- Allahın Sıfatları Onun Cisim Olmasını Gerektirmez

Adsense kodları


Allahın Sıfatları Onun Cisim Olmasını Gerektirmez

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Sat 14 January 2012, 11:05 pm GMT +0200
Allahın Sıfatlarının Bulunduğunu Kabul Etmek O’nun Yaratıklara Benzemesini Ve Cisim Olmasını Gerektirmez


Allah da, Rasûlü de Yüce Allah’ın sıfatları olan ilim, kudret ve kuvveti (mahlukata) isim olarak kullanmış bulunmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sonra zayıflığın ardından kuvvet... yaratır." (er-Rûm, 30/54); "Şüphesiz o kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibi idi." (Yûsuf, 12/68)
Mahlukatın ilminin Allah’ın ilmi, onların kuvvetinin Allah’ın kuvveti gibi olmadığı bilinen bir husustur. Bunun benzerleri de pek çoktur. Bu da bütün akıl sahipleri tarafından kabul edilen bir husustur. O bakımdan Yüce Allah’ın kendi zatını nitelendirmiş olduğu rıza, gazap, sevgi, buğz ve buna benzer herhangi bir sıfatın varlığını kabul etmeyen ve buna karşılık bunları kabul etmek teşbîhi ve tecsîmi gerektirir iddiasında bulunanlara şöyle denilir: Sizler aslında yaratıkların sıfatlarına benzedikleri halde yine de onun irade, kelâm, semi’ ve basar sahibi olduğunu kabul ediyorsunuz. Sizin kabul etmeyip, Allah ve Rasûlünün ise kabul edip ve sizin kabul ettiğiniz hususlardaki kanaatlerinize benzeyen sıfatları da kabul etmelisiniz. Çünkü aralarında herhangi bir fark yoktur.

"Biz hiçbir sıfatın varlığını kabul etmiyoruz" diyecek olurlarsa onlara şöyle denilir: Sizler O’nun hayy, alîm, kadîr gibi bir takım güzel isimlerini kabul ediyorsunuz. Kula da bazen bu isimler verilebilir. Buna karşılık Rabbe ait olduğu kabul edilen bu tür isimlerin, kuldaki bu isimlerin benzerini ifade ettiği de söylenmez. O halde Allah’ın isimleri hakkında söylediğinizin bir benzerini O’nun sıfatları hakkında kabul etmelisiniz.

Halık ile mahluk’un ortak olan (isim ve sıfat)larını reddeden bir kimse batıl iddiada bulunan bir Muattil olur. Her ikisindeki bu sıfatların birbirinin benzeri, misli olduğunu kabul eden kimse de batıl iddiada bulunan bir Müşebbihe mensubu olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Çünkü yaratan ile yaratıcı her ne kadar aynı ismi almakta birbiriyle ittifak halinde iseler de; Yüce Allah vücud’u (varlığı), ilmi, kudreti vesair sıfatları ile bu sıfatların özel anlamı ile mevsuf’tur. Kulun bunlardan herhangi bir hususta O’na ortaklığı söz konusu değildir. Aynı şekilde kulun vücud, ilim ve kudret gibi sıfatları da kendine hâs’tır. Yüce Allah da kulun bu özelliklerinde ona ortak olmaktan münezzehtir.

Yaratan ile yaratıcı var olmak, ilim ve kudret sahibi olmak, ismini taşımakta ittifak etseler dahi, böyle bir müştereklik ancak zihinlerde var olan, fakat eşyada varlığı söz konusu olmayan mutlak bir müşterekliktir. Eşyada var olan ise özel bir hüvviyete sahiptir, onda herhangi bir ortaklık söz konusu değildir.

İşte bu aklî yöntem kullananların pek çoğunun tutarsızlıklara düştüğü bir konudur. Çünkü onlar bu gibi hususlarının ismen alınmasındaki uyumun neticesinde Rabbin varlığının, kulun varlığı gibi olması gerektiği vehmine kapılmışlardır.

Bu husustaki hata ve yanlışlığın aslı şudur: Onlar bu genel ve külli eşyanın taşıdıkları mutlak ve külli isimlerin aynen tesbit edilen ve bu ismi taşıyan her varlıkta da bulunması gerektiği kanaatine kapılmışlardır, oysa durum böyle değildir. Çünkü dış dünyada var olan bir şey, mutlak ve külli olarak var demek değildir. Aksine o ancak muayyen ve belli bir özellikte var olabilir. Yüce Allah’a bu isimler verildiği takdirde bu isimlerin müsemmâsı da artık onunla tayin edilmiş ve hususiyet kazanmış olur. Bu isimler kula verilecek olurlarsa artık bu isimleri taşıyan da o isimlerle tahsis edilmiş olur. Buna göre Allah’ın varlığında ve hayatında O’ndan başkasının O’na ortaklığı (onun gibi olması) söz konusu değildir. Hatta muayyen belli bir varlığın varlığında da başkası O’nunla ortak olmadığına göre, yaratıcının varlığında böyle bir ortaklık nasıl düşünülebilir? Mesela, işte bu odur, denildiği vakit kendisine işarette bulunulan şey aynı olmakla birlikte ona iki farklı yönüyle işarette bulunulmuştur.

İşte bu ve benzeri açıklamalarla Müşebbihe’nin bu noktadan hareket ettiklerini ve bu konuda hakka fazladan bir şeyler kattıkları için sapıttıklarını görmüş oluyoruz.

Muattile’nin ise bir yönüyle benzerliği kabul etmeyip, yine bu hususta sapıtıncaya kadar hakka birşeyler kattıklarını görmekteyiz. Yüce Allah’ın Kitabı ise sağlıklı ve doğru çalışan akılların kavrayabilecekleri katıksız hakka delâlet etmektedir. Bu ise hiçbir sapması söz konusu olmayan mutedil haktır.

Sıfatları nefyedenler Yüce Allah’ı herhangi bir hususta yaratıklarına benzemekten tenzih etmekte iyi ve güzel hareket etmekle birlikte; bizatihi Yüce Allah için sabit olan hususları nefyettikleri için de uygun olmayan bir iş yapmışlardır. Müşebbihe ise sıfatları kabul etmekle iyi bir tutum sergilemekle birlikte teşbihi ileriye götürdükleri için kötülükte bulunmuşlardır.

Benzerliğin söz konusu olmaması ortaya çıktığına göre, aradaki farkı açıklamak için yalnızca izafette bulunmak yeterli olur. Eşitliğin söz konusu olmaması ise müşterek (ortak) lafzın medlûlü olan müşterek miktarıyla o hususun varlığına engel değildir. Biz bu yolla gaybî hususları kavrayabiliyoruz. Eğer bu müşterek mana bulunmamış olsaydı, bu kavrayışta hiçbir şekilde mümkün olmazdı.

"Hiçbir şey onu âciz bırakamaz."


Sevgi.
Mon 3 May 2021, 12:48 am GMT +0200
Esselamü Aleyküm. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim. Rabb'im imanımızı kuvvetli eylesin inşaAllah

ceren
Mon 3 May 2021, 09:14 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...

Bilal2009
Wed 5 May 2021, 04:30 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun