reyyan
Fri 5 November 2010, 03:11 pm GMT +0200
Allah’a Bağlı Bir Hayat
Ahmet Taşgetiren
Bu, Müslümanın olmazsa olmaz hayat felsefesi...
İki şeyi ihtiva etmesi gerekiyor:
- “La”ları netleşmiş bir hayat.
- “İlla”ları şuur kazanmış bir hayat.
“La”ları netleşmiş olmanın anlamı şu:
Allah’a bağlılığın yerine veya önüne geçen, Allah’a bağlılığı unutturan, Allah’a bağlılıktan uzaklaştıran, “Allah’a yöneldiği gibi” ümidlerin, sevgilerin, korkuların yöneldiği bütün alakalar...
“İlla”ları şuur kazanmışlık hali de şöyle ifade edilebilir:
İlah olarak ancak O var. Ancak O’na kulluk edilebilir. Ancak O’ndan yardım dilenebilir. O, O ve sadece. O...
Bu açıdan baktığımızda;
“Allah’a bağlı bir hayat”ı konuşmak demek, “Allah’tan başkasına bağlılık” gibi özürler taşıdığımız kaygısına düşmek demektir.
Yine, “Allah’a bağlı bir hayat”ı konuşmak demek, yaşadığımız hayatın Allah’a bağlılığı konusunda bilinç kaybına uğrama kaygısına düşmek demektir.
Bu ikisi, bizim, İslam inancının en şümullü ifadesi demek olan kelime-i tevhidin, yani “La ilahe illallah”ın “La” ve “İlla” boyutunda problemler oluştuğunun göstergesidir. Böyle bir problem ise, kelime-i tevhidin, yani Müslümanın inanç kökünün yaralanması anlamına gelir.
“La ilahe” dediğimizde “İlah yok” diyoruz. Bu söz, insanı, ilahlık adına bir tecride, soyutlamaya, yani yok saymaya götürüyor. Zihni siliyor, ilahlık adına bütün alakaları bitiriyor.
Ki yerine yeni bir alaka - bağ inşa edilsin.
Tertemiz, arınmış bir zihin temeli üzerine yepyeni bir bağlılık andı içilsin.
“İllallah” bunu getiriyor: “Ancak Allah var.”
Bu andın hep diri kalması lazım.
Hem “La” boyutuyla, hem “İlla” boyutuyla diri kalması lazım.
Yani hem, dünya planındaki bağlılıkların sürekli irdelenmesi ve Allah’a bağlılık yerine geçebilecek muhtevadan uzaklaştırılması, hem de Allah’a bağlılık andının hep diri tutulması...
İnsan dünyada yaşıyor ve dünyada kimi alakalarının olmaması imkansız.
Kendi uzuvlarıyla ilişkisi var, insanlarla ilişkisi var, eşya ile ilişkisi var...
Bu ilişkilerin bir kısmı, zaman zaman insan için çok hayati hale gelebiliyor.
Susuzlukta bir damla su, açlıkta bir dilim ekmek, zulüm anında kurtuluş ümidi verecek her şey, hastalıkta bir doktor veya ilaç, uçurumda bir dal, denize düşüldüğünde bir sal... büyük bir acı karşısında teselli, mevki, makam, evladü ıyal, can, canan... En küçüğünden en büyüğüne her şey... Ana, baba, evlad... Bunlar da dünyevi alakalar.
Bütün bunlar, Allah’a bağlılığın önüne geçiyorsa, orada insanın, bir bağlılık ve koordinatları şaşırma problemi başlıyor demektir.
Önüne geçmek ne demek?
Belki bağlılıkla ilgili sayılabilen her şeyi teker teker sorgulamak gerekiyor.
-Allah’a bağlılığın yerine veya önüne geçen,
-Allah’a bağlılığı unutturan,
-Allah’a bağlılıktan uzaklaştıran,
-“Allah’a yönelir gibi” ümidlerin, sevgilerin, korkuların yönelmesine yol açan...
Bunların her biri, insana has hallerdir ve değişik imtihan anlarında insan, böyle bir zihin dümuruna maruz kalabilir.
