizin için “aman” yoktur; emniyette değilsiniz demektir.

Beyitteki “gemi, deniz, yelken açmak” sözleri gibi “yüzme” de mecazdır. Dünya hayatını ebedi hayata halel getirmeyecek tarzda yaşamayı, imtihanın icaplarına riayeti, sırat-ı müstakim üzere mesafe almayı ifade eder. Allah Tealâ insanlara dünya yolculuğunda neyi nasıl yapmaları gerektiğini peygamberleri vasıtasıyla bildirmiş, nümûne-i imtisâl olsun diye salih kullar halketmiş, âdeta bize dünya denizinde boğulmadan nasıl yüzeceğimizi öğretmiştir.

Bu sebeple beyitte “yüzme” manâsına “âşinâ” kelimesi bilhassa kullanılmıştır. Bu Farsça kelimenin “yüzme” dışında bizde daha çok bilinen ve birbiriyle irtibatlı iki manâsı daha vardır:

1. bilinmesi gereken şey;
2. tanıdık, bildik kimse, dost.

Eski şiirimizde bazen böyle farklı gibi görünen manâların hepsi birden aynı zamanda kastedilir, böylece asıl anlatılmak istenen bütün yönleriyle kuşatılarak daha kuvvetli bir tarzda verilirdi. Burada da böyle yapılmış, deniz benzetmesinden hareketle önce yüzme bilmenin zarureti ihsas edilmiş; sonra “bilinmesi gereken şey” manâsıyla meseleye mücerret bir umumiyet kazandırılmıştır. Öyle ya, her ne yapıyorsanız, o şeyin icap ettirdiği bilgi ve maharete sahipseniz eğer, muvaffak olabilirsiniz.

Dünya üzerinden badiresiz geçmenin de usûl, erkan ve bilgisi vardır. Ancak bizi seven, hayrımızı isteyen bir “dost” olmalıdır ki bütün bunları bize öğretsin yahut talim etsin. “Âşinâ”nın “dost” manâsı burada öne çıkmaktadır. Herhangi bir müşkülde size neyi nasıl yapacağınızı salık vermeyen bir dostunuz yoksa işiniz yaman demektir. Onun için ikinci mısraı “Bu denizde kendisine yardım edecek hakikî dostu bilmeyene kurtuluş yoktur.” şeklinde de anlayabiliriz.

Dost kimdir peki? Yani bizi dünyaya dalıp mahvolmaktan kurtaracak kimdir? Farsça olan “dost” kelimesi Arapça’da, bu arada Kur’an-ı Kerim’de “velî” kelimesiyle karşılanır. “Dost”a nazaran daha şümûllü olmakla beraber “velî” kelimesinin bütün manâları bir şekilde muhabbete, yardıma, iyiliğe, korumaya, kayırmaya, işleri liyakatle yürütmeye dayanır ve bu tedaileri ile her zaman bir dostluğa işaret eder. Teferruata girmeyelim; “velâyet”in Türkçe meallerde umumiyetle “dostluk”la karşılandığını hatırlatıp, “Dost kimdir?” sualine Kitap’taki cevabı aktaralım: “Sizin dostunuz (veliniz) Allah, O’nun elçisi ve iman edenlerdir.” (Mâide, 55)

Âyetteki “iman edenler”den müttakî kulların, Allah dostlarının, mürşid-i kâmillerin anlaşılması gerektiği tefsiri yapılmış, böylelerine “veli” yahut “evliyâullah” denmesi bu sebepledir denilmiştir. Âyetteki “dostlar” bir çokluğu veya kesreti değil, bir silsileyi, vesile zaruretini ifade eder. Peygamber s.a.v. ve evliyaullahın Cenâb-ı Hak’la “velâyet” rabıtasını izaha lüzum yoktur.

Şimdi ikinci mısraı bir daha okuyalım: “Bu dünya denizinde kul Allah’ı, peygamberi veya kâmil mürşitleri bilmiyorsa, onun için kurtuluş yoktur.” Dost olarak Hz. Peygamber s.a.v. veya evliyaullahtan hangisi kastedilirse kastedilsin, silsile gereği bunların her ikisi de Allah Tealâ’ya râcidir. Bununla beraber bu beyitte hususen Rasûl-i Ekrem s.a.v.’e işaret vardır. Zira bir yardım ihtiyacını, emniyet talebini yahut tehlike karşısında korku ve sakınmayı ifade eden “aman” nidası, ebced hesabıyla Efendimiz s.a.v.’in ism-i şerifi olan “Muhammed”e denk düşer. Öte yandan “aman” (emân), “emniyette ve masun olma” manâsıyla Hz. Peygamber s.a.v.’e ittibaın neticesi addedilmiştir.

Tasavvufta böyle incelikler gözetilir, şikayet sadedinde nida edilecekse ya Lafza-i Celâl’in kısaltılmışı olan “âh” ya da Rasûlullah s.a.v.’den istimdâd için “aman” denilmesi tembihlenir. Yaman Dede’nin, “‘Aman’ lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir / Ânunçün âşıkın zikri ‘aman’dır yâ Rasûlallah” beytinde bu anlayış dile getirilir.

Dünya denilen tehlikelerle dolu bu denizden geçip vücut gemimizi sahil-i selâmete çıkarmak istiyorsak Efendimiz s.a.v.’i unutmayacağız. O’nu unutmak demek bizim için “aman”, yani Hz. Peygamber s.a.v. gibi bir dost “yok” demektir maazallah. Böyle bir “yok sayma” veya cehalet ise tam bir felâkettir; zerre kadar kurtuluş ihtimalinin kalmaması demektir.

Aman!