saniyenur
Mon 4 June 2012, 01:13 pm GMT +0200
Allah'ın Hâkimiyeti
Daha önce de görüldüğü gibi İslâm siyasî sisteminin başlangıç nostası, İslâm Devleti'nin temel kaidesi ve dayanağı Allah'ın hâkimiyetidir. Bu temel kaideye göre tüm insanlar fert fert olduğu gibi topluca da insanlara hâkim olmada, kanun yapmada, insanlara emir vermekte tüm yetki ve güçleriyle gerçek hük-medici (el-Hakem) ve kanun koyucu olan Allah'a itaat etmek zorundadırlar.
Kavram Olarak Hükümranlık: Siyaset terminolojisinde hükümranlık, bir kişi, kişiler ya da bir kurum tarafından insanların kontrol altında tutulması ve insanlara mutlak üstünlük anlamı taşır. Egemen olanların sözleri kanundur; hukuken her şart altında onlara itaat etmek zorunda olan insanlar üzerinde emir ve kanunlarını zorla kabul ettirme hususunda karşı gelinemez haklara sahiptirler. Bu emirleri ihlâl etmek ya da karşı çıkmak hususunda hiç kimse yasal bir güce sahip değildir. Tüm haklar egemenlerin arzularına bağlı olarak verilir ya da alınır. Diğer bir İfadeyle, kanun koyucunun verdiği haklardan başka hak yoktur. Kanunlar egemen olanların isteğiyle yapılır veya iptal edilir; tüm vatandaşlar bu kanunlara itaat etmek zorundadırlar; ancak hükümran hiçbir kanuna bağlı değildir. Bu yüzden o kesin güç ve otoriteye sahiptir; onun kararlarını sorgulayabi-lecek hiç kimse yoktur. Hatta onun davranışları iyi ve kötü, doğru ve yanlış olmanın kriteridir. O ne yaparsa ya da emrederse doğrudur, iyidir; ve neyi yasaklarsa yanlıştır, kötüdür. Hukukçuların görüş açısından egemenlik kavramının anlamı ve mahiyeti budur (Ebu'1-Alâ Mevdudî, The Islamic Law and Constitution).
Tarihî süreç İçerisinde egemenlik kelimesinin kullanılageldiği farklı anlamlar şunlardır;
a- Hukukî hükümran; ülkenin tabi olduğu hukuka göre yasama ya da hükümetin idaresi görevini üstlenen kişi ya da kişiler.
b- Siyasî ya da anayasal hükümran; ... herhangi bir anda gerçek otoritenin nihaî olarak kendilerinde kaldığı kişiler topluluğu. Bazen siyasî hükümranlık "kollektif egemenlik" de belirtilir. Egemenlik tanımları arasından şöyle bir alıntı yapılabilir: "Antlaşma yaparak ya da feshederek savaş ve barış problemlerinde kanunlar, ölüm cezası, sürgün, para cezası hususlarında, görev sürelerinin sonunda kişilerin hesaplarının ve idarelerinin kontrol edilmesi konularında karar vermek." (Encyclopedia Britani-ca, cilt 32, sayfa 737-739). Kısaca egemenlik, kanun yapımında, yönetme yürütme ve yargı alanında mutlak güce sahip olmaktır. Mesela, İngiliz Parlamentosunun egemenliği bunun bir örneği olarak gösterilebilir.
Ancak hukukçular ve siyaset bilimi uzmanları insanlar ya da kurumlarla ilgili olarak bu gücün tam anlamıyla nerede bulunduğu, bu mutlak güce gerçekte kimin sahip olduğunu bulmakta ayrılığa düşmüşlerdir. Toplumda egemenliğin tüm niteliklerini üstünde toplamış bir şahsı henüz bulamamışlardır. Aristo'ya göre, vatandaşların toplam olarak tanımladığı devlette en üstün güç bir, birkaç ya da birçok kişiye teslim edilebilir. Onun görüşünde devletin asıl ayırt edici yönü kendi kendine yeterliliktir, egemenlik değil. Orta çağlarda Roma kanunlarının etkisiyle mutlak egemenlik teorisi hukukçuların yazılarında da gelişti ve imparator hükümran olarak görüldü. Ancak imparatorun gücü zayıfladığında yeni bir hükümranlık ölçüsü kabul edildi; dışa karşı bağımsızlık. Mücadele üç güç arasında idi; Kilise, Roma İmparatorluğu (devlet) ve büyük toprak sahipleri (tüzel kişilikler ile birlikte). Bodin'in devlet kuramı, o yıllarda Fransa'daki mevcut devlete uygun düşen, bir çeşit hukukî egemenlik teorisi de sayılabilecek despotizm teorisiydi.
Egemenliğin toplumsal sözleşmeden kaynaklandığı şeklindeki gözde teori ise Hobbes, Rousseau ve Locke 'in görüşleridir. Sosyoloji uzmanları arasındaki yaygın eğilim egemenlik hususuna çok az ehemmiyet vermeleri ve egemenliğe yüksek organize toplumların önemsiz bir olaymış gibi bakmalarıdır. Bazen egemenlik toplumun organize olmuş şekli ya da genel isteği olarak tanımlanmakta, kralların ya da parlamentoların onun direksiyonu gibi davrandığı düşünülmektedir.
'Egemenlik toplumda mukimdir' (Woodrow Wİlson). Ayrıca Platon ve Aristo kanunun egemenliğinden bahsederler. Plato der ki: "Kanunun yöneticilerden üstün, yöneticilerin kanundan aşağı olduğu ülkenin kurtulduğunu düşünürüm." Aynı görüş birçok Alman hukukçu tarafından da ifade edilmiştir: "Sadece kanunda varlığını bulan, kanun içinde var olan; Özel ve halkla ilişkileri yalnızca hukukî nizam tarafından düzenlenen devlet fikri." (Encyclopedia Britannica,cilt 32, sayfa 737-739).
Böylece egemenliğin hakiki karakteri Özellikle göstermektedir ki insanoğulları arasında tek tek hükümranlığın tüm güç ve niteliklerine sahip herhangi birini bulmak pratik olarak imkânsızdır. Diğer otoriteler, ulusal yapılar ve şirketler arasında bile hükümranlığın tüm özelliklerine haiz olduğunu iddia edebilecek bir yapıyı belirlemek imkânsızdır. "Hüküm ya da her ne olursa olsun egemenlik hiç kimseye ait değildir; ancak ve ancak kadir-i mutlak (el-Kaadir ve el-Muktedir) olan Allah'a mahsustur" şeklindeki hâkimiyet görüşü Kur'an'da tekrar tekrar yinelenerek vurgulanmaktadır; "Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı, mülkiyeti) yalnız Allah'ındır. Ve sizin için Allah'tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı vardır" (2: 107), "Biliyorsanız (söyleyin) her şeyin melekütü (mülkü ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi koruyup kollan(maya muhtaç olmayan kimdir? de" (23: 88), "O Allah'tır ki O1 ndan başka ilâh yoktur, Meliktir (bütün mülkün sahibi ve yöneticisidir), Kuddüs'tür (çok mukaddestir); Selâm'dır (barış ve esenlik verendir); Mümindir (aman ve güvenlik verendir); Müheymin'dir (koruyup gözetendir); Azîz'dir (üstün ve güçlü olandır); Cebbar1 dır (dilediğini zorla da yaptırandır); Müte-kebbir'dir (en büyüktür). Allah (müşriklerin) ortak koştukları şeylerden münezzehtir, O Allah ki, yaratan, var eden, şekil ve suret verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu teşbih etmekte (şanını yüceltmekte)dir. O, Azız (üstün ve güçlü olan), Hakim (hüküm ve hikmet sahibi)dir." (59: 23-24). O'nun Azîz ve Rabb oluşu ek olarak şu ayetlerde de ortaya konur: "Hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a aittir. İşte Rabbim Allah budur. O'na dayandım, O'na güvendim. O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden çiftler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Bu (düzen içi)nda sizi üretiyor. O'nun zâtına benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. Göklerin veyerinanahtarlanOhundur.O dilediğine rızkı açar-genişletir ve kısar. Çünkü O her şeyi bilendir." (42: 10-12). Rasulullah şu sözlerle sadece Allah'a uymak ve hizmet etmekle öğütlenmiştİr; "(Tarafımdan) de ki: 'Ben, dini yalnızca O'na has kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum!' 'Ve ben müslümanların ilki olmakla da emrolundum' De ki; 'Ben Rabbime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım.' "De ki; 'Ben dinimi yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet ediyorum.' " (39: 11-14). Hiç şüphesiz, üstünlük ve hükümranlık her şeyin başı ve sonu (el-Evvel ve el-Âhir) olan Allah'a aittir. "Herşeyin melekütü (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Ve siz O'na döndürüleceksiniz" (36: 83).