Kur’an’da, bir kısım insandan bahsedilirken onların kimi varlıkları “Allah’ı sever gibi sevdikleri”ne işaret edilir. Kur’an bunu “Allah’a eş tutmak” olarak tanımlar. Yine Kur’an “mü’minlerin ise Allah’a karşı eşeddü hubb- en yüksek sevgi içinde olduğunu” bildirir. (Bakara, 165)
Kur’an’da, mesela Tebük Harbi için can ve mal imtihanına davet edildiğinde, geri kalanlar olduğu anlatılır ve geri kalışın sebebi olarak, havanın sıcaklığının, hurma toplama mevsiminde bulunuluşun akla gelmesi zikredilir.
Kur’an’da, böyle bir “can imtihanı”nda, Hazreti Musa’ya iman eden sihirbazların tavrı ise “Allah’a bağlılık” örneği olarak sunulur. “Benden izin almadan ona inanırsınız ha!” diye söze başlayıp, sonra, “Sizi asıp, sonra de ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim” diyen Firavn’a, sihirbazlar, “Sen ancak bu dünyaya hükmedersin” cevabını verirler. Yani zulüm, sihirbazların Allah’a bağlılıklarının önüne geçemez.
-Kur’an, bir konuda ihtilafa düşüldüğünde kimin hükmüne müracaat edilmesi gerektiğini bildirirken de, insanın böyle bir bağlılık imtihanı geçireceğini kaydeder. Orada “La” ve “İlla”ların ahengi, hükmü, Tağut’a, yani Allah Teala dışındaki tüm güç odaklarını temsil eden bir sembol güç olarak Tağut’a değil, Allah’a ve Rasulü’ne yönlendirmekle mümkündür.
Hazreti Nuh’un şahsında insanoğluna, “Evlad bağı”nı aşabilme dersi verilir.
Hazreti İbrahim’in şahsında bir başka “evlad imtihanı” örneği vardır.
Hazreti Lut’un şahsında eş ile alaka imtihan konusudur.
Hazreti Yusuf’un şahsında, Allah’ın hükmü ile nefsi duygular arasında hesaplaşma yaşanır.
Kur’an, defalarca ve çok farklı örneklerle insanın mal ile alakasının Allah’a bağlılığın önüne geçmemesi ikazında bulunur.
Kur’an, insana, “Sadakaları Allah alır” ikazını yaparken, “Size verdiğimiz rızıktan infak edin” ilahi buyruğunu insana taşırken, onda Allah’a bağlılık şuurunu inşa eder.
…..
“Allah’a bağlı bir hayat” hassasiyetinin temelinde, insanın varı – yoğu ile Allah’tan geliyor ve O’na gidiyor olması gerçeği vardır.
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun – Biz O’na aitiz ve O’na döneceğiz.”
Bu ayet, bir musibetle karşılaşıldığında sergilenecek “mü’min tavrı” bildirilirken geliyor.
“-Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
İşte, yukarda verdiğimiz ayet, bu ayetten sonra geliyor.
Peki o “sabredenler” ne yapar?
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun” derler.
Sabır, bütün bu işler Allah Teala’nın hükmü çerçevesinde olduğu ve bu Yüce Kudret’in iradesi karşısında hiçbir iradenin anlamı bulunmadığı, onun için teslimiyetten başka çare olmadığı inancından dolayıdır.
Teslimiyet Allah’adır.
Çünkü mutlak bağlılık Allah’adır.
Çünkü düşen bir yaprak dahi, O’nun irade ve kudretiyle bağlantılıdır.
Kur’an, insan zihnini ilmek ilmek dokumak istercesine varlık gerçeğinin Allah Teala ile alakasını anlatır:
“De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım: yeryüzü ve oradakiler kimindir?”
“Allah’ındır” diyecekler. O halde hiç düşünmez misiniz?
“Yedi göğün Rabbi ve o yüce arşın Rabbi kimdir” de.
“Allah’tır” diyecekler. Öyleyse hiç O’ndan korkmaz mısınız?” de.
Her şeyin hakimiyet ve mülkiyetini elinde tutan, her şeyi koruyup kolladığı halde kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin.” de.
“Allah’tır” diyecekler. O halde nasıl aldanıyorsunuz” de.” (Mü’minun, 84-89)
Bu gerçeği idrak eden insan Kur’an’ın insandan beklediği şu idrak noktasına gelir:
“-Ondan geldik, O’na döneceğiz.”
-Göğü ve yeri yaratan O’dur. İşleri nizama koyan odur.
-Hüküm ve emir O’nundur. Mülk O’nundur.
-Gaybı bilen O’dur.
-Böceği böcek, taşı taş, bizi insan yapan O’dur.
-Gözümüzü göz, kulağımızı kulak, beynimizi beyin, kalbimizi kalb yapan O’dur. Anneyi anne, babayı baba yapan O’dur. Yüreklere çocuk sevgisini koyup, zahmetlere tahammül gücü veren ve böylece insanlığın devamını kanunlaştıran O’dur.
-O’nun dışında her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur ve her şey O’na döndürülecektir.
-Her şeyin yaratılışı da, idaresi O’na aittir.
-O’nsuz varlık muhaldir.
Eğer böyle ise, yani ez cümle, nefes alış - verişimiz bile O’nun lütfu sayesinde olmakta ise...
Nefes alış verişimiz dahil tüm hayatımızı, O’nunla rabıtalı hale getirmek gerekiyor.
Hayatın Allah’a bağlılığı bu kadar hayati iken, insan neden yalpalıyor? Neden savruluyor?
Yani,
“Allah’a bağlı bir hayat”ın gerçekleştirilmesinde problem nerede çıkıyor?
Problemin özü, hayat alakaları içinde zihnimizin dağılmasında, “gaflet”e düşmekte, varoluşun hikmetinden kopmakta toplanıyor.
İnsan Rabbini unutuyor.
O’nun her an, kendisi ile beraber olduğunu, insana şah damarından yakın olduğunu, her şeyin O’nun murakabesi altında bulunduğunu, O’nun bilgisi dışında bir yaprağın bile kımıldamayacağını unutuyor.
Bu dünya hayatının, Allah tarafından tayin edilmiş bir imtihan alanı olduğunu unutuyor.
Allah ile buluşulacak günü unutuyor.
Bu hayatın hesabının, Allah’ın huzurunda verileceğini unutuyor.
Hazreti Ömer’in “Takva nedir?” sorusuna Übey bin Ka’b ne cevap vermişti?
“-Dikenli bir yolda, nasıl eteklerini toplar ve diken batmasın diye ayağını yola seçe seçe basarsan, işte o takvadır.”
Takva neden vardır? Neden İslam’da en önemli mü’min kalitesinin ifadesidir?
Çünkü takva, mü’minin Allah’a bağlılık çerçevesidir. Allah’ın hoşnutluğunu kaybetme korkusu, endişesidir.
“Takvalı bir hayat”, “Allah’a bağlılık bilinci” dipdiri olan bir hayattır.
Allah’a bağlılıkta bir sınırı aştın, bil ki, ayağına acısını taa yüreğinde hissedeceğin bir diken battı. Kalbin yaralandı.
Acısını yüreğinde hissedersin, çünkü yüreğin, Allah’ a bağlılık şuuru ile donatılmıştır ve o diken batması o şuura saplanmıştır.
Onun için mü’minin kalbi, “Nerede olursan ol, Allah seninle beraberdir” idrakine doymuştur, ve oradan tüm uzuvlara, böyle bir şuur yüklemesi yapılmaktadır.
“Allah’a bağlı bir hayat” hedefi, mü’mine, hayatını bir süzgeçten geçirme vazifesi yükler.
Hayatın hangi alanı Allah’a bağlılık idrakindedir, tutarlılığındadır, neresinde aşınmalar vuku bulmuştur, nerede bağlılık idraki yerini, başıboşluğa bırakmıştır, nerede, Allah’tan başka -masiva Allah- kudretlerin belirleyici rolleri devreye girmiştir, bütün bunlar, bir tür MR hassasiyetinde tesbit edilmelidir.
Rabbin huzuruna, her kesin kendi hayat defterinin “Allah’a bağlılığı”nı ispat derdine düştüğü büyük muhasebe meydanına, böyle yaralı, savunulması güç, meşruiyyetini destekleyecek hiçbir varlığın bulunmadığı bir hayat defteri ile gitmemeye özen gösterilmelidir.