Bu hususta dikkat edilmesi gerekli diğer bir nokta, herhangi bir kişiyi mutlak egemenlik gücüyle donatmakta bir doğruluk payı yoktur. Herhangi bir birey, birey grubu ya da kurum hangi mantıkî ya da makul temeller üzerine diğer insanlar için neyin doğru ya da yanlış, neyin iyi ya da kötü olduğunu belirleme hakkına sahip bulunduğunu iddia etmektedir? Hangi sebeplere dayanarak ve niçin hükümranlık gücüne sahip olsunlar? Sadece bir teklifin insanlar tarafından kabulü herhangi biri İçin hükümranlık statüsünü haklı çıkarmaya yetmeyeceği için genel konsensüse (fikir birliğine) dayanarak böyle bir yetkiye sahip çıkılamaz. Çünkü hâkimiyetin, kâinatın yaratıcısı ve Rabbi olan Allah'ın zatına ait olması hasebiyle insanlar bu yetkiyi birbirlerine tevdii etme selâhiyetine sahip değillerdir. "Gerçekte sizin Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arşı istiva etti. (O), geceyi, durmadan kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratan O'dur). İyi bilin ki yaratmak da, emretmek de (yalnızca) O'na mahsustur?' (7:34).
Bu ayetler göklerin ve yerin hâkimiyetinin yalnızca Azîz ve Hakîm olan Allah'a ait olduğu hususunda hiçbir şüpheye mahal bırakmaz. Kur'an bunu sık sık zikrederek şunlara dikkat çekiyor; Allah , kâinatın sadece yaratıcısı değil, aynı zamanda hükümranı ve yöneticisidir (el-Melik ve el-Vâli); kâinatı yarattıktan sonra O, kâinatla bütün ilişkilerini kesmiş, kâinat olaylarına bigâne kalmış olmayıp, aksine her an, kâinatın her parçasını yönetir; hâkimiyetin tüm gücü hakikatte O'-nun yed'indedir; her şey O'nun emri altındadır, O'na itaatkârdır; ve herkesin, her şeyin kaderi sadece O'nun yed'indedir. Bu yolla Kur'an, Allah'a karşı şirk ve isyan gibi yanlışlıklara yol açan esas yanlışlıklara, yanlış anlayışlara karşı çıkmaktadır. 'Tanrının kâinat olaylarıyla ilgilenmediği' şeklindeki inanç kaçınılmaz olarak 'insanın kaderinin başka insanlar tarafından yapıldığı ya da yokedildiği' inancına —ki bu yüzden o insan bu insanların önünde eğilecektir— veya 'kendi kaderinin kendisini oluşturduğu' inancına yol açacak ve kişi kendinin Allah-tan bağımsız olduğu sanısına kapılacaktır.