Rabbimiz bu zorlu gayrette yardımı bizlerden esirgemesin, bizi yolda koymasın. Amin.
Ahmet Taşgetiren
Bu, Müslümanın olmazsa olmaz hayat felsefesi...
İki şeyi ihtiva etmesi gerekiyor:
- “La”ları netleşmiş bir hayat.
- “İlla”ları şuur kazanmış bir hayat.
“La”ları netleşmiş olmanın anlamı şu:
Allah’a bağlılığın yerine veya önüne geçen, Allah’a bağlılığı unutturan, Allah’a bağlılıktan uzaklaştıran, “Allah’a yöneldiği gibi” ümidlerin, sevgilerin, korkuların yöneldiği bütün alakalar...
“İlla”ları şuur kazanmışlık hali de şöyle ifade edilebilir:
İlah olarak ancak O var. Ancak O’na kulluk edilebilir. Ancak O’ndan yardım dilenebilir. O, O ve sadece. O...
Bu açıdan baktığımızda;
“Allah’a bağlı bir hayat”ı konuşmak demek, “Allah’tan başkasına bağlılık” gibi özürler taşıdığımız kaygısına düşmek demektir.
Yine, “Allah’a bağlı bir hayat”ı konuşmak demek, yaşadığımız hayatın Allah’a bağlılığı konusunda bilinç kaybına uğrama kaygısına düşmek demektir.
Bu ikisi, bizim, İslam inancının en şümullü ifadesi demek olan kelime-i tevhidin, yani “La ilahe illallah”ın “La” ve “İlla” boyutunda problemler oluştuğunun göstergesidir. Böyle bir problem ise, kelime-i tevhidin, yani Müslümanın inanç kökünün yaralanması anlamına gelir.
“La ilahe” dediğimizde “İlah yok” diyoruz. Bu söz, insanı, ilahlık adına bir tecride, soyutlamaya, yani yok saymaya götürüyor. Zihni siliyor, ilahlık adına bütün alakaları bitiriyor.
Ki yerine yeni bir alaka - bağ inşa edilsin.
Tertemiz, arınmış bir zihin temeli üzerine yepyeni bir bağlılık andı içilsin.
“İllallah” bunu getiriyor: “Ancak Allah var.”
Bu andın hep diri kalması lazım.
Hem “La” boyutuyla, hem “İlla” boyutuyla diri kalması lazım.
Yani hem, dünya planındaki bağlılıkların sürekli irdelenmesi ve Allah’a bağlılık yerine geçebilecek muhtevadan uzaklaştırılması, hem de Allah’a bağlılık andının hep diri tutulması...
İnsan dünyada yaşıyor ve dünyada kimi alakalarının olmaması imkansız.
Kendi uzuvlarıyla ilişkisi var, insanlarla ilişkisi var, eşya ile ilişkisi var...
Bu ilişkilerin bir kısmı, zaman zaman insan için çok hayati hale gelebiliyor.
Susuzlukta bir damla su, açlıkta bir dilim ekmek, zulüm anında kurtuluş ümidi verecek her şey, hastalıkta bir doktor veya ilaç, uçurumda bir dal, denize düşüldüğünde bir sal... büyük bir acı karşısında teselli, mevki, makam, evladü ıyal, can, canan... En küçüğünden en büyüğüne her şey... Ana, baba, evlad... Bunlar da dünyevi alakalar.
Bütün bunlar, Allah’a bağlılığın önüne geçiyorsa, orada insanın, bir bağlılık ve koordinatları şaşırma problemi başlıyor demektir.
Önüne geçmek ne demek?
Belki bağlılıkla ilgili sayılabilen her şeyi teker teker sorgulamak gerekiyor.
-Allah’a bağlılığın yerine veya önüne geçen,
-Allah’a bağlılığı unutturan,
-Allah’a bağlılıktan uzaklaştıran,
-“Allah’a yönelir gibi” ümidlerin, sevgilerin, korkuların yönelmesine yol açan...
Bunların her biri, insana has hallerdir ve değişik imtihan anlarında insan, böyle bir zihin dümuruna maruz kalabilir.