Zikrettiğimiz bu çarpık mülâhazalara inanmak açıkça çok güçtür. Kur'an'da ortaya konan 'göklerde ve yerde Allah'ın hâkimiyeti' kavramı açıkça gösterir ki, bu dünyanın sınırlı bir süre için ve sınırlı bir otoriteye sahip zayıf, Ölümlü yöneticilerinin aksine Melik olan Allah'ın hükümranlığı kavramı aksi teorilerin temelinin yanlışlığını gösterir. Çünkü Kur'an'da ortaya konan Melik'lik kavramına hiçbir beşerî kural uyamaz. Çünkü bu kavramda Melik benzeri hükümranlık gücünü üzerine alan ya da iddia eden birisine yer yoktur; çünkü bu kavram insanın dinî çerçevede tek ibadet edilecek, siyasî ve politik çerçevede tek hükümrân varlık olarak yalnızca Allah'ı kabul etmesini gerekli kılar. Şu cümleler Allah'ın aynı zamanda niçin hâkimiyet sahibi Melik olarak tanınması gerektiğini açıklar; "Allah kâinatın yalnız yaratıcısı değil, fakat aynı zamanda hükümranı ve yöneticisidir. Kâinatın yaratılmasından sonra başkası lehine ne yönetmekten vazgeçti, ne de yaratıklarının bir parçasını bağımsız kıldı, tersine, tüm kâinatın fonksiyonunu kendi yed'inde tutmuştur. Gün ve gece birbirini kendi kendine değil, fakat mevcut sistemi tamamıyla durdurmaya ya da değiştirmeye kadir olan Allah'ın emriyle takip etmekteler. Benzer şekilde, güneş, ay, yıldızlar kendi tabiatlarında bir güce sahip değillerdir; fakat tamamıyla O'nun emri altındadırlar ve O'nun emri altında köleler gibi çaresiz, zorunlu fonksiyon görürler?' (Encyclo-pedia Britanica, cilt 32, sayfa 737-739).
Bu husus Kur'an'ın başka ayetlerinde şu ifadelerle açıklanır; "De ki; 'Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden alırsın dilediğini aziz kılar, dilediğini alçartırsın. İyilik senin elindedir. Gerçekten Sen, her şeye kadirsin? Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandırırsın.' " (3: 36-37). İnsanlar Allah'tan uzaklaştırılmanın kötü akıbetiyle uyarılmışlardır: "Göklerin de yerin de mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmez misin? (O) dilediğini azaplandırır, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir." (5: 40), "Göklerin, yerin ve içerisinde bulunanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, her şeye kadirdir." (5: 120), "Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir veli, ne de bir yardımcı vardır." (9: 116).
Kur'an Allah'ın hükümranlığını destekleyen bu beyyine silsilesini devam ettirip, insanların yeryüzündeki yaşantılarının çeşitli yönlerini yansıtan ve uzun uzun düşündüren sorular sorar: "De ki; 'Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden, ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri kim düzenleyip yönetiyor?' Onlar 'Allah' diyecekler. De ki; 'Peki siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?' " "İşte bu sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Hakikatten sonra sapıklıktan başka ne var? Öyleyse nasıl (haktan sapıklığa) çevriliyorsunuz?" "Böylece Rabbinin, yoldan çıkanlar için söylediği' onlar gerçekten iman etmezler' sözü gerçekleşmiş oldu." "De ki; 'Sizin şirk koştuklarınızdan ilk defa yaratacak, sonra yarattıklarını tekrar yaratacak var mı? De ki; 'Allah ilk defa yaratır, sonra onu çevirip tekrar yaratır. ÖyleySe nasıl (doğru yoldan) çevriliyorsunuz?' De ki-'Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştıracak var mı?' De ki; 'Allah hakka götürür Hakka götüren mi uyulmaya daha lâyıktır yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O halde neyiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?' " {10: 31-35).
Dahası, hiçbir insan bu tür eşsiz kudreti barındırma kapasitesinde değildir, çünkü insanların meselelerinde adalet ve eşitlikle yasamak, yürütmek, hükmetmek ve yönetmek için o (insan) ne yetenek ve bilgiye, ne de uygulamaya yönelik kapasite ve isteğe sahiptir. İnsanoğlu tarafından her ne tür hükümranlık iddia edilirse edilsin, her zaman adaletsizlik ve baskıyla sonuçlanmıştır; çünkü bu her şeytanî sistemin doğal bir sonucudur. Kur'an bunu şu sözlerle tesbit eder; "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirdir... zalimdir... fasıklardır." (5: 44-47). Diğer taraftan gerçek müminler daima ilâhî otoriteye itaat ederler: "Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız — artık onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün. Bu daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir?' (4: 59). "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasulü'ne çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü ancak 'işittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. Kim(ler) Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup sakınırsa işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler onlardır?' (24: 51-52). Allah'ın dileğine itaat etmeyenler sadece kâfirlerdir." Şunları görmüyor musun, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarım söylüyorlar da tağutun önünde muhakeme olmak istiyorlar! Oysa kendileri onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onlan'iyice saptırmak istiyor... Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle itaat edilmesinden başka bir amaçla göndermedik." (4: 60-64). Allah'ın tüm rasulleri insanların meselelerine adalet ve eşitlikle karar vermek için Allah tarafından gönderilen 'Rehberlerdir; kendi isteklerine uymazlar, yanlış da yapmazlar. Davut @ peygambere de yeryüzünde iktidar verilirken tıpkı diğer rasuller eibi Rab tarafından açık emirler de verilmiştir. "Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında adaletle hükmet, istek ve tutkularına uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphe yok, Allah'ın yolundan sapanlara, Hesap Günü'nü unutmalarından dolayı çetin bir azap vardır." (36: 28). Rasul Muham-med @ da aynı şekilde insanlar arasında Allah'ın kanunları ile, adaletle hükmetmekle emrolundu. "Aralarında Allah'ın indirdiğiy-le hükmet, onların heva (istek ve tutkularına uyma ve onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın" (5: 45). Tabiî ve kanunî olarak hükümranlığın her ikisi de Allah'tadır. Birkaç haddini bilmez ve inatçı dışında insanların çoğu Allah'ın tabiî otoritesini ve fiilî otoritesini de tanır, sorulduğunda açıkça kabul eder. Kur'an şu ifadelerle insanların dikkatlerini bu gerçeğe çekmek ister: "Andolsun, onlara 'Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim (sizin yararınıza çalışmaları için) boyun eğdirdi?' diye sorsan, şüphesiz 'Allah' derler. O haide nasıi Allah'ın (birliğinden) döndürülüyorsunuz?" ... "Onlara 'Gökten su indirip de ölümden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?' diye soracak olursan, şüphesiz 'Allah' diyecekleri' (29: 61-63)... "Andolsun, onlara 'Kendilerini kim yarattı?' diye soracak olsan, elbette 'Allah' derler. Öyleyse nasıl (haktan) çevriliyorlar?" (43: 87). Şu ayetlerde olay biraz daha fazla açıklanır; "De ki: 'Biliyorsanız (söyleyin) yeryüzü ve onun içindekiler kimindir?' 'Allah'ındır' diyecekler. 'Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?' de. 'Yedi göğün Rabbi ve büyük Arşın Rab-bi kimdir?' de. 'Allah'tır diyecekler. De ki; 'Yine de korkup sakınmayacak mısınız?' 'Biliyorsanız (söyleyin) her şeyin melekütü (mülk ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan fakat kendisi korunup kollanfmaya ihtiyacı ol)mayan kimdir?' de. 'Allah'a aittir' diyecekler. 'O halde nasıl oluyor da böyle büyükleniyorsunuz?' de" (23: 84-89).
Bu Kur'an ayetleri şu gerçeği açıkça tesbit eder: Kâfirler bile kâinat, gök cisimleri ve bunların içinde bulunan her şeyin yaratıcısının Allah, bunların çalışmalarının AllahL ın kontrolü altında olduğunu bilmekte ve inanmaktalar. Böylece onlar Allah'ın tabiî hükümranlığını, hatta kanunî olanını bile kabul etmektedirler, fakat buna rağmen en azından hareketleriyle Allah'tan başka güçlere dayandıklarından, diğer güçlerin, kurumların ya da şeylerin olayların akışında söz sahibi oldukları hususunda ısrar etmektedirler ve böylece kendi sözlerini yalanlamaktadırlar.