Kur’an’da, bir kısım insandan bahsedilirken onların kimi varlıkları “Allah’ı sever gibi sevdikleri”ne işaret edilir. Kur’an bunu “Allah’a eş tutmak” olarak tanımlar. Yine Kur’an “mü’minlerin ise Allah’a karşı eşeddü hubb- en yüksek sevgi içinde olduğunu” bildirir. (Bakara, 165)
Kur’an’da, mesela Tebük Harbi için can ve mal imtihanına davet edildiğinde, geri kalanlar olduğu anlatılır ve geri kalışın sebebi olarak, havanın sıcaklığının, hurma toplama mevsiminde bulunuluşun akla gelmesi zikredilir.
Kur’an’da, böyle bir “can imtihanı”nda, Hazreti Musa’ya iman eden sihirbazların tavrı ise “Allah’a bağlılık” örneği olarak sunulur. “Benden izin almadan ona inanırsınız ha!” diye söze başlayıp, sonra, “Sizi asıp, sonra de ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim” diyen Firavn’a, sihirbazlar, “Sen ancak bu dünyaya hükmedersin” cevabını verirler. Yani zulüm, sihirbazların Allah’a bağlılıklarının önüne geçemez.
-Kur’an, bir konuda ihtilafa düşüldüğünde kimin hükmüne müracaat edilmesi gerektiğini bildirirken de, insanın böyle bir bağlılık imtihanı geçireceğini kaydeder. Orada “La” ve “İlla”ların ahengi, hükmü, Tağut’a, yani Allah Teala dışındaki tüm güç odaklarını temsil eden bir sembol güç olarak Tağut’a değil, Allah’a ve Rasulü’ne yönlendirmekle mümkündür.
Hazreti Nuh’un şahsında insanoğluna, “Evlad bağı”nı aşabilme dersi verilir.
Hazreti İbrahim’in şahsında bir başka “evlad imtihanı” örneği vardır.
Hazreti Lut’un şahsında eş ile alaka imtihan konusudur.
Hazreti Yusuf’un şahsında, Allah’ın hükmü ile nefsi duygular arasında hesaplaşma yaşanır.
Kur’an, defalarca ve çok farklı örneklerle insanın mal ile alakasının Allah’a bağlılığın önüne geçmemesi ikazında bulunur.
Kur’an, insana, “Sadakaları Allah alır” ikazını yaparken, “Size verdiğimiz rızıktan infak edin” ilahi buyruğunu insana taşırken, onda Allah’a bağlılık şuurunu inşa eder.
…..
“Allah’a bağlı bir hayat” hassasiyetinin temelinde, insanın varı – yoğu ile Allah’tan geliyor ve O’na gidiyor olması gerçeği vardır.
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun – Biz O’na aitiz ve O’na döneceğiz.”
Bu ayet, bir musibetle karşılaşıldığında sergilenecek “mü’min tavrı” bildirilirken geliyor.
“-Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
İşte, yukarda verdiğimiz ayet, bu ayetten sonra geliyor.
Peki o “sabredenler” ne yapar?
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun” derler.
Sabır, bütün bu işler Allah Teala’nın hükmü çerçevesinde olduğu ve bu Yüce Kudret’in iradesi karşısında hiçbir iradenin anlamı bulunmadığı, onun için teslimiyetten başka çare olmadığı inancından dolayıdır.
Teslimiyet Allah’adır.
Çünkü mutlak bağlılık Allah’adır.
Çünkü düşen bir yaprak dahi, O’nun irade ve kudretiyle bağlantılıdır.
Kur’an, insan zihnini ilmek ilmek dokumak istercesine varlık gerçeğinin Allah Teala ile alakasını anlatır:
“De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım: yeryüzü ve oradakiler kimindir?”
“Allah’ındır” diyecekler. O halde hiç düşünmez misiniz?
“Yedi göğün Rabbi ve o yüce arşın Rabbi kimdir” de.
“Allah’tır” diyecekler. Öyleyse hiç O’ndan korkmaz mısınız?” de.
Her şeyin hakimiyet ve mülkiyetini elinde tutan, her şeyi koruyup kolladığı halde kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin.” de.
“Allah’tır” diyecekler. O halde nasıl aldanıyorsunuz” de.” (Mü’minun, 84-89)
Bu gerçeği idrak eden insan Kur’an’ın insandan beklediği şu idrak noktasına gelir:
“-Ondan geldik, O’na döneceğiz.”
-Göğü ve yeri yaratan O’dur. İşleri nizama koyan odur.
-Hüküm ve emir O’nundur. Mülk O’nundur.
-Gaybı bilen O’dur.
-Böceği böcek, taşı taş, bizi insan yapan O’dur.
-Gözümüzü göz, kulağımızı kulak, beynimizi beyin, kalbimizi kalb yapan O’dur. Anneyi anne, babayı baba yapan O’dur. Yüreklere çocuk sevgisini koyup, zahmetlere tahammül gücü veren ve böylece insanlığın devamını kanunlaştıran O’dur.
-O’nun dışında her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur ve her şey O’na döndürülecektir.
-Her şeyin yaratılışı da, idaresi O’na aittir.
-O’nsuz varlık muhaldir.
Eğer böyle ise, yani ez cümle, nefes alış - verişimiz bile O’nun lütfu sayesinde olmakta ise...
Nefes alış verişimiz dahil tüm hayatımızı, O’nunla rabıtalı hale getirmek gerekiyor.
Hayatın Allah’a bağlılığı bu kadar hayati iken, insan neden yalpalıyor? Neden savruluyor?
Yani,
“Allah’a bağlı bir hayat”ın gerçekleştirilmesinde problem nerede çıkıyor?
Problemin özü, hayat alakaları içinde zihnimizin dağılmasında, “gaflet”e düşmekte, varoluşun hikmetinden kopmakta toplanıyor.
İnsan Rabbini unutuyor.
O’nun her an, kendisi ile beraber olduğunu, insana şah damarından yakın olduğunu, her şeyin O’nun murakabesi altında bulunduğunu, O’nun bilgisi dışında bir yaprağın bile kımıldamayacağını unutuyor.
Bu dünya hayatının, Allah tarafından tayin edilmiş bir imtihan alanı olduğunu unutuyor.
Allah ile buluşulacak günü unutuyor.
Bu hayatın hesabının, Allah’ın huzurunda verileceğini unutuyor.
Hazreti Ömer’in “Takva nedir?” sorusuna Übey bin Ka’b ne cevap vermişti?
“-Dikenli bir yolda, nasıl eteklerini toplar ve diken batmasın diye ayağını yola seçe seçe basarsan, işte o takvadır.”
Takva neden vardır? Neden İslam’da en önemli mü’min kalitesinin ifadesidir?
Çünkü takva, mü’minin Allah’a bağlılık çerçevesidir. Allah’ın hoşnutluğunu kaybetme korkusu, endişesidir.
“Takvalı bir hayat”, “Allah’a bağlılık bilinci” dipdiri olan bir hayattır.
Allah’a bağlılıkta bir sınırı aştın, bil ki, ayağına acısını taa yüreğinde hissedeceğin bir diken battı. Kalbin yaralandı.
Acısını yüreğinde hissedersin, çünkü yüreğin, Allah’ a bağlılık şuuru ile donatılmıştır ve o diken batması o şuura saplanmıştır.
Onun için mü’minin kalbi, “Nerede olursan ol, Allah seninle beraberdir” idrakine doymuştur, ve oradan tüm uzuvlara, böyle bir şuur yüklemesi yapılmaktadır.
“Allah’a bağlı bir hayat” hedefi, mü’mine, hayatını bir süzgeçten geçirme vazifesi yükler.
Hayatın hangi alanı Allah’a bağlılık idrakindedir, tutarlılığındadır, neresinde aşınmalar vuku bulmuştur, nerede bağlılık idraki yerini, başıboşluğa bırakmıştır, nerede, Allah’tan başka -masiva Allah- kudretlerin belirleyici rolleri devreye girmiştir, bütün bunlar, bir tür MR hassasiyetinde tesbit edilmelidir.
Rabbin huzuruna, her kesin kendi hayat defterinin “Allah’a bağlılığı”nı ispat derdine düştüğü büyük muhasebe meydanına, böyle yaralı, savunulması güç, meşruiyyetini destekleyecek hiçbir varlığın bulunmadığı bir hayat defteri ile gitmemeye özen gösterilmelidir.
Rabbimiz bu zorlu gayrette yardımı bizlerden esirgemesin, bizi yolda koymasın. Amin